Haliralarını anlatan: Alman korsan gemisi “Denız kartalı" am süvarisi &ont Feliks fon Lukner —55— Japon amiraline söylemiş olduğum hakikat akla o kadar uzak geldi ki bu suretle hile- lerin en kuvvetlisine müracaat etmiş oldum Benim âsıl nazari dikkatimi celbe- den nokla haritada Mopelya adasmm etrafında kurşurkalemle”çizilmiş olan daireydi. Acaba, düşman (Deniz kar- talı) mürettebatının barmdığı bu a - dayı ziyaret etmiş miydi? Efradımdan birisi esir edildiğimiz sırada defterlerimizden birisinin kay- bolduğunu söylem'şti. Bu defterdeyse: “Ağustosun ikinci günü Mopelya ada- smda (Deniz kartalı) karaya gitti, cümlesi yazılıydı. Lâkin ne olursa ol- sun ben cesur mürettebatımın nerede bulunduklarmı sonuna kadar saklama- dayım. Amiral soruyordu: — (Deniz kartalı) nerede? — Battı. — Nerede? Nasıl battı? Hikâyeme devam ederek erzak al- katsizlik eseri olarak bir gaz fıçısı patlamış, bizde “Manila, ya geçmek ve bu gemiye elzem olan erzakı nakil için güçbelâ vakit bulabilmiştik. Amira! sordu: — Peki şimdi “Manila,, nerededir? — Mopelyr adasında! — “Manila, elinizde olduğu halde bü ceviz Kabuğu gibi tekne ile seyaha- ta çıkmaya neden lüzum gördünüz? — İki gemiye taksim olmak mecbu- riyetinde idik. Çünkü Amerikan gole- tinde ancak on beş kişiye yetişecek Bu erzak vardı. — Ya öyle mi? Ah Kont! Bizi bu kadar aptal yerine koymayınız! “Ma. Bila,, artık Mopelya adasında değildir. Çünkü siz buraya “Manila,, ile geldi. niz. Seyabatinizden maksat da İkinci bir gemiyi zaptederek yeniden korsan- Yığa başlamaktır. Nafile inkâr etmeyi- niz. Çünkü bu noktâi nazar küçücük bir tekne ile Okyanusları geçmiş ol- manız iddiasından daha makuldur. “Manila, muhakkak bu civarda dolaş- maktadır. Siz bu tekneden ayrılarak geldiniz. Manilayı en geç üç günde bulacağım! Japon amiralı da hakikatı hazmede- cek bir adam değildi. Hayali hikâyem- | le gayeme varmıştım, Fiihakika ne ' Japon kruvazörü, ne de peşimizi takip eden diğer harp gemileri “Deniz Kar- talr,, on mürettehalını Mopelya ada- sında aramayı akıl etmediler. Bu su- © retle işin doğrusunu söylemekle hile- lerin en kuvvetlisine baş vurmuş olu- yordum. Bu hakikate ilâve ettiğim ma- — Sallar evvelden kurulmuş bir hesap neticesinde söylenmiş şeyler değildi. O anda: — Yarabbi, demiştim, neler söyle- © sem de Japon amiralınm saatte otuz mil süratle Mopelyaya gidip biçare arkadaşları esir etmesine man! olabil- © sem? Sualinin zihnimde doğurmuş olduğu ilhamdı. © Japon amiralı bana Skajerak muha- , rebesi hakkında da birçok sualler sor- du. Anlattıklarımı büyük bir lezzetle dinliyor ve bıkıp usanmak bilmiyordu. £ Ben muharebeyi anlatıp bitirdikten sonra dedi ki: ; — İşte küçük donanmanın büyük | donanmaya karşı , haiz bulundukları | fsikiyetlerden birisinin misalı daha! Mükemmel teşkilâtmız biz Japonların takdir ve hajretimisi celbediyor. Yal- | me anlayamadığımız cihet, bu kadar zeki adamlar yetiştireri memleketiniz- p de iyi diplomatlar çıkmamış olması- b dır, Almanyada bütün cihanın size karşı cephe almış olduğunu görerek bunun sebebini soran kimse yok mu? Bunun sebeplerini düşünüp de sebebini! araştırmıyor musunuz? Japon amiralı ile uzun uzadıya gö- rüştükten sonra kendisine veda ve ha- pishaneye dönmek icap ediyordu. Me- ğer orada uzun müddet kalmaklığım mukadder değilmiş. Hapishanede iki saat kaldıktan sonra 'Talün ismindeki vapurun pis güvertesine nakledildim. ve Yeni Zelandaya doğru yola çıktık. Hikâyeme devam etmeden evvel “Mopelya,, da bırakmış olduğum arka- daşların başma gelenleri anlatayım. Bı rssız adada kalmış olan çocuklar ellerindeki telsiz telgraf vasrtasile, sü- varilerinin İngilizler tarafmdan esir edilmiş olduğunu öğrenmekte gecik- memişler ve meloelerinin keşfedilme- sinden korkarak bütün kuvvetlerile ikinci bir filikayı tamire başlamışlar- dı. Lâkin elli sekiz kişinin böyle bir ceviz kabuğu büyüklüğündeki tekneye binmelerinin imkân ve ihtimali ola- mazdı. (Devamı var) Prensle aram açılsa bile peşimden Fizan Macera ve aşk romanı ELEK çen Saral sadi Yazan : (vâ-N0) , Harem ağaları, rekabet yüzünden icap eders& biri birinin gözünü oyar. Lâkin, umumi ğ menfaatleri karşısında ser verir sır vermezler! Geçen tefrikaların hulâsası: Eeir taciri bacı Mumtafanm terkede rek küçük haremağalirmın nezareti işi ne tahsis ettiği sabık zevcesi isveçli Havva, Sünbül iaminde hadım edilmemiş 8 —9 yaşlarında bir zenciyi, kendine ben dediyor, Om: da hadım edilmiş gibi gös lererek yaşıtları ve bemşerileri olan di ğer Habeşli siyahilerin bastahana yatak hanesine gönderiyor. Vaka, Kvzıldeniz de, hacı Mustafanm bumuzi filosunu toş kil eden gemilerds cereyan etmektedir. Birinci harem ağası, Beşire: — Sus yahu. Bu fikirleri çocuğa aşılama.. Daha acemidir, boş boğazlık| edecek,. Hem sen, tanıdığına, tanıma» dığına bu gibi sözleri söyleyip duru- yorsun., Birinden biri gevezelik ©de- rek başını nara yakacak! — Hayır! Bunu yapmaz. Zira, hep- si de bizim cinsimizdir.. Bizim felâket ortağımızdır.. Bizler ser veririz, &8r vermeyiz.. Biribirimizi, reksbet yü- dünden ezdiğimiz görülmüştür. Lâkin müşterek olan menfaatlerimize ibane- timiz asla vaki olmamıştır. Bunun aksine bir tek misal gösteremezsin.. Ağalar, bin itina ile, çocuğu, sedye den çıkarıp yatağına yatırdılar.. Açık penbereden ılık bir rüzgür esiyordu. Filo harekete gelmiş, Kızıl denizin gi- maline doğru ilerliyordu. Vukanm koşacaklar pek çok Semra, çiçekleri bir cehennem zeba- nisine kaptıracakmış gibi, endişe ve te- lâş içinde gözlerini ve kollarını açarak yere atıldı.. Çiçekleri (o kucakladı. Ce- hennemden hayata kavuşan, tekrar yer yüzüne çıkan bir insan © sevinci ile bir kaç adım sağa sola koştu.. Titredi.. sar- silde. Ve sonra birden bütün salonu dol duran gür, şen bir sesle bağırdı: “— Boğaziçi çiçekleri, sihirli sularla yetişmiş ve büyümüştür. Onları çiğne- mek istiyenlerin ayakları biranda mer- merleşir.. Onlara uzânan eller biranda kurur.. Boğaziçi çiçekleri ölüm nedir, bilmezler, Onlara ben göğsümü verdim. Boğaziçi çiçekleri, ancak O benim gibi topraktan doğmuş mahlükların göğsün de yaşarlar. Filizlenir ve köklenirler.. Ah ne hoştur Boğaziçi çiçekleri! Bofariçi çiçekleri ne hoştur... Müzik durduğu zaman, O salonun içi alkıştan yıkılacakmış gibi sarsılryordu. Prensin; — Şampanya. Şampanya.. diye bağır ması üzerine birdenbire sükünet bulan davetliler, Semranın elini ( sıkmaktan Şampanya içmeğe vakit bulamıyordu. Semra (Boğaziçi çiçekleri) şarkrst ile misafirleri afyonla uyuşmuş (gibi ser- semleştirmişti. Şampanya kadehleri dolup boşalırken : — Porogit.. Porozit... sadaları yükse- liyordu. Her taraftan Semraya şampanya kâ- dehleri uzatılıyordu. — Meğer o ne yüksek bir artist. Ne sevimli ve cana yakm bir kadınmış! Diyenler onunla bir dakikacık olsun! konuşabilmek için fırsat aramaktan ken dilerini alamıyordu, Semra gülerek ve biraz da (Oyorgun bir tavırla prensin yanına geldiği za- man, onu ilk önce alnından öpen pren- ses Ayda olmuştu. Ve bundan sonra Sıra ile tebrike gö len erkekler Semranın elini öperek pren se teşskkür ediyorlardı. Semra bu muvaffakiyetinden O sonra bir kere daha anlamıştı ki, Alman sara- yında çok işler görebilecek ve Her Iste-' diğini kolaylıkla öğrenecekti, O gece bu toplantıda o birçok prens ve prenseslerden maada OAlmanyanın çok yüksek ailelerile de tanışmak fırsa-! tanış ele geçirmiş oluyordu. — Yarın prens Vilhelmle aram açılsa yahut bana iltifat etmese bile peşimden koşturabileceğim çok mlkin şahsiyet- ler var. Diyerek müteselli oluyor ve yordu. Davetliler Semradan o kadar memnun olmuşlar, onu o derece sevmişlerdi ki kendisini ayrı ayrı evlerine ve şatolarına! davet edebilmek için fırsat arıyorlardı. Bereket versin ki bu fırsat herkesten önce Prenses Ayda (o bulmuş ve ertesi get» İçin prensten söz almağa muvaf- fak olmuştu. Müzik ufak bir vals tecrübesi yaptı. Fakat, çiftlerden hiç kimse meydana çık mıyordu. Herkesin gözü Semraya diki! mişti, Onun tekrar ortaya (o çıkmasını, numara yapmasını bekliyordu. Ve nihayet bütün davetlilerin © arzu ve hissiyatına tercüman olan yaşlı bir kumandan zevcesi, Vilhelmin masasına yaklaşarak: | — Matmazeli bir daha dinlemek isti- sevini-. yoruz. Demekten kendini alamadı. Semra bu talebe menfi cevap verecek değildi. Bilâkis talep ve ısrarlar karşı” sında büyük bir memnuniyet hissediyor du. Fakat, Prens Vilkelm, oSemranmn yorulduğunun farkma varmuştı, İhtiyar kumandanm zevcesine güle- rek başını salladı. Ve Semraya “ken- dine güveniyorsan, işte meydan..!,, de-| mek istiyen bir tavırla elini uzatarak sala daki boşluğu gösterdi. Semra önünde duran şampanya kade hini bir yudumda midesine (boşalttı. Şöyle bir kendini yokladı. (Enerjisini topladı.. Ve ayağını sert bir o vuruşla yere basırak ayağa kalktı: — Misafirlerinizi ve sizi memnun et- mekten büyük bir zevk duyarım.. Dedi. Ağır ağır yürüdü. Eski yerine cereyan ettiği geminin yanmda harem gemisi ilerliyordu. Beşir, çocuğu bıraktıktan sonra, o tarafa doğru döndü: — Şu haremsaraya bak!.. O kadar cariye bir tek adam için. Yüzlerce genç beyaz kız, hep Hacı Mustafanın emrinde.. Ah, ben. Yüreğimden his-| gediyorum ki, kanım onunkinden daha hararetlidir.. Eğer o bir kadmı idare edebilirse, becim cevherimde on tane- sini idare etmek kabiliyeti vardır. Fakat, we dersin! Su var, değirmen yok, buğday öğü- temiyorum., Birinci harem ağası: — Öyle.. Öyle.. dedi. - Hakkm var.. Ben de, damarlarımda ayrı hırs, aynı Ateşi hissederim ama, ne fayda. Hay- di, felsefeyi bırak.. Buk, bütün arka- daşlarımız, öteki kovuşlara gitmiş. Oradaki hastalara bakmak zamanı gel- di. Kuzum hizmette kusur etmiyelim ki, hem efendimiz kızmasın, hem de bisim yavrucaklar çok telafat verme. sin., Haydi. Süinbülün yanağmı bir kere daha okşadılar. O, mütemadiyen “Imh!, diye inliyorsa da, kulağı hep bu mu- hâveredeydi. Tavsiyelerin, düsturla- rm, nasihatlarm bir tek kelimesini ka- çırmamıtşr. Hepsini beyninde yerleş- iskender F, Sertelili | — 20 — İ geldi.. Etrafında halkalanan mahmür bakışlarile süzdü. | kestra şefine seslendi? Bizans kraliçesi? insanları Sonra or- Müzik başlarken, Semra bir kraliçe edasile yürüyerek kendisine bir kaval ye aradı. “Bizans melikesi,, onun çok kıvrak rakıslarından biri idi, Semra bu raksında da diğerleri gibi çok sevilmiş: ti, Bizans melikesi dansta aradığı kaval- yeyi bulamıyarak biddetleniyor ve orta- da kendi kendine dönüyordu. Bu melodinin mevzuu da birincisi ka dar hazin ve dişindürücüydü. Bizans sarayında kocası ölerek genç yaşmda dul kalan bir prenses. İmpara- torun tertip ettiği bütün eğlencelere iş- tirak ettiği halde kendisine (göre bir kâvalye bulamıyordu. Prenses kâh çok müşkülpesent, kâh mütevazi, fakat da- ima vakur ve ciddi görünüyor, etrafın- da dolaşan riyakâr erkeklerden hiçbiri- »in kolları arasına atılmıyordu. Saçları ağırmağa başlamıştı. Ve o hâlâ oyak nizdr. Yalnızlığın verdiği ıstıraplar onu hergün biraz daha eziyor, çöktürüyor- du. Semra dansederken prensesin ıstırap larını o kadar güzel ifade ediyordu ki. “Neredesin. aradığım erkek?,, “Neredesin. bana küsen taliim?,, Diye haykırdığı zaman, © misafirler | kendilerini biran içinde Bizans sarayla- rmda yaşıyör sanmışlardı. Prens Vilhelm bile: — 'Tarih canlandr.. Kendimi impara- tor Kostantinin Vlihernasında zanne- diyorum. e Demekten kendini alamamıştı. Koskaca salonda çıt yoktu, Ve her kes sanki bir ağızdan nefes alıyormuş gibi, kımıldamadan, öksürmeden, hare- ketsiz duruyordu. Bütün gözler Semra- nm Üzerine tevcih edilmiş. Müzisiyen- lerden Müt çelan bir Alman © gencinin! hazin nağmelerile' mest olan davetliler hirân için kendilerinden geçmiş gibiydi- Ter, (Devamı var) tirmişti. Harem ağaları ortalıktan kilip meydanda kimse kalmayınca, *İ p,. şmı kaldırdı. Yanındaki pence baktı: “— Ne güzel gemi.. » diye harem © iresine bir nazar att, . Demek ki o! da, bir tek erkek var ve o onun yü ce beyaz kadmı, beyaz kızı var.. Bel kızlar.. Beyaz kızlar... Kovuşta ışıklar sönmüştü. İki rom ağası son feneri de slıp gö lerdi. Yalnız ta ilerideki kapının © rinde mini mini bir ışık görünlüyorÜ Kovuşun bu yanında da, daha 7 mini, fakat, daha pek canlı bir iki göründü: Bunlar, Sünbülün, muh gözleriydi.. Fosforlu gibi, pırıl P pırıldıyorlardı: “— O gemideki beyaz kızlar.. - öf Böylendi, - Fakat burada”. Burads başka kadınlar var.. Beni koynu” var.. Acaba onlar nasıl?.. Onlar... Hastahane kovuşunun içinde, ler, kesilmemiş, fakat (derinleşmisi İki mini mini ışığın, deminki ys” üzerinde yükseldiği, ve sonra hareki geldiği görüldü. bi Havva kuvvetli kandillerin ışığı? saatlerdir çalışıyor.. Diğer hasta b cılar da faaliyetteler.. Fakat bilh İsveçli kadın, kolları sıvamış, ne kâf ki, bu ameliyatlara nezaret eden, B dım reis, yarın Hacı Mustafaya ot ustalığından Hıhsetsin ve ölüme m küm ne kadar siyah köleyi ğı hikâye etsin., Hakikaten de Hadım reis, Fi parmaklarındaki sürat ve hünere ran oluyor: — Lokman hekim de burada o ancak bu kadar yapar.. Bize hast rm yarısını kazandırdın, kıymetli dim! - diye komplimanlar yapıyor” Havva, bu güzel tesiri kaybetme için, Mütemadiyen çalışıyor. Tiftik değiştirip, cerahatleri sıkıyor, k9” yaraları içinde parmağını gezdiriy”; Evvelce tayin edildiği gibi, en hastalar onun idaresindedir.. v hasta bakıcılar da, diğer dereceğ” yaralılara nezaret ediyor Bir aralık, İsveçli kadın deği ki: — Kızlar.. Galiba hepimiz b toplandık.. Birinci kovuşta da ad: ihtiyaç olur.. Haydi, hiç değilse iki8” orada olalım.. Alım şuradan bir a de gidin.. Orasını bir teftiş edin. ” noksan olup olmadığını anlaym.. ra, bana haber verirsiniz. — Baş üstüne, efendiciğim! Böyle “Efendiciğim!,, diye HA“ ya tabasbus çakanlar, onu bir k suda boğmak istiyen sabık raki g riydi. Otuzunu aşmış kadınlar.. nz bu mütekait gözdelerin de en gens Konuşa konuşa, geminin koridof? rında yürümeğe başladılar. İncebel mindeki zayıfı: — Bizi halayık gibi kullanıyor. di yine başn geçti! « dedi. v Şu kadm ikbalden düştü diye Üy sevinmiştim ki.. Halbuki, yine Xİ yağı gibi üste çıktı.. Eskiden, bif yi elini sürmez, “Şuram ağrıdı, ve oğun!,, diye nazlanır, emirler veli ye Fakat, iş başa düşünce birdenbire * wi rını değiştirdi. Ayağının kaydığı”! & Yar anlamaz, bir hamarat kesili/ pire, mübarek!.. Göze;gireceğim S4 uğraşıyor. Maksadı Hacı Must3f yeniden ele geçirmek.. — Fakat geçmiş ola.. — Evet, geçmiş ola. Hacı M5 bir kere onu bıraktıktan sonrs den damına düşmez. öri? — O da bizim gibi küflenecek. ge cek bağlayacak. Erkeksiz olara rünü nihayete erdirecek, Iki metruk kadın birden: çektik — Ah, erkek!.. diye içlerini ) (Devamı v0 ça"