Ç | Pi Dt aBa a n l'!“'ı dan Yeni hâdissler çıktı. Bu sebeple K S hak mecburiyetinde kalıyo |— üvet ve aşk romanı Fİstle'nin bu güzel roman" (VA.Nü) tarafından türkçeye çevrilmiştir. -— di b bu g, Fondr ü a ara hld'flch :: dediniz ki, tübü niçin biç 4 Pencereir , taklamışlar? Halbuki ' , n onu atmak basit Unun cevabını buluyor Üb saklanmıştı. Zira ön ş T Puu“un bulunmasını istiyordu., -— ğ < ğ;l" ' . dedi Mi? Bı_ı:ım;k istediğiniz buydu, de- uth& " DU İşte, biraz daha ileri - U ğ::ı“ bakâlım? ;:'ü—'rîm ni ihndimc şu suali sordum: ., SN tübün oulunmasını İsti- ÇUN Bihi Mıl%rıı bu sualin cevabını? çi Yünü çını ? —"'%r buldum: “Zira tübü kullan- Şwd': Sit heyecanlarından birine M h V ano! SI Mu düşüadüm? bi. Bendek ı'hum de bü Meseleyi trpkı sizin gi- -— tdiy Orüm, t a ;::1 ndu::n ;“ oldum... Mantığımda de llndm tübâadı kendime dedim ki: Bü' -e ıf-ehir âtmak üzere kul- Süretle , ©Y8e, zehirli diken başka türlü “ummıştır. Yahut diken rkekv“"“’“f- Öyle bir âletle eden g. hut bir kadın, dikkati trine “_di_klan:ıa götürebilsin. ardak ç * SiZin rsrarınız neticesi ba İstesi iz * İsanların üstündeki eşya- iy; Ptlişindaki hilimeti şimdi Te çarpı, — Thet, dikkatime — fevka- Orbürinin cigara ağızlığı ve Af ç z M Sarkvüri mübtelif cisara a- İ Urni p_u:'" Süstu, © Polis hafiyesi * y söylemi- SNt dersiniz? SLA vi fü!ünüyorsunuz? Rltaşj câğn Üyorum ki, bu ağızlıklar, Doğa, , “tmeden ağza götürülebilir. Mu düşünüyorum, doğru dü- üğre YN? te'fcmp vermeden evvel, bir N *kküre daldı. h:ı*rînîzde &rindesiniz.. Fakat düşün- 382 ö devam ediniz bakalım. Bil- zi Anm“eleıinî de unutmayınız. Thiç biç VA? İşte arı meselesi hakkın- Tn he işi ::quüçünmedim. Bunda arr- T Anl Dü amıyorum, Ti pi Hünmelisiniz halbuki... - Sanı- Bu Üt bunda büyük rolü vardır. l telefon çaldı. XA Mizeyi eline aldı. Euyıe "Allo.... Evet, benim... Puaro.. <TÜk €yi kapıyarak: - b v â, di dee t Ütvam etti: — i?il'îm__:et €vet... Anlaşıldı... Gayet tü '"&dı d siz?.. Mösyö Furniye mi? 4 Aı'lîzg l_fîmmdı bulur.uyor urnîyeyîld'ğ:;îir?n üslüne bırakarak gatuş lbiî'l *mniyet müdüriyetinde sizi Biniz ao buraya beni görmeğe gel :'ihı, z ylemişler, Kendisiyle konuş- lide he Konuşun bakalım ama, fev- Pu niytcmlı görünüyor. b Mı?e telefonu aldı ' İ:; allo.., Evet, Furniye.... Yok %b:“";llim yolf.. Fakat öyle, tanım. n tfonn ; Şimdi yanımıza geliriz. Mazar ea ü kapattı. Puaroya doğru bir SERİ. a ş[lnli kızr — :’dam Jizelin kızı. t V: ç huıun:::'m istemek üzere müracaat — b î"ed*“ geliyormuş? d.a AM » "h"büdiğim' göre, Amerika- '_hi Söylemi Sna, ön bir buçukta gelme- dlîiyıe'b Miş. Şimdi daha evvelden ken- - p:kuwp konuşmamızı istiyor. v Matm âlâ... Derhal gidelim öyley- Rınm_ özcl Grey'e Lir mektup — bıra- — rum. Şayet Jan Düpon telefon — ederse kendisine karşı sevimli davranmız. Ta- mir edilecek çoraplardan ve dikilecek düğmelerden kendisine bahsediniz. Sa- km şimdilik kablettarihi testilerden, va- zolardan açmayınız! O sizi pek takdir ediyor. Kendisine sevimli görünebildi- ğiniz kadar :öriinüı:ıüz! Puaro — Şimdi artık gidelim, — dostum, - diye davrandı - İşte beklediğim de zaten bu kadındı. Mazinin bu hayalinin sah- neye girmesini istiyordum. İptidadan beri bu kızın mevcudiyetini hissediyor- dum. Artık bu hikâyeyi aydınlatabile- beğiz, İN Tibo, onları büyük bir nezaketle karşıladı. Mutat komplimanları biri- erine karşı savurduktan sonra, no am Tibonun varisine birleri ter, mevzuu mad temas ettirdi. — Dün kendisinden bir mektup al- dım ! - dedi. - Bu genç kız, bu sabah beni görmeğe geldi. — Matmazel Moriso kaç yaşında? — Matmazel Moriso... Daha doğru- su madam Rihards... Zira kendisi evli- dir... Ve yirmi dört yaşındadır. — Resmi evrakını size sösterdi mi? - diye Furniye sordu. — Tabii, tabil... Klasörünü açtı. — Evvelâ şuna bakın Bir izdivaç — akitnamesi gösterdi. 1010 senesinde izmalarmış bir akit, Be- kâr olan Jorj Leman'la Mari Moriso. İkisi de Kebek sakinlerinden. Sonra da Anna Moriso Leman'ın tevellüt kâğıdı. Ve ikinci derecede ehemmiyette vesi- kalar. — İşte madam Jizelin hüviyetini ay dmlatan vaziyetler... - diye sevindi. Tibo: ... , — Anladığıma göre, Mari Moriso, (yani madam Jizel) bu Leman'la ev- lenmeden evvel mürebbiye yahut çama- şirerymiş. —Ahlâksız adam, onu, izdi- vaçtan sonra terketmiş . — Sonra? — Sonra, Mari Moriso, kızınım ismi- ni aldı. “Çocuk,, Sent - Mari mektebinde büyümüş, Bu mektep Kebek'tedir. KB'- dın, Kanadadan Fransaya gitmiş. Bir erkekle beraber zanırım. Arada sırada para gönderir, kızının masraflarını öder miş. Sora, müesseseye toptan para VeT miş. Hatta kızr büyüyüp de mektepten çıkınca ona vyerilmesi İ:ap eden parayı datevdi etmiş. Şüphesiz kibu sırada Mari Moriso namı diğer Leman gayri muntazam bir hayat yaşıyordu. Bütün ailesiyle münasebatı kesmeği makul usul sayıryordu. — Genç kız, servet sahibi olduğunu nereden öğrenmiş? — Birçok gazetelere ilânlar !FOY?“_l_'- Bunlardan bir tanesi Sent Mari n_'ıiıdü- resince görülmüş, madam Rihards'a tel- graf çekmiş, Madam Rihards © ı_ırada Avrupada bulunuyormuş, Amerikaya avdet etmek üzereymiş. — Kocası Bay Rihards kim? İ — Bir Amerikalr, Daha doğrusu bir Kanadalı.. Cerrahlık âletleri fabrikatö- rü. — Karısiyle beraber mi? — Hayır. Amerikada kılmxş_. öi b — Madam Rihards, annesinin 'olc.:.ı-. rülmesine ne düşünüyor? Buna dair bizi tenvir edebilir mi? — Annesine da'r hiç malümatı yok. Mektep müdiresinin söylemesine Tağ- men, kadıncağız, annesinin genç kız- lik ismini bile hatırlamıyor. (Devamı vari Her telden birer Fotoğrafla Türkiye Matbuat *genel direktörlüğünün bana da lütfetmiş olduğu (fotoğrafla — Türkiye) al. bümünü bize misafir gelmiş olan ve hiç © kuma, yazma bilmiyen “yetmişlik bir hatun derin bir ilgi ve şaşkınlıklar içinde sayfa say ta seyrederken İstanbul manzaralaşından bir çoklarını tanıyor ve sevinç gösteren jestler le: —AA A.. Burasi Rumelihisari.. Burası Çamlrca.. Burası Ortaköy.. Burası köprü.. Burası Eyüp denizi! Diye söylenirken tanıyamadığı Anadolu nun ve hele Ankaranın pek muhteşem man zaralarını göstererek: — Buralar da galiba Avrupa, Amelika memleketleri olmalı! Aman Allahrm, buralar ne kadar da güzel yerler, buralarda ne bina lar varmış, ne binalar, ne yollar! Diyordu Gülerek; — Haaayır, dedim, analık! Buralar da bi. zim memleketler... Ve resimleri birer birer işaret ederek saymağa başladım: — Burası filân yer, burası falan yer,, bü rası falan yer! Benim bu izahatım üzerine — hatuncağı- zım parmağı ağzında kaldı ve hele Ankara manzaraları karşısında şunu söyledi: — Hay buraları yapan eller dert görme sin, hay tuttukları her taş — ve toprak bu hale gelsin! Bunlar kolay kolay yapılır şey ler mi? Buraların resimleri bu kadar göz kamaştırıyor, yakmdan görüleccek sahicile ri kimbilir nasıldır? İnsanm vaktü hali ol. sa da gidip bu canım yerleri bir de yakından ö Kokmuş yumurtalı pastalar ! Şimdi de ortaya bu mesele çıktı: Kokmuş Yyumurtalı pastalar! Bu yumurtalar kokmuş olmayıp ta Basıl olacaktı ya? — Folluktan yeni çıkmış, taptaze olma lıydı! Diyeceksiniz, Yağmamı var, nerede bu bol luk? Herifçi oğlu hem yüz paraya pasta satacak, hem de onun içine günlük yumurta dolduracak! Zaten adamcağız pastasmı, pan dispanyasımı, çöreğini, kurabiyesini yollarda satarken âdeta bu ciheti itiraf ediyor: — Sütüne mi, şekerine mi, yağına mı, yu murtasmma mı? Yüz paraya bunlar, yüz! Hoş, bunlariın yollarda birer kuruşa satı lanları da caba! İşte onun İçin bu gibi şeylerin içinde taze yumurta aramak, tipkı yirmi paralık işkem be çorbasının içinde hint kumaşı . aramağa benzer. Şanghayda ne var,neyok | Bir gazetede okuduğuma göre şimdi Şang hay şu halde imiş: Bir tarafta ateş, kan, öllüim, kıyamet.. Öte tarafta vür patlasın, çal oynasın, doldür içe Uim!.. : Dünyanm bu acayip memleketinin Çinli lerle dolu olan tarafında Japon bombaları ortalığı hallaç pamuğu gibi atarken İngiliz, Amerikan, Fransız mıntakâlarında da bir çok Avrupa ve Amerikalr tüccarlar, zengin ler ve zabitler oralarda fing atan beyaz Tus kadmlarile esrar, morfin, köokaln dalgaları içinde bir yalaner cennet hayatı yaşıyorlar mış,. Fena mı yahu? “Mihneti kenduye zevk eîıııodı' r âlemde Gamı şadil gelir, böyle gidir!» Diye buna derler işte! ' O. Cemal KAYGILI Bir kadın 80 gündür baygın yatıyor' ' Londrada, bütün doktorların bir gün bile yaşıyamaz diye ittifak ettik. leri bir hasta kadın var ki, tamam 80 gündenberi yaşıyor. Yalnız kendisini kat'iyyen bilmemekte ve baygın bir halde bir hastane odasında yatmakta. dır. Bu kadın 22 yaşında bir annedir. Yüksek bir apartıman katından düş. müş ve baygın olarak hastaneye kal. dırılmıştır. Ve dediğimiz gibi hâlâ da baygındır. İşin garib tarafı bütün doktorlar, Tonton amca çarşıda yüzüğü . Ağır ceza salonu, "0 mahkeme se nin, bu mahkeme benim,, dolaşan hu ' kuk talebeleri, gazeteciler ve bir merak İr kalabalığile dolı.îp taşıyordu. Dışarda lapa lapa kar yağdığı halde kapılar ar dına kadar açıktı. Birden salon dalgalandı. Sonra öyle derin, öyle kehredici bir sessizlik oldu ki, gazetdcilerin kâğıt hışırtıları - bile duyuluyordu. Mahkeme heyeti, yerlerine oturdu lar. Salon, soluğunu kesmiş, meraktan çatlarcasına beklemeğe taşlamıştı. Mübaşir - Sıtma görmemiş bir sesle- üstüste üç defa: — Destan oğlu Hasan... Destan oğ lu Hasan, Destan oğlu Haa—sannmn.. di ye, bağırdı. Salon soluğunu keserek durdu, bek ledi. Bütün başlar lapıya çevrilmişti. İçeriye, — İki süngülü — jandarma nin ortasında—yüzü sapsarı, saçı saka lrnma karışmış bir adam girdi. Reis, zabıt kâtibine sordu: — Bu başlamış bir davamıdır? — Evet., Şahitlerin dinlenmesine kalmıştı. — Tebligat yapılmış mı şahitlere? — Evet.. Reis mubaşire: — Şahitleri çağırım!.. dedi. Mubaşirin sesi duyuldu: — Mahmuuuut oğlu Mahmut, Mah müt oğluMahmut, Mahmut oğlu Mah mut. Kapıdan içeri, orta yaşlı bir adam girdi. Reis sordu: , — Adın ne? — Mahmut. | — Babanın? Mahmut: — Ne iş yaparsın? — Yakacak kurşun odalarda işçi yim, Reis, iki jandarma arasındaki ada mr gösterdi: — Bunu tanır mısın? — Evyvet, dedi. Hasan.. Bizim fabri kada çalşırdı. — Peki bildiklerini anlat.. — Reis bey, malümunuz bizim kur şun odalar yılda bir temizlenir. Raf ları tabanları... bir hafta önce bu temiz liğe başladık. Odanın tabanındaki tor tuları temizlerken elime katı bir şey geldi. Baktım bir altın yüzük... Hemen arkadaşlara koştum. Yüzüğü evirip çevirdiler. Okuma, yazma bilenlerin söylediğine bakılırsa, içinde “Hatice, kazılmış.. Biz böyle yüzük derdindey ken birdenbire yanımızda Hasan peyda oluverdi. Elimden yüzüğü almak iste di. Vermedim. “Sat,, dedi. Satmadım. Sonra lâfrdeğiştirdi “Bu yüzük bana İı&n dedi' İşte yüzü, yalan diyorsam söylesin. Aramızda Hasanın adı “kavgacı,, çık mıştır. Biraz geçimsiz olduğundan ö türü... Bu sebepten hakkında söylenen lâfları haketmiş sayılır. “Bir maraza çıkatak,, diye korku yordum doğrusu, Gürültüyü duyanlar etrafımıza halka çevirmişlerdi. Tam yüzüğü Hasana vereceğim sı rada arkadaşlardan biri “Bu yüzük Sü leymanın yüzüğü,, dedi. Hepimiz hatır tadık. Süleymanın parmağında böyle bir altın yüzüğü ben de görmüştüm. bu kadının 80 gündenberi her gün öl. mesine intizar ettikleri halde kadmın y“masıdır. Kendisi, boğazından süt akıtılmak suretiyle beslenmektedir. Genç kocası, çok sevdiği karısımın kendisine geleceğine kani bulunmakta ve her gün birçok saatini hastasının başı ucunda geçirmektedir. Yazan: Mustafa Ni yaği ÇH Hasan gittikçe sertleşiyor, bozuyordu. Neredeyse kavga g.ıkacakti. Daha ben bunu düşünürken, Hasan üstüme atıldı. Arkadaşlar araya girdiler, bizi ayırdılar. Gürültüyü kimyager Cuymus geldi, yüzüğü elimizden aldı. — Söyliyeceklerin biti mi?. — Eve, bitti reis bey... Müddeiumumi şahitlerden kimya ger Rusuhi beyin dinlenmesini teklif etti. Kendisi gelmediğinden ifadesi ©- kundu. Kimyager Rusuhi bey Hasanın ka til olduğunda kuvvetle ısrar ediyordu. Buna benzer bir vak'aya Hamburgday ken de rastladığını anlattıktan sonra, teknik izahata girişiyordu. Hamızı kibrit bütün uzvi maddele re ve bütün madenlere tesir ettiği hal de,, altın ve plâtin gibi asil madenlere karşr tesirsizdi. Mademki Süleyman kaybolduktan sonra kurşun odalarda — ona ait bir ni şan yüzüğü bulunmuştu. Ve halâ Sü leyman ortalarda yoktu. Süleyman bir kaza eseri olarak hamızı kibrit dolu odaya düşer, suda eriyen bir tuz par çası gibi eriyebilirdi. Fakat yüzük 'bu lunduktan sonra Hasanım telâşını neye yormalıydı? Hasan kimyagerin ifadesi okunur ken yerinde duramıyor, ayağa kalka rak: A : — Yalan, iftira, diye müdahale edi yor, jandarmaların zoru ile tekrar yeri ne oturuyordu. : Kimyagerin ifadesinden sonra ehli vukuf raporu okundu. Bu da kimyagere hak veriyordu. Dışarda mubaşirin sesi: — Hasan karıst Hatice, Hasan ka rısı Hatice, Hasanm karısı- Hatice, İçeri rengi soluk bir- kadım girdi, Sendeliyordu. Reis sordu: — Admn ne?, — Hatice, — Evli misin?: — Evet.. bir sene kadar oluyor.1 Reis Hasanr gösterdi: — Bü adamı tanır mısm?.. Kadın bir reise, bir Hasana baktı. Dudaklarında bir tebessüm titredi: — Kocamı tanrmaz olurmuyum?.. Reis elindeki bir altın yüzüğü ka dına uzattı: — Bu yüzüğü?. Hatice evvelâ yüzüğü alacak gibi uzandı, sonra korkuyla elini geri çekti. Başını öne eğmişti. Mantosunun düğmesini çekiştiren parmakları titri yordu, göğüs geçirerek: —Evet, Süleymana benim verdi ğim yüzük.. Diyebildi. Durdu ve son ra ilâve etti: — Yüzük, yüzüğe benzer belki, Ama ben bunu bin yüzük içinden bile seçer çıkarırım. “— Süleyman kim? Hatice yangözle bakarken kekele di: — Benim nişanlımdı vaktile.. — Hasan ile nasıl evlendiniz?.. l Mustafa Niyazi Pi Yarın bitecek ağzını HABER, AKŞAM POSTASI; İDARE EvVİ; Istanbul Ankara Caddesi Postu kutusu : İstanbul 214 ) Telgraf adresi: iIstanbul HABER Yazı işleri telefonu; 28872 'rr ldare, ilân A 1:24870 * ABONE ŞARTLARI Türkiye Ecnebi Senelik — 1.400 Kr. « 2.700 Kr. 6 aylık 730 4, ı1450 , 8 aylık 400 , 800 .i li « 4 aylık : 150 , 3091*. . Sahibi 've NeşTigat|Müdürü: 1 Hasan Rasim Us' _luıldıılı yer | (wmınlımum