istidadı italamamalı! Orta mektebinde okuyan üç * de verip ortadan sır oldular. in çektiği yere gittikleridir... '*ft)ı? Yere gidebilirler: İzmire, Antalya- 1 Kahireye, Londraya, Nevyor- konga... Bir tek yere gidemez- Ktebe,,, Çünkü mektep kaçkınla- Mektepten niçin kaçar? Orta Hüdürünün kanaatine göre, bu- p sinemalarda gösterilen Tarzan ! sergüzeşt filmleridir. Ona göre Ribi filmler gösterilmemeli, ya - ikların bunları seyretmesi ya- * sergüzeşt. filmlerinin men'iyle 'Retice alınacak kadar. basitse te gecikmek zaman kaybetmek İkat bence iş bu kadar basit, bu Phi değildir. Çocuğun kaçma- Re Tarzanın, ne de herhangi bir S filminin en küçük kabahati Bence işin hakiki sebbi şudur: * istidadından başka bir yere sü- Ek istenince netice bu olur. Ka- Siklar hakkında ailesinin düşün- Playınız: oğullarınım ne olmasımnı *Tdir araştırınız; göreceksiniz ki 'Wcuklarmm hiç de :istidadımna etmemişlerdir. Bizde, aile- beği çocuk, kendi istidadma de- ün isteğine bağlıdır. —Ailesi ne İsterse, çocuk onu olmıya mec- 'îhilar biliriz ki, oğlunun bir ilim |Smasını istemediği halde, aile o- “Yük kusurumuz, istidadı bir o- Ribi istediğimiz şekilde kullan - Ondan bir netice almak isteyişi- tnun önüne geçtiğimiz gündür Stalardan Tarzan filmlerinin kal- ': teklifi gibi garib fikirlerle kar- 'Atağız. İnsan üzerinde yaradılı- büyük kuvvet olduğunu bilmeli- d bir macuncu ibresi değildir. *kdiğimiz yer üzerinde bırakama- :'_: tayin edecek olan, ilkokul bi- Vit talebenin, bu müddet içinde |ve istidad gösterdiğini araştır- :;kenğ kendini yaratır. l'n'r.rîr!_ Ve kötü neticeler doğurur. Bir i- V Glabilecek — dimağı basit bir L işleri üstadr olabilecek - bir kmah da hamal, hırsız, mnl ya- b"?'ar gördük ki, kölündan tüt- :*hnu matbaamıza kadar getir. h Szeteci yapın... Ben böyle is- ı_' i. Fakat çocuğu, bir gazete- Üne luracı olmıya hevesliydi. Ü Razeteciler gördük ki, bunlar, y__ammda değil, memurlar a- t“q:mdıdmı tayin ederek yer, K ”- Buralarda tutulacak not. , Söcuğun — istikbalini hazırlıya- r, ilk okullarım, çocuğu Verecekleri raporlara göre ha- Bklidtirler, he Olabilecek bir çocuğun - & Slabilecek bir yavrunun memuir ıymıq""îmrsık istidatları baltala- b a İn giztrindeki tazyik, bunları da- ( demez: bir gencin daha doğ- TTesine, I&N Cemiyete zararlı bir u- 'Ne sebeb olur. S Sim - Us ı?f"ll hırsızı y de bir amele dün bir mo- in ça Motör sahibinin yeğeni ıq.,ü Samimi arkadaşı Niyazi Mteşç Ve bir aralık Seferin yirmi ;?“-'nuşı..,mu çalarak orta- Bküyeii ğ n î?:ı“' üzerine biraz “sonra B H, *:i"nd sulh ceza mah- İT ay yirmi gün hapis ._hkqm edilmiştir. İstanbul konuşuyor Vilâyet verem dispanserinde bir saat Istanbul veremliler şehri olmuştur Verem Dispanserinde insan öyle manzaralarla karşılaşiyor ki en katı yürekli adamları bile hüngür hüngür ağlatabilir YUT LA DULRe SA KU KERASELEE EKBenErAceArAARcA. ; Yazan: î HABERCİ ğ İ j ŞU köhne İstanbul, lerdenberi, he- men hemen bir veremliler şehri olmuş- tur. Bu kötü hastalık evlerimizin, çalıştı- imız yerlerin gayrisıhhi olması ve niha- yet pek mütehavvil havalı bir iklimde bulunmamız yüzünden, yavaş yavaş kor künç bir âfet balini almıya başlamıştı. Son yarım asır içinde, yalnız İstanbulda yüz binlerce vatandaşı bakımsızl ve sefalet içinde öldüren bu hastalı! ancak 10-15 sene evvel mümkün mer be mücadele edilmeye başlandı. Bu cadele, hiç şüphe yök ki, ihtiyacı karşılı- yacak genişlikte yapılamadı ve yapıla - mryor. Fakat ne de olsa, bundan mem - nun olmak (âzımgelir... Dün, matbuat cemiyetinden haber ver- diler, “fakir veremlilere dağıtılmak üze- re, İstanbul verem dispanseri gazetecile- rin de bir miktar balıkyağı almasını rica ediyormuş... Bunu duyunca, hemen Sultanahmette Yerebatan civarındaki vilâyet verem dis panserine gittim,- Yanımdaki fotoğralçı arkadaşımla beraber, dispanserin kapı - 'adan içeri girer girmez, antredeki s- raların üzerine oturmuş zayıf ; çelimsiz bir sürü genç insanla karşılaştık. Hepsi- nin de sapsarı bir yüzü, daha ilk anda merhamet celbeden tavırları vardı. Kapıdan girerken okuduğumuz bir lev- hâya göre o gün rapör verme günü oldu- Kunu öğrenmiştik. Buraya eğer muayene gününde gelmiş olsaydık, gördüğümüz manzaranm büsbütün başka olacağını, üst katta bir sürü yarı soyunmuş insan- la karşılaşacağımızı biliyordum. Başhekimin yanına çıkmadan evvel, hastaymış gibi, diğer bekliyenler arası; na karışmverdik. Yanımda çak genç fa- kat pek halsiz bir kız oturuyordu. Kar- şımda, zayıflıktan iskelet haline gelmiş bir erkek vardı. Genç kızın sağında yine kendisi gibi halsiz fakat biraz daha yaşlı bir kadın gözüme ilişti. Etrafımdakilerin hemen hepsi derayni tip insanlardı. Evvelâ karşımdaki. iskelet vücütlü a- damcağızla konuştum: — Memurdum, şimdikinden iki kere daha ağır çeken bir insandım. Çoluğum- la çocuğumla tTahat rahat yaşıyordum. Birdenbire bir zatürree geçirdim, sonra bu menhus . hastalık yakama yapıştı. Devietin sayesinde alelâcele sanatoryo - ma girmeseydim. şimdi çoktan öbür dünyayı boylamıştım. Epey zaman yat » tıktan sonfa nihayet işin önü alımdı. bir zaman da buraya devam ettim. Ciğerle- rime hava verdiler, Şimdi iyi sayılırım Artık yapacağım iş, kendime iyi bak - yoaktan, şişmanlamaktan ibaretmiş... Da ha bir buçuk ay tebdilihava alacağrm da bugün raporumu istemeye geldim. O susunca, yanımdaki kıza - döndüm. —- Sizin, dedim. Derdiniz ne hemşirç? Zavallı yavrucak halsiz halsiz yüzü - me baktı, sonra iniltiden farksız bir ses- e: <- Çok yorgunum, dedi. Annemle ko. nuşun daha iyi... Annem dediği kadın, yanında oturan, kendisi gibi zayıf ve renksiz bir zavallıy. | dı. Suali sorup soracağıma adetâ pişman olmuştum. Fakat 'kadın kızından ancak bir numara daha <canlı bir lisanla anlat- mıya başladı: — Uzaktan geliyoruz da yavrum, on- dan yoruldu. Malüm ya fakirlik, tram- vaya binemedik. Yerimiz de tâ Şişlide... Şimdi de döneceğiz... — Ne vakittenberi kızın hasta böyle, — Pek bilmiyorum, fakat çok eki bir iş değil... Şöyle 6-7 ay ya var, ya yok. Şimdi, Allah razı olsun burada bakıyor- lar. Başdoktor çok iyi bir adam. Geçen gün bize acıdı, tuttu bir kâğıt yazdı, yav ruma Hilâliahmerden her gün 250 gram et, birkaç tane de yumurta veriyorlar... Bu hastalık çok iyi bakılmak istermiş... Bo! ve iyi yemek, kuvvetli şeyler almak için para lâzımı, halbuki biz bir kab sı- cak yemeğin yüzünü bile kırk-yılda bir görüyoruz! Ha, aklımdâyken söyliyeyim, başhekim bize ve bizim gibi buraya ge- len fakirlerden birçoğuna başka bir iyi- lik de yaptı. Fıçı fıçı balikyâğı bulrmüş, her hastaya yarım kilo balikyağı verdi. Bir kış mevsiminde 3.4 - kilo balıkyağı içmek Tâzimmış, halbuki biz nereden'a- lir da içebilirdik. Maamafih başdoktor: “Ben size yine bulup vereceğim.; dedi de, seviniyoruz. O konuşürken, yüreğim parçalanıyor, sandım. Ne hazin, ne acıklı bir hali var- dı bilseniz... Yaşaran gözlerimi göster - memek için cebimden mendilimi çıkarıp, terimi siler gibi yaparak yüzüme kapa - dım. Kadın hâlâ işin farkında değildi: — Ya oğlum, böyle işte. Diyordu. Hemen yerimden kalktım, “işim var, yukarı çıkacağım,, diyecek oldum, fakat kelimeler boğazımda düğümlendi, bir kelime dahi söyliyemeden, oradan uzak- laştım. Baktım, fotoğrafçı arkadaşım da renkten renge girmiş, beni takip ediyor- du. Yavaş yavaş merdivenlerden yuka - rıya çıktık. Başbekimin odası, kütüpha- ne lünomatraks yani ciğerlere hava ver. me odasr, eczane hep bu katlaydı. Merdivenin tam karşısma gelen oda - rrn başhekime ait olduğu kapısındaki levhadan okunuyordu. Oraya, doğru yü- rüdük, Yaşlıca, fakat dinç tavırlı beyaz gömlekli, tatir yüzlü bir-zat, önünde o. turttuğu bir adamı dikkatli dikkatli mu. *Ton Ton amca ve haciz memuru i ı ayene etmekle meşguldü. İşini bitirdik- ten sonra lg:ısl:ıyı tatlı bir lisanla teselli etti. — Mühim bir şeyin yok yavrum. Yalnız ken iyi bak. Gecelri uykusuz kalma, İçki içiyorsan, bugünden itiba - ren birakacaksın. Birkaç ay fazla yorül- mak yok. Mümkünse gündüzleri öğleden sonra biraz istirahat et, balıkyağı iç... Üç aya kalmaz hiç, ama hiçbir şeyin kal maz.. Hastanm yüzü, doktor söyledikçe can- Tanıyor, ve ümitle dolan gözlerinin içi gülüyordu. Muayene bittikten sonra çabucak tek- rar tekrar teşekkür ederek hüzünle gir- diği bu odadan tam bir neşe içinde çık- tı, gitti. Odada başka bir hasta daha - vardı. Sapsarı yüzü, pek zayıf vücuduyla ade tâ ayakta duracak hali yoktu. Doktor. evvelâ ona oturacak bir yer gösterdi sonra bize ne istediğimizi sordu. Kendi- mizi tanıttık. Ö zaman: « Lütlen bir dakika müsaade ediniz. dedi. Evvelâ şu çocuğu muayene ede - yim, fazla beklemesin... Ve derhal işine devam etti. Gerek ben, gerek arkadaşım vilâyet ve- rem dispanseri başhekiminin odasında 20 dakikadan fazla kaldık, Burada öy- Je yürekler acısı şeyler gördük, işi' 4 bu satırları yazdığım strada, duyduğum teesürden hâlâ kurtulamamış bir vazi - yetteyim. Beni bu kadar üzen, mütcessir eden noktaları yarın yazacağım. HABERCİ (Bunün yazısı yarın çıkacaktır). Bir dolandırıcı 38 ay hapse mahküm oldu Sirkecide arkadaşı Hüseyinin seksen Hirasını dolandıran Hasan isminde birisi dün asliye birinci ceza mahkemsi tara- fından üç ay hapse mahküm edilmiştir. Adam yaralıyan mahküm oldu Kumkapıda meyhanecilik yapan Aram ve Gaspar namında iki kardeşi bıçakla yaralıyan İlyas isminde bir genç dün ikinci ceza mahkemesi tarafından bir ay yirmi sekiz gün hapse mahküm edilmiş- | t verem dispanseri ve başhekim larından birini muayene ö .:I_a_cğı diyot bi: Yağmur duası ve softa mantığı STİBDAT yıllarında Anadolu köylüsü. Kayalıklarında yu- valarımı müdafaa eden — keskin tır- naklı kartallar gibi, uzun ve kahra- manca çalışmalarla — topraktan e€ meklerini çıkarırlar. Üşenmek nedir bilmezler, bin bir vesaitsizlik içinde toprağı verimli bir hale getirirlerdi. ©O kara günlerde bugünkü gibi pulluk, traktör ve daha bilmem ne Kibi ziraat âletleri, şunlar ve bunlar yoktu. Ekim ve biçim — işleri orak, tırpan, bel ve kazma ve daha bunla ra benzer bir takım iptidai aletlerle başarılırdı. Fedakâr Anadolu köy- lüsü, ziraat mevsimlerinde, hasat za manlarında karısile, çocuğile, ihti- yar büyük babalar ile seferber olur, kırlara, dağlara, yamaçlara, tarlala ra dökülür, eker, biçerdi. Bu çalış- kan insanlara, yardım eden bir mah lüku unutmak bir küfran olur: Öküz! Bu sabur ve mütehammil hayvan köylünün ell ayağı demekti. Kötü, noksan ve çok zavallı şart- lar içinde, vatan topraklarmda, bir lokma ekmek için İşliyen orakların saplarına kilitlenen bir pençe vardı. Hükümet!. Hükümet insaf nedir bilmez, köy lüyü ezer, öküzünü müsadere eder. 'Tek tenceresini mezada çıkarır, yap madık eza ve cefa bırakmazdı. Bu biracı dastandır. kiokuyan ağ lar, dinliyen ağlar! Topraktan nafakasını çıkarmağa çalışan bu mübarek eller, ancak ö- pülmeğe lâyık iken, ona demir vu- ranlar, kendi vledanlarımı idam et- miş olmazlar mı? Fakat, bunu mut lakiyet yıllarında kim — düşüneccek- t? Hükümet mi padişah mı? Köylü, yoksulluk, vesaitsizlik için de çırpınıp dururken, bazan hav kurak gider, halkım feci vaziyot merli bir hal alırdı. Köylü kuraklık tan şikâyet etmeğo baslar, mahsu- lün mahvolacağını yana yakıla an- latır dururdüa. Bu srralarda, halkın tahteşsuurunda saltanat ren İti kat, mühim bir rol oynar, çoluk co- cuk, İhtiyar genc, Türkler, artodoks lar, yahudiler, her biri kendi dinin- ©e yağmur göndermesi icin dağlara kırlara cıkarak Allaha valvarırlardı 1908 hazlranıydı. İzmir vo havali si karaklıktan yanıyordu. — Halk, kendince bircçok dini merasim yantı. Kırlarda dualar okudu, camllerde, kiliselerde, havralarda Allaha ntvaz da bulundn, franiler Hazreti Aliden istinne ettiler. Softalar, bataklıklara giderek 70.000 taş savdılar, torbalara dol- durdular. Nafile! Bir türlü yağımur yağmıyordu. Her aksşam güneş, par- fak bir nfukta batıvar, — İnsanların endisesile âdeta eğleniyordu. Aradan günler gecti. Nihavet bir cumartesi yağmur yağmava basladı. Tamam otuz altı saat sürdü bu vağ mur.. Kederli yüzler rüüldü, — endişe yerine senlik kaim oldu. Bir defa daha bövle olmus, orta- lik kurak gitmisti. Türkler dua etti. fakat yağmur yağmadı. Yirmi gün sonra Ermeniler vağnmur — duasına çıktılar. Hemen fevz ve bereket ve- roen bir yağmur yağdı. Kaba sofular buna havret ettiler. Hicivel şalr Esryfle İzmir müftüsü- nün bulunduğu bir — mecliste bazı esraf bunun sebebini, — Türklerin duast kabul edilmeyvin de, Ermenile rinkinin müstecap olmasındaki sebe bi hikmeti merak ediyorlardı. Eşref bunun sehehini müftüye sordu. Müftü dedi ki: — Bunda anlasılmıyacak ne var? Duna Allaha gidincoye kadar — yedi kat göğü gecmesi lâzmmdır. Her kat (Lütfen sayfayı çeviriniz) Hüseyin Rüştü TIRPAN