e Meteyiz — mame —3 orüşler Halkevisrimizin neşriyatı km beş sene evvel Ana. O m Şıkan bir kimse oralar- Veya ii ana otelin, önün altında lurdy, çı ndaki kahvehanenin esiri o- yle değil; eşyanızı otele düj cek işlerinizi de gör- vi ba hattâ daha evvel “Halke- Yüze Üy arsanız sizi tatlı dil ve güler “ine, ya, sizi kendisine mi. “r Bibi N&i pek eski bir aşinanız imiş dolu tıkta ön eme: imi k > m candan samimi oluveren | Ki ».,, <arşılaşır, * yabancılığınızı, | DİZİ unutursunuz. samimiyeti son Anadolu se- N rde gördüm ve X dostlar kazandım, bu kıymet ecmualarnı, basıl- rini, yerli folklor okumıya vakit lâ 300 sayıfalık in 5 bulamamış- bir Diyarba- ışlarını otelde, bir kısmı »kuyabilmiş, gitt'ğim yer- erdikleri mkmaya a onu da yarı İY * mecbur olmu tak Me unları hepsini önüme yığa- lerinin b r tetkika koyuldum. Te an dine izde, i şekline gi çoğumu- Minler değmiyen bu kitaplar, mse- larda, 9 kadar kıymetli şeyler ki yol. kn Yirada, burada üstünkörü Urşun « m kalemiyle işaret ettiğin ağ lm eni yeni daha pek çok Sim, “ydalı parçalara tesadüf et Yaj İ i in p Roy zamanda mecmualar ve kitap- ar çok i Nm Şok ve o kadar sessiz sad. ki elde edilebilmeleri SIZ çin rdan ha- olamıyor. İtiraf etmeli. kiymetli n halka i ediyoruz, #sndirme sit tarafını İtiraf et. | h *raber bunların neşrine neza- 4) zevatın biz gazetecileri ihmal | Sİ söylemek pek de haksız bir ib İlçez slunmuş olmak sayılamaz. | | 1 Min. “© VE sırası geldikçe bahsstmsk ? ödü esnrleri her vilâyetts ayrı maktan İse hic olmazsa şark v m merkezlerinde bir arada a 'arak neşretmek onlara şek'l, ii Yayım itibariyle daha ük ha kojg * vereceği gibi varlıklarını da. tiz la temin edeceği de şüphe. “im gs i "İya, > lâzem deği; bazı yerlerin maş. | az, sindeki kıymetli yazılarına Yağ > basılışları, kâğrtları pek fe- Pi Âh inkâr eenlerden değiliz k İlâzık - eski Elâziz - vilâye- Me aaa ee insizlıği görünce son nüsha iğ masrafla Adana matbaaların- İk... İC pek güzel bir şekilde hazır- şe Mvaffal olmuş. bu Oo muvaffakıyetini evimizin ayni yol ve büyük bir hiz- Ae ak haksızlık olur. Bura “balk türbüleri,, ni, “halk Hüseyin Rifat Ist ımbul Ramazan günlerinde Beyazıt camiinde Hangi manzaralarla karşılaşılı Yazan: Haberci Ramâzan günlerinde Beyazıt camii hakikaten görülecek bir yerdir. : İstanbulun dört köşesinden buraya a- kın eden müslümanların âdedi o kadar boldur ki, mübarek ayda hiç bir ca. İ miin Beyazıt camiinin kalabalık reko- runa erişebileceğini sanmıyorum, Ramazan başlamadan Beftalarca ev - vel, gazetelerde evkafın bir ilân çık » mıştı. Bunda Beyazıt camii avlusunun Ramazan için kiraya verileceği bildiri ivor ve taliplerin müracaat: ilân edili- yordu. Cami aylusunun Pazar yerine çevrilezeğini anlatan bu ilân, ilk okudu- ğum zaman, benim sinirime dokunmuş, daba sonra, bu pazarm alacağı şekli merak etmeye başlamıştım Ramazan başlıyah çok oldu, Hattâ bitmesi bile yaklaştı. Fakat son gün. lerde gazetedeki işlerim o kadar ço - galdı ki, vakitlerim o kadar daraldı ki, mutlak gidip görmek istediğim Beyazıt camiini ancak iki gün evvel ziyaret et. mek fırsatını buldum. Yola çıktığım za. man yanımda arkadaşım foto Âli vardı. Beyazıtta tramvaydan İnip te camie doğru yürümeğe başladığımız zaman, bizim gibi bir çoklarının cami kapısın - dan içeri akım ettiklerini gördük. Saa- time baktım. on dörde Yaklaşıyordu. Kendi kendime: — Tam zamanında gelmişiz. Camile. rin en kalabalık olduğu zaman, diye söylendim. İçeri girmeden evvel cami kapısı ö nündeki vaziyeti seyrettik. Burada, küçük seyyar arabalarda pi- de, simit, satanlardan başka, ayrıca li mancular, ve bir de güllâççı vardr. Fakat Ramazanın bususiyetlerinden olan güllâçlar o kadar tuhaf ve fena bir şekilde satılıyordu ki, çok sevdiğim ıyı, Beyazıt camisi kapısında rast geldiğim manzarayı hatırladıkça artık ağız tadiyle yiyebileceğimi sanmıyorum. Ufak ufak paketler halinde güllâç de- rnetlerini uzun bir sopaya iplerle asmış bir çocuk, malını, en ufak bir şekil» oli de bile muhafaza altına almağa lüzum | görmeden, sokak oratsında tox içinde satıp duruyordu. Gözümü gülliç yı kapının içine diktiğim zaman, bu sefer dilencileri gördüm. İstanbulun bir türlü kurtulamadığı bu İnsanların bir çoğu, çoluklu çocuklu, Kapıyı âdeta muhasara altına almışlar, girenin, çıkanın yaka. sma yapışıyorlardı En ehemmiyetli dertlerimizden birisi olduğu halde, alışa alışa artık haşır ne- şir olduğumuz i bu kötü manzaraya toprak rından Mp Devamı 4 üncüde | KER UlMar .UNDE EN zak e Zâhirçeleb; OK HAV: MUHTAJAR LÜGATÇE ZEN: Z.S. G— MU/TAMEL Altmış alta Aroiri matla # “ vor kon Beyazıt camiinin kapısı ve kapıdaki esnaftan biri da pek ehemmiyet vermeden yürüdük, kapıdan içeri girdik. Hayır, yanlış söyledim, “İçeri girdik, değil, içeri girerken kapının tam orta yerinde dura kaldık, demem lâzımdır. Karşımızda öyle bir manzara bulmuş» tuk ki, merhamet ve tetssürle dolan İ gözlerimizi bu manzaradan âyırmadan, İ yavaş yavaş geriye gittik.. Düşe kalka, bize doğru gelene yol açmak istiyor. Bu kimdi? Bakmız, anlatayım... Te- | mizce giyinmiş, 40 yaşlarında, gözlüklü İ bir adam. Biçarenin yarı belinden aşa- ğrst yok.. Yarım vücudu küçük bir tahta parçasının üzerine oturtulmuş, Bu tah. ta parçasmın altında ise, patinaj yer - lerinde ayakların altına takılarak kulla- İ n, tekerlekli o patinajlardan yalnız bir tane var. İki elinde tuttuğu takonya vari tahta desteklerle. müvazenesini te, min etmek istiyen zavaliz #dam, avludan kapıya çikan merdivenleri çıkarken, bir türlü müvazenesini bulamıyor, dört te- kerlekli paten'n üzerine yerleşmiş tahta sola devriliyor, tabij bi- t ta beraber. bir Kaç kişi et. İ çokları raftan koşup, bu halinle Tahrıya dua etmeye gelen iyi insanı kucaklayarak kaldırdılar. Merdivenin başma ulaştır. dılar, Oradan elindeki tahtalarla, garip atabasmi ite ite bize doğru geldi ve ka. pıdan çıkarak, Beyazft istikametinde ilerledi, gitti. Bir dakika sonra, cami avlusunun va- siyeti bizi avutmaya başlamasaydı, bu zavallı adamın acıklı halini kati'yyen unutamıyacaktık. İçeri girer girmez, sağımızda, geniş bir tahta masa üzerine kurulmuş ağız hıkçı, solumuzda da tam mânasiyle N hu Nebiden kalma bir hacıyağcı dükkâ- nı bulduk Ağızlıkçınm biraz ötesinde, İnhisar - ların yaptırdığı kırmızı renkli paviyon görünüyordu. Solda Hacıyağcıdan baş- kâ hiç bir şey yoktu. Yaln lerle inilen avluda, tam ilerimizde- bir bakkal! görünüyordu. Üstleri açılmış yağ tenekelerinin et » rafına sucuklar, peynirler, zeytin, re- gel gibi envai türlü mal dizen bu İşpor- tacı, bu havada, her an yağmur yağma. st ihtimaline karşı malların üzerini ört- miye bile lüzum görmemişti, Avlunun etrafında dahs bir çok dük- kânlar! daha doğrusu, Işportalar dizi. ti, Amma biz onların seyrini sonraya bırakarak, ortadaki şadırvana doğru yü- rüdük. Burada, polis, mektepli, esna, asker, velhasıl. her snf halktan çeşit çeşit insanlar vardı. Hepsi de paçaları srva- mış abdest almakla meşguldüler, Şadır. vanın tam camie bakan cihetine asılı büyük bir bezin üzerinde Ise şunlar oku nerdiven » nuyordu. (Kızılaya üye ol — Damla damla göl olur.) 5 Burada bir çokları âpdest alırken, bir da, etraftaki tahta sıralarda o- turup nöbet bekliyorlardı, Arkadaşım, şadırvanın bir resmini 2. hırken. ben de etrafıma bir göz gezdir. dim. Ve cami avlusunun bizim geldiği- miz zamana nazaran oldukca artan bir katıbslikla dolduğunu gö O saatte, Beyazıt camiisinin en civ. civli zamanı başlıyordu. ilen, (Sonu yarın) HABERCİ Beyazıt camiinin şadırvanı ve yarım vücudiyle, garib arabasında düşe kal- ka Tanrısına duaya gelen adam, cami- in kapısından çıkarken yata dair Öteki yıldızlarda G ÜNEŞe tabi seyyarelerde, bizim dünyamızdaki gibi mahlük- lar, İnsanlar bulunmadığı hemen he men tahakkuk etmiş. Harb ilâbının adını taşıyan yıldızda âlimler, bir zaman birtakım cedyollor görür gis bi olmuş; bu yüzden orada zokâ sa- hibi, insan oğluna çok yakın varlık- lar bulunduğuna Bütün bunlar birer X , ancak ya- nılan gözün yarattığı o birer vehim imiş. Mirrih'te insan değil, kunduz bile bulunmasına imkân yokmuş... M. Robert Kemplo Temps'da £ Ba tahsis ettiği fıkranın pertici yalnızlık,, koymuş; bu uçsuz ız kâinatın içinde yalnız, ya- alnızmışız diye pertmedi; bu derin sükütta kork lacak bir şey göremiyorum, çünkü süküt hasselerimizle değil, ancak aklımızla idrâk edebildiğimiz bir süküttur. Aklin eriştiği hakikatlerde yYeya hakikat diye kurduğu hayaller de ise —ne kadar korkunç, ne kadar etli olursa olsun — insana sü- kün veren bir hal vardır. M. Paul Valery, pek meşhur bir manzume- sinde: “O röcompense apri une ponsde — Çu'un long regard sur le <calme des dicux!,, diyor. M. Robert Kemps'in yazısını okur ken geçen sene bir dostumun söyle- diklerini hatırladım. “ Bizim bu kâ- inat içinde yapayalnız olduğumuzu zannetmek budalaca bir gurur €se- ridir. Bizim dünyamız nedir ki ta- biat, öteki parçalarından esirgediği hayatı yalnız bize, yalnız buraya nasib etmiş olsun? Düşün bir kere; yalnız arzımız değil, onu vücude ge- tiren güneş bile kâlnatın en küçük Parçalarındanmış; öyle güneşler var mış ki bizimki onların yanında bir cüce, bir hiç gibi kalırmış. Bunları bildikten sonra hayatın yalnız bi- zim arzımıza mahsus olabileceğini düşünmek kabil mi? Bunun Için insanda sonsuz ve gülünç bir nahvet bulunması lâzım,, demişti. O zaman bu sözlere hak vermiş- tim; kâlnata nisbetle bir toz pa st bile sayılamıyacak İnsanın guru- runu kırdığı için hoşuma gitmişti. “Mağrur olma insan oğlu! #enden büyük neler var!,, Sonra düşündüm, arkadaşımının sözlerinde de insan oğlunun cibilif nahyetini buldum. Çünkü (hayatın büyük bir kıymet olduğunu söyle mek de biz arzilere mahsus bir iddiz değil midir? Hayat bizim için kıy- metlidir, bizim gözümüzde servetle- rin en büyüğüdür. (Biz ondan daha büyük bir kıymet tasavvur edemiyo- ruz; etrafımızda ondan güzel bir şey bulamıyoruz da onun için öteki 8 yarelere, bizimkinden büyük dün lara hürmetimizi göstermek isteyin- Nurullah ATAÇ pap Lütfen sayfayı çeviriniz Antisrptik iv Aslan (Mödern)