a Halıralarını anlatan: Alman korsan gemisi kartalı” “Deniz Kont Feliks fon Lukner om süvarisi —SO Yıldırımlar dalgalara vurdukça denizden ustura ağzı gibi ince ve uzun su sütunları fışkırır , Nihayet bütün esirler, bizim müret- gür hem dostumuz hem de müttefiki- tebatla samimi veda sahnelerinden ve| mizdi. ayrılırken “Deniz Kartalı, şereline Üç defa “Hurra!,, diye bağırdıktan sonra Kambron'a taşmdı. Yemek salonunda kaptanlar gerefine bir ziyafet verdim. Benden ayrılırken hepsi elimi kemali hararetle sıkarak haklarında gösteri len çok iyi muameleyi her yerde anla” tacaklarmı söylediler, Esirlerimizin hürriyete kavuşmaları bizim için esasen mevcut olan tehlike- yi bir kat daha arttırmaktaydı. Çün- KÜ o zamana kadar yelkenli bir Alman gemisinin korsanlık yaptığı duyulma- mıştı. Elimizden kaçmıya muvâffak olmuş bir gemi olmadığı için kaybolan gemilerin Alman tahtelbahirleri tara- fmdan batırıldığı sanılmaktaydı, Şim- diyse esirlerimiz vaziyeti anlatacakin- FI için eşkâlimiz her tarafa bildirile- cek, tabiatiyle takibimize harp gemile- ri çıkarılacaktı. Pasifik Okyanusuna çıkmak niyetin de olduğumuz cihetle hiç olmazsa va- kit kazanmak için baba fingo ve Gab- ye direklerini kırdık. Ufak yelkenleri- Ye kalan Kambron'un bu vaziyette Riyo dö Janeyroya varabilmesi en aşağr on beş güne bağlıydı. Halbuki biz bütün yelkenlerimiz ve motörümüzle cenuba doğru azami süratle gidecektik. İşte böylece Kambron ayrıldı ve biz de *Deniz kartalı,, nda tekrar yalnız başı- muza kaldık. Denizde üzün milddet gezmemiş ©- lanlar, gemicilerin uzun seyahatleri yok tasavvur edemezler. Halbuki haki- kat böyledir. Deniz gemicinin dert or- tağı, sırdaşı, kıskançlıkla bazan fena- lıklar yapabilecek haris bir sevgilisi. dir. Deniz ona uzun maceralarını an- Jatır ve gemici belki de bu sebepten YAf hususunda o derece hasistir. Bahriyeli, canı sıkılmadan saatlerce denizi seyredebilir Deniz daima de ğişik, daima yenidir; her rüzgâr esişi ona yeni bir çehre verir. Yelkenli ge- miler için en fena havalardan sayılan sakin zamanlarında bile gemici denizi seyretmeye doyamaz. O zaman erimiş kurşun gibi dümdüz olan Bahırimuhit satımm hafif esintilerle Ukırışması #eyrine doyum olmaz bir manzara teş- kil eder. Küpeşteyo yaslanıp bıkma- day, usanmadan saatlerce denizi sey- retmek, güneşle pırıl piril parlıyan su sathı üstünde bir bulutun gölgesini görmek en tatlı zevklerden biridir. Denizde gece ise fevkalâdedir. Su- yun, sarin bir gölge içinde, canlı, par- lak ve hafifçe dalgalı sathı gözün ala- bildiğine uzar; üzerinde yakamozlar yanıp söner, Bulutlar sıyrılmea aym mığıyla çarmıhların ve iplerin gölge- leri kar gibi yelkenler zerinde irtisam | «der ve güvertede uzanıp yatmış olan gemici canlı bir hulya içinde mesto- İur. Teknenin muttarit salmtıları ha- maklara tatlı bir beşik gidip gelmesi verir ve gemici bü vaziyette kendini hulyaya kaptırarak yavaş yavaş ken. dinden geçer, gündüzki yorgunluklarn da tesiriyle dünyanın en tatlı ve sakin uykusuna dalar, Denizin büyük cazibelerinden biri de güneşli havalarda fırtmadır. O za. man dalgaların derin mailikleri üstün. de bin türlü rengin akisleri oynaşır ve gemi baş tarafından küçük şelâlelerle püskürerek dalgaların bembeyaz kö. püklerle süslü tepesine tırmanır, Yıldırımlar dalgalara vurdukça del nizden ustura ağzı gibi ince ve uzun su sütunları fışkırır, gece - olur; gim- gekler dalgaların boğuşmalarını par- Jak ışıklariyle aydınlatırken gökyüzln den inen şelâleler halindeki su sütun- ları denizi kamçılar. Deniz yakamoz- Jarla örtülür; geminin bıraktığı iz ar- tık altından ve ateşten bir oluktur. ... Kömür derdimiz olmadığından rüz- Falkland adaları yakmından geçer - ken Şarnkarst, ül kahramanlarının boğuldukları civarda durup bandıramızı yarıya indirdik. Sonra bir demir haçı denize bıraktık. Vatanm minnettarlığını otagıyanbu haç altı bin metro derinliğe gömülerek orada ebedi uykusunu uyuyan arka - daşlarımızn yanma ulaştı. Horn burnuna yaklaştığımız sırada ledik. Kruvazör bütün İngiliz gemile- rine ve müttefiklerine tavsiye ediyor- du: “— Dikkat ediniz! Fernando Noron- haya yaklaşmaymız! Alman muavin kruvazörü Möve bu ada civarında do- Jaşıyor.,, Demek yalnız değildik; göremediği- miz bu arkadaşa en samimi muvaffa- kıyet temennilerimizi gönderdik, Horn burnuna varacağımıza yukın kocaman bir buz dağma (Aysberg)e rasgeldik. Bahri talimainame senenin bu mevsiminde bü havalide buz dağla- rma tesadüf ihtimalinden bahsettiğin- den direkteki rasıtlar esasen gözleri- ni dört açıyorlardı. (Devamı var) Semranın Residenz tiyatrosuna bir sanatkâr sıfatiyle girmesine Mace a ve aşk romanı Beş on tüfek birden patladı. Köpek balığı” sıçradı. Havada bir kavis çizerek gerisin ge kaçmağa başladı. Su üzerinde kanlı izler bıra Geçen tefrikaların hülüsası: Havva, Hacı Mustafn ismindeki zen gin ve genç esir tlecarınr senelerce par mağı ucunda oynatmıy, fakst son gün lerde gazaba uğrayıp talâlr selâse ile başmanmış bir kadındır. Şimdi artık hiz met halayıkları arasına atılmıştır. Bu tahkire dayanamıyarak, kendini, kaldı Tıp denize fırlatıyor, halbuki, Habeş sahillerinde bulunuyorlar, o Burada da köpek balıkları var. moi Kadın, batıp çıkıyordu. Köpükler saçarak gelen köpek balı- ğı ise, ona gittikçe yaklaşıyordu. A- rada sırada, suyun üzerinde yan dö- nüyor ve eski harflerle sekiz rakamı biçimindeki ağzı görünüyordu. Nere deyse, Havvanm vücudundan bir par- çayı kapacak, ısıracak, onu ikiye ayı- racak ve lokmasmı yiye yiye gidecekti. Felâketin yaklaştığını gören cariye- lerle hadımağaları, feryatlarını gök- yüzline çıkarıyorlardı: — Geliyor... Parçalıyacak.. İmdat. Bu Sahne iki geminin arasında ce- reyan ediyordu. İkinci gemide, birta- kım silâhgorlar oturmuşlar, o gece ter- tip edilecek baskm için, silâhlarmı ha- aırlamakla meşguldüler. Kimi yayını yağlayıp, kimi tüfeğinin namlusunu parlatıyor, yahut da oklarını muayene ediyordu, Tabiatiyle, sağdan soldan yükselen teşebbüs ediliyordu Necmi bey bu koleksiyonu tiyatro di- rektörlerine gösteriyor, alâkadar olan- lardan randevu alarak Semrsyı oraya götürüyordu. O sabah Berlinin en kalabalık cad- delerinden biri olan Bilumenetr'de (Re- sidenz) tiyatrosuna birlikte gidecekler- di. Semra çok güzel giyinmiş ve başmı zarif bir Şam kumaşile şark (tarzında bağlamıştı. Semrayı yolda görenler başını çevi- rip balımadan geçemiyorlardı. Semra bu kıyafetile o kadar şirin ve cazibeli görünüyordu ki... Tiyatronun kapısına geldikleri za- man saat dokuzu on beş dakika geçi- yordu. Necmi Bey: — Daha on beş dakikamız var, yav- rum! Diyerek geniş koridorda dolaşmağı başlamıştı. Semra: — Beş on dakika önce girelim, ne o- Jur? ç Diye murıldandı. Necmi Bey güldü: — Ecnebiler dakikalara çok ehemmi- yet verirler. Randevu saatleri onlar İ- çin çok mühimdir. Dakikası dakikasına gitmek lâzım... — Pekâlâ,, Öyleyse biraz laşalım, Semra kaşlarını çatıştı: — Fakat, dedi, bu adam benim numa- ralarımi beğenmezse ne Yapacağız? Kecmi Bey önüne bakarak mırıldan- di: — Cebimde kuvvetli bir tavsiye var. İstanbulda General Falkenhaymdan ak dım. — Generalin tiyatro direktörü He ne münasebeti var? — Tiyatro direktörü Her generalin akrabası imiş. — Direktör bizden sakın? — Neden şüphelenecek?! daha do- Müller şüphelernmesin rinitli! nasıl Berlinden bir çok sanatkârlar ge liyorsa, İstanbuldan da Almanyaya bir veya birkaç artist gelebilir. Nasıl ki ge- çen ay içinde de Berline Türk musiki- şinaslarından bir grup gelmişti. — Hakkınız var? Siz elbette bu ince işleri benden iyi bilir, benden iyi düşü- nürsünüz! Necmi Bey saatine baktı? — Aman vakit geçmesin. Direktör tam dokuz buçukta gelmemizi söylemiş. Hemen içeriye haber gönderelim. Artistler sahne gerisinde provaya baş lamışlardı. Direktör odasının önünde görünen Sarışın bir kız, tavırlarından yabancı ol. dukları belli olan bu ziyaretçilerin ya- nma sokuldu: — Kimi arıyorsunuz? — Direktörü... — Şimdi göremezsiniz! Prova başlı- yor. — Fakat bize bu saatte randevu ve- ren kendisidir. — O halde haber vereyim, İçeriye girdi ve bemen dışarıya çıkarak; — Affedersiniz, dedi, bekliyor, Buyurunuz! Necmi Bey: — Bu ne şeker, ne şirin bir daktilo. Diye mırıldanarak yürüdü. Semra da onu takip etti. Her Müller şişmanca, mağrur bir a- damdı.. Maamafih koltuğundan hafifçe kımıldanarak ikisine de yer gösterdi. Sonra Necmi beyin uzattığı omektubu açtı. Dikkatle okudu. Şimdi bu mağrur adam, şen, güler- yüzlü bir patron Olmuş ve çarçabuk yumuşayıvermişti, — General Falkenhaym... Diye homurdanarak telâşla yerinden kalktı. Necmi Beye sordu; — Berline yeni mi geliyorsunuz? — Hayır, Bu ikinci gelişimdir. Semraya döndü: — Ya siz, Frülayn? — lik defa geliyorum, Her direk” güleryüzle direktör sizi bu feryatlar, onların da dikkatini cel- bettiği için yerlerinden fırladılar. Hep- si silâhlarma davrandı. Bir anda, de. nizin Üzerinde oklar vızıldadı. Beş on tüfek birden patladı, Köpekbalığı, sıçradı. Havada bir kavs çizerek gerisin geriye kaçmıya başladı. Suyun üzerinde kanli izler bt- raktı, Fakat, şüphesiz, tehlike daha geç- memişti. Burada, bu saatlerde haşka köepk balıkları da bulunabilirdi. Bere- ket versin ki, geminin kayıklarından biri, denize indirilmişti. £ İçindekiler Kızıldenize karadan geçirilirken dü. men tarafından meydana gelen bir â-| rizayı ikinci defa olarak tamirle meş- güldüler. Bu filika, denizde hâlâ batip çıkan Havva'ya doğru çalakürek iler- ledi. Adamlar, kurtarıp içeri aldılar, Fakat, İsveçli kadm: — Birakm beni... Öleceğim!.. - di- yordu. « Ölmek istiyorum. Ben bu se- fil hayata katlanamam... Eğer Hac Mustafa benimle yarım saat kadar baş başa verip konuşmak İstemezse, ilk fırsatta, hem de gecs vakti gemi yü- Türken kendimi denize atarım... Bunu, kendisine böylece söyleyiniz... Harem gemisinde, haremağalarının en meşhurlarmı toplıyarak onlaria ci- varın ahvali hakkında ve bu gece ter- tip edecekleri baskına dalr . meşveret tör! — Aman ne güzel almanca konuşu- yorsunuz! İstanbulda mm tahsil ettiniz? — Evet. Alman mektebinde. — Bravo.. Bravo.. Çok güzel aksa nmız var, Tıpk; Berlin şivesi. Demek siz Ozyental danslar yapıyorsunuz, öy“ de mi? — Evet... — Kaç numaranız var? FAĞGASINI — e OĞLU İ 15 İkinciteşrin — 1986 | Yazan :(Vvâ-N0)/ kuran Hacı Mustafa, zaten, öteki milerde işittiği haykırışmalar, sesleri ve ok atma naraları üzeri” rinden fırlamış: — Ne oluyor? Gidin tahkik edis © kalım! - demişti, Bir müddet sonra, tahkikata ©| , filika, şu haberle geldi: — Efendimiz, Havva hatun, uğ ! gazabmızdan dolayı fevkalâde mülf | sir olmuş. Kendisini denize atmiği " ger kendisiyle yarım saat olsun g* ! mek lütfunu göstermezseniz, 8'İ yen yaşamıyacağını, ilk fırsatta # . intihara teşebbüs edeceğini söylü muş. Hacı Mustafa, bir an, kaşlarını" * tı: z “.— Hayır! Bu kadınla bir dah yüze gelmemeli...., Fakat, düşündü ki, senelerce bif te yaşadığı, kendisine birçok b duyurmuş, birçok şeyler öğretmiş bü kadın, demek intihara varacaf yeis duyuyor... “— Adam: sen de... İpi bir ker pardım... O, benim üzerimde kat'i! hâkim olamaz artık.. Hem onu terfih edersem (barışırız. Müt bir hayata razı olur... Benim de karışmaz... Gemilerden birind& bir vazife ile çalışır ve yaşar... olsa karımdı... Kendisine fazla çektirmemeliyim..., 4 Böyle düşündüğü için: i — Peki! İstediğini yapacağı”! dedi, Bu sözü işiten halayıklar titrefi — Tekrar buraya mı gelecek” Eğer gelirse fena... Çünkü, Mustafaya göz koyanları gördü...“ sinin gözlerini oyar alimalish... Bereket esir taciri, onlarm yürü su serpti: — Havva bir daha Haremsarsj”i yak basmıyacaktır! - dedi - Fa nu, yaralı oğlanlar gemisinde ğim... Hazırlayın flikayı... Kırk yaş fark Hacı Mustafa ile maiyeti arasi” meşveret, flika hazırlanıntaya # devam etti: 'Tacir, lalasına: — Tantu'ya baskmın tam zam” da olacağma emin misin? . diye — Otuz kadar... Direktör başını sallıyarak takdirkâr bir tebessümle Necmi Beye döndü; — PFrülayn Berlinde çok kalmak ni- yetinde midir? — Ben kösele taciriyim.. Bir hafta sonra döneceğim. O bir iki ay Okadar kalmak arzu ediyor. Eğer muvafık bir angajman yaparsa, daha çokda kala bilir, — Tiyatromuzda böyle bir artiste çok ihtiyaç vardır. Geçenlerde bir Er- meni artisti gelmişti. Fakat, dört beş numarası vardı. Buna rağmen kendisi- ni bir hafta için angaje ettik. Halk tut- madı. Ayni numaraları üstüste bir haf- ta seyretmek, üstüste bir hafta ayni ye- meği yemekten daha güçtür. Sonra gülerek Semraya © başını çe- virdi: — Şurada biraz döner misiniz ? Semra şapkasını çıkardı., Bir Arap raksı yaptı. Kalçalarını oy-i natarak öyle bir dönüş döndü ki. Di rektör hayretinden parmağımı (ağzına götürmüş, mütemadiyen (şön, şön) de-i yip duruyordu. (Residenz) tiyatrosu direktörü Sem- ran Arap raksını çok beğenmişti. Bun dan sonra zeybek dansı, Azeri (dansı, Mısır, Cebellübnan, Şam ve (Bağdat raksları yaptı, Bunların en zor, en kıv-i rak figürlerini gösterdi. Semra cidden yüksek ve mahir sanatkâr ruhuyla oynuyordu. Necmi Bey bile Semranın çok istidat- lı bir kız olduğunu 6 gün bir daha anla- mış ve takdir etmişti. (Devamı var) bir du, — Tabit... Biz oradan çıktıkts” #aat sonra kasabayı basacaklar. — Kuvvetleri kâfi gelecek msi? — Biz, bütün müsellah v kasabadan uzaklaştırdığımız için.“ de kadmlarla çocuklardan - başk kimse kalmıyacak.. “Doğrama, vir atten ziyade sürmez... Buna emi" bilirsiniz... Ayni usulü, merhum rinizle kaç defa tecrübe ettik. Saçına ak düşmüş bir harem bu sözleri söylüyordu. Hacı M onun omuzunu okşadı: — Çok tecrübelisin, sana in lala!. dedi. - Fakat bu Tantu garezin nedir? Niçin onların beni musallat ettin? Niçin İblisane oyunu oynuyoruz? Anber lala, uzak bir hatıray! nerek başımı salladı: — Bundan altmış yıl önce kabilemi basarak, beni uğratanlar bu Tantu'lulardır, h#” - dedi. - Bütün erkeklerimiz aV*, mışlardı. O gün av bayramımızâf dun istifade eden Tantu'lular, * mizi bastılar. Bütün erkek ç0 “doğrama,, ya uğratarak, yerli ce bıraktılar... Kadınlar, matem ları çalarak, erkekleri fel berdar etti. Avdaki bal ğabeylerimiz avdet edince de, tuzlıyarak Tantululara sattı. , — Allah allah. Bu ne biçim İf, — Gayet basit... Sebebini anl* da bakımn?. Carkân