m TEE MTA ERAT Durdukca değeri artan Altından kıymetli mal nedir? “ Altın durduğu yerde kıymetlenir mi hiç ? halbuki bak şu mala, işte bu, her geçen günde kıymetlenir, elli sene geçse bir servet olur 1, Şu dertli dünyada dertsiz olan adam var mıdır? Hattâ, size tasasız bir anmız geçti mi? diye soran olsa müsbet cevap verebilir misiniz? Malüm ya, hikâye. meşhurdur. Bilmem hangi hükümdarın küçük kızmın iyileşmesi için en on çare olarak dertsiz bir adamm gömleğini giymesi gösterilmiş, aranmış taran- mış, hemen bütün dünya dolaşılmış dertsiz bir adam bulunamamış. Fa » kat nihayet küçük bir köyde bir a- dam meydana çıkmış ve: “.— Ben dertsizim, demiş hiçbir derdim yok..,. Hükümdarın adamları tehalükle atılmış, hemen gömleği almak iste- mişler. O vakit, adamcağız boynu- nu bükmüş: “— Benim gömleğim yok ki.,, cevabını vermiş. Bu hikâyenin sonu eski ilk mek- tep kitaplarında şöyle biterdi: “ Evet, bir dertsiz adam bulmuş- lar, fakat onun da gömleği yok » | muş.. Yalnız dert nevi nevidir. “kasa- | ba et kaygısı, koyuna can kaygısı,, | Yazan ; A. Faik Güneri Şimdiye kadar sebebini araştır - madığım bu sırrm hikmetini muha- İ tabımdan öğreniyorum: “— Het halı yapıldığı yerin hu. susiyetini taşır. İran halısındaki hu. susiyet Türk halısında başka bir şekle bürünür. Isparta halısında bir ağır başlılık vardır. Motifleri ağır. dır. Dokunuşu itinalıdır. Gördes halısı da başkadır. Bakın şu duvardan ki Gördes malına ; daha ziyade mun- tazam şekiller arzediyor. Demirci, Uşak malları da büsbütün başka... Meselâ şu Uşak Anadolu yaylası» | nın bin bir çiçeğinin rengini taşıyor., » Buraya gelince dertleri tazelen- : “— Aht, dedi. Keşke elimizde halı olsa da satsak..,, — Halt yok mu? Bu yığınlar ne?.. Diye soracak oldum. O elini şöy le bir salladı: “.— Onlar da halı ama öylesi der Wr derler. Vakıa ortada bir kaygı var | $ ama şahıslara göre değişiyor. İşte bu- | nun gibi herkesin, her mesleğin ve İ san'at erbabının dert şekli ve bu der- :ğ din üzerinde görüş düşünüş ayrr.. | t gitmeğe ne hacet; “ekmek | fiyatları yükselmiyor, zarar ediyo - İ ruz!,, diye bütün fırmelar cayır ca» İğ yıt yanarken onlardan başka bütün bir şehir sekenesinin “ekmek fiya- tr on para yükselecek,, diye ödü ko” puyor. Eczacının, doktorun, kayık - çnin, arabacmın çeşit çeşit meslek ve san'at erbabının derdi ve müşkülleri başka başkadır. Ben, bu meslek ve san'at erbabımdan bir çoğiyle ayrı ay- vw ve mümkün olduğu kadar bir has- bihal şeklinde konuştum. Bunlardan ekserisi sözlerinin gazeteye geçece » ğinden haberdar bile değillerdi. O - nun için duyduklarını, düşündükleri- ni açikça söylediler. Ben de yazıyo « rum. x “ — Dünyada altın en kıymetli şey derlerse inanma azizim. Altın - dan daha kıymetli bir matah vardır.,, Merak mı ettiniz? bunu ben de sizin gibi hayretle , gözlerim faltaşı | gibi açılmış dinliyordum. Acaba muhatabım yeni bir keşifte mi bu . lunmuştu? Yoksa aklmı mı oynat» mişti? O, sözlerine şöyle devam etti: ” “* — Evet, şu gördüğün halılar altından kıymetlidir.,, Sonra birdenbire sordu: — Altın durduğu yerde kıymet. lenir mi hiç? bankada faiz getirse | bile yüzde on ikiyi bu zamanda bula" mazsin. Halbuki bak şu mala, işte bu her geçen günde kıymetlenir. Elli sene geçse bir servet olur vallahi. ,, Önüme serilen ipek gibi parlıyan üstü dallı, bir çiçek bahçesi kadar renkli ince İran balısma oturduğum halı döşeli sedirden bakıyordum. O da, halmım öbür ucuna çömelmiş, gözleri dalmış. kendinden geçmiş bir halde bu yüksek san'at eserini sanki ilk defa görüyormuş gibi seyrediyor- du. bd Bir.arkadaş geçen gür “La Tur- guie Kamâliste,, mecmuasnın Yap - raklarmı karıştırırken , birden se vincle gözleri parladı: “— Hah.. Dedi. İşte hakiki Gör- des haksr... Gere bir arkadaş bilirim ki nerede bir İsparta halısı görse memleketini görmüş gibi olur.-Ade- | ta gözleri yaşarır. 7 tek: Halı dolkunmirken ğil... Bir kere İranmalı gelmiyor. Hükümet onu menetti. Demin size gösterdiğim İran seceadesi 130 lira- İkt. Şu daha küçük olduğu halde yüz seksene vermeğe düşünürüm. Fakat eğer gümrük açık olsa ben bu kadar yüksek fiyat istemem, hem de çabuk müşteri bulurum. Bir halı ne emekle yapılır bilir misiniz? Biz bir halıyı satmak için ne kadar bekleriz hiç düşündünüz mü? Fakat bunu halka nasıl anlatır sm? Her gelen müşterinin ilk lâfı şu: “— Bize iyi bir halı çıkartın...., En iyi mallardan önlerine serer- sin. — Hayır, daha iyisini... derler. Daha iyisini çıkartırsın. Nihayet bir tanesi üzerinde karar kılarlar ve pazarlık başlar. Elli lira istersin. Ne verirler bilir misiniz? Yirmi Jira.. Haydi buyurun da bu müşteri ile an laşım. Fakat dükkân açık, kira, elektrik işliyor. Hükümet vergisi ister, De- dim ya, derdini kime ve nasıl anla. tırsın ? Karşı dükkâna gider, daha a şağı mal: hiç farkında olmadan daha yüksek fiyatla alır.. E.. İsparta halısı baska, ondan sonra gelen Gülistan, Demirci, Gör: | des ve Uşak, büsbütün başka şey” İer, ama anlıyan nerede)... Böyle söyliyerek dert yanarken arasıra ilâve etmekten de geri kal. miyordu: “— Ah. İyi halimiz olsa da sat- sak..s, A. Faik GÜNERİ TARiHi HiKÂYE Çerkes dilberi Padişah bir gece, lâleler arasında, gözdesini uzaktan süzen birini gördü ve hiddetle bağırdı : — Vurun şu herifin başını...! Nevşehirli İbrahim Paşa yetişmeseydi, cellât, Şair Nedimin kafasını uçuruyordu... eseeee et sereureseesmasae sarsan eses yan eresaRsasesURsANAEEYEN SEN KENRMERANANE AE NrUNAESUMYANENMENAUYANUNN0N v0 ManAN ANMA MAAS AA MA84BenMA48 4081 58b6 08048 EMAN AMAA AAA Yazan: /skender Fahretin AİR Nedim «sir o pazarında dolaşırken, sadrrâzam Nev- şehirli İbrahim paşanın kahyası Os- manı gördü. Yanına sokuldu: — Hayrola, Osman kahya! Ge- ne iyi bir mal arıyorsun galiba? Osman kahya yana yakıla anlat. tiz — Bugün buraya şehlâ bakışlı bir çerkes kızı getireceklermiş. Çok güzelmiş. Paşaya haber vermişler. Bana: (Haydi, esir pazarma git. O» nu satın almadan gelme!) dedi. De- mindenberi kızları gözden geciriyo” rum. Hepsi biribirinden güzel, Fa- kat, içlerinde şehlâ bakışlı birine rastlıyamadım. Nedim, satılık kızlara şöyle bir göz gezdirdi. İçlerinden bir tanesi- ni hem çok beğenmiş, hem de çok acrmıştı. Esirciler bu zavallı kızca- ğızı bir koyun gibi tekmeliyorlardı. Nedim, genç kızm yanına yak» laştı: — Bana bak, yavrum! Adın ne senin? Ea — Kaç yaşındasın > — On sekizine yeni girdim. — Nereden getirdiler seni? — Rusyadan.. Nedim, çerkes dilberinin kula- ğma eğildi: — Seni güzel, yağlı bir kapıya | sattıracağım. Fakat, dediklerimi ya” “Satlik kan sevineii yali. | > Ne isterdeniz yaparım, kişiza- dem.. Yalnız beni bu insafsız adam- lârm elinden kurtarın! Nedim, Osman kâhyaya seslene- — Bana bak, dedi, paşa efendi mizin aradığı kizi buldum. İşte bu- rada bir şehlâ bakışlı dilber var.. Osman kâhya şehlâdan falan anlar bir adam değildi. Şair Nedime kandı. Yanına koştu. Kızm yüzüne bakarak mırıldandı: — AY parçası gibi maşallah! Pnzarlık etti, esirci ile uyuştu. Fatişi arabaya bindirirken, Nedim parlak sivah sakalını kaşıyarak, genç kızın kulağına şu sözleri fısıldamak fırsstini kaçırmamıştı: : — Ben konağa geldikçe, kimseye | sezdirmeden, yavaşça yanıma gel meyi unutma, anladın mı? | Fatiş memnun, arabaya bindi. Nedim o dakikada genç kızın canmı bile istese, verecekti. * N EVŞEHİRLİ İbrahim Paşa, şehlâ bakışlı çerkes dilbe- rini haremde kapatmıştı. Fatişin yü- zünü kimse göremiyordu. Genç kız, kalfalar elinde terbiye görüyor- du. İbrahim paşa Fatişi rok seviyor, onu bütün gözdelerinden üstün tw tuyordu. Fakat, güzellik saklanır mı? O da rihayet saraydaki bütün gizli tu- tulan şeyler gibi günün birinde mey dana çıkıverdi. Ve güzelliği padişa" hım kulağma gitti. Bir sabah padi- sah, İbrahim paşaya dairesinde sak- | Jadığı kızdan bahsederek sordu: ! — Böyle hasna, müstesna bir cariyeyi benden esirgiyeceğini san- mıyordum! Nevşehirli İbrahim paşa, padişa» | hm arzusuna nasıl karşı gelebilirdi? — Size cantm feda olsun, şev. ketlüm! dedi, ferman buyurunuz, simdi getirsinler! * La ÇÜNCÜ Ahmet, Fatişin adı. nı değiştirdi: Onu sarayda “Güzel Zerefşan,, diye çağırıyorlar dı. Bu adı ona padişah koymuştu. Çerkes dilberi esir satm almdıktan sonra Sadrâzamın haremine * # kapatılmıştı; Kalfalar elinde terbiye görecekti. İbrahim paşa, o günden sonra sevgili Fatişinin yüzünü göremedi. Aradan üç ay geçti. Saray bahçesinde lâlelerin boy saldığı ve biribirine yaslandığı bir mayıs gece- siydi. Üçüncü Ahmet “İâlezar,, m etrafını renkli fenerlerle 'donattır- mıştı. Çağlıyan başında saz çalı: po Mini etemlamnladık setlerin üZeHndE; pacişakın pek seve diği beş on misafirinden başka kim- se yoktu. Sadrıâzam İbrahim paşa da bir başka kameryede oturuyordu. Saz dinliyorlardr. Üçüncü Ahmet göz” desi Zerefşanı yanı başına oturt- muştü. O gece ilk defa bir kadma: | — Beni çok seviyor (o musun? diye soruyordu. Zerefşan şüphesiz ki bu derhal müsbet cevap veriyordu. Padişah birdenbire kameryenin karşismdaki set üstünde oturan ben- degân arasında, süzgün gözlerini Zerefesna dikmiş bir adam gördü. Kim olduğunu tanıyamadı. Tan mak da istemedi. Arkada dolaşan cellâda seslendi: “. Vürun şu herifin başınt!...» Cellât, karanlıkta sinen ade mın ensesinden yakalamıştı. Palası- ni çekeceği sırada, sadrrâzam silkin- di. Kameryesinden dışarıya fırladı. | “ Hünkâr kameryesine koştu: — Ne yapıyorsunuz, şevket- Tüml,? Şair Nedim gibi bir adamın kellesi vurulur mu hiç?... kadar dalmıştı ki, göz yaşlarına sâ- rılmış hayalleri canlandırarak kendi | kendine şürler söyleyip duruyordu. Zerefşanın ancak uzaktan gölgesi: ni görebiliyordu. Bir şeyden haberi yoktu, Eğer İbrahim pasa vaktinde ver tişmeseydi, zavallı Nedimin kellesi bir anda gövdesinden ayrılacaktı. Nedim bu tehlikeyi atlattıktan sonra saraya seyrek uğramağa başla- işti. Xx N EDİM o yı kadınları parma" ğına dolamıştı. Sokak aşif- telerini hicvedip duruyordu. Hat- ta bir gün teyzesinin Eyüpteki sahil. hanesinin duvarına beyaz tebeşirle şu cümleyi yazmıştı: “Kadma inanmak, kendini al. datmak demektir! Rüzgâr ölçüye gi- rer mi hiç? Kâhlodos eser, köh poyraz... suale | İ dime eliy Şair Nedim oturduğu yerde © | : ,Sultan Ahmet, Zerefşanın sev gisinden o kadar emindi ki, ona bu sözü söyledikleri zaman: “— Şu derbederi bir daha sara- yım semtine uğratmayın!,, Diye bağırmaktan kendini ala- madı. z i A RADAN İK yıl bile geçme- mişti. Bütün İstanbul genç leri uzaktan uzağa “şehlâ bakışlı dilber,, için yanıp tutuşuyordu. Sa- raya girip cıkan asilzadeler, harem pencerelerinde Zerefşana rastlamak bülyasiyle her gün saraya gitmek için vesileler Buluyorlardı, Bir sabah padişahın çok hiddetli olduğunu söylediler ve saray. tesri- fatçılarından biri dört kürekli bir sandal ile Eyüp szhiline geçerek şa- ir Nedimi bulup saraya getirdi O gün Üçnücü Ahmet, şair Ne- dimle öğle yemeğini birlikte yemek istemişti, Nedim yolda binbir lâhavle çeke rek saraya geldi ve padişalim huzu- runa girdi. Padişah çok: neşesizdi. Sofrada ikisinden başka kimse yök» tu. Şair Nedimin yüreği köparçasi- na çarpıyordu. Belliydi ki padişah ya bir harp ilânı veya bir ihtlâl her beri almıştı. Nedimden teselli ar- yordu, iz Çorbayı ictikten sonra, harem a- ğası, sofraya küçük bir alım tepsi getirmişti. Sultan Ahmet; şair'Ne- aret ederek: — Şunun kapağını a; bakalım! dedi. Nedim tepsiye elini uzattı. Kas pağı kaldırınca ağzı bir karış açık kaldı ve kapak elinden gürültü * ile düştü. Altın tepsinin içinde Zeref. şanın, uzun kumral saçları boynü* na dolanmış kesik başi vardı. Nedim, o kadar korkmuştu ki, elinde tuttuğu kapağı yere düşürdü- günün bile farkmda değildi. Padişah acı salladı: — Aşçı yamağna göz kırpar- ken, onu elimle yakaladım, dedi. İnsan kendini, ancak kadınm koye nunda yatarken tahtiyar addedebis lirmiş. Zerefşan, bu sabah, cellâdin palas altında, yıldırım çarpmış bir gül yaprağı gibi derhal soldu. Ve birden ayağa kalkarak şairin omuzunu okşadı: — Seni affediyorum, “Nedim! lara haber ver: Tevze ndeki duvara tebe- bir gülüşle başmı Nedimin bu sözünü padişahın | şirle yazdığın sözlere altın yaldız kulağına kadar eriştirmişlerdi. r Fahrettin vursunlar! —