'“"ldeııberı devam eden yağınlır mü- *'_. YRizi sırtımıza yapışlırmıştı. Bir İn dibinden iki tarafı kırmızı kaya- Tüy İt ve siyas çamlarta süslü bir yar- T; iben yukarıya, ovaya doğrü lir- Bln rw_-ıul. Arkamızda kurşun! bulutlara u, Ş engin bir toprak denizi, «tları Bizgş Çakları altında İnce kum ve önü- İ gç lak rüzgürlarile, karanlık yollari- İN Gğultülerile orman vardı. g____h*ümmu.mıııun geliyorduk- Jan- Tn gabaya varılım diye bizi bu kor- bte Hereyo sokmuştu. Belki üç saatlen- arın nalları kumların dibinde ili- Mülemi ? Kaya arıyor, bulamıyor ve orman *rı:,w" bizden uzaklaşıyordu. Gece Ük. Behli. Biz artık ormanın içiniey- ..'Jc;-. ü "h","'iırrlı Aşağıdan, arkamırzdan gelen ".'İ 9 hizini arllıran rüzgür, etra- Üyük ot mehirleci — akılarak ve Deki Feçiyordu. y ” TYucümu kulağıma dayıyarak: ğ Yapacağız? dedi. u*î"hhuı alını durdurdü. Kolunu yama- bi i:k-us. Yanına vardığımız 2nman süz- y Sönuna yelişebildik: Bap Mralarda bir değirmen olacuklı, Üc Miç Ber yıtılmamışsa,. ıy,.:'hıuz sürdük. Artık tekrar dere ke- Wy ç değra inmek ve yamacı — takiben ıh'n Gliyordu. l—%hhıaşnuu Küörültü arttı.Atların aya kar 10 sanlirn ölede hürdenbire kıvrılıp hip erex du.Buradan aşağı kayan a. 7 yalara bemen hemen u- N.q;lnımış ve dallarını boştuğa doğ d i keseyoldan giderek akşam çökme- at " hi le çorular büyük kuşlar gibi .o."'"l üstünden bir demir krzak gibi Tilarma doğrüu uzatarak bir şey- *mg, Y arkadazlarla bir gece kalmıştık ı&': TÜeğilmeni buluncaya kadar yüksel ıı“r'iı İnen uçurumun dibinde dere,gü le 1W$ olan çarılardan birine takılmak ,İgl“*ılmı mevcuttu. Fakat biz yayan « Ve atlarımız — bir çama takılıp . .». a bir yıldızın — hizazında, çok Sarı ve fitrek bir ışığı göslerenek : Slba değirmeni bulduk efendi! de- Ğ y . Sâdt daha yürüdük. Doğaz buradır ğ bir çanak şeklini — ahyor ve aa Sibi yavaşlıyordu. — Bu gölün Bt Ada simsiyah, kocaman — bir bina ?,"'- Rene kocaman bir dekerlek gö- gd:lv büyük gürültülerle dönüyordu. ee '_n.kl bizl — atlarımızdan — nlip 'L.,_ tdk derecede şiddetli esen rüz & bı:' tlım ötede, belki yürzmelre tepe Nü b:ışı dibine akan suyu susmuş zan ş':_müırm.nri kapının yanındaki kü. l "rı;î-" açtı. Elinde sarı işıklı bir İMsiniz? ; Oöndarma penecrenin dibine yak- n ':t-v:’:"u karanlığında yolumuzu kaybet- at leri sabaha kadar misafir eder- X “önel sex çıkarmadı, - pencerede k.:thldl""'l sonra kapının sürmeleri Koygilini duydük. Adam - * Türgüru GK Bilmek icin kapıya ornusile da, N eliyle bize işaret ederek içeri ğ Söylüyordu. Atlarımızı birer bi Rirgi Tna bağladık, koşa koşa değir- ik, h, wâw kapanır kapanntaz dok- baş lyiz hı ve ben, Hirdenbire mezara ,.;;h.— ha Saşkın şaşkın etrafımıza ba- Myil Amkilıı:hk: Sesler birdenbire kesil- huıııî tekerlek, bir tekne di- Ye y irük bir pervane gibi tıkırdı- '*'n. ZKör, sadece kapıyı sarsıyordu. "Nbı."“':ıl-'u'.. irmene yakışır hiçbir lâ N.,,:"lı Yaştı kara malta taşlarile kap- —'G. S di, Etrafa meşe uğacından "M.ü"'l ı:ı’:ı: eşyalar dizilmişti.. Ta- ,_”eğ,,__ bir eleklrik Lambaşı yanı- _“H,_,_—::ıl elindeki üzeri telle kaplı pet ”'WB:: Sallıyarak bize merdivenleri Yü ,_ı"iıh Tünüz! .'kı"':.'z" sakallı, mavi gözlü, — wüzel nye L G8 b Dörmeç Gözlerinin içinde bir çocuk klmh #çıkça parlıyor ve siyah yel ğ n_ı. “H;.ı).":"m" gömleğinin yakasır "ıı,_ N erkan, :1 T kılları fışkıriyordu. k.ı nlik "b:n Merdivenleri — çıktık. Hiş BSk gel M Sonra bir koridor geç blrimizi K bir odaya girdik. Vöi l"'lnn. bölün — yozgunluğumuza .',, » Nanın a Olurmak gelmedi: Bu a- ĞFT belok “İP Odasında tavana asıl- Baç, HRapya DRİDİ sallanmağır ve gözle: Mn'vı * “*'!fllrneğu başladık; """:'i"'- DÜŞit gemi kamarası haline * ı%_:ıı.ıı Dir yük vapurunun or ae Lz lit larda kara ahtadan ,,;-: B Döşeme araları ziftle dol. Sah T - j*ıdın yapılmıştı, Davarlar “rtaran simitleri asılı İdi ve Yazan : Hhan Tarus tavanın bir kaç yerinde ve pencerelerin üstünde, gene üzeri kalın tel kafesle örtür kü, lâmmbalar vardı. Odanın ortasınıda dürmüş, elleri ceple- tinde, gülümsiyerek bizi seyreden değir- menci — Contn, hele oturun, dinlenin birar.. Dedi. O vaklt kendimice geldik. Adeta ulanarak birer k ye İliştik. Noktor bir bana, bir de adamın yüzüne — bakıyordu. Jandarma, ömründe gemai ve kaumara gör- mediği için, müsterihti. p ey sahibimiz cebinden demir bir tabaka çıkardı, hepimize sigata verdi. Kib rit çakarak siyaralarımızı ledi, sonra pencerelerin önüne Kiderek ye de mubli imiş gibi daran arkalıksız bir lahurenin üslüne oturdu, Gözleri yüzlerintizde huvos- le bir şeyler arıyor ve beyaz dişleri parlı- yordu! Hayretinizi görüyorum, dedi, bura- da bir değirmen ve bir değirmenci bula- cağınizi zannetmiştiniz. Ara sıra, uyda yıl da bir, buraya yolu düşen yolcuların hep- si de avni fimitle ba kapıyı — çalarlar ve hepsi de buraya, bu odaya girince ayni şaşkınlığa kapılırlar. Sigarasını derin derin çekti. Gözleri a- ra vermeden ve içlerindeki derin islihza- yı kaybetmeden sıra ile benim, doktoran ve Jandlırmasam yüzlerin'ede — dolaşıyar; kalın, wlak kundürasile sol ayağı, katranlı döşenelle, halif baflf tempo tetuyordu: — Hakikten, dedim, höyret içindeyiz. Purada ne yapıyorsunur? Neyle vakil ge- çiriyorsunuz? Karınızı sakalını kaşıdı: — Galiba canınız hikâye istiyor, islerseniz kısaca unlalayım, Kalktı, arkasına dönerek — penceteden baktı. C t farkına — vardık ki rüzgür, ünadet koparıp atacakmış gibi ve lekerlek — çatlırdayarak dedi, dönüyordu. Gene e' | biçimde yerine oturdu: — Benira bir gemim vardı, dedi. Kısaca sL onu Yenizde kaybettim. Hopanın yirmi mil açığında benim gemim, şimdi on sekiz aşağımın cesedile beraber, denizin dibin- de uyuyor. Kklık Gişleri gülmüyordu ve gözleri ma- vi Birer alev gibi yaniyordu. — Kafasını siyah gömleğinin üstüne eğdi: —Memleketime döndüm. Deniz uzakta kalmıştı. Evlenmemişlim. Anladım ki yaşı yamıyacağım, Biraz param vardı. Burada bu değirmeni aldım. Dış yüzü değirmen o- Tarak kaldı. İçini kendi elimle aylarca ça- Tışarak bü hale koydum. Başını iki tarafa salladı. — Pencerelerde dalları oynuyordu ve gökle — parlak doğmüştü. Bir müddet rüzgârı din- bir a kedi: — Duyüyor müsunuz? Nu tıpkı denizin Karayel bürada Küredenizdeki gıbi r. So burada Karadenizdeki gibi ba- ve dalgalar burada şu kocuman teker- leğin sllında, Karadenizidteki gibi şahlamır. Aşağıda küçük bir dinamo — kuruludur. Geceyarısı üyktmu açmak için — bodrum katına iner ve tulumba ile büyük — fıçılar- dan tazlu şurcekerim, Bu su banı can ve- Fir, cun! Gözümün ucüyla doktora Bunu farketli? — Belki beni deli zannedersiniz! haklı sınız! Denizden yirmi sekiz xaxl İçerde | ve bir dağ başıada kendini gemide farze | den adam elbetle akıllı sayılmaz. Ama ka- der bu. Bilinmez ki? İnsanı bazan böyle | maskara eder işte.. Tekrar ayağa kalktı. Ayakkaplarının ka- hn gıcirtisile önüme geldi: — Başınızı ağrıttım, beni affediniz. bakıyordum — Tediye şartlarımız o kadar mü. kemmel ki, daha otomobile tamamiy. la aahib olmadan Muaslak yolunda bir kazaya kurban gitmeniz muhakkak . tır! — — Estağfurullah dedim. — Boni o kadar alâkadar ediyorsunuz kit Sizi çok eskiden tanıyacağım gibime geliyor. Yalnız hikâ- yenizi çok kısa kesliniz. Eğer sizi üzmez- âCu Kıllı, kocaman eliyle ağınmı kapadı: — Beni bağışlayın, dedi, zalen can sıkı- ct geyleridir. ÖOndan evvel xizi düşünmek Tâzım. Karınız açtır, değll mi? Türazlarımıza Hallarımıza bakmadı, sür gile dışarı çıktı. Biraz sonra bir tepsi i- çinde bize yemek getirdi. Üç ayaklı bir tahta İskemleyi odanın örltasına çekerek: — Buyurun, Allah aşkına — kusura bak: mayın, dedi, Gemide fazla komonya yok. Yözüne baktık: Yanakları — morarmıştı. Elleri tilriyordu. O anda dışarda gürültü artlı. — Yağmur taneleri camları kurşunlayordu. Başını 6 tanga çevirdi: Büyük tekerlek oturduğumuz odaya ko: dar gelen sarsıntılarla, dönüyardu. — Alfediniz! Dedi. Duvardan bir muşamba ceket al- dı, süratle sırtına kiydi, kapının — yanma koşarak elektrik düğmesini çevirdi. Teliş la: — Müşambalarınızı giyiniz! dedi. Büyük kükmletasını başına gecirdi, ca- mın Öönüne giderek dışarı büktı. Ay aydın lığlı bütün boğazı, dereyi, ormanlı ve bütün aşağıda, ovadaki tarlaları parıl parıl pars latıyordu. Büyük çamlar — yerlere kadar eğiliyorlar, doğruluyorlardı. Süratle camı netı, oda gök gürültülerile — rüzgürlar ve buzlu yağmurlarla doldu. Hepimiz camın önüne gillik, Cışarısını Seyretmeğe başla- dik, Kolünü camdan dışarı uzatarak bizi bi rer tavşan gibi titreten sesile hağırdı: — Hüseyin! Alabanda sancak! Dördün- cü yelken fora!.. Hey anam heyi,, Ay ışığındaki kolu xangır zangir titriyor ve değirmenin büyük tekerleği, — aşağıda, çatırdıyarak dönüşordu.. Tlhan TARUS YK aei Bir işçi gibi fabrikada çatıştım; hizmetçilik yaptım ! — (21) Fabrikada gece işi “Tatlı verem,, ne de- mek siz bilir misiniz? Şimdiye kadar kaç işçinin ciğerini çürüten vücudunu çökerten bu koku, fabrika kokusudur Röportajı yapan: Neriman Her taraf gündüz gibi erkek, kadın genç, ihtiyar ve çocuk denecek kadar küçük işçilerle dolu. Geceleri iş bö. lüzalerinin hepsi birden faaliyette bu lunmuyor. Meselâ yanımızdaki tezgüâh- lar işlemiyecek. Bir kaç tarağa iplik geçecek... » Vargeller, Bobinler, boyacılar, kumaş sıkıştırıcıları bu gece uyumayacakla, Fabrika göz alamıyacak kadar bü Daha görmediğim yetlerde de çalışan- lar var. Vargelde çalışan küçük bir kız, ko. lunu vücuduna istinat yaparak solum- daki kıza işitirmeye çalışıyor. — İzmni kopardım.. Haftaya gidiyoruz değil mi?. Öteki cevap verdi: — Ah, gidemem, dedim. Bu hafta (8.) yakalandı. Babası çok kızmış. Bir f daha geceleri bir yere çıkmıyacak! Ko- nuştuğu çocukla gece yarılarma kadar kalmışlar. Kabahat hep kendilerinde.. Etken dönselerd! olmaz mıydı sanki?.. — Ben, sen olmayınca oraya Bide - mem. — Pekâlâ gidersin, ne var sanki.. İstersen Şüksüyü, Cemali ve Osmanı da l Osmanla daha iyi konuşmuş, an- Jaşmış olursunuz.. - Dansedersiniz.. o iyi kavalyalık (kavalyelik) — eder. Bu iki genç kız, çaydan bahsediyor- dardı, Onların en büyük eğlencesi be- nim bir türlü anlayamadığım çaydı. . . * Gene bir uğultu başladı. Saat 7,30.. Fabrikanın gecesi daha görülmiye de- ğer bir şeydir . Her makinenin üstünde yanan yüz mumluk Tâmbaların ışıkları, çalışan İş- çilerin kirli ve zayıf yüzlerini belmumu gibi sarı ve elmacık kemiklerini, alın - larını gölgelediği için daha çıkık gös - teriyor. Gece işçimiz, çok iyi, güler yüzlü bir adam.. Adı Hüseyinmiş.. İkide bir ya- nımıza gelerek: — Kendinizi yormadan çalışın, diyor. Ve bize lüzım olan masıraları önü . müze yığıyor. İşçilerden Meliha adındaki kız yatı- ma geldi: — Bu gece dörde kadar çalışacağır, dedi. Bundan tonra geceleri sekiz saat çalışılacakmış, dinlenme saati 11 de.. — Ya! Neden? dedim. İzah etmedi.. Yalrız: —İşte, öyle.. yi kâfi buldu. Ustalarımızla yanımda çalışan kızla - tım bana başka türlü muamele ettikle- Tinin farkınmı vardım. Artık eskisi gibi benimle, senli benli görüşmüyorlardı. Adımın başından bayanı, adımı kullan. madıkları zamanlartla da “siz,, i ihmal etmi) Nİ Acaba ne olmuşut? Bu değişikliğe sebep neydi? Bunu ben şimdiye kadar nası! olmuş- müş bir kız telâkki ediyorlar. İyi gün- lerim hiç olmadı.. Gün görmedim. Bu böyle olsaydı bu iyi kalbli işçiler ara- sında yaşamektan bir an bile tereldüt etmezdim. Acaba bana karşı çekingen duruşla - rının mânası bu muydu?, Gene: — Heyyy, heyyyler ve şarkılar baş. Jadı. Gözcümüz yorulduğumu anla - mış olacaktı ki yanıma geldi. Bana İşi- min kolaylık taraflarını göstererek ça hışarak ta dinlenmenin kabil olabileca gini anlatıyordu. Bu arada onunla şundan bundan ko: nuştuk. Bana biraz da kendisinden bahsetti. Hayatmım hikâyesini anlattı. Lülelide bir evin hizmetçisi olar karısından ayrılıyormuş.. Fakat biri- birlerini çok seviyorlarmış. — Ayrılmal için mahkemeye gitmişler, mahkemeleri başka bir güne talik edilmiş.. Dönüşte karısiyle berabermişler.. Kadın ağlıyor- muş. Kocasından ayrılacak diyet.. As:l ayrılmak istiyen kadın, onu seven gene bu kadın... Diyormuş ki: Hüseyin bize büyü ettiler.. Biz artık bir arada dura < mayız, ayrılalım.. Nikâh — çözülünce büyü de bozulur.. Ondan sonra tekrar birleşiriz. O da karısını seviyor. Onu mahke- meden çıktıktan sonra sandala bindir - miş, kadın hıçkırıklarla ağlıyormuş ... İçini çektikten sonra: — Onu biraz teselli ettim ve eve gön derdim, dedi. Ayrtılacaklar, Fakat bir şey için: Bü- yüyü bozmak... 4 Bu ne hazin bir ayrılık değil mi? Dinlenme saati (11) denildiği halde boru (12) de öttü. Öğle baydosunda ol. duğu gibi herkes ekmek paketine sarıl- mişti. Yemeklerimizi yediğimiz yer ayni za- manda çalıştığımız yendi, Yağ kokusi- le kir kokan yün yumakların kousu mu. dur, nedir? Bu koku midemi allakbullak etti: — Ofl, gmann, duymuyor musunuz bu koku ne, diye söylendim., Biraz saf ve biraz da aptala benzi « yen bir kız: — Ne olacak, dedi.. Bu koku fabrika kokusudur. Bu koku kaç işçinin arkası- tr ağırttı, cigerlerin? çürttü, vücutları- nı çökertti, Akrabamidan genç bir kadı. nı, © gül gibi tazeyi işte bu koku erit- ti. Fabrikadan çıktı amens derdi de be- raber alıp götürdü. Zavallıcık (tatlr verem) olmuştu. Onu, hiç bir şey sormadan — dinliyo: rum.. Biliyordum ki küçük bir sualim, susturacaktı.. Devam etti: (Devamı var) #a rm P ra Yam aa ra za Ce em ada ee ae L TTT AA LA FM A D LA A AT LT L D Haberin deniz ve macera romanı: 22 Yazan: Ali Rıza Seyfi, kısmı ile provası safi altından imiş gibi parlıyor- du! Yükselmeğe başlamış olan güneşin — ışıkları onun üzerine muhteşem bir sarı nur — çağlayanı döküyor gibiydi. Güneş ışığımın bu akisleri o ku- dar parlak ve kuvvetli idi ki: Gemiye — sürekil suretle bakmağa İnsanım görü — dayanmıyordu. Bu tekneye bakıp da onun altından yapılmış ol- duğuna inanmamak mümk'in defildi. Bu pek büyük bir harp gemisiydi. —Naş ve kıç tarafındaki Taretlerin (topla beraber dönen zırhli kuleter) Jumbarlarından iki büyük topun namluları görünüyor, kısa askeri direfinin gırhlr çanaklığında, güvertesinde beş kıç, kıç kasarala- rmda birçok orta, küçük toplarla makineli tüfek ler tabiye edilmis olduğu anlaşılıyordu. Dürbü- nümle baktığım vakit bu topların bepsinin basım da topcuların hazır bulunduğunu gördüm. Kuv- vetli bir mahmuz! Silâhlir olan yüksek provası aimdi koyu lâcivert renkli dalgaları yarıp yırta- rak köpük çağlayanlarını güvertesine kadar çı- karmakta idi. Geminin köprü üzerinde, kuman- da yerinde tek bir adam olmadığı halde bu tek- ne insanı şaşırtacak kadar fazla bir süratle at- layıp gitmekteydi. Ben şimdiye kadar bu kadar hızlı giden bir vapur veya harp gemisi olabilece- Bini hiç zannetmemiştim. Bu sürat — o vaktin on meşhur torpidobotlarmın süratinden fazlaydı.(1) Biz bu manzaraya, büyülenmiş gibi şaşkın şaşkın bakarken zırhliımım baş taretindeki toptan birdenbire ateş ve duman fışkırdı;büyük bir gülle vin dalgalar üzerinde seke seke atlantik posta- sının provasından yüz kulaç kadar ileriyo düştü- #ünü gördük. Hemen gene bu anda zırlılmın dire ğinde bir bandıra görüldü. Dürbünümü ona çevi- rince Şili cumhuriyeti bandırası olduğunu anla- dım. Artık kaçış ve kavalayış pek heyecanlı bir vaziyete girmişti, Yanımda duran Aliye “İnci u- yandı mı?,, diye sordüm; hâlâ yatağfında oldu- ğunu öğrenince içim rahatladı. — Bu genç kızın şu sırada güvertede bulunup olanı biteni görme- sinden korkuyordum; tekrar Aliye döndüm: — Risim İçin ne yanmak gerek? Acaba uzak Taşsak daha mr İyi olur? AH cevap verdi: — Yok, yoök Sahin' Nu manzararı İnsan öm- ründe hir kere görebilir. Bundan baska hâdise- nin nasıl bitecefini de öğrenmeliyiz. Zatan onlar kendi islerine o kadar dalmıslar ki: Bizimle da- ha çok vaki! uğraşamıyacaklardır. AlI doğru söylüyordu. Zaten ben de onun gl- bi düşünüyordum; lâkin benim münasip görme- mekliğime rağmen İncinin bizimle denize çıkmış olması Aliye ve suali sormağa vicdanen beni mec bur etmişti. Huarp gemisinden bir buçuk mil kadar açık bulunduğumuz halde çok kuyvetli — olan deniz dürbünümü gözlerime tekrar — kaldırdım; şimdi geminin kaptan yorinda tok bir adam dolaşıyor- du, dikkat ettikçe bu adamı birine benzetir gibl oldumsa da arkadaşım Aliye — daha iyl görün« ceye kadar — bir şey söylemeği münasip bulma« dım; yalnrz dedim ki: — Ali, sen şu harp gemisinin — sürati kadar fazla sürat hiç gördün mü? En az yirmi yedi, yir- mi sekiz mil gidiyor! — Evet, belki de otuz mil! Şaşılacak bir şey daha var:! Bacalarından hiç duman da çıkmıyor! Ali doğra söylüyordu. Ben ona dikkat etme- miştim. Bu geminin bacalarmda no — duman, ne buhar vardı. Onu btiyle korkunç bir süratle dal- galar üzerinde uçuran kuüvvetin ne olduğunu gös «teron bir nişane görünmüyaordu . Ancak tam bu sırada altın zırhlının baş ta- retinden bir alev ve duman daha fışkırdı, derin — Bir uğultu isitildi: büyük toptan fırlayan mermi bu defa denize değil, uzun atlantik posta vapıru nun baştarafına vurdu. Gene o anda — güverteyi 4 (Devamı var) (4) Hâdisenin oldğu tarihte en süratli zarhlı Tar 16 mil, torpidohotlar 20 veya 24 mil gidiyor- lardı. İ n « $