10 Nisan 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

- —'ı-ıqafı:'— “Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz,, “Şahsm görünür rütbei aklı eserinde Ziya paşanın bu beyti, gözlerimin önünde eski bir mektep hatrrasını canlandırır. z Hem öyle bir hatıra ki!. Aradan uzun yıllar geçti. Hatıranın belli başlr kahramanını hâlâ unutama- dım, Sevgili hocamın upuzun, dapdara- cik, vücudunu, ince ve uzun boynun- da asma kabağı gibi sallanan cas- cavlak başını görür gibi olurum.. Uzun tekbirler getiren davudi se- Si kulaklarımda çınlar. O zamanki küçücük dimağım, sanki fotoğraf klişesi, gramofon plâğı gibi, ©o sip Sİvri vücudun şeklini, o bariton se- sİn tonunu bütün inceliklerine varın caya kadar tesbit etmiştir. Bende bu kadar kuvvetli iz bıra- kan o eski mektep hatırasını - size anlatacağım: «« Bene başında bir gün, ilk der- BİNİ vermek üzere sınıfımıza giriyor du. Sınıf çavuşunun: — Bak! Kumandasile, sıraları kıracak bir Şiddetle “Rap!,, diye ayağa fırladık. Gözlerimizde korkunç surette büyü- yen hesap hocasına hulüs çaktık! Hoca “ağır ezgi fıştıki! makam,, kürsüsüne ilerledi. Çavuşun: — Rahat! Kumandasile sıralarımıza çöktük. Kollarımızı göğsümüzde çaprazla- Yıp, arkamızı dayayarak “mum,, Bİ- bt durduk. Dera “hesap dersi,,; hoca “hesap hocasr,, İdi. Sizi bilmem amma, İtİ- raf ederim kt mektep hayatımda sap dersi,, karşısında tir tir titredi- ğim hoca “hesap hocası,, İdi. Şu zavallr kulaklarımın, kerrat cetvelini ezberlemek uğrunda, o za- lim (!) hocalardan çektiklerini bir bilseniz!. ». kürsüsüne yerleşmeğe çalışan hocanın kırık sandalyesinin gicırti- larından başka çıt yoktu. Kirk çift göz, bu acaip hocayı gözlüyordu. Büyük başında limon kabuğu ka- dar kalan bir fesi vardı. Gelişi güzel bağlayıverdiği soluk kırmızı krava- tr çarpılmıştı. Pek bilmiyorum. Fa- kat herhalde uzun bir zaman geçti ki, kürsüsünde put gibi duran hoca- ya bakmaktan gözlerim karardı. Hocanın büyük başı, kalıpsız kırmızı fesile “Yeni dünya,, lar gibi gözleri. min önünde dönmeğe başladı. . B d& * v Nihayet sesini çıkardı. Tuhaf bir şiyve, Ağdalı bir ses. — Dersimize besmele ve salâvatla başlamak hayırlıdır. Haydi bakalım hep beraber:' Evuzübillâh... : “Kırk kişi, bir anda hocamıza uy- dük. Uzun bir müddet susmâaktan bu- nalan yürekler bir anda nefeslerini boşaltınca, koca oda inim inim İn- ledi. : Camlarda gezinen sinekler uçuş- tu. Besmeleyi bitirdiğimiz zaman ku- lak verdik: Kırk kişinin bu velveleli gürültüsü, mektebin ıssız koridorla- rında uzün uzun çınlıyordu. Sönra, salâvat getirdik. Hoca coşmuş, su- ratr fesinin rengile bir olmuştu. Sağ elinin işaret parmağını, bir orkestra b maklüetr Ö eayaş HŞA ĞĞ AY ÇÜĞ gl B ZL d a O SĞP , U 140 MARKİZ DÖ POMPADUR llti şakle , Bürtadhtanaz - Higâave 799 * süye vurarak ve hafifce sallanarak bizi idare ediyordu, Sustu. Sustük. Uzun bir sessizlik içinde şaşkın şaşkın bakıştık. Bir iki yaramaz dil lerini çıkardılar, sırıttılar.. Hoca gördü. Kulaklarımızın zarını patlatacak “kadar şiddetli bir ses gürledi: — Pişmiş kelle gibi ne sırıtıyor. sunuz ulan!. Dehşet! Hesap hocası dehşetti. Korktuk ve sıralarımıza sindik. & $ ğ »» Anlatmağa başladı: — Çocuklar, diyordu, dersimiz hesap.. Ben hesaptan evevl size di- nimizi öğreteceğim.. Bir dakika düşündük. Hesap dersinin “Ulümu diniye,, ile ne münasebeti var acaba?. Hoca anlatıyor: — Kadınların açık saçık gezmele- ri, kuyruğunu sallayan dişi köpek- ler gibi - aynen böyle söylüyordu « erkeklerin ardından koşmaları, cüm büşler, eğlentiler.. Allıklar, pudra- lar, rastıklar.. Uzun süren bu gürültülü vaizden ben bir şey anlamadım. Yalnız, bütün sınıfın ağabeysi o. lan Hasanın sırası altına siİnerek, kasıklarını tutup boğulurcasına gül- mesinden anladım ki, hoca Aacalp geyler anlatıyor.. Sonra, sakinleşerek cenneti anlat tı. — Cennetin güzelliklerini, o koca t v G ea e 45 #i açi u | ummanlar mürekkep, ağaçlar kalem olsa, yazmanın İmkânı yoktur.. Ve, uzun uzun, cennetin güzellik- lerinden, sularından, nehirlerinden, saçları ay, dişleri güneş gibi prrılda- yan huri kızlarından bahsetti. Yüzümüz güldü. Sevinçle çırpınıyorduk. Hoca ne İyi adamdı! Ders sonuna doğru, cennete git. menln yolunu da gösterdi: — Doğru yoldan ibadet etmek.. Her şeyden evvel namaz kılmamı zı İstiyor ve ilâve ediyordu: ayrılmamak, “Ey müsliman kıl namazın çün — &a- adet tacıdır.,, Sen namazı şöyle bil ki müminin ' mi'racıdır",, Trampet çaldığı zaman sevinçle hocamıza söz verdik: Doğru yoldan ayrılmayacaktık.. Namaz kılacaktık ve.. Cennete gidecektik. Çocukluk!.. İki ay geçti. Artık hepimiz mini mini birer sof- ta kesildik. İçimizde namaz kılma. yan hiç yoktu. Aramızdaki birkaç yaramaz bile, hesap hocasından tam numarâ al- mak iİçin, aptestsiz, maptessiz yatıp kalkıyordu. Öğle yemeğine çıktık mıydı, he- men yemeği yer, sonra ezanı bekler dim, Ezanrı, sesi güzel bir arkadaş, taş merdivenin birkaç basamak yu- karısından okurdu. Oyun oynayanlar bilyelerinni, to- paçlarını brrakır, ezanı dinlemeğe hazırlanan hesap hocasının yanına koşarlardı. O, kollarını kavuşturur., başmı çarpıtır, gözlerini yumar, dinlerdi. Üzü sözüne uyar bir adaml!! # Reşat Enis * Sonra, ellerinin baş parmak tırnak. larını Ööpüp gözlerine sürerdi. Biz, bir sürü çocuk, mini maymunlar gibi, onu taklit dik. Cümbür cemaat namaza duruşt muüz ne ömürdü” Bizim hoca bir melâikeydi. Onu ben ne kadar severdim! . * * Hoca bir gün gözükmedi. Acaba hasta mıydı? İki gün geçti. Yine yok.. Telâşlan- dık: Hocamız ne oldu acaba?. Niha- yet bir gün.. ÖO günü hiç unutamıyo. rum: k Sabahleyin çantamı koltuğuma sıkıştırmış, sefer tasımı ölime al- miıştim. Annemden öğrendiğim bir gşarkıyı mırıldanarak mektebe gidi- yordumni. Birdenbire bir ses duydum: bağrış, çığrış, teneke sesleri, yuha- lar, küfürler.. Köşeyi kıvrılırken bir kalabalıkla karşılaştım: Acaba ne vardı? Çar- şaflı, yeldirmeli bir sürü kadın, genç ihtiyar, şalvarlı, poturlu, fesli, sa-' riklı bir sürü erkek. Çoluk çocuk.. Müthiş bir curcuna, — Edepsiz! — Hayasız! —,Komşunun karısına ha?! — Rezil adam, Ya hatunun ferya- dr duyulmasaydı? Bu füz, namus haydudunu sürgün etmeli.. — Asmalı — Ketmeli. — Parçalamalı, Yine bir yığın küfür: Edepsiz, ha- yasız, rezil, alçak.. Tenekeler kıyametleri koparıyor, mini eder. Ah!I . MARKİZ DÖ POMPADUR 187 Szat dokuzda, Jan Madam Löbon- un salonuna girdi. Tam bu sırada, bir kadın da, arka kapıdan çıkıp gidiyor- du, Bu kadın Heloiz Puassondu, Ken. disi Janın bu ziyaretinden haberdardı ve gelip falcr kadınla' uzun ve ehem- miyetli bir görüşme yapmıştı. Madam Löbon'un bu salonu, bütün Parisçe malümdu. Burası, oldukça büyük bir lüksle dö. şenmişti ve zeki kadın buraya, ziyaret- çilerinin muhayyilesine tesir yapabile- cek birçok garib eşyalar koymuştu. Bunlar * meyanımda — kertenkelelerle baykuşlar, esrarengiz tablo'ar ve sa. lonun ortasında, mücevheratla süslen- miş küçk ve zarif bir masanın üzerin- de, bir deste kâğıt vardı. Salon hafif aydınlanmıştı. Ve Jan her şeye rağmen garib bir heyecan duydu.:. : Noöe Puassonla Krebiyon, arası odasına çıkmışlardı. Jan, Noe kendisinden ayrılırken, o. tavan nün gözlerinde bir damla gözyaşı be-” lirdiğini farketmişti. — Herhalde gözlernden çikan biraz şaraptır... Diye düşündü. Bir merasim elbisesine benziyen İ- pekli bir elbise giymiş olan Madam Löbon içeriye girdi ve derhal şöyle dedi: — Lütfen bu masaya oturur musu- nuz madam? Jan, kendisine gösterilen koltuğa o. turdu. Falcı kadın da onun barşısına yerleşti. Bu kadın oldukça tatlr ve ciddi bir çehreye malikti. Hareketlerine, müşte- rilerini tehyiç edecek kadar esrarengiz haller katmasını biliyor, fakat onları korkutmamağa dikkat ediyordu: hulâ- sa müşterilerine iyi ve hoş bir vakit geçirtmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu, * Kâğıtları karıştırmıya — başlıyarak Jana sordu: — Neyi öğrenmeyi arzu ediyorsu- nuz? Jan da: — Her şeyi! Diyc' cevab verdi. Bunun üzerine, .Löbon, sundan daha - kolay bir şey yokmuş gibi, gayet mütevazı ve sade bir tavırla: ' — Demek ki, maziyi, hzlihazırı ve istikbali... Dedi ve ayni zamanda kâğıtları ma- sanın üzerine yoyarak ilâv- etti: |— Maziden mi, halihazırdan mr, yoksa istikbalden mi başlıyalım? Jan gülerek: — Evvelâ maziden başlıyalım, sonra sırayı takip ederiz... Jan, en harikülâde inciler olen diş- lerini göstererek, neşeli bir halde gü- lüyordu. Fakat, birdenbire bu gülüş, söndü ve çehresi sarardı. Filhakika, Löbon - belki de müthiş bir tesir yapmak için - kâğıtları açmış ve ciddi, garib ve mancılı bir sesle şöy- le demişti: — Kral, madam!.. Kâğıtlarmız ara- sında bir kral var!.. Jan hafif bir sesle mırıldadı: — Kroll. — Kendiniz bakın madam!. Kâğıt: larınız arasında bir- kral bulunduğunu söylüyorum. Bu kralı işte bu kâğıt temsil etmektedir. — Maatteessüf bu trâlin kim olduğunu.. — Büyük bir memlekete mi hükmettiğini, yoksa i- kinci derecede bir prens mi olduğunu söylemeye kadir değilim. Fakat mu - hakkak olan bir şey varsa o da, bu kâ. ğıdın en kuvvetli bir kâğıt clduğudur. Ve size temin ederim ki, ilk hamlede bu kâğıdı çıkarıyorum. Jan büyük bir hayret ve heyecan i- çindeyi '— Demek, dedi, hangi kralm mev- " — Çok iyi!l Demek bir tek adamla uğraşmak lâzım gelecek., Binaenaleyh, arabayı durdurmak için, sizin söylemiş olduğunuz veçhile bir kaç cesür adama değil, fafkat bir tek kişiye ihtiyaç var.. — Fakat bu adamın çok cesur ve e- nerjik olması lâzımdır. — Öyle olacaktır!.. — Fakat, mönsenyör, bir tek şey sor- mama müsaade buyurun: Bu adam, yolda karşımıza çıkıyor.. Çok güzel!.. Ben kendi hesabıma yapadağımı bili- rim.. Ya kaçarım, yahut ta bayılırım... Bu güç bir mesele değil, Farzedelim ki meavzuu bahsettiğiniz. adam mösyö Berrye'nin hakkından geldi. Peki Ma- dam d'Etyolu ne yapacak?. Mösyö Jak, garip bir tebessümle gülümsedi: — Bu hususta endişe etmeyin, oğ- fum, madam d'Etyol gayet emin eller. e bulunacaktır. Doğrusu Berrye'nin bu buluşu cidden güzeldir. Projelerime ta- mamiyle uygun geliyor.. — Yani?. — Yani, oğlum, yatın alışam, mev- zuu bahis saatte, size Berrye tarafından işaret edilen yerde, arabanızla beraber bulunursunuz. Sonra hareket ederek Versay yolun ututarsınız ve eğer yol- da.. Önürüze birisi dikilirse.. Atlrer durdurursunuz.. İşin üst tarafı ise size ait değildir!. Bu sözler üzerine mösyö Jak. eliyle ir işaret yaptı ve Berni bir dizini yere koymak suretiyle onu selâmladıktan sonra çıkıp gitti.. Mösyö Jaka gelince, © da, zili çaldı ve içeriye giren hademeye şöyle dedi: — Azizim baron, yarım akşzın saat dokuza — doğru , — Senonore goka- ğında —Trua — Döfen oötelinde ika- met eden — şövalye — d'Assas, atı. na binerek otelinden çıkatak — ve saat on buçuğa doğru geçecek olan bir arabayı durdurmak üzere Versay yolu- nun bir tarafında bekliyecektir, Bu ara- bada bir tek kişi bulunacak ve ağlebi ihtimal mukavemet göstermiyecektir.. Fakat her şeyi göz önünde bulundurup tedbirli davranmak lâzım.. Bu işten şö- valye d'Assas'ın galip çıkmasını istiyo- rüum . — Başüstüne, monsenyör, ." — Ne şekilde hareket edeceksiniz?. — Yarın sabah, kont dü Barriye, me. sel:yîr ktsaca izah ederim, O da, bir kaç dostuyla beraber, şövalye İd'Assas'ı gizlice gözetler ve icabında ona yardım eder. Mösyö Jak sadece: — Mükemmel!.: Dedi ve hademe dışarıya çıkarken, kendisi de odada tekrar gezinmeğe baş- ladı... j D * D . D « “ . . Ertesi sabah, erkenden, mösyö Jak, evinden çıkzwrak, doğru Trua Doffen ©- teline gitti. Esasen bu, oraya üçüncü gelişiydi ve derhal şövalye d'Assastın 'ö- dasına götürüldü . Şövalyeye ne dedi?, Onda nasıl bir ihtiras uyandırdı?. Burası meçhul, muhakkak olan bir şey varsa o döarbu görüşmenin bir hayli sürmüş olmasıydı. . Çünkiü oraya sabahın sekizinde ge- len mösyö Jak ancak öğle üzeri geriye 'döndü.. | Memnun olup olmadığını çehresinde anlamak imkânsızdı. Fakat bu anda birisi, şövalye d'As- sa3'ın odasına bir nazar atfetseydi, iki şey görürdü: ; Birincisi: Şövalyenin gözleri çok ağ- lamaktan mütevellit kırmızı bir renk al- miştı.. İkincisi: Mühim bir sefere hazırla- nan bir insan haliyle ve büyük bir itina ile, tabancalarını gözden geçiriyordu!.. XXIV FALCI KADIN eh n ae e A Gkâk d

Bu sayıdan diğer sayfalar: