24 Nisan 1937 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

24 Nisan 1937 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Durdukca değeri artan Altından kıymetli mal nedir ? "” Altın durduğu yerde kıymetlenir mi hiç ? halbuki bak şu mala, işte bu, her geçen günde kıymetlenir, İ elli sene geçse bir servet olur |,, Yazan ; A. Faik Güneri Şu dertli dünyada dertsiz olan adam var mıdır? Hattâ, size tasasız bir anmız geçti mi? diye soran olsa müsbet cevap verebilir misiniz? — Malüm ya, hikâye- meşhurdur. Bilmem hangi hükümdarımn küçük kızmın iyileşmesi için en son çare olarak dertsiz bir adamın gömleğini giymesi gösterilmiş, aranmış taran- mış, hemen bütün dünya dolaşılmış dertsiz bir adam bulunamamış. Fa » kat nihayet küçük bir köyde bir a- dam meydana çıkmış ve: . “— Ben dertsizim, demiş hiçbir derdim yok..., Hükümdarım adamları tehalükle atılmış, hemen gömleği almak iste- mişler. O vakit, adamcağız boynu- nu bükmüş: “— Benim gömleğim yok ki.,, cevabını vermiş. Bu hikâyenin sonu eski ilk mek- tep kitaplarında şöyle biterdi: “ Evet, bir dertsiz adam bulmuş- lar, fakat onun da gömleği yok » | muş..” Yalnız dert nevi nevidir. “kasa- ba et kaygısi, koyuna can kaygısı,, derler. Vakıa ortada bir kaygı var ama şahıslara göre değişiyor. İşte bu- nun gibi herkesin, her mesleğin ve san 'at erbabının dert şekli ve bu der- | din üzerinde görüş düşünüş ayrı.. Uzağa gitmeğe ne hacet; “ekmek fiyatları yükselmiyor, zarar ediyo - ruz!,, diye bütün fırmcılar cayır cas yır yanarken onlardan başka bütün | Ş bir şehir sekenesinin “ekmek fiya- | l tr on para yükselecek,, diye ödü kor puyor. Eczacmımın, doktorun, kayık - çnın, arabacınım çeşit çeşit meslek ve san'at erbabınım derdi ve müşkülleri başka başkadır. Ben, bu meslek ve san at erbabından bir çoğiyle ayrı ay- Ti ve mümkün olduğu kadar bir has- bihal şeklinde konuştum. Bunlardan ekserisi sözlerinin gazeteye geçece » ginden haberdar bile değillerdi. O - nun için duyduklarını, düşündükleri- ni açıkça söylediler. Ben de yazıyo - rum. a “— Dünyada altın en kıymetli şey derlerse inanma azizim. Altm - dan daha kıymetli bir matah vardır.., Merak mr ettiniz? bunu ben de sizin gibi hayretle, gözlerim faltaşı gibi açılmış dinliyordum. Acaba muhatabım yeni bir keşifte mi bu . lunmuştu? Yoksa aklını mr oynata mıştı? O, sözlerine şöyle devam etti: " “— Evet, şu gördüğün halılar altmdîn_kry'metlidir... Sonra birdenbire sordu: — Altm durduğu yerde krymet- lenir mi hiç? bankada faiz getirse bile yüzde on ikiyi bu zamanda bula- | mazsın. Halbuki bak şu mala, işte Bu her geçen günde kırymetlenir. Elli | sene geçse bir servet olur vallahi.. ,, Önüme serilen ipek gibi parlryan üstü dallı, bir çiçek bahçesi kadar renkli ince İran halısına oturduğum halı döşeli sedirden bakıyordum. O da, halmm öbür ucuna çömelmiş, gözleri dalmış, kendinden geçmiş bir halde bu yüksek san'at eserini sanki ilk defa görüyormuş gibi seyrediyor- du, * Bir.arkadaş geçen güri “La Tur- gule Kamâliste,, mecmuasının yap - raklarmı karıştırırken , birden se- vincle gözleri parladı: — “—Hah..Dedi. İşte hakiki Gör- des halter... Gene bir arkadaş bilirim ki nerede bir İsparta halıst görse “övrerye * y Şimdiye kadar sebebini araştır - madığım hu sırrın hikmetini muha- tabımdan öğreniyorum: “— Het halı yapıldığı yerin hu- susiyetini taşır. İran halısındaki hus susiyet Türk halısmda başka bir şekle bürünür. İsparta halısında bir ağır başlılık vardır. Motifleri ağır- dır. Dokunuşu itinalıdır. Gördes halısr da başkadır. Bakın şu duvardar ki Gördes malına; daha ziyade mun. tazam şekiller arzediyor. Demirci, Uşak malları da büsbütün başka... Meselâ şu Uşak Anadolu yaylasıs nın bin bir çiçeğinin rengini taşıyor., k Buraya gelince dertleri tazelen- “— AhlI,, dedi. Keşke elimizde halı olsa da satsak..., — Halı yok mu? Bu yığınlar Ne?.. Diye soracak oldum. O elini şöy le bir salladı: “— Onlar da halı ama öylesi de w:—.».-- W Hİ . : ve.rrrr “ .. ... . Ki ” a — T ha c 5 L0 P e. * e— aN Tlcğer l vare ğ ıııiıî db?cıınuı"iğen gil... Bir kere İran malı gelmiyor. Hükümet onu menetti. Demin size gösterdiğim İran seccadesi 130 lira- lıktı. Şu daha küçük olduğu halde yüz seksene vermeğe düşünürüm. Fakat eğer gümrük açık olsa ben bu kadar yukıek fiyat îstemem, hem de çabuk müşteri bulurum. Bir halr ne emekle yapılır bilir misiniz? Biz bir halryı satmak - için ne kadar bekleriz hiç düşündünüz mü? Fakat bunu halka nasıl anlatır- sın ? Her gelen müşterinin ilk lâfı şu: “— Bize iyi bir halı çıkartım...,, En iyi mallardan önlerine serer- sin. — Hayır, daha iyisini... derler. Daha iyisini çıkartırsın. Nihayet bir tanesi üzerinde karar kılarlar ve pazarlık başlar. Elli lira istersin. Ne verirler bilir misiniz? Yirmi İira.. Haydi buyurun da bu müşteri ile an laşın. Fakat dükkân açık, kira, elektrik işliyor. Hükümet vergisi ister. De- dim ya, derdini kime ve nasıl anla- | tırsın ? Karşı dükkâna gider, daha a« şağı malı hiç farkında olmadan daha yüksek fiyatla alır.. E.. İsparta halıst başka, ondan sonra gelen Gülistan, Demirci, Gör- des ve Uşak, büsbütün başka şey- ler, ama anlıyan nerede?_...,. Böyle söyliyerek dert yanarken arasıra ilâve etmekten de geri kal- raryordu: “— Ah. İyi halrmız olsa da sat- memleketini görmüş gibi olur. Ade- | sak.... . ta gözleri yaşarır. A, Faik GÜNERİ Çerkes dilberi Padişah bir gece, lâleler arasında, gözdesini uzaktan süzen birini gördü ve hiddetle bağırdı : — Vurun şu herifin başını...! Nevşehirli İbrahim Paşa yetişmeseydi, cellât, Şair Nedimin kafasını uçuruyordu... — vi Yazan : İsk AİR Nedim esir pazarında dolaşırken, sadrıâzam Nev- şehirli İbrahim paşanın kahyası Os- manı gördü. Yanına sokuldu: —- Hayrola, Osman kahya! Ge- ne iyi bir mal arıyorsun galiba? Osman kahya yana yakrla anlat- t — Bugün buraya şehlâ bakışlı bir çerkes kızı getireceklermiş. Çok güzelmiş. Paşaya haber vermişler. Bana: (Haydi, esir pazarma git. Owe nu satın almadan gelme!) dedi. De- mindenberi kızları gözden geciriyo- rum. Hepsi biribirinden güzel, Fa- kat, içlerinde şehlâ bakışlı birine rastİryamadım. Nedim, satılık kızlara şöyle bir göz gezdirdi. İçlerinden bir tanesi- ni hem çok beğenmiş, hem de çok acımıştı. Esirciler bu zavallı kızca- ğızı bir koyun gibi tekmeliyorlardı. Nedim, genç kızım yanına yaks laştı: — Bana bak, yavrum! Adın ne senin ? : — Fatiş..; — Kaç yaşındasın* — On sekizine yeni girdim. — Nereden getirdiler seni? — Rusyadan.. Nedim, çerkes dilberinin kula- ğima eğildi: — Seni güzel, yağlı bir kapıya sattıracağım. Fakat, dediklerimi ya- parsan... veBatlik kız seslasatğir yafvardı. « e Ne isterseniz yaparım, kişiza- dem.. Yalnız beni bu insafsız adam- ların elinden kurtarın! Nedim, Osman kâhyaya seslene- " rek: — Bana bak, dedi, paşa efendi. “mizin aradığı kızt buldum. İşte bu- >rada bir şehlâ bakışlı dilber var.. ——— Osman kâhya şehlâdan - falan | anlar bir adam değildi. Şair Nedime kandı. Yanına koştu. Kızın yüzüne _bakarak mırıldandı: — Ay parçası gibi maşallah! Pazarlık etti, esirci ile uyuştu. Fatişi arabaya bindirirken, Nedim parlak sivah sakalını kaşıyarak, genç kızır kulağına şü sözleri fısıldamak firsatinı kaçırmamıştı: — Ben konağa geldikçe, kimseye sezdirmeden, yavaşça yanıma gel- meyi unutma, anladın mı? Fatiş memnun, arabaya bindi, Nedim © dakikada genç kızın canımı | bile istese, verecekti. * N EVŞEHİRLİ İbrahim - paşa, şehlâ bakışlı çerkes dilbe- rini haremde kapatmıştı. Fatişin yü- zünü kimse göremiyordu. Genç kız, kalfalar elinde terbiye görüyor- du. İbrahim paşa Fatişi cok s#eviyor, onu bütün gözdelerinden üstün tus tuyordu. Fakat, güzellik saklanır mı? O da nihayet saraydaki bütün gizli tu- tulan şeyler gibi günün birinde mey dana çıkrverdi. Ve güzelliği padişa- hın kulağma gitti. Bir sabah padi- | şah, İbrahim paşaya dairesinde sak- ladığı kızdan bahsederek sordu: — Böyle hasna, müstesna bir cariyeyi benden esirgiyeceğini san- miyordum! Nevşehirli İbrahim paşa, padişa» hm arzusuna nasıl karşı gelebilirdi? — Size canım feda olsun, şev- ketlüm! dedi, ferman buyurunuz, şimdi getirsinler! * Ü SÜNCÜ Ahmet, Fatişin adı. nt değiştirdi: Onü sarayda “Güzel Zerefşan,, diye çağırıyorlar- dr. Bu adı ona padişah koymuştu. & Çerkes dilberi esir pazarından satm a İmdıktan sonra drâz kapatılmıştı; Kalfalar elin de terbiye görecekti. İbrahim paşa, o günden sonra sevgili Fatişinin yüzünü göremedi. Aradan üç ay geçti. Sarayın bahçesinde lâlelerin boy saldığı ve biribirine yaslandığı bir mayıs gece- siydi. Üçüncü Ahmet “lâlezar,, ın etrafmı renkli fenerlerle donattır- mıştı. Çağlıyan başmda saz - çalı. gc yadaşe aei seratirm aktidlei ABK: Tür'üarı setlerin üzerinde; padişahın pek seve diği beş on misafirinden başka kim- se yoktu. Sadrıâzam İbrahim paşa da bir başka kameryede oturuyordu. Saz dinliyorlardı. Üçüncü Ahmet göz- desi Zerefşanı yanı başına oturt- muştu. O gece ilk defa bir kadma: — Beni çok seviyor — musun? diye soruyordu. Zerefşan şüphesiz ki bu derhal müsbet cevap veriyordu. —— Padişah birdenbire kameryenin karşısımdaki set üstünde oturan ben- degân arasında, süzgün göıleri?i Zerefşana dikmiş bir adam gördü. Kim olduğunu tanıyamadı. Tanı- mak da istemedi. Arkada dolaşan cellâda seslendi: “— Vurun şu herifin başını!..,, Cellât, karanlıkta sinen adas mın ensesinden yakalamıştı. Palası- nı çekeceği sırada, sadrrâzam silkin” di. Kameryesinden dışarıya fırladı. suale "Hünkâr kameryesine koştu: — Ne yapıyorsunuz, şevket- lâm...? Şair Nedim gibi bir adamın kellesi vurulur mu hiç?... Şair Nedim oturduğu yerde © kadar dalmıştı ki, göz yaşlarına sa- rılmış hayalleri canlandırarak kendi kendine şiirler söyleyip duruyordu. Zerefşanın ancak uzaktan gölgesi- ni görebiliyordu. Bir şeyden haberi yoktu, Eğer İbrahim pasa vaktinde ve» tişmeseydi, zavallı Nedimin - kellesi bir anda gövdesinden ayrılacaktı. Nedim bu tehlikeyi atlattıktan sonra saraya seyrek uğramağa başla- mıştı. * EDİM o y:l kadınları parma> ğına dolamıştı. Sokak aşif- telerini hicvedip duruyordu. Hat- 'ta bir gün teyzesinin Eyüpteki sahil- hanesinin duvarına beyaz. tebeşirle şu cümleyi yazmıştı: Mi “Kadma inanmak, kendıgıı ııl datmak demektir! Rüzgâr ölçüye gi- rer mi hiç? Kâhlodos eser, kâh poyraz...,, : Nedimin bu sözünü padişahın kulağma kadar eriştirmişlerdi. İ ender Fahretin haremine * amm ; _SUİtan Ahmet, Zerefşanım sev" gisinden o kadar emindi ki, ona bu sözü söyledikleri zaman: “— Şu derbederi bir daha sara- yın semtine uğratmayın!,, | Diye bağırmaktan kendini ala- madı. ÜZEE eli A RADANîiDr yıl bile geçme- mişti. Bütün İstanbul gencs leri uzaktan uzağa “şehlâ bakışlr dilber,, için yanıp tutuşuyordu. Sa- raya girip cıkan asilzadeler, harem pencerelerinde Zerefşana rastlamak hülyasiyle her gün saraya gitmek için vesileler buluyorlardı. | Bir sabah padişahın çok hiddetli olduğunu söylediler ve saray - tesri- fatçılarından biri dört kürekli bir sandal ile Eyüp sahiline geçerek şa- ir Nedimi bulup saraya getirdi. O gün Üçnücü Ahmet, şair Ne- dimle öğle yemeğini birlikte yemek istemişti. Nedim yolda binhir lâhavle çeke rek saraya geldi ve padişahın huzu- runa girdi. Padişah çok neşesizdi. Sofrada ikisinden başka kimse yöke tu, Şair Nedimin yüreği koparçası- na çarpıyordu. Belliydi ki padişah ya bir harp ilânı veya bir ihtilâl ha- beri almıştı. Nedimden teselli arı- yordu. Çorbayı ictikten sonra, harem a- gası, sofraya küçük bir altm tepsi getirmişti. Sultan Ahmet;, şair'Ne- dime eliyle işaret ederek: — Şunun kapağını aş bakalım! dedi. Nedim tepsiye elini uzattı. Ka pağı kaldırınca ağzı bir karış - açık kaldı ve kapak elinden gürültü ' ile düştü. Altm tepsinin içinde Zeref- şanın, uzun kumral saçları boynü- na dolanmış kesik başı vardı. Nedim, o kadar korkmuştu - ki, elinde tuttuğu kapağı yere düşürdü- günün bile farkmda değildi. Padişah acı bir gülüşle başını salladı: — Aşçı yamağına göz kırpar- ken, onu elimle yakaladım, dedi. İnsan kendini, ancak kadının koye nunda yatarken tahtiyar addedebir lirmiş. Zerefşan, bu sabah, cellâdın palası altında, yıldırım çarpmış bir gül yaprağı gibi derhal soldu. Ve birden ayağa kalkarak şairin ormmuzunu oksadı: — Seni affediyorum, Nedim! | Haydi Nakkaşlara haber ver: Teyze nin sahilhanesindeki duvara - tebe- şirle yazdığın sözlere altın yaldız vursunlar! — — İskender Fahrettin

Bu sayıdan diğer sayfalar: