Kİ m HİKAYE ğa nn lerle, çekirgeler gi May 8 gezerler. Allahın toprakları Srüiysi yarattığı Yağmürlar,'ayni tee kurutmak için yaratılan ge “e a böylece, öz birliği etmişler. niyaz biriliğinin tarihin Bang Yal, ktedildiğini bilen yuktur, “yy olan nokta, (Konfüçyüs) ün (ay birlekinin ne ilâhlara yapılan z ) dul duaların, ne de 'her e ar binlerce insanın koparak gök tavanına çar» bu derde merhem ola- fi Yag. 6) nehrinin iki yakasi, V boya, bu bulut ve çekirge itti *eli kinine sahnelik eder, du- y* 2 Yüşayan insanlar, bir dama Üstünde muayyen vazifeler al- i, kafalarının üstünde oy- Oyunun neticesini bek- EL, in #5 1 ii Pirinç rinde,'gecenin içinde (Yang — çe) şa- tıldar. Balıkçıların sesleri yavaş yavaş kulübeye dolmağa başlar. (Sun-Li) en san iş olarak, tavana bir göz atar. Orada bir yağmur damlası, topraklar - dan ve sazlardan sızan bir parlak damla arar. Bu damla, onu nehirde'gece yarı larmâ kadar süren köpekçe çalışmadan ve bir avuç pirinç için günde altmış ki- şinin küfrünü işitmekten kurtaracak- tır. Çünkü (Sun—Li) nin dededen kâl ma ufacık bir tarlası vardır ve işte için de yattığı kulübe, bu tarlanın tam or- tasma çatılmıştır. Yatağında doğrulur, Karısını uyan- dırmâmak için hasırı en hışırtısız ta- rafınt açar, ve altından dışarı kayar. Çıplak ayakları sıcak kuma değer değ- mez içinide bir ferahlık, bir gevşeme, bir heves uyanır, Sırtına uzun, kirli ehta- risini geçirir ve koşa koşa (Yang—Çe) nin kenarma varır. Çamurlu su bu saatte bile sıcaktır. Elini yüzünü yıkar. Uzakta, alaca ka- ranlığın içinde siyah bir kuşun kanat » ları gibi balıkçı gemilerinin gevşek yel- kenleri sallanmaktadır. Kumun üstünde ağlara dolaşmış bir kaç insan gölgesi, mırltarla, eğilip doğrulmaktadır. Gene koşarak kulübeye döner. Karı- s« hâlâ uyanmamıştır. (Sun<lLi) du daklarınlda geniş bir yayılma ve gözle rinde donuk bir parıltı, yatağa yakla- şir, diz çöker ve kenarından salyası sarkmış, yarı açık pembe ağza dudakla- rını dokundurur. Sonra, eskisinden daha çevik bir ha- reketle ayağa kalkar, kapıyı üsulcacık Örter; nehir kenârma doğru yürür.. Arkadaşları her gün onu ayni alaylı iflarla karşılarlar — Nerede: kaldın be, Li? Karınn koynundan çıkamadın m: yoksa?, — Güneş tepemize bindi. İki saattir seni bekliyoruz!.. (Li) cevap vermez, güler. Sonra ©- KAHRAMAN KI? Yazan: ilhan Tarus rada kendisini bekliyen küçük yelken. lişine doğru yürür. Geminin içi yarı be- line kadar sir ile doludur. Kupa İle bu suyu boşaltmağa başlar, O sırada tam arkasında birdenbire sarı bir aydmlık peydahlanır. Bu ay- dınlık, Yang — Çenin çıktığı yerden, alevli bir şurup şişesi gibi fırlayan gü- neşin marifetidir. Herkes gemilerine koşar, direklerde sallanan yağ kandil- lerini söndürür. Çinin her tarafında gü- neş, her gün böyle birdenbire doğar. Orada ne şafak, ne fecir vardır. Ya ge- cedir zaman, ya gündüz.. İşte Çin, böyle bir memlekettir. ... (Sun —Li) birgün gemide kürek çekerken, kıçta oturan iki balıkçının, o güne kadar işitmediği bir takım lâkır- dılar ettiklerini duydu. İki balıkçıdan biri diyordu ki: Japonlar dün gece (Fay —Su) nun çiftliğine girmişler, Bütün çiftçileri bağ layıp götürmüşler. Binalara ateş ver- mişler, Kadınları taksim etmişler. (Sun —L4A) korkusundan bir şey s0 ramadı. Japonların kimler olduğunu, babası sağlığında, ona yarım yamalak, anlatmıştı. Bunlar Sarı denizin o öbür tarafında, bir arada oturan, tıpkı Çinli ler gibi küçük gözlü, küçük boylu, fakat iri dişli olan adamlardı. Daima Çine girmek, Çinin topraklarını yağma et- mek maksadın: güderlerdi. Çok kalaba- lık oldukları için adaya sığmamağa baş lamışlardı. (Sun —Li) babasına demişti ki: — Fakat biz onlara niçin toprak ver- miyorüz. Bizde çok toprak var. Gel sinler, eksinler, otursunlar! Bürası he- pımizi geçindirmeğe kâfi değil mi? Babası beyaz sakalın altından gül- müştü — Hayır, oğlum, Çin bizim vatanı- mızdır. Vatanımıza yabancı insanları ii iğ | sokmayız. Girmek isterlerse harp ede- riz, dövüşürüz. , (Sun — li) bir şey anlamamış bu sözlerden, amma susmuştu. Çünkü bir baba asla yalan söylemezdi.. Ve baba- ların sözleri sadece tutulur ve yerine getirilirdi. Kayıkta bunlar: düşündü. (Fay — Su) nun çiftliği şu karşıki tepenin ar- kasında idi. (Yang —Çe) nin suları o- radan geğip buraya gelirdi ve balık ağ- larma arasıra bir eski sandal, bir ölü tavuk, bir paçavra takıldı mı, lar: p — Ah, işte (Fay — Su) nun bize gön KAHRAMAN erdiği hediye?, » Diye bağrışırlardı. (Sun — Li) hem küreklere asilyor, hem terini yeniyle siliyor, hem de ba- basınm lâflarını, bir tesbih gibi, gözü- nün önüne getiriyordu: — Demek dövüşeceğiz! Demek harp vari, « O gün akşama kadar bir şey yeme di. Karısını düşünüyordu. Kulübede yalnız bıraktığı küçük karısını. Akşam üstü erken döndüler. Kıyıda Devamı 11 tnelde #ihan TARUS K12 do9 — bu kapı şiddetle öyle geldi ki, kal darbe inmişti. işl iy N Pazar akşamı Raskas Sent- tr andaki ei ende ürün a sonrs, komşu dama kadar vardı, oradan da, bir hayli tehlike atlattıktan sonra aşağıya indi. Bu binanm &viu- sundaki ahıra saklandı. Ve sabah olun ca, oradan gizlice sıvışarak evine dön- | dü. Fakat bu avdeti esnasmdada, yi» yecek alıp götürmeyi de ihmal etmedi, Demiştik ya, Raskas gayet ihtiyatlı bir adamdı. İşte bu pazar akşamında, masası başında oturarak yemek yiyen Raskas burnunu havaya kaldırarak kendisine bakan köpeğe bir lokma ekmek daha attı. Mutat zamanı harleinde, ömrün- de ilk defa olarak, ziyafete konan bi. rinci Korinyan hayret ve şefkatle sa. hibine bakıyor ve'bu bakışlariyle şunu söylemek istiyordu : z — Şimdi beni artık tekmeyle, soyar veya süpürgeyle de döğmezsen, seni öyle seveceğim ki! ş PRaskas da, neşeli bir tebessümle söyle düşünüyordu: — Acaba zavallı rahibin cesedini ne yaptılar? Zavallı Korinyan! Çok çü kür artık ondan kurtuldum. Fakat ne de olsa ona acıyorum, Doğrusu, işimde bana yardım edebilirdi. Bu esnada, köpek, ayağa kalktı ve topal ayağiyle seke seke kapıya doğru yürüdü ve yegâne kulağımı güçlükle doğrutmağa başladı. Raskas dilşüncesine devam cdiyor- du:, — Hali gülüyorum! Ve doğrusu uzun milddet güleceğim! Kim bilir, dama çıkmama yardım edip de sıvıştı- ğımı görünce nasıl bir korku içinde kaldı. , Bu sırada köpek iyice havlatinğa başlamıştı ve Raskas bağırdı: — Buraya gel! Sus bakayım! Köpek dinlemiyordu. Raakas daha kuvvetli bir sesle bağırdı: — Sas diyorum! Buraya gel, rinyan! — İşte geldim! Küo- ait değiliz! Doğru söylemiyor mu- yum? — Evet! Çok doğrul. I — Şu halde, demin de dediğim gibi, Liyon kardinaline refakatimiz bir cü- rümdü ve bu cürmün cezasını çektik, çünkü bizzat matmazel dö Lesparın anlattığına göre, meğum Trankavel bi- zim guybubetimizden istifade ederek ona yaklaşmağa muvaffak olmuştur. — Doğru! Doğru!, — Trankavel onuu ölümden kur tarmıştır, Durdu. Birden dişlerini gıcırdattı ar. — Trankavel ona buraya kadar refa kat etmiştir. Şimdi size soruyorum: Ya rın Flöriye İldecek miyiz? Fontrey heyecanla bağırdı. — Eğer matmazel dö Lespar oraya giderse biz de gideriz. — O gitse bile biz gitmemeliyiz. O riya gitmemiz için evvelâ Trankaveli öldürmemiz lâzım. Büsyerin üç muhatabı, tereddütle biribirlerine baktılar ve Liverdan niha yet şöyle şöyle dedi: — Evet ama, Trankaveli öldürebil “ mek için, evvelâ onu bulmak lâzım. Bunun üzerine Büsyer heyecanla: — Mösyöler, dedi. Ben onu buldum. Dört asilzadenin üzerine derin bir süküt havası çöktü. Fakat bu sükütün içinde heyecanlı solumalar deymak ka bildi, ayni zamanda, dördünün de eli, bir sevki tibii ile kamalarma doğruu zandı. Fontray nihayet heyecandan kurtul mağa muvaffak olarak sordu: — Nerededir? Büsyer: — Buradal Diye cevap vererek, Şevrözün ika metgâhı karşısındaki küçük ve fakir bi nanı gösterdi. Üç genç erkek oraya hü cum etmek ister gibi bir hareket yaptı lar, fakat Büsyer onları durdurdu: — Oradadır, dedi. Fakat acele etmi yelim. Endiğeye lüzum yok, çünkü ora dan çıkmıyacaktır. Sırf matmazel dö Lesparı korumak için oraya yerleşmiş tir. O, bu binada bulunduğu müddet çe Trankavel de bu yerde kalacaktır. Bunun için mösyöler yarın sabah saat dokuzda Luvr meydanmda buluşur bu evin Üzerine yürürüz, işinize geliyor mu? Üş cevap bir tek nara halinde yü! seldi: — Tabiti.. Ve onlarda birfbirlerinden; — Yarına! Diye ayrıldılar. Bu dört asilzade uzaklaştıkları sıra da, kapı bir defa daha açıldı ve uzaktan düşes dö Şevröz'ün iki hizmetgâr ta rafından muhafaza edilen bir adam, o radan yalnız dışarı çıkarak ve kaçan bir caninin yürüyüşü ile, duvarlara sığına rak süratle ilerledi. Ara sıra duruyor ve uyuyan Parisin sükünetine kulak Xa bartıyordu. O zaman sapsarı kesilmiş olan alnında buzlaşan ter tanelerini si liyordu. Sonra ürpererek tekrar kaçmağa başlıyordu. Alnından mayi halinde dehşet aki tan bu adam Gaston d'Anju idi. Dai e ineği, Binada iki suikastçi kalmıştı. Bun lardan biri kont dö Şale, diğeri de şöval ye dö Lüvinyi idi. Ertesi günü, yani pazartesi, Flöri de yapılacak kati harekâtın ne olacağı nı teşbit için yapılan bu toplantı, bina nın zemin katmdaki, Miyük tolonda vu ku bulmuştu. Salondan evvelâ Şale kayboldu, fa kat binadan çıkacağına düşesin İhzmet şisi Marinin refakatinde, ilk kattaki a prtımanlara doğru yürüdü. Diğer sul kastçiler de demin zikrettiğimiz veçhi le çıkıp gittiler. Salonda hâlâ bir erkek vardı. Bu er kek pencerenn yanında duruyor ve dü