İ G ence; şm?ü_Vtanî azap ! K*!r 'BÜ zaman gömüldü. Münkir ve brine ::k“r üalleri sordular. Defter. terteemi 1İdi. Sağ omuzdaki meldâike, h w" Vakasız olan defterini hicap- k"'üi erdi. Sol omuzdaki günah me Yazdığ, “© Siğsn diye küçük küçük k.“' Yazılarla rengi meçhul bir ha. ı,,m." defteri bir nevi iftiharla Gi q,,î“hnn çokluğu ve ağırlığı yü- UBi adalet terazisinin ipi kopuver- daha “m: bu işlere memur melekler, eşine rastlamadıkları günah ht 'lnh.m" baktılar. Bir hasta ba. %hı krahile, günah mikropları ken İlş kl:. bulağmasın diye merhumu Ile_m_ Allahm huzuruna gönderdi. Yük a) Yerde hazır ve nazır olan bü- Bij v esasen bunları biliyordu F e yapacağını, bu müthisş aıîuhm“" ne şekilde tecziye edeceği düyordu. . Hazura b'ı_-g,un fıkan mücrim, melektlerden | % Zar gardiyan gayretil> | l,q tekmeye dayanamayarak yüz Apandı. Tanrı ona bakmadı bile. | Biz y * olmadığı halde, demokral Ve A MYetle Cebraili, Mikâili, İsrafıli | il gibi rüesayı yanına çağırdı. | Yt ;“""l bu iltifatm azametinden 'şl'k“_'hm sikletinden ezilerek bir Tf edemediler. | "ığ’t!ıly“ tklma şeytan geldi. - Onu | xn:' Dedi ki: | Giey DS Bu adamı bütün bayatır- | “"*ıi Te ettin. Ne cehennemlerimi l.__ Rünahmnın kirini temizlemeğe Ö çötnllerimizin topuzu lâyik oldu. h ? ebedi azabı vermeğe kâfidir. ’ı,î“"lhka.»m cezasını tertip etmek İ pt düştü. (Allah burada şeytana %Ş Mühlet verdi). Git, ne yapaz. li .V!’ derhal bize bildir.. *,"' Bitti. Yarım saat (veya yarım #onra döndü. Huzura çıktı. Yü- “ı;hî")'linl bir tebesaümle maru K lunda., Allah memnun oldu: "Nk'm evet;' cidden iblisane bir '*İıq:hp etmişsin.. Onu al, yine sa. Üi ediyorum, dedi, , a ,';H"'“"ıkmu aldı. Süratle havada “mi;l başladılar.. Biçare günahkâr Biğiz, #ddetinden bayıldı. Kendine W_qmuı sevincinden sıçramağa rıınü;u“lnkll bulunduğu yer doğup y Çü gehirdi; İstanbuldu. Fakat & Ba, © Yahat bırakmadı, yanma al- uh!i v"?'mı çıktılar. Adamcağız bu ""—İııl Tilişinden mrütevellit memnu %.%' Minnetini şeytana nasıl izhar B ıâilem_iyoı—dn. Beriki: ;ı E “"ıhlme gafil, dedi, İstikbaline Ya ÇKü az zamanda tekrar dün. İğine pişman olacakam. Kü CİT binanın önüne geldiler. & Muh bkârı orada bırakarak gir- v bir yazıhane başında '5&% Röbekli bir zatla konuştu. Bir * t Ç Mayyltlar mühürletti. Aşağı in- M Müu aldı, Eline bir kart tu. K Tigg ülri ; a l nl“*hi;îwı ve tasvibi ilâhi ye- W ÜRak, A 0E u ._;r—ıı.n::’ı Harbive - Fatih tram İağaği * Ebedi yolculuği hkti lm. yolculuğa mal ıııW "tığ:'îm"" Başvekili Nahas pa-s Nı Üzer Maruz kalmış, bix geriç baş l.,H'nI.A 'e dört el ateş etmiş, fakat _u“:'c biri isabet etmemişti. | Siten sonra halkın elin. '*'ı:' 4 K.; y e"wr. e zor kurtulan ve az e y öcek olan suikastçi tev - Köü, Tülürken görülüyor. Istanbul konuşuyor Balıkpazarındaki meşhur pastırmacılard an biri diyor kli: Meşhur Kayseri pas- tırması artık mahvol- mak tehlikesindedir Bu çarşıdaki sarraflar da hallerinden pek şıiıkâyetçidirler gc İ Yazan: j İ HABERCİ Yağmuılu bir hevada Balıkpazarın . dan hiç geçtiniz mi bilmem?. Fakat şayet şimdiye kadar geçmemiszseniz, sakın şimdiden sonta da geçımı ; Çünkü böyle günlerde İstar pis, en milevyes yolu burasıdır. Yolun bozukluğundan, rın kötülüğünden, yamrı yumruluğun- dan, caddenin ortasındaki çukurlardan bahsedecek değilim.. Balıkpazarı caddesinde, — bunların hepsinden başka, bir de mevi oraya mahsus, yağlı, vıcık v ve kokulu bir çamur vardır, Bu çamür ayaklarını: zor çıkar, hele üstünüze mı, artık yandınız demektir pis bir lekenin kalması muhakkaktır. İşte ben, yanımda bermutad arkada. şırn foto Ali olduğu halde yağımurlu bir günde Balıkpazarını gezmeğe gittim. Cağdenin Eminönüne yakımı kışmın - da birleşen gekerci, peynirci, sarraf dükkânları bittikten sonra, balıkçıların bulunduğu sokağa geldik. Fakat orayı dolaşmağı dönüşe bırakıp yolumuza, caddede ilerliyerek devam ettik. Henüz, beş on adım yürüm olduğumuz yerde bir müddet beklemek mecburiyeti ile karşılaştık. Zaten da. racık olan caddede, mütemadiven geçen arabalar yetmiyormuş gibi, bir de mu- azzam bir lâğım çukuru kazmışlar, üs- tüne de çadır gerip, yolu büsbütün da-. laştırmışlardı. Karşıdan tüyük bir patır!, kapara- rak gelen araba aradaki dat zorla geçtikten sonra, biz de ye! bulup ilerlememize devam ettik.. AV, önlerinden geçtiğimiz yağcıları, çarıkçıları, pastırmacıları, gösterip: — Yahı uğaryıp konuşalırm, diyordu Fakat sen evvelâ bir sarra" dükkânı- na başvurmağı tercih ettim. Çünkü buradaki cınaf içinde en işsiz vaziyette görünen bunlardı. Başka işlerle uğraşan büyük bir dük. kânın, köşesnie yerleştirdiği bir küçük camekânın önünde sarraflık eden genç çocuk, babasınım orada olmadığını söy- Hiyerek, evvelâ konuşmak istemedi. Fakat sonra beni cevapsız brrakmak- tan vazgeçmiş olacak ki dertlerini an . lattız — Dünyada döviz işlerinin aldığı va- ziyetten sonra, bizim iş ünden mah- voldu. Şimdi yalnız altın üzerine çalışı. yorüz. Düsünlün bir kere 30 — 40 lira- lık altın alışverişinden 25— 50 kuruş kazanacığız da geçineceğiz. Ah o eski günler ah. ... Dikkat ettim; o bu (Ah!) larr çeker- ken, gözlerin! dalgın dalgın önümüzde. ki camekâna çevirmişti. Böen de ayni işi yaptım. Camekânı iyice tet'cik ettim. İçinde muhtelif altın ve şimdi battal olan şaltanat devrinin muhtelif kiymette paraları vardı. — Bu eski paralar nasıl kalmış, eli- nizde, diye sordum.. Kocaman bir (Ah!) daha çekti. — Bunu ne siz sorun, ne de ben söyliyeyim, dedi, Orada daha lazla kalmadık. Önü - bulaşınca çok t anlamak için bu resme bakmak kâfidir dik, Burada rastgeldiğimiz bi | şi de, bize yanayakıla pastırma koku - | sundan, araba gürültüsünden ve cadde. nin pisliğinden bahsettiler, Pastırma kokusu lâfimı duyunca, ak- | lıma bir de pastırmacı ile konuşmak geldi. Tekrar yola çıktığımız zaman, ö- nüme ilk rastgelen pastlırmacıya uğra. dım: Tam yerine düşmüşüm. Burası Kay- serili bir kasapbaşının dükkânı imiş. Her taraf çuvallar dolusu pastırma ile dolu Adi, Genç sayılabilecek bir yaşta e- lan kasapbaşı, bizi dükkânın bir köşesi. ne çekti. ve anlatmağa başladı: — Derdimiz çok, diyordu.. Kayseri- nin meşhur pastırması son senelerde muhakkak ölmek tehlikesi geçiriyor. Çünkü Erzurumda, pastırmacılık - tan anlamayan bir çok lemseler, pastır. ma yapmağa başladılar ve Kayseri pas- tırmasiyle rekabete giriştiler. İşten anlayan, ağzınım lezze! ilen bu-iki pastırmayı biribirinden derhal ayızt eder amma, gelgelelim, onlar u- cuz sattığı için, bütün esnaf, bizimki . derle kıyas kabul ctmiyecek gibi de olsa, hep o pastırmayı satmağı tercih ediyor. İşten anlıyan müşteri de şimdi öyle pek yok. Ne olursa olsun, zavallı haliş Kay- seri pastırmalatına oluyor. Bu vaziyet karşısında, bizler de Er- | zurum pastırmasiyle rekabet etmiye mecbur olacağız ve tabil mallarımızı u- cuzlatmağa bakacağız. İşte o zaman, meşhür Kayseri pastır- mast bozulacak, ucuz olsun diye, eskisi gibi mükemmel ve leztetli olarak yapı- lamıyacaktır. Bizim derdimiz de bu kadar.. Kayserik Kasapbaşı, sözlerin! bitirir, bitirmez, hemen dükkândan çıktık, çün kü keskin pastırma kokusu tahammül . süz bir hal almıştı. Arkadaşımla hera- ber, balıkçıların olduğu kısma doğru yürüdük.. HABERCİ Kraliçe Elizabet, kadınların en alçak gönüllüsüdür. Geçenlerde Kent Dü- kalığı dahilinde küçük bür köy mektebi. ni ziyarete gitmişti. Muallim, çocuklarının malümat derece- lerini göstermek için küçük bir çocuğa sordu: — Söyle bakalım, Giyom l6 Kon- keran neler yaptı?. Çocuk kızardı, bozardı, nihayet önü. ne bakarak mırıldandı: — Bilmiyorum! Kraliçe, göz yaşlarını güç saptedebi- len çocuğun saçlarını okçadı, yavaşça kulağına: — Mahcup olma, yavrum, dedi, bu- YTon Ton amca fotoğrafçıda | | Xaç türlü günah varmış ? nu ben de bilmiyorum. .. * Köyün küçük kilisesinde papazm bi. ri çocuklara din dersi veriyordu. Krali- çe yavaşça içeri girdi, dinlemeye başla- dı. Biraz sonra çocuklardan birisine sordu? — Kaç türlü günah var?. Çocuk ayağa kalktı. Tereddütsüz: — Altı günah vardır, Dedi ve saydı.. Kraliçe güldü: — Nasıl, hepsi bu kadar mı? Ya ye. dincisi? Unuttun mu? Halbuki her. kesin bildiği bir şey oburluk!.. Dedi ve ilâve ettiz — Bunu bir daha unutmaman için sana bir lira veriyorum. Bonbon alırsın. Balıkpasarında Haberci ile derileşen bir sarraf ve geçilmez bir hale yelen caddenin hali Tacih diyor ki: —— Kara Mustafa Paşa ve Tatar Hanı Türkler, Vüyana surlarını tamamiyle sarmışlardı. (14 Temmuüuz 1683) . Mu hasara ordusunun başında bulunan sad razam Kara Mustalfa Paşa, her ne ba. hasına olursa olsun Viyanayı zaptet - meğe karar vermişti. Kışın bastırması. na, erzak ve cephanenin çok müşkü « lâtla sevk edilmesine rağmen, Kara Mustafa Paşa fikrinden caymıyor, Vi- yanayı tehdit etmekte, muhasarayı da. raltmakta devam ediyordu. Bu vaziyet karşısında, Avuılı.:ryı imparatoru korkmuıya başladı. Mem - leketin istökbali hakkında endişeye kapıldı. Türklerin eline esir düşmek korkusiyle, bir gece gizlice Viyanadan kaçtı. Kralın kaçması, Viyanalıların mane - viyatını sarsmış, barap etmişti. Halk: — Türkler şehre girecekler.. Kaç. maktan başak çare kalmaklı! diyerek, şehri terketmek için hazırlığa başladı - kar.. Şehrin muhafazasını Solieski: — Haç tehlikede... Müslümanlar bi- zi kılıçtan geçirecekler!. Diye Papadan yardım istemişti. Fa. kat Papa bu istimdada kulaklarmı tı - kadı. Çünkü Avusturyalılara kızgındı.: İtalyanlar ise, değil yardım etmek, ara bulmak işine bile yanaşmıyorlardı.. Ortalda, Avusturyalılara yardım edebi- lecek bir hükümet vard: Fransa!. . O da, Avusturyalıların 1785 de ken. dilerine yaptıkları kötülükle#ti unutma « mıştı. Avusturyalıların müracaatma, — yar- üzerine alan dım ricasına müsbet bir cevap vereg ve bir ordu hazırlayarak yola çıkan, Lehistan oldu. Ordunun başında bizzat krâl vardı. Türkler bunu duyar Buymaz, 'Tunayı kuşattılar.. Kış olanca şiddeti. le devam ediyordu. Dondurucu bir so » ğuk askeri, halkı kırıp geçiriyordu. Kara Mustafa Paşa, Lehistan ordu » sunun Viyanaya gelmemesi için lâzım gelen tedbirleri almıştı. Dürup Hinlen « meden Viyanayı bombardıman ediyor- du. Şehirdeki bütün kiliseler, sabahlara kadar çaldıkları çanlarla, şehrin ölüm sükünunu noktalryor, sokaklar, kilise - lere koşan halktan geçilmiyordu, Pa. paslar sabahlara kadar zafer duaları e- kuyor, Avusturya ordusunun muzaffer olması için Allaha yalvarıyorlardı. Bir akşamdı. Güneş son ışıkları ile karların üstüne kızıl bir tablo çizerken, korkunç bir ses işitildi: — Gümmmm!.. Bu bir infilâktı. Şehrin en kalabalık bir yerinde, büyük bir fırının önünde toprağın altından bir kaç baş çıktı: Bir kaç Türk askerinin başı!. . 'Türkler sur dışından, lâğımlar kâa- zarak şehre girmeğe çalışıyorlardı. A. vusturyalılar, hemen hücum ettiler, fe - dayileri parça parça ettiler. Ve lâğımın ağzını, fırının taşlariyle kapattılar. Türkler bundan sonra da durmadı.. O geceden sonra şehrin bir çok semt - lerinde infilâklar olmrya, karılan lâğım.. lardan Türk başları çıkmıya başladı. Bunlar da derhal öldürülüyor, Tâğım- lar çabucak kapatılıyordu. Buna tTaf- men Türkün azmini yenmek mümkün Hüseyin Rüştü TIRPAN YLütfen sayfayı çeviriniz)