Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
e B ıl fş»% " )| | | 1 | | | —— ——— —— — “i"ı.ndı g wao Undü. Tehditte bulunduğum ölümmilmi B ae ae İ ı “Kenan ' ERREK —- RİZ. ) 99 Ö '*dq - 'a *t, haftalar geçiyor, bir türlü “Otdum.. — Belimiden aşağısı d“ Kötürüm kalacağımdan * Bu üzüntülü ve ıstıraplı ? Wnra biraz kalkıp dolaşmı- 'İki hafta kadar sonra da T Doktorlar muhakkak düz mde bir saat kadar yürü- iye Etmişlerdi. Hergün Şişli- YÜrüyor vwkru eve dönü- iy ÜS kilo lîgbıtmış, müthiş h bunlar idevam ederken, muhakem:muz de sürüp 7 ğ%“ Mahkemenin karar günü gel- Sak i)'lleimıı bir. haldeydim. | “îoı. İsmek için ben de gittim.. , gene gazetecilerle ve me- hig Mq_ halk kalabalığiyle dolup taşı- âr Bi Nacağı için mahkeme hafi e Hicran yerlerine geç- vekilimin kâtibiyle Samiin düğü için tecilsiz olarak üç ' S0 lira da para cezasıma Ü K Nmâd'hm!tım. Kararın gazeteler * Mentdilmişti, dwiîmğîm zaman sallarıdım. Ba- | i“h)h, q;blnlânm karardı. Eğer kâ- Kai Up tâa dışarıya sürük- Oracıkta Yikilrverecektim.. da bir yıldırım — sür'atiyle 09“— Beni teselli ediyor, ka- *d“egım söylüyordu. a.:ğü gazetelerde bir tek sâtır uq:r A-l'tık ellerinden kurtul- üm olduğumu annem - ..’ğ:h 'k"m'“îe ığylcmedım. e Ütre İlm halde pek ağır bir mlhkcmeye veren ve €ttiren Hizrana karşı ün bir iğbirar duymu - yo'd%qu ölg et törg %qb“ TMetetei Üğüm yerde konuşuyor, fa “u._ n"l kat'iyyen bahsetmi- ıi ğu Mühaki, mlhküm oluşumdan t- ’,"'lu_ e%ltle: ci Çünkü gönlümü _üı_mmı tmekten çekinmi- %nb“ı Yet dan aîaıdm"i beni çok sarstı. A$mayı — düşündüm. Üitugümüz (...) beyin beni 'SüŞ avlanmak, ici k'““*yle burada avla- uzla bir ghn Pen- 'n blr ötomobille Bal- Yağmı xıç gündenberi de- M Yüzünden zaten w İ'İıbwlu_ geçilemiye- Nü. OÖtomobil yolu l y tdarik Yet yakın köylerden bi- dÜldüy Beç ."Hı. bir. yük araba- kfk ZAİDİTEYİ! 41. TINDA 26 Çinili — Melekzad Çinili d 6YİDE (Tercüme ve iklibas hakkt mahfuzdur) — Numara 42 — ahkeme kararını verdi : hapis ve 30 lira Dara CezZası ! Srip değil mi, hicrana karşı hiç bir lmıîünî- igbirar duymuyordum duğum bir sırada, Mustafa yanıma gel- idi. Bana dert yanmıya başladı. Aşkı müthişti. İstiyordu ki, kendisi- nin sevdiği bu kızı herkes görüp beğen- sin ve kendisine sevdiğin güzel densin. Bana: — Beyim, dedi, sizin zevkinize ina- nırım. Hele bir gidip görün, Ülküyü.. Bakalım siz nasıl bulacaksınız.. Sevmek te haklı mıyım, haksız mıyım?. — Nasıl gideyim?, — Nasılı var mı? Hanimefendi ile giller görürsünüz.. — Gitmesem olmaz mı?. — Rica ederim, beni çok sevindirir- sin.. — Pekâlâ.. Hanımefendiye söyliye- yim de razı olursa gider görürüm.. Mustafanın bu ricasını yerine getir- mek lâzımdı. Hanımefendiye Musta- fanın arzusundan bahsettim. Kabul et- ti. Bir gün beraberce Mustafanın sev- gilisi Ülküyü görmiye gittik.. Bizi misafirlikte büyük bir alâka ile karşıladılar, Aile efradı, kadın, erkek hepsi yanımıza çıkarak: — Hoş geldiniz!. , Dediler. Yalnız bunlar arasında biri görünmedi: Ülkü.. Dostumuzun hanımı sordu.. — Çeşmede, şimdi gelir, dendi. Aradan zaman geçip gene gelmediği görülünce gene sorduk. Bu sefer de — Davarların peşinde.. Cevabını verdiler.. * Bundan anlağılryordu ki Ülküyü, ya- fıtmıza çıkarmak istemiyorlardı. Fakat kızı bizden saklamalarına bir türlü mâ- na veremiyorduk. Benden bir kaç gün e. al dostumuzun 23—24 yaşlarındaki erkek kardeşi İstanbuldan geldiği za- man, bu maksatla gitmişler ve Ülküyü ona göstermişlerdi. Acaba bana mı göstermek istemiyorlardı? Fakat ni- çin?, Ertesi gün bu meselenin aslını köyün ihtiyar hocasından öğrendik. Ülkünün erkek kardeşleri, beni biraz çapkın bul muşlar, gözlerim civil civil oynuyormuş ta onun için çıkartmamışlarmış. Haddizatinda —ehemmiyetli bir şey olmadığı halde, bu, benim çok canımı gsıktı. Hemen karar verdim; Kendi ken- dime: “Size bir oyun oynayayım — ida görünüz,, dedim. - Mustafayı çağırdım: — O Ülkü denilen kız, çeşmeye su almıya gittiği zamanda bana haber ver, dedim. — Peki efendim, dedi, akşam üzerle- ti geç vakit muhakkak gelir, size ha- ber veririm. Sonra merakla sordu: — Ne yapacaksınız, beyim? — Karışma., Bana nasıl bir kız oldu ğunu göstermediler. Sadece görece- Birtli » — O kadar mız. — Ö kadar... Saf köy delikarılısını bu sözüm tatmin etmemişti. Hakkı da vardı. Bir köylü kızını görmek için bu kadar alâka gös- termen, taliatiyle garibine gidecek ve inanmıyacaktı. Gerçi Mustafa, sevgilisi- hi görmemden memnun olacaktı. Ola- caktı amma birdenbire böyle üstüne düş mem kendisinde haklı bir şüphe uyan- dıramaz mıydı?. Tatmin etmek istedim: — Merak etme bir şey yapacak de ğgilim, dedim, Sadece görmek istiyorum. Sen görmemi istemiyor muydun?. — Evet... « — ©O halde ben de yalnız bunu yapa- cağım., Mustafa yayık yayık güldü.. — Niçin güldün, sozüme inanmadın * mır. dedim ee Yanç HABER — Aksam postası Rü harap oluyor Iakay dısıdır e eai a af A alirkle — bir Mimar Sinanm en güzel eserlerinden biri olan Rüstempaşa camlinin nerede olduğunu betnim gibi çoğunuz bilmez- siniz. Bilmediğiniz de isabettir. Çün- kü Tahtakale civarındaki bu camii gi- dip bir görseniz, içiniz kan ağlar. O canım eser, bugün bir harabe olmuş- tur, Yıkık dökük saçaklarıyla etrafını | kaplıyan sokakların sefaletiyle ve da- ha sonra, yalnız civar medreseleri iş- gal etmekle kalmayıp, bizzat camiin içine kadar girmiş olan eski çuval ta- mirhaneleriyle Mimar Sinanın zavallı eseri, bugün lâalettayin bir mahalle camiinden daha talihsiz, daha bakim- sızdır. Yolum düşüp de, orayı gezmeye git- tiğim zaman, şahit olduğum manzara- lar karşısında evkafım ve belediyenin bu zavallı eski eser hakkımda nasıl o- lup da bu kadar geniş bir lâkaydi gös- termiş olduğuna bir türlü akıl erdire- medim, Tahtakale yolu üzerindeki pis, dar bir kemerden geçtikten sonra Rüs tempaşa camiinin arka tarafına çik- miıştım:; Bir müddet, bu cihetteki kı- rık pencereleri, kopmuş sacakları hü- zün içinde seyrettikten sonra, bu ci- varda medrese odası, tami altı ve bu- na mümasil nekadar yer buldularsa iş- gal etmiş olan çuvalcılarla konuştum. Hepsi de su katılmamış İranlı olan bu adamlardan ilk rasgeldiğim ikisi, camiin arkasındaki çamurlu bir soka- ğa yığdıkları un çuvallarını istif et- mekle meşgüldüler. Üstleri, başları, saçları, hattâ kaş- ları ve gözleri tamamen una bulandı- ğı için bu adamlarm pek garib bir halleri vardı, “Merhaba,, dan sonra, dertleşmeye başladık. Fakat buna dert leşme demek doğru olur mu bilmem, Çünkü karşımdakiler hayatlarından fevkalâde memnun görünüyorlardı. — Bu iş mükemmel şeydir, diye an- latmrya başladılar. Sabahları biraz te- reyağ yedik mi, artık ün tozu bizim içimize hiçbir şey yapamaz. Aksşam- ları da hamama gider, tamamen temiz- leniriz, olur biter. — Peki ama, her akşam hamama gitmek para işidir, diye soracak ol - dum., İkisi de gülmeye başladı. —— Bizim için değil, diye anlattılar. Daimi müşteri olduğumuz için bir an- ) laşma yaptık. Beş kuruşa yıkanıyoruz. Daha doğrusu ayda 150 kurüş veririz. — Nekadar yevmiye alırsmız? — Yüz kuruşla iki yüz elli kuruş arasmda oynar... Bu sırada, bulunduğumuz ; yere bir Mimar Sinanın en tempaşa camıı Buna da sebeb — Evkafın ve Be- < lediyenin büyük —»f “E W'—**—" Rustempaşa camisi etrafındaki çu valcılar ve Haberci ile konuştm grup.. Yazan: İ HABERCI ""'""——— Kİ aa Sırt hamallığı Yyasaktı ama, bir çok zavalli insan yine YÜ « 80 kiloluk denkleri emekleye emekleye taşı- yordu.. a lar malları yüklemekle uğraşmıya başladıkları için, konüusmayı kestik.,, Ben de daracık sokaklarda dolaşarak, içinde kadınlı erkekli amelelerin dur- madan çalıştığı, yeraltı mağazalarına göyle bir göz attım. Kapılardan içeri girmek, bir anda bembeyaz bir hale girmek için kâfi idi. Un dumanları etrafı göz gözü görmez bir vaziyete Sokmuştu. Fakat içerdekiler tam bir alışkanlıkla buna hiç aldırış etmiyor, rahat rahat işlerini yapıyorlardı. Ge'diğimiz istikametten tekrar geri- ye döndük. Camiin tam arkasına dü- şen ufak meydanlığa geldik. Burası çamür içinde idi. Camiin karşısın - da demir merdivenle çıkılan bir med- rese vardı ki, şgimdi buraları çuval ar- diyesi olmuştu. Bu meydanda rasgel - diğim en garib sey, gü çuval tamirci- lerinin, camiin bizzat içine, alt taraf- taki geniş odalarına kadar sokulmuş olmasıydı. Zatenher taraftan yükse- len çuval tozlariyle, içi, dışı, ocağı çini taşları berbad bir hale gelen bu zavallı camiin ta içine kadar çuvaleı- larm nasıl olupta brrakıldığıma sşaşıp kaldım. Ve sorunca öğrendim ki, Ev- İstanbul konuşuyor S V SKDN KOK TER SAA A A A AT T P güzel eserlerinden olan itin buraları birçok adamlara bizzat kiralamiş! Eski eserleri, bilhassa Rüstempaşa camii gibi Mimar Sinanın nefis bir e- serini gözbebeği gibi saklaması icap eden bir miüesasesesinin bu kadar ga- Tip bir harekette bulunmasının şaş « kınlığı ile etrafıma bakmırken, bir- kaç amele yanıma sokulmuşlardı.. Onlara dertlerini sordum. Tıpkı ilk gördüğüm her tarafı bembeyaz olmuş işçilere benzeyen bu zavallılar, bana şunları anlattılar — En büyük şikâyetimiz himaye- sizliktir. Evvelâ günde 11 « 12 saat çalışryoruz. Hele yaz mevsimi günler uzun oluyor çalışma saatlerimiz daha ziyade artıyor. Hastalığımızda, ihti- yarlığımızda elimizden tutan olmayor. İşte en başlıca derdimiz budur. Söylediklerini bitirdikleri zaman, yantmdan Aayrıldılar, meydanm bir köşesinde duran çuvallarmdan bir bal- ye yüklenerek götürdüler. Bu sırada, oraya bir yük arabası geldi, İçinde koca koca çuval yığınla- ri Vardı. Bunlar herhalde tamir için getirilmiş olacaktı. Üst katına dar bir demir merdi - venden çıkılan hâzik üc hamal he- men arabanın yanma geldiler. Her bi- risi asgari 70 - S0 kilo olan denkleri Yüklendiler, ve büyük bir müşkilât i- çinde merdivenlerden yukarı çıkarma- ga başladılar, Rüstempaşa câmisi civarımda son gördüğümüz manzara bu oldu. Dar ve pis yollardan geri dönerken; ilâhi Be- lediye, ilâhi evkaf diye söyleniyor- dum. HABERCİ lstanbul radvosu İSTANBUL RADYOSU 1Ğ — K. sani — 938 Pazar Öğle neşriyalı: Sanat, 12,30 Plâkla Türk musikisi. 12,50 Havadis. 13,05 Violoniste: Prof. Liko Amar tarafımdan könser. Piya- noda Bayan Sabo. 14 Son. Akşam neşriyatı: Saât 18,30 Plâkla dans musikisi, 19 Safiye: Piyano ve keman re- fakatiyle. 19,30 Konferans: — Prof. Salih Murat (Radyo dersleri). 20 Müzeyyen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları. 20,30 Hava raporu. — 20,33 Bay Ömer Rıza taralfından arapça söylev. 20,45 Bay Muzaffer İlkar ve arkadaşları ta- rafından Türk musikisi ve halk şarkıları. (Saat ayarı). 21,1, Vlolon Solo: Orhan Bo. rar tarafından piyanoda Valantin. 1 — Ries: Lacapriciosa. 2 — Chopin: Nocturne 3 — Jenö Hubay: Le Luthier de Cremoön, 4 — Jenö Huübay: Hejre Kati. 21,45 Örkest. ra: 1 — Manfred: Tonwellen Potpourri, 2 — Bose: Rose - Mousse, valse, 3 — Ande ran: La Mascotle, & — Grey: Karama. 22,15 Ajans haberleri, 22,30 Plâkla sololar, ope« ra ve öperet parçaları. 22,50 Soön haber- ler ve ertesi günün programı: 23 Son. Çocuk esirgeme kuru- mundan: Ç. E. K. Çocuk kütüphanesi menfaa« tine 18 İkincikânun 938 salı akşamı Be- yoğlunda Fransız tiyatrosunda — verilecek müsamere proğramıdır: 1 — Çocuk oyunları ve çocuk festivali, 2 — Varyelte. 3 — Caz revüsü. 4 — Konser. ğ 5 — Koömedi (Şehir Tiyatrosu ıaıı'- atkârları tarafından). B — Kamedi (San'aikâr Nacliti taras