Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Dünkü kısmın hülâsası: Hikmetle İdris iki küçük serseri- dir.. Bir gece yarısı, * <cızlık için Sir eve girmişlerdir... Fakat, bu €vde can çekişen bir hasta vardır.. Hastanın oğlu, bir papaz çağır- Mağa gitmiştir.. İki serseri, koör- kuyla titremekte ve gizlendikleri Yerden kaçamamaktadırlar... Bir #2 sonra, sırmalı elbisesiyle papaz İ 8elmiş ve günah çıkartmağa baş- ilam:ştır.. Papaz, can çekişen ka- Ündan, vidaninı ezen günahları- Mt sormaktadır... 1 DA LA , * h. Ne işkence Ne işkence! Zorla ürecçkler LA Hmka—*yoîa gicisdadı. - Koceakarının —ümu suratı gevşedi. Gü- aç “ Babacığım... Beni affet... Ülarim çokf... %"" Mukaddes per... Sıcak bir yaz qî'ül'ı.. Kırdan tek başımı dönüyor- hç Susamıştım... İçim — yanıyor- hli:“- damla su yoktu... Bir bah- » yanından geçerken, elma ağaç- 4, Sördüm.. Alçak bir daldan ko- . Elma çaldım; hırsızlık — et- Per.. A Osrkr tuttuğu pırlanta taşlr altın Hikmetin avuçlarını yaktı. k, — Evimizin tam karşısında.. Bir ki- Vardı, Per... O kilesede, yirmi Üüç da... Genç... Güzel.. Yakışık- h " de rahip... On sekiz yaşındaydım. : de güzeldim, Per... Şendim... Gö- V “ne şeker kız!,, derler.... Per, Ç Akışıklr rahibe içimde bir meyil , Pağa başladım... O artık rüyaları- h u?î?ordu... Fenalıktan korkuyor- ,” Per... Şeytan beni kandırmasın Hep İrtsil okuyor, geceleri geç h “te kadar oturuyordum... Bir ' d'yanımıdrm. Per.. Kiliseye git- hi OÖ, günahlarımı — çıkartacağım a Sonra... “Babacığım ben bir al- | .a*tmm seviyorum!,, deyince, & Ve .a î“mıet. tdrisin kulağına eğildi: Ha Bu kadının öleceğini nereden K lar? 'K Mal meydanda., Ya ölmezse.. Ya canlanırsa!.. *__? da olur.... x ?i ama, kota karı da rezil olur. 'K Âdettir: “Per,, efendi sır ver- b he u KA xl!an. pişman mısın? ğ Evet, mukadiler Per... M Bütün kalbinle pişman mrsın? ;x E'et mukaddes Per... ' Ü?'Wle ben de senin baba, ©- Ükuddus namma günahlarını ah:?y bitmişti. Panaz, kapıyı çek 4, $i Yaşlı kadın uyuyor... h SOcuk, gizlendikleri kalın per- %mdı.n sıyrıldılar. -Ayakla- * %"lnı basarak, açık duran pen N’:Hlşhlır. Dışarı sarktılar. ö ©- Sen yok. Yaprak — kıpırda- bi k yokuşu, ağır ağır sebze ç Te Ufak araba tırmanıyor.. Bu hi'"'lhaıı.. Başı sargılı arabacı Mp, delikanlı... Arkadan arabaya Ağzında bir türkü: | &İ:'hiılu öter göllerde | kırıldı kaldım çöllerde if bir sesi var... Kapkara üğ larda bu sesin biribirine M de Ultuları: Boğuk. Muhakkak hş, rğ::. Belki, gerçekten, içinde nüîalarm öttüğü bir. deresi KENda L Belki bu. sazlı dere- Ü T mukaddes hatira yaşa- :mıh:[ Nişanlısiyle belki bu dere ' r%n i da sarılınmışlar ve - biribir- MA mtm'şlardı.... a tikir , Altın Put | ö F,' Takurda takır Gacir da gücür.... Anasız babasız guürbet illerde Ya ben ağlamıyayım da kim'er ağ- lasın.... İdris, pırlanta taşlı altım putun he- | sabını yapıyor: — En aşağı yirmi papsl, fanti... — Üç beş gün de olsa, bey yaşıyatlağız.... öi gibi Hikmet, dişleri arasından yere tü- kürdü. Başını havaya dikti. Gök ay- dınlanmağa başlamıştı. Geniş bir po- furdayışla içini çekti: — Çeneni yorma, İdris. Ben putu çaldığım yerde bıraktım... Açlıktan nefesleri kokuyordu. Böy- le olmasaydı, dövüşürlerdi. İdrisin ne kolarında, ne dizlerinde derman vardı... 'Taksimde, selâmsız sabahsız ayrıl- dılar. Hem de bit daha biribirlerini görmemek Üüzere... Reşat ENİS d SO N 3B5) Bir Alrman fabrikasında çalışan işçi anlatıyor Onlar ne iltimas dinliyorlar, ne de adamı hor kullanıyorlar! Paitronları alçak gönüllü insanlarmış; daima işçilerin arasında dolaşır, hal halır sorarlarmış... Aradan günler geçti. Bir gün. fab- rikadaki yevmiyelerimi ve oraya birak- tığım nüfus kâğıdımı. almayı düşün- düm. Oraya gideceğim bir günü karar laştıtdım.. doğru köprüye ind'm. Haliç iskelesin- de Baldta uğrıyacak küçük vapura a- dımımı atarken işçi kıyafetli biri, bil- hassa sürtünerek benden önce vapura atladı. Biletim ikinciydi. Yerime otur - düm. Henüz iskeleden ayrılmamıştık. Bana sürtünen delikanlIr da bir seyler söyliyerek yanıma oturdu. Mütemadi- yen bir deli gibi söyleniyor ve anlatı- yor, sanki ben öonun eski bir tanıdığı imişim gibi. Fakat gözlerinde takıl- ma, yılışma edası yoktu. Samimi, bir erkek arkadaşiyle konuşur gibi davra- | nıyordu. Fana herkesin işitebileceği bir ses- le dünkü günün nasıl geçtiğini âanlatı- yordu. Pazar günü hava iyi olduğu için gezip tozmuş, işçilik çok tatlı şey- miş, ne anası, ne babası varmış, hayat- ca yegâne sevdiği — şey İstanbulmüş. Miki Mavs Siyasi bir hâdiseye sebep oldu M ı iktİ Mavs; Yugoslavyadaki — şöl- retini, mevkiini kaybetmiş ve siyasi bir mesele çıkmasına, şifreli telgraflar te- atisine sebep olmuştur. Hükümet; Belgradda bulunan Bit İngiliz gâazete muhabirini, M. H. Harrit- son'u, üç gün zarfında — Yugoslavya merkezini terke — davet etmiştir. Bu muhabir, geçenlerde Sen Dovör nişarır- tum şövalye rütbesiyle taltif olunmuş- tu. Muhabirin kabahati, Yugoslavyada çıkan (Politika) gazetesinin neden toplattırıldığını gazetesine — bildirme- sidir. Politika gazetesinin muvakka- ten tatiline sebep şudur: Gazete Miki Maus'un bir hikâyesini — sütunlarına geçirmiştir. Bu hikâye, küçük bir kra- lın amcası tarafından tahttan nasıl in- dirilmek istenildiğini tasvir eder. Bıu- gün Yugoslav tahtında küçük bir kral bulunduğunu şüphesiz biliyorsunuz. maksada matuf olmiyan bu sade hikâ ye politikasıların rahat ve huzurunu kaçırmış; “Politika” nın muvakkaten tatiline, yabancı gazetecinin kapı dışa O gün sabahleyin saat ona | | Vaktiyle Alpullu şeker fabrikasında ça- Kendis'ni sevdirdiği - için kredisi yerinde, mevkii bulunmaz br yermiş. Fakat, sırf İstabul için bu güzel yerini bırakıp gelmiş. — Ekhhh! Şimdi de ac açık değfilmiş. Hemdolsun yüz elli kuruş gündelik alryormuş. Bu gün çok neşeli imiş. Cumartesi günü hafta sonu olduğu için toplu para al- mışlar. Dün eğlenmiş, sinemaya git- m '$. haydutlar filmini görmüş Genç adamın bu lâübaliliği tuhafı- ma gitmişti. Fakat bir işçi oluşundan yadırgamıyordum. Bundan evvel ben de işçi değil miydim. Şimdi de yevmi- yelerimi almıya gitmiyor muydum? Be- nim!e tanısryormuş gibi konuşuşundan şüiphelenmiştim. Yoksa bu genç de ça- İrştiğim fabrikada mı çalışıyordu. Delikanlı haki ketenden bir iş elbi- sesi giymişti. Üzerinde kırmızı yağlı bova izleri işçi olduğunun deliliydi. Ona: — Nerede çalışryorsun? diye sor- dum. Şöyle bir yüzüme baktıktan sonra: — Almanların yanında, dedi. Onlar ne iltimas dinliyorlar, ne de adamı hör kullanıyorlar. Patron bizimle beraber çalışryor, aramızda dolaşryor. Hal, ha- tır soruyor, alçak gönüllü — insanlar!: Ama çok ciddidirler. Adamdan lâf de- ğil, iş istiyorlar. : — İşe kaçta başİryorsunuz? — İşe tam yedide başlıyoruz, ak- şam da beş oldu mu paydos. Ha sen nerede işliyorsun? Herhalde Balatta... — Evet, dedim, Balatta... Süreyya paşa fabrikasında çalışryorum. — Ne alıyorsun bari? — Saatte altı kuruş. Balata gelmiştik. de: - — Allaha ısmarladık, dedim. — Güle güle.... Yılışık bir tokak çapkını gibi peşi- me takıldı. —Yalnız arkamdan baka İrştyormuş, İndim. İnerken kaldı. Ataba bu ahbaplığın uzryacağınımı tamir ediyordu?. y e * Fabrikaya girdiğ'm zaman her şeyi yabancı buldum. — Üzerime tuhaf bir çekingenlik ve Ürkeklik gelmişti. Kapı cşîğind: ayakta duranlar, gözüme çar- pan bütün yüzler yabantcıydı. İyi kalpli kapıciyle karşılaşamadım. Onun yerinde bir'başkasr vardı. Gece nöbetine geçmiş olacaktı. Ayakta duvara dayanmış olan kü- | — Ne bekliyorsun? diye sordum, — İşçiyim, dedi. Yeni girdim. Mu- amelem yapılacak. — Ne alataksın? — Saatte 6 kuruş. — Geceleri de çalışacak mrsın? — Tabii! Onunla fazla konuşmrya imkân bu- lamadım. Kapıcı sert, çatık bir suratla yanıma yaklaştı. Karga gibi dik ba- kışlarla beni süzerek tek kelime söyle- medengene yanımdan uzaklaştı. Bu bakışın bir manası vardı: Fabri- ka işçileriyle konuşulmaz. Hattâ başka kısımda çalışanların bile biribirleriyle sikt fikı ahbap olmalarına tevaz yoktur. Kapıcının dilsiz işaretinden bu ma- nayı çıkarınca çocuğun panından ayrıl- dım, Doğru fabrikaya girdiğim — zaman ilk uğradığım odanın kapısını tuttum içeride gene ayni adam, ayni masa ba- şında oturuyordu. Bana arkası dönük- tü. Ona fısıldar gibi artık fabrikaya devam edemiyeceğimi söyledim. Şimdi ye kadar hasta olduğumu da ilâveyi u- nutmadım. — Pek alâ, dedi. — Nüfus kâğıdımla çalıştrğım gün lerin parasınır almrya geldim. ÖO bu son tümleyi duymamış gibi hareket etti. — Şimdiye kadar neredeydin? Neye devam etmedin? Biraz evvel anlattıklarımı tekrarla- dım Ve bu hikâye de böylece bitti. NERİMAN SON 'HABER AK ŞA.M;FO,STA_Sı İDARE EVİ: İstanbul Ankara Caddesi Posta kültüsüa: İstanbol 214 Telgraf adresi: Istanbul HABER Yazı işleri telefomu; 23872 idare, ilân R : 24370 ABÖNE ŞARTLARI Türkiğe Ecnebi Senelik L400 Kr. — 2.700 Kr. 6 aylık 730 , 1450 , 8 aylık 400 « 800 , 1 aylık 150 » 300 , Sahibi ve Neşn'yaf'MÜdârâ: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) Matbaası Çocukları eğlendirmekten başka bir Haberin deniz ve macera romanı: 36 Yazan; Alı Riza seyri. Kendi kendime sorduğum bu sorguların ce- vabı, İlerideki gemiden duyduğum bir bağırma ile - bir dereceye kadar olsun - verilmiş oldu: — Hey, bana bak Bill; küçük piç nalları dik miş mi? — Hayır yoldaşım; pek iyi yol alıyor; bir kerte orsa bile itti. Sonra başka bir ses daha işittim — ve bunun “Dört gözlü., İrlandalının sesi olduğunu tanıdım. O âAmir bir haykırışla sordu: — Hey, kıç taraf.. Çocuğa göz kulak oluyor musunuz? n — Evet efendim, yerinden kımıldandı. — Zavallı şeytanın kıç bacağı! Biriniz üstü- ne bir fanilâ atıversin. Kaptan bizden canlı adam isterken biz ona çocuğun ölüsünü götürmiyelim.. Gemiciler yukarıdan üstüme bir faniâ atma- a çalıştılarsa da rüzgür sertleşmiş olduğundan- fanilâ denize düştü. X Ben bu konuşmadan bir şey öğrenmiş oluyor dum,: “Kaptan benim sağ getirilmemi istemiş- ti.,, Demek daha meyhanede öldürülmeyişimin sebebi buydu. Şimdi beni kaptanın yanına gü- türüyorlardı. Kaptan nerede idi? Buna dair bir fikrim yoktu. Lâkin olsa olsa adsız zırhlıda ola- bilirdi. Demek ben adsız gemiye, altın gemiye, bu korkunç şeyler ve derin esrar gemisine gidi- yordum! Pekâlâ; fakat bu da ölüme, hattâ bayafı bir ölümden daha acıklı işkencelere gitmek değil- miydi? Bu düşüncelerle bir saat kadar uğraştıktan sonra tekrar büyük bir susama — duyduğumdan blraz uzağa yuvarlanmış olan su kabını almağa rı edilmesine sebeb olmuştur. çalıştım. Bunun için uğraşırken — omuzumdaki bağı gevşetip çözmeğe de muvaffak oldum. San dalım içinde oturunca başımı arkama çevirdim. Sandal bir yatın arkasma bağlı idi ve yat geniş, mavi deniz üzerinde ilerliyordu. Yatın kıç tarafın da kimse yoktu, belki gemicilerden — biri gelip bağları çözdüğümü görür diye hemen yerime eski vaziyette yattım ve bağları da yerine.- koydum. Simdi yeni baştan düşünüyor ve kaçmağa karar- vermiş bulunuyordum. Ufukta hiçbir kara göre- memiş isem de Nevyork limanından çok uzakta olamıyacağımızı kestiriyordum. — Bu kaçma İşi gece karanlığı basınca olabilecek, bunun için de küçük sandalı gemiye bağlayan ipi yavaşça kes- mek ve kürekleri takıp geminin gittiği yolun ak- sine uzaklaşmak kifayet edecekti. Yalnız sanda- lr çeken halatın ucu sandala bağlı olmayıp gemi- den gelen halat baştaki halkadan geçirilerek uc gene gemiye alınmış olduğundan bunu — kesmek lâzımdı, bende İse bıçak yoktu. Yattığım yerde uzun uzun bu İş İçin bir çare düşünüyordum. Akşama doğru gemiden, bulunduğum sanda- lın geminin bordasına çekilmesi için — bir emir verildiğini işittim. Yüreğim titredi. — Eğer beni gemiye alacak olurlarsa kaçmak ümitleri son de- rece azalacaktı. Birkaç gemici, sandalr yatın bor dasına çektikleri vakit küneşteye davanmış olan (for Ays) yani (Dört gözlü) adlı — İrlandalınınm güler yüzünü gördüm, onun arkasına toplanmış bir takım gemiciler de bana bakıyorlardı. Yatın alçak bordasından sandala doğru üç dört ayaklı bir ip merdiven uzatılmıştı. “Dört gözlü,, acıyan bir sesle dedi ki: — Şu çorba kabını bana veriniz de benkendi elimle içireyim. Vah zavallı küçük; pesmetleri de yiyememiş; ıslak tavuk gibi sıskalaşmış.. Kaptan bize onu sağ getirin, dedi. Biz ise açlıktan öldü- recefiz! Dört gözlü elinde maden bir kap olarak mer divenden sandalm kıç tarafma atladı ve güler yüzle üstüme doğru eğildi; ben o sırada belindeki gemici kemerinde bir bıçak olduğunu — güörmüş * göylediği sözler, ne olursa olsun beni çük bir erkek çocuğuna yaklaştım: bulunuyordum. İrlandalı yüzüme uzun uzun bak tı: ; — Pariste gördüğüm küçük centilmen, dedi, ben sana otele mektup getirdiğim vakit, yerin- den' krmıldanmamanı, şehirde oturup zevkine bakmanrı bir baba gibi nasihat etmedim mi? İşte o sözlerimi dinleseydin başına bunlar gelmez- di. Artık ne olacağını bir Allah bilir. Her ne ise sen şimdi şu sıcak çorbayı iç de ne olur ne olmaz kursağında bulunsun.. . “Dört gözlü,, böyle diyerek bir eliyle başı- mar kaldırdı ve öbür elindeki uzunca, derin çorba kabını ağzıma yaklaştırdı. Pek güzel pişmiş olan çorbayı sonuna kadar içtim; lâkin bu pek uygun, vaziyetten istifade ederek yavaşça elimi — uzatıp onun kayışındaki bıçağı da kınından sıyırıp al- mıştım. Ben bu kurnazca işi yaparken o bayağı beni teselli edecek bir takım sözler söylemeğe çalışı- yordu. Zaten bu uzun boylu gemici Paristeki oda da ve ertesi sabah mektup getirdiği vakit otelde gördüğüm zamanlarda da bana öteki haydutlara göre poek iyi bir adam gibi — görünmüştü. Şimdi çok feci ÂAÂkibetlerden korumak isteğinde — bulunduğunu meydana koymakta İidi. Çorba içildikten sonra “Dört — gözlü,, gene gemiye geçti, sandalın halatı eskisi gibi uzatıldı; yat batıdan csen halif rüzgârla yol almağa baş- ladı. Şimdi sabırsızlıktan yüreğim çarparak gece karanlığının iyice her yanı kaplamasını bekliyor dum., İki üç saat bu dayanlımaz bekleme içinde geçtikten ve gemide sesler kesildikten sonra ya- vaşça baş tarafa döndüm ve iki dakika — içinde, sandalı yata bağlayan ipi kestim. O anda küçük tekne İlerideki yattan uzaklaşmağa başladı. Ben hümma nöbetleri geçiriyor, gemiden bağrışmalar İşiteceğimi sanarâk titrivordum. Lâkin bir vakit sonra yatın teknesi gözlerimden kaybolunca yüreğim rahatladı, hemen sandalda bulduğum İ- umduğum başladım. — ki küreği takarak kara bulacağımı batr tarafına doğru cekmeğe