EEE “Ayinesi İştir kişinin lâfa bakılmaz., “Şahsın görünür rütbei aklı eserinde Ziya paşanın bu beyti, gözlerinin önünde eski bir mektep hatırasını canlandırır. Hem öyle bir hatıra kil. Arada uzun yıllar geçti. Hatıranın belli başlı kahramanmı hâlâ unutama. drm. Sevgili hocamın upuzun, dapdarâ- cik, vücudunu, ince ve uzun boynun- da asma kabağı gibi sallanan cas- caylak başını görür gibi olurum.. Uzun tekbirler getiren davud! #e- si kulaklarımda çınlar. O zamanki küçücük dimağım, sanki fotoğraf klişesi, gramofon plâğı gibi, osip #İvri vücudun şeklini, o bariton 86- sin tonunu bütün inceliklerine varın caya kadar tesbit etmiştir. Bende bu kadar kuvvetli iz bıra- kan o eski mektep hatırasını -size anlatacağım: « sene başında bir gün, İlk der- SİNİ vermek üzere srnıfımıza giriyor du, Sınıf çavuşunun: — Bak! Kumandaalle, sıraları kıracak bir #lddetle “Rap?,, diye ayağa fırladık. Gözlerimizde korkunç surette büyü- yen hesap hocasına hulüs çaktık! Hoca “ağır ezgi fıştık! makam, kürsüsüne ilerledi, Çavuşun: — Rahat! Kumandasile sıralarımıza çöktük. Kollarımızı göğsümüzde çaprazla- Yıp. arkamızı dayayarak “mum. sİ- Mi durduk. Ders “hesap dersl,,; hoca “hesap höcasr,, 1d1. Sizi bilmem amma, iti. raf ederim kt mektep hayatımda Kafama bir türlü girmiyen ders."he- #ap dersi,, karşısında tir tir titredi. ğim hoca “hesap hocası,, tdi. Şu zavallı Kulaklarımın, kerrat cetvelini ezberlemek uğrunda, o za- Mim (9) hocalardan çektiklerini bir bilseniz!. ...Kürsüsüne yerleşmeğe çalışan hocanın kırık sandalyesinin gıcırtı- larından başka çıt yoktu. Kirk çift göz, bu acaip hocayı gözlüyordu. Büyük başında limon kabuğu ka- dar kalan bir fesi vardr. Gelişi güzel bağlayıverdiği soluk kırmızı krava. tr çarpılmıştı. Pek bilmiyorum. Fa kat herhalde uzun bir zaman geçti ki, kürsüsünde put gibi duran hoca- ya bakmaktan gözlerim karardı. Hocanın büyük başı, kalıpsız kırmızı fesile “Yeni dünra,, lar gibi gözleri. min önünde dönmeğe başladı. ... Nihayet sesini çıkardı. Tuhaf bir siyve, Ağdalı bir ses. — Dersimize besinele ve salâvatla başlamak hayırlıdır. Haydi bakalım hep borabor:Byazübillâh... Kırk kişi, bir anda höcamıza uy- duk. Uzun bir müddet susmaktan bu- nalan yürekler bir anda nefeslerini boşaltınca, koca oda inim inim in. ledi. Camlarda gezinen #inekler uçuş- tu. Besmeleyi bitirdiğimiz zaman ku- lak verdik: Kırk kişinin bu velveleli gürültüsü, mektebin ıssız koridorla- rında uzün uzun çınlıyordu. Sonra, salâvat getirdik. Hoca coşmuş, Su- ratı fesinin rengile bir olmuştu. Sağ elinin işaret parmağını, bir orkestra şefinin değneği gibi, önündeki kür- VEM! #? Reşat Enis £ süye. vurarak ve hafifce sallanarak bizi idare ediyordu. Sustu. Sustuk. Uzun bir tessizlik içinde şaşkın şaşkın bakıştık. Bir iki yaramaz dil lerini çıkardılar, sırıttılar. Hoca gördü. Kulaklarımızın zarını patlatacak kadar eiddetli bir ses gürledi: — Pişmiş kölle gibi no sırıtıyor. sunuz ulan” Dehşet! Hesap hocası dehşeti. Korktuk ve sıralarımıza sindik. ... « Anlatmağa başladı: — Çocuklar, diyordu. dersimiz hesap. Ben hesaptan evevl size di- nimizi öğreteceğim... Bir dakika düşündük. Hesap dersinin “Ulümu diniye,, İle ne münasebeti var acaba?. Hoca anlatıyor: — Kadınların açık saçık gezmele- ri, kuyruğunu sallayan dişi köpek- ler gibi - aynen böyle söylüyordu - erkeklerin ardından koşmaları, cüm büşler, eğlentiler.. Allıklar, puğra- lar, rastıklar.. Uzun süren bu gürültülü vaizden ben bir şey anlamadım Yalnız, bütün sınıfın ağabeysi o. lan Hasanın #irası altına #İnerek, kasıklarını tutup boğulurcasına gül. mesinden anladım ki, hoca acalp şeyler anlatıyor.. Sonra. sakinleşerek cenneti anlat tı. Cennetin güzelliklerini, o koca mz sanmam Özü sözüne uyar bir adam!!! umımanlar mürekkep, ağaçlar kalem olsa, yazmanın İmkânı yoktar.. Ve, uzun uzun, cennetin güzellik- lerinden, #ularından, nehirlerinden, saçları ay; dişleri güneş gibi pırıldn- yan huri kızlarından bahsetti, Yüzümüz güldü. Sevinçle çırpınıyörduk iyi adamlı! Ders sonuna doğru, cennete git. menin yolunu da gösterdi: — Doğru ibadet etmek Her geyden evvel namaz kılmam zı İstiyor ve Ilâve odiyordu: : “Ey müsliman kıl namazım çün sa. adet tacıdır. bil ki * mi'racıdıri,, Trampet çaldığı zaman sevinçle hocamıza söz verdik; Doğru yoldan ayrılmayacaktık.. Namaz kılacaktık ve,. Cennete gidecektik. Çocukluk! İki ay geçti. Artık hepimiz mini mini birer sof. ta keslidik. İçimizde namaz kılma. yan biç yoktu. Aramızdaki birkaç yaramaz bile, hesap hocasından tam numara al mak için, aptestsiz, wapfessiz yatıp kalkıyordu. Öğle yemeğine çıktık mıydı, he. men yemeği yer, sonra ezanı bekler dim. Ezanr, sesi güzel bir arkadaş, taş merdivenin birkaç basamak yu. karısından okurdu. Oyun oynayanlar bilyelerinni, to. paçlarını bırakır, ozanı dinlemeğe hazırlanan hesap hocasının yanına koşarlarâr. O, kollarımı kavuşturur, başını çarpıtır, gözlerini yumar, dinlerdi Hora ne yoldan ayrılmamak, Sen namazı şöyle müminin / Sonra, ellerinin baş parmak tırnak. larını öpüp gözlerine sürerdi. Biz, bir sürü çöcük, mini maymunlar gibi, onu taklit diz. Cümbür cemaat namaza muz ne ömürdü” Bizim hoca bir melâikeydi. Onü ben ne kadar sergrdim! ... Hoca bir gün gözükmedi. Acaba basta mıydı? İki gün geçti. Yine yok.. Telâşlan- dık: Hocamız ne oldu acaba?. Niha- yet bir gün.. O günü hiç unutamıyo- rum: ? Sabahleyin çantamı Koltuğuma sıkıştırmış, sefer tasımı elime al- mıştım. Annemden öğrendiğim bir şarkıyı mırıldanarak mektebe gidi. yordum. Rirdenbire bir ses duydum: bağrış, çığrış, teneke sesleri, yuha- lar, küfürler. Köşeyi kıvrılırken bir kalabalıkla karşılaştım: Acaba no vardı? Çar- gaflı, yeldirmeli bir sürü kadın, genp Ihtiyar, şalvarlı, poturlu, fesli, sa. rıklı bir sürü erkek. Çoluk çocuk. Mütbiş bir curcuna. — Edepsiz! — Hayasız! — Komşunun karısına ha?! — Rezil adam, Ya hatunun ferya- dı duyulmasaydı? Bu ffz, namus haydudunu sürgün etmeli. — Asmalı — Kesmeli. Parçalamal Yine bir yığm küfür! Edepsiz, ha. yasız, rezil, alçak. Tenekeler kıyametleri koparıyor, (Zütfen sayfcy çeviriniz) mini eder. durusu. Ah! 40 Saat dokuzda, Jan Madam Löber- un salonuna girdi. Tam bu sırada, bir kadın da, arka kapıdan çıkıp gidiyor- du. Bu kadm Heloiz Puassondu. Ken. disi Jacın bu ziyaretinden haberdardı ve gelip falcı kadınla” uzun ve ehem- miyetli bir görüşme yapmıştı. Madam Löbon'un bu salonu, bötün Parisçe malümdu. Burası, oldukça büyük bir lüksle dö. şenmişti ve zeki kadın buraya, ziyaret» çilerinin muhayyilesine tesir yapabile- cek birçok garib eşyalar koymuştu. Bunlar * meyanmda ( Kertsnkelelerle baykuşlar, esrarengiz tablu'ar ve 88. lonun ortasında, mücevheratla süslen- miş küçk ve zarif bir masanın üzerin- de, bir deste kâğıt vardı. Salon hafif aydınlanmıştı. Ve Jan her şsye rağmen garib bir keyecan duydu... Nos Püassonla Ktebiyon, arası odasına çıkmışlardı. Jan, Noe kendisinden ayrılırken, 6- tavan nün gözlerinde bir damla gözyaşı be-” lirdiğini farketmişti. — Herhalde gözlernden çikan biraz şaraptır... Diye düşündü. Bir merasim elbisesine benziyen pekli bir elbise giymiş olan Madam Löbon içeriye girdi ve derhal şöyle dedi: — Lütfen bu masaye oturur musu- nuz madam? Jan, kendisine gösteriler koltuğa o. turdu, Falcı kadın da onun karşısına yerleşti. Bu kadın oldukça tatlı ve ciddi bir çehreye malikti. Hareketlerine, müşte- rilerini tehyiç edecek kadar esrecengiz haller katmasını biliyor, fakat onları korkutmamağa dikkat ediyordu: hulâ- sa müşterilerine iyi ve hoş bir vakit geçirtmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. MARKİZ DÖ POMPADUR Kâğıtları karıştırmıya (o başlıyarak Jana sordu: — Neyi öğrenmeyi arzu ediyorsu- nuz? Jan da: — Her şeyi! Diye cevab verdi. Bunun ürerine, Löbon, tundan daha keley bir şey yokmuş: gibi, gayet mütevazı ve sade bir tavırla: — Demek ki, maziyi, helibazmı ve istikbali... Dedi ve ayni zamanda kâğıtları ma- sanın Üzerine yöyarak ilâvs etti: — Maziden mi, halihazırdan yoksa istikbalden mi başlıyalım? Jan gülerek: — Evvelâ maziden başlıyalım, sonra sırayı takip ederiz... Jan, en harikulâde inciler olun diş- lerini göstererek, neşeli bir halde gü- lüyordu. Fakat, birdenbire bu gülüş, söndü ve çehresi sarardı, Filhakika, Löbon - belki de müthiş bir tesir yapmak için . kâğıtları açmış ve ciddi, garib ve man-ür bir sesle şöy- le demişti: — Kral, madam! Kâğıtlarınız ara“ sında bir kral varlı, Jan hafif bir sesle mırıldadı: — Krl, — Kendiniz bakın madam! Kâğıt: larınız arasında bir kral bulunduğunu söylüyorum. Bu krak işte bu kâğıt temsil : etmektedir. o Maatteessüf bu “rakın kim olduğunu. o Büyük bir memlekete mi hükmettiğini, yoksa i- kinci derecede bir prens mi olduğunu söylemeye kadir değilim. Fokat mu - hakkak olan bir şey varsa oda, bu kâ. gıdın en küvvetli bir kâğıt clduğudur. Ve size temin ederim ki, ilk hamlede bu kâğıdı çıkarıyorum. Jan büyük bir hayret ve heyecan İ- çindey.i — Demek, dedi, hangi kralın mev- m, MARKİZ DÖ POMPADUR s1 ——-————cC. “ —-— —<—- — Çok iyi! Demek bir tek adamla uğraşmak lâzım gelecek. Binaenaleyh, arabayı durdurmak için, sizin söylemiş olduğunuz veçhile bir kaç cesur adama değil, fafkat bir tek kişiye ibtiyaç var. — Fakat bu adamın çok cesur ve €- nerjik olması lâzımdır. — Öyle olacaktır!.. — Fakat, monsenyör, bir tek şey sor- mama müsaade buyurun: Bu adam, yolda karşımıza çikıyor.. Çok güzeli. Bsn kendi hesabıma yapadağımı bili- rim. Va kaçarım, yahut ta bayılırım... Bu güç bir mesele değil. Farzedelim ki mevruu bahsettiğiniz (adam mösyö Berrye'nin hakkından geldi. Peki Ma- dam d'Etyolu ne yapacak?. ş Mösyö Jak, garip bir tebessüm gülümsedi: — Bu hususta endişe etmeyin, oğ- Tam, madam d'Etyol gâyet emin eller. e bulunacaktır. Doğrusu Berrye'nin bu buluşu cidden güzeldir. Projelerime ta. mamiyle uygun geliyor. — Yani?. — Yani, oğlum, yarın ö&şam, mev zuu bâhiş saatte, size Berrye tarafından işaret edilen yerde, arabanızla berabör bulunursunuz. Sonra hareket ederek Versay yolun ututarsmız ve eğer yel- da.. Önürüze birisi dikilirse.. Ate durdurursunuz.. İşin Üst tarafı İse size ait değildiri Bu sözler üzerine mösyö Jak. eliyle “ir işaret yaptı ve Berni bir dizini yere koymak suretiyle onu selâmladiktan sonra çıkıp gitti. Mösyö Jaka gelince, o da, zili çaldı ve içeriye giren hademeye şöyle dedi: — Azizim baron, yarın akşn saat Jokusa doğru, Senenore #oka- ğında oTrua ODofen otelinde ika- met eden şövalye d'Assaş, atı. nâ binerek otelinden çıkatak (o ve saat on buçuğa doğru geçecek olan bir arabayı 'durdurmak üzere Versay yolu- nun bir tarafında bekliyeçektir, Bu ara- bada bir tek kişi bulunacak ve eğlebi ihtimal mukavemet göstermiyecektir.. Fokat her şeyi göz önünde bulundurup tedbirli davranmak lâzım.. Bu işten şö- valye d'Assas'ın galip çıkmasını istiyo- rum . — Başüstüne, monsenyör, — Ne şekilde hareket edeceksiniz?. — Yarın sabah, kont dü Barriye, me. seleyi kısaca izah ederim. O da, bir kaç dostuyla beruber, şövalye H'Assas'ı gizlice gözetler ve icabında ona vardım eder. Mösyö Jak sadece: — Mükemmel!.. Dedi ve hademe dışarıya çıkarken, kendisi de odada tekrar gezinmeğe baş- ladı... emi keme İk kesi in Ertesi sabah, erkenden, mösyö Jak, evinden çıkacak, doğru Trua Deffen & teline gitti. Esasen bu, oraya üçüncü gelsiydi ve derhal şövalye d'Assasn 0- dasına götürüldü . Şövalyeye ne dedi?. Onda nasıl bir ihtiras uyandırdı?. Burası meçhul, muhakkak olan bir $ey varsa o dabu görüşmenin bir hayli sürmüş olmasıydı. . Çünkül oraya sabahın sekizinde ge- len müsyö Jak ancak öğle üzeri geriye döndü. Memnun olup olmadığını çehcesinde anlamak imkânsızdı. Fakat bu anda birisi, şövalye d'As- 8'in odasına bir nazar atfetseydi, iki şey görürdü: , Birincisi: Şövalyenin gözleri çok ağ- lamaktan mütevellit kermezr bir renk al- mıştı.. ikincisi: Mühim bir sefere hâzırle- nan bir insan haliyle ve büyük bir itina ile, tabancalarını gözden geçiriyordu! XxW FALCI KADIN Nçe Puasson, Krebiyonun yararmıy-