Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Üa lü kalırsa hisar Idaresi- nin sihirli ; kutusu St'îlübulda bir Marmara, bir Florya, b'"llar:ia bulmak kabildir. Fakat SİZE, herbirinden dörder, beşer tane- h“hsî;n yana getirmenin iİmkânmdan €Ersem, benim saçmaladığıma hük- Yiniz. uY’llar zevkine varanlarca - Marma- —”'dar şairane, Florya kadar cana ya- İy Ve Moda kadar şirindir, sonra da dığîm bu yerlerden daha güzel tabi- ı'elerım sıcak odanızın bir köşesin- aç m—îwmz başında, mavi dumanları Mda tahayyül ettirecek cinstendir. ÜSün yukarda adı geçen, İstanbulun köşelerini, zevkli bir elin başardı- îdz&l bir kutu içinde de toplıyabilir- MEWme_ geçenlerde dört Floryayı, dört %! Ayr, dört Marmarayı böyle içinde İYan bir kutu geldi. ı,irAÇ'D baktım. Bunları önce, yabancı , Memleket zevkinin vücuda getirdiği bt_;eîk mahfazası gibi gördüm. Birer h ' itina ile sıralarmı bozmamaya d? ederek elime aldım, kokladım. dakikada, kendi kendimi bir mil- €r telâkki edebilirdim. Bizde, bir ıı%lkan milvarderi deyince akla ağzı t“ Allahm bahtiyar kullarından bi- ç% ez mi? İşte öyle bir milyarder. p%su ş dahi olsa, ağzında böyle bir he“d' mevcut bir milyarder. İşte bu im, [h”hl*ar idaresinin adıma gönderdiği lülupurol'-ır memleketimizin yetiştirdiği hlerle yapılmıştı. Bu, işe başka bir veriyordu. 'nlar hakkında, birkaç satır yazı ya- Ya €k için hepsinin tadını, zevkle aI h! karar verdim. On iki Puroyu on %gîlnde bitirdim. Yudum yudum İiç- ,1 “Ne yalan söyliyeyim, bizde mevcut Yip da yeni yeni yapmıya başladı- İ? Seyler arasında bu, üzerinde en kü- S bir acemilik kokusu dahi bulunmı- ğ% mükemmel basarrlarrmızdan bi -' | “h-f':ı*rdan tutunuz, Puroların şekli- .%ğmtıne üzerindeki bandlarına va- ; a kadar. Her şeyi üzerinde yıllar- wîte Enek verilmiş, tecrübeleri yapılmış lif istihale —devirleri geçirerek en İ 5""îını bulmuş eserlerimiz kadar *tîı: fak. Bunu daha ilk tecrübede elde "İnhisar idaresi iftihar edebilir. 4 * $4 r&““îr idaresinin purolarından bah- 'Ken bir nokta üzerinde duracağım. Tfa"f meselesidir. tütünü iİle yapılmış Türk ciga- n . Yanmda, Türk tütünü ile yapıl- Tüfk Purolarının da yer aldığı bu %,l;î Zarf üzerinde durmam çok görül- Iidtr *i “Eanm en kötü şeylerini, yaldızlı T hap gibi yuttuğumuz inkâr edile- bir hakikattir. Dünyanın en iyi Hı“îınnl yaldızsız birer hap halinde ıümsşmîl&a kalkışmak, şüphe yok ki b lük eseridir. Fakat dünyanım, iyi- k Yaldıza ehemmiyet verdiğini dde bulundurmalıyız. mîe Olar, iyilikle yaldızı. yani güzelliği. “%ımm görünürlüğü nefislerinde ce- xı;.raş!eî'tlıı- Bunlardan mahrum olan arImt'ı'dıv İnhisar idaresi Purola- kla, ortaya güzel şey koymak- Olmâdı"mı göstermiştir. 1!! larımızınm zarflarına da himmet '“tğ% Bakıp da kızını alanların gün Soğaldığımı unutmamalıdır. Sim - Us Sürpagop celvarındaki Elmadağ caddesi Son defa yapılan tamirden sonra İstanbulun en dertsiz, en rahat yerlerinden biri olmuştur İtanbulu allak bullak eden büyük fırtımadan bir gün sonra, arkadaşım foto Âli ile beraber, Beyoğlunda Sürp Agop civarını dolaşmağa gittik. Yağmur ve kar durmuştu, Fakat buz gibi soğuk bir rüzgâr esiyordu. Fransız ve Sürp Agop hastaneleri ö- nünde tramıyaydan ındik, ve ilk rast gel diğimiz sokağa saptık. Köşesinde Elma, dağ caddesi levhası okunan bu yoldan vaktiyle bir kere daha geçmiştim. Bozuk berbat kaldırımları üzerinde yürümek için o zaman ne kadar büyük müşkülât çektiğimi dCüşünmeme vakit kalmadan, bir parke cadde görünce şaşırıp kaldım. “Acaba yanlış bir yere mi saptım!.,, di- ye düşünerek sağıma, soluma diklkatle baktım. Hayır, burası benim bildiğim Elma - dağ caddesi idi. Yainız caddenin orta kısmı her halde pek yakın hir zamanda yapılmış clacak ki, önümde İstanbulda bir emsaline daha, en işlek, en büyük caddelerimizde tesadüf edilmiyecek ka- dar muntazam bir yol uzanıyordu. Aylardanberi, bu köhne şehrin dört bucağını dclaşıp, tetkik eden ben; ikin- ci ve üçüncü derecede bir caddenin böy- le bir tamire uğradığını ilk defa gördü. ğüm için, şaşırmakta haklı idim. Aşağıya 'doğru biraz yürüyünce, yo- lumuzun üstünde bir kömürcü dükkânı gördük. Dükkân kapısı önünde iki a- dam duruyor, ve hayatlarından pek menun görünüyorlardı. Hermen yanlarıma sokulup: — Hayvalar soğudu, elbet yüzünüz güler artıkı diye tejrrldiri - Bu sırada Âli de lâfa karıştı: — Ne demezsin, cün birdenbire bas. tıran soğuktan sonra, bizim sokaktaki kömürcünün önünde sürü ile insan mal almak için nöbet bekliyordu. Tıpkı Har- bi umumide fırınların önünde ekmek almak için beklegenler gibi. gülerek cevap verdı. — Peki amma, kış ortasında havalar yaz gibi gittiği günler, bizim sinek av- lamakla vakit geçirdiğimizi hiç hesaba katmıyorsunuz.. Zaten şüurada topü to- puü 3—4 aylık işimiz var. Havalar iyi gider de para kazarmazsak nice olur halimiz... Bu sırada koşa koşa kömür almağa gelen iki çocuk yüzünden konuşmamız daha fazla uzayamadı, Yolumuza tek - rar devam ettik, ÖOn adım ötemizde bir evin kapısını çalmakla meşgul gen; bir adamla konuş- turm : — Bizim yerimiz İstanbulun en iyi mahallelerinden birisidir, dedi. Hele şu yol yapıldıktna sonra, hemen hemen hiç bir şikâyetimiz kalmadı. Çöpçümüz muntazam gelir, ışık noktasından bir şi. kâyetimiz yok, yolumuz da muntazam olduktan sonra, daha ne isteriz. O zaman ben sordum: — Bu yol, ayni şekilde nereye kadar tamir edilli, böyle? — Yüz metre aşağıya kadar .. Ve bir kelime söyler söylemez açılan kapıdan içtri girdi; O zaman arkadaşım dedi ki: — Dostum, burada beyhüde yere va kit kaybetmeyelim. Görüyorsun ki mü ! bise, ayaklarında yıpıtık terlik, Elmadağ caddesinin kibar dilencisi (Enişte bey) kemelle Li mahalleye gelmişiz. Etrafı. mızda dext namına bir şey yok.. -Beni takip et te seni bu civarda baştan başa şikâyet dinleyecek bir yere götüreyim. Elmadağ caddesinde biraz — daha yürüdükt2n sonra, yolun sağına düşen' ilk sokağın önünde durduk, Âli; — İştel diyordu. Buraya sapacağız. Gösterdiği yerin yapılırken yarıda bıra-: kılmış bir hali var*lı. Taşlar, topraklar - | yerde, 'cöşede yığılı duruyor, yolun or- tası da yeni kazılmış bir tarlaya benzi- Yordu. Turna itmini taşıyan bu sokaktan is- lak topraklara batmadan nasıl geçece! ğimizi düşünürken, karşıdan, bir ihti. yarın bize doğru yürüdüğünü gördük. Garip bir adamdı bu.. Üzerinle eski, fakat temizce bir el? elinde ııııı Bulmak ( parg ) Lügzatnâmel'i Zâhir TÜRK biliMdDE EM MÜZ”TAMEL KELMAT VE TASKRATI HAY! LÜGATÇE HAZRILIYAM | ZĞ | Bulmak (mevlâsını) — İstanbul konuşuyor baston, gözünde siyah gözlükler var- dr. O bize değru sokulurken, biz de ona yaklaştık: — Merhaba, babha, dcdım Hakiki bir Ermeni şıvesıyle cevapı verdi: — Merhaba evlât... — Bu havada, senin gibi ihtiyarın ne işi var, böyle sokeklarda.. —ĞGĞeçinmek lâzım, yavrum. ee N ış yaparsın?. — Şeyl Hani.. Bana acıyanlar vardır, sayelerinde geçinip giderim, — Evin nerede?, — Evim yok ki, şurada burada, yatar sabahlarım.. Zaten gece dediğin nedir ki, gözünlü kapar yatarsın, açınca sabah olmuştur. Bu sırada, çlindeki bir yüzük nazarı dikkatimi celbetti: — Fakat sen galiba evlisin de.. — He... Karım hizmetçilik eder, 15 günde, ayda bir görüşürüz, — İsmin ne? . — Enişte!.. — Nasıl isim bu böyle?.. Başka ismin yok muhl. — Vardı amma aıtık ben bile unüt . tum, Bu garip adamla daha uzun boylu konuşamadık, 14— 15 yaşlarında bir çingene kızı, elinden tuttuğu 5 yaşın- daki kardeşiyle yanımıza sokulup “pa- ra da, pata,, diye bize balta olmuştu. İhtiyar adam, genç kıza yarı şaka, yarı ciddi, çıkıştı : — Haydi ben ihtiyarım, çalışamadı. ğgım için Gileniyorum. Fakat sen ne di- ye iş yapmaz da dilenirsin, ayıp değil | mi?. Çingenekizi yılışı yılışık güldü ve: — Sırası gelince ben de çalışır, tavuk satan babama yardım ederim. Boş za- manlarımda da dilenirim, cevabını ver. Cebimden bir kaç kuruş çıkarıp avu- cuna sıkıştırınca, artık yüzümüze - bile bakmadaa yanımızdan uzaklaştı, gitti. Ben de arkadaşımla beraber, ihtiyar (Eniştenin) yanındatı aytılıp, bu sem- tin başka sokaklarınma, dertli semtlerine doğru yürüdük, Yolda £li: — Buüuranın dertsiz, rahat bir mahalie | olduğunu dilencilerin bolluğundan belli, diye söyleniyordu. HABERCİ Elmadağ caddesi ve Haberci ile konuşan buranım kömürcüleri, Tarih diyoe ki: Habeş impara- torunun tablo- su yapılıyor İtalyanın kendisine müstemleke aramaya başlaması yeni bir şey de- gildir. Bütün emperyalist devletler gibi, o da müstemleke olmaya elve- rişli yerlere, Afrika — topraklarına yıllarca evvel el uzatmış, oralarda . hürriyeti yaymak, kökleştirmek, ti- carete geniş bir saha — bulmak için uğraşmıştır. Trablusgarp akınile, 1896 da Ha- beşistana açtığı savaş, bu hamle ve hareketin en başta gelen nümunele- rindendir. İtalyanlar, müstemlekeye kavuş-- mak kaygusile, Habeşistana sarkım- tılık edince, o zaman imparator olan Menelik büyük bir ordu toplayarak İtalyaya harp ilân etmişti. 806 İtalya - Habeş savaşı, hiç de bugünkü savaş gibi olmadı. Habeşli- ler yenilmedi, memleketleri istilâya uğramadı, yenilen, savaşı kaybeden İtalyanlar oldu. | İmparator ve “kralların kmh : Menclik, çok çalıştı, çabaladı, vata- nını kötü bir âkibetten kurtardı. Muzafferiyet neşesile sermest o- ian halk, yıllarca günlerce şenlik yaptı. İmparator sarayının önünde toplanarak “kralların kralı,,nı alkış ladılar. İmparator Menelik, kazandığı bu muvaffakiyet üzerine, büyük ve yağ İrboya bir resmini yaptırmak heve- sine düştü. Bunun için — Fransadan bir ressam — gönderilmesini istedi, Fransa hükümeti, devrin — meşhur ressamlarından (Paul Buffet)i gön derdi. Ressam, Adisababaya geldi. İm- parator giyindi, nişanlarını taktı ve ayrıca Habeş âdeti üzerine, göğsüne bir sürü altından — yapılmış süsler iliştirdi. Paul işe başladı. Titiz bir itina ile impâaratorun resmini yaptı, tamamı« İadlır. Büyük tabloyu — Meneliğe gö türdü. İmparator resmi görür görmez kö pürdü, hiddetle sordu: — Göğsümdeki altınlar nerede? Ressam tabloda altın süslerin ye. rini gösterdi. İmparator buna büs- bütün kızdı: — Benim onları hakiki altınla de- Giştirebilecek kadar altınım vardır! Diye bağırdı ve tablodaki altın re- Amlerinin hakiki altınla örtülmesini omroetti. Baş mabeyinci, altından ya- pılmış bir takım süsler — getirerek, tablodaki süslerin — yerine iğne ile iliştirdi. Bu tablo şimdi Adisababa sara« yındadır. Hüseyin Rüstü Tırpan