17 Kasım 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

17 Kasım 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

n Hatıralarını anlatan: Alman korsan ge misı “Deniz kartalı” nn" süvarisi Kont Feliks fon Lukner —3? — Sekiz hafta içinde yükleri tam 40 bin tonu bulan bir çok gemi batırmıştık Pinmor durdu. Filikamız giderek mü rettebatı ve kaptanı alıp getirdi. Her- kes gelince, “Pinmor” a ben de gittim ve gemiye yalnız olarak çıktım. Tayfa- larım şaşırmışlardı; gemide tek başı- ma ne yapacağımı merak ediyorlardı: — Kumandan, gemide ne yapacak a- caba? Evvelâ tayfalarm koğuşuna gittim. Evvelce benim kullandığım yatağın ya nina gittim. Oraya kendi elimle mıhla- dığım bir levha hâlâ yerinde dürüyor- du. Burada acı, tatlı ne hatrralarım var yarabbi! Kaç defa fırtmalı hava- larda bu yataktan palaspandıras fırla- mıştım, — Herkes güverteye, fırtma var! Güverte üzerinde aşağı yukarı do- laşarak kendi kendime düşünüyordum, Kavallı gemi, bu esnada dümencisiz Lalmış olduğu için akıntıyla ağır ağır sürükleniyor, yelken donanımma çar- rarak geçen düzgâr çıkardığı seslerle zanki bana şöyle söylüyordu: — Ne yapacaksın hissiz adam? Es- ki ahbabını şimdi öldüreceksin ha! Kıçta, dümen dolabı yanında, vakti- le bıçakla kazıyarak yazmış olduğum ismim yarı silinmiş bir halde duru- yordu. Fırtmalı veya sakin havalarda dümen kullanirken senelerce bana yo-| lumu göstermiş olan pusla gene oraday dı. Ne hatıralar! Tekrar “Deniz kartalı, na döndüm ve kamarama kapandım. “Pinmor,, un batırıldığını görmeye tahammül ede - miyecektim. Eski hatıralarımın müzesi olan gemi de işte böylece batırıldı. Gemide ekseriya çanaklığa tırmana- rak nöbetçiyle birlikte mükemmel dürbünlerimizle ufku —gözetliyordum. Marangoz bana orada gayet rahat bir yer yapmıştı. Bir gün gene böyle ça- |— Naklıkta etrafı gözetlerken garpta bir - gemi gördük, Hemen o istikametimizi garba çevirdik. Bir çeyrek saat sonra yelkenli olan gemiye yaklaştık ve biraz sonra da ye- etiştik. Yanmda karısı da olan kaptan bir razgafonla bize bağırdı: — Harbe dair yeni havadisleriniz var mı? Cevap verdik: - — Evet. — Gelip sizinle görüşmeyi pek ister- dim, — Buyursanıza... Beraber viski de içerdik. Gemimiz iyice yaklaştığı vakit biz- deki kalabalığı görünce şaşırdı ve cep- heye gönderilmek üzere Atlantik ada- larmdan gönüllü mü topladığımızı sor- du. Bu sefer cevap olarak “İ. D,, fila- malarını çektik, Kaptan dürbinle filamalara baktı. Rodu karışdırdı. Afalladı ve filamaları yanlış gördüğüne hükmederek tekrar dürbüne sarıldı. Fakat yanlış görme- raşti. Çektiğimiz işaretin manasi şuy- du: — Derhal durunuz! Zavallr adamm elinden dürbün dü- süverdi; kendisi de oraya çöktü. Karısı kamaraya kaçmıştı, dümenci bila dümen dolahmı bırakmış, afal a- fal bize bakıyordu. Tayfalar da am- barlara kaçmışlardı. Kaptan onları yukarıya çağırıp yelkenleri bağlatınca , Ya kadar akla karayı çekti. Esirlerimiz, gemiye yeni ahbaplar gelmesinden pek memnun oldular. Bil- hassa Kanada goletinden gelen genç kadın gemide kendi cinsinden bir ar- kadaş bulduğuna pek sevindi. Bizim sevincimiz de pek az olmadı. Çünkü Britiş Yomen isimli olan bü yeni avımızda birçok yiyecek ve bil- hassa canlı hayvanlar vardı. Taze ete hasret olduğumuz için domuz, tavuk gibi hayyanları muhterem misafirler — gibi karaıladık. Bu arada bir tavşanla alıştırılmış bir güvercin de gemimize nakledildi. Bu hayvancıklar biribirelrine fevkalâ- de ısınmışlardı; geceleyin güvercin tavşanın üstünde uyuyordu. Bu sevim- li mahlüklar seyahatimizin nihayeti - ne kadar bizimle kaldılar. Yeni avımız İngiliz gemisiyle bera- ber sekiz haftada 40.000- ton muhtelif hamuleyi denizin dibine göndermiştik. Gemimiz tıklım tıklım dolmuştu; 263 esirimiz vardı. Alman mürettebatın dört mislinden fazla olmalarına, bizim de silâhsız do- laşmamıza rağmen esirlerimiz hiçbir harekete teşebbüs etmediler. Herhan- gi bir hâdise olmadı. Anlaşılan esirle- rimiz pek sulhperver kimselerdi. “De-| niz kartalı,, mürettebatı ayarında 260 kişi, bir düşman gemisinde bulunsalar muhakkak ki esirlerimiz gibi uslu a- kıllr durmazlar, gemiyi zaptediverirler di. Bu kalabalığa bir çare bulmak lâ- zımgeliyordu. Tatlr suyumuzu ve ko- manyamızı idare etmeye mecburduk. İlk avımız olan Kambron yelkenlisini bu sebeple esirlerimize tahsis ettim. Esirleri bu gemiye naklederek hepsini serbest bırakacaktım, Kambron bu maksada göre hazırlan- | dı. Cüvariliğine de, esirlerimiz ara - sındaki on iki kaptandan, Pinmor sü- varisini tayin ettim., Pinmor süvarisi Müllen İngiliz olduğundan Kambrona İngiliz bandırası cçekildi. Esirlerimiz arasında ekseriyeti teşkil eden Frans sızlar bu işe oldukça üzüldüler. (Devamı var) teşrin — 1936 ..İ . 17 İkinci N, Ç Yazan : (va-Nü)î Macera ve aşk romanı Havva, “Ben hizmet cariyesi olamam! Ben yaşamağa ve erkekleri kendine âşık etmeğ'iyi alışık bir kadınım!,, dedi ve kendini köpek ö balıklarının kaynaştığı denize attı Ceçen tefrikaların hülâsası: Eva, İsveçli muhteris bir — kadındır. Başından binbir macera geçerek ve aşkı cenubun esmer erkeklerinden arayarak güneşli memleketlere doğru — inmiştir. Şimdi, kırkımı geçkin bir yaştadır. Hav va ismile Müslüman olmuştur; ve kendi sinden pek daha genç bir — erkek olan Hacı Mustafa isminde zengin — bir esir tacirinin' zevcesidir. Lâkin, o güne kâ dar kocasını sımsıkı elinde tutan Hav va; bu istibdada isyan eden Hacı Mus tafa tarafından talâkı selâse ile boşan mıştır. Bunu öğrenir öğrenmez heyeca nından bayılıyor. * * 4 — Öyleyse talâkı selâse ile boş ol...| Sabık Eva, müslümanlıkta bu, sözün ne derece ağır olduğunu biliyordu. Bir taraftan heyecan, bir tarâftan hama- mın sıcağı, bir taraftan da Hacı Mus- tafanın sinirleri oynatan süküneti ve zalimane hareketleri... Hepsi bir araya gelince, zavallı İsveçli kadın, artık bu kadarma dayanamazdı. — Hayh! - dedi - Şarkkadak düşerek bayıldı. Hâvva, gözlerini açtığı vakit, uyku- dan uyandığını sandı: — Kızlar... - diye seslendi. Cevap yok... Halbuki, esir tüccarımın karısı, se- nelerdenberi, uyku âleminden uyanık- lık âlemine büyük iltifatlar, ikramlar içinde geçmeye Aalışmıştı Adetiydi: “Kızlar!,, diye seslenir; “Emredin e- fendimiz!,, diye etrafını alırlardı. Ki- mi sütünü getirir, kimi dizlerini oğar, kimi saçmı tarar, kimi legen ibrik ve kokularını, kimi de gündüzlük elbise- lerini hazırlardı. Fakat bu uyanışında niçin cevap ve- ren olmadı ya?.. Hem, Havva'nın başı da ağrıyor... Tuhaf şey... Burası nere- si?. Niçin harem dairesindeki muhte- şem yatak odasında yahut bahçe gü- vertedeki salıncağında değil de alelâde bir odada, alelâde bir yatakta yatı- yor? Kulağına, müstehzi bir ses çalındı: — Eh!. Düşmez kalkmaz bir Allah.. Yerinden sıçradı... Yaşı kırkından fazla üç hizmet ca- riyesiyle bir haremağası, büyük bir tepsinin başma oturmuşlar, iş görüyor- lardı. Gördükleri iş gundan ibaretti: Yıkanmış eski bezleri ditmek, lif lif a- yırmak... Bu lifleri de tepsinin içine yığmak... Ötede, kapısı açık küçük bir dolabın içinde de yığın yığın sargılar duruyordu. Havva, bunların ne olduğunu anla- makta güçlük çekmedi: Liflere, tiftik derlerdi. Bunlar, o zamanın tedavi â- deti üzere, yaralara konulurdu. Ya- kında, gemilere yeni hadım edilmiş ço- cuklar getirileceği için, bunlarla, kesi- len uzuvlarının yeri örtülecek, sargı- larla da bağlanacaktı. Arada sırada yaraları açıp tiftik ve sargısını yeni- lemek, o devrin yara tedavisinin şek- liydi ki, son asra kadar Osmanlılarda | devam etmiştir. Hattâ Namık Kemalin “Dittiler etlerini tiftiğini ditmer beytindeki “tiftik,, de bu manayadır! Köşede fıçı fıçı tüuzlar düruüyordu. |- Bunlar-da, küçük haremağgalarının te- davsine mahsus maddelerdi. » & Fi Semra, Çıplak dansözün Istanbula e D casusluk için geldiğini öğrenmişti — Emredersiniz, paşam! — Danzs bilir misin? — Mektepte birinci gelirdim. — Şark dansları..? — Onları da bilirim, — Almanyaya (meşhur bir şark dan- sözü) sıfatile gideceksin! Nasıl.. Bu işi yapabhilir misin? — Yaparım paşam! — Âlâ, Şimdi beni dinle: Necmi Beyin seni tavsiye — edeceği bir barda çalışmağa gideceksin! — Orada (Fregolya) adlı bir dansöz var.. Onun- la dost olmağa ve onun kimlerle görüş- tüğünü anlamağa çalışacaksın. | Berlinde, — Fregolya,. Çıplak dansöz. — Ta kendisi, Tanıyor musun? — Geçen sene tepebaşında bir kere seyretmiştim. — Hah.. Tamam işte. Vazifen takip etmek., Fakat, sezdirmeden, — Elde ettiğim malümatı ne vasıta ile ve nereye bildireceğim? — Berlinde Necmi — Beyle sık sik karşılaşacaksın! Gördüklerini ona anla- tırsın! Vazifen bundan ibarettir. onu Enver paşa Semranın almanca konuş masını ve ciddiyetini pek beğenmişti. Salondan çıkarken: — Bü bir memleket işidir, dedi, harp zarmanında bir insanın memleketi hesa- bına casusluk, vatanperverliğin en bü- yüğüdür. Bu işte göstereceğin muvaffa kiyet nisbetinde mükâfat göreceksin! Ufak bir ihanetin sabit olürsa, görece- ğin en hafif ceza, kurşundür! Enver paşanın fazla duracak — vakti yoktu. Necmi Beye gözünün ucuyla, Semranın anlayamadığı bir işaret ver- dikten sontra salondan çıktı.. — Yalının rıhtımına yanaşmış olan muşa atladı. Necmi bey de Semra ile yalının arka kapısından caddeye çıktılar. Semra şaşkın şaşkın Necmi yüzüne bakıyordu, — Ben casusluk yapamam, — Necmi | amca! Diyecekti. Söylemek istediği sözler boğazında düğümlendi. Ve paşanın sa- londan çıkarken: “Bir insanın memleketi hesabına ya- pacağı casusluk, — vatanperverliğin en büyüğüdür!,, ; Dediğini hatırlıyarak sustu. Bir müddet konuşmadan yürüdüler.. Semra hayretini gizliyemedi: — (Çıplak dansöz) buraya casusluk yapmağa muı gelmiş? — Evet, yavrum! — Bunu nasıl keşfettiniz? — Askeri sansür memurlarımızdan biri haber verdi. Trenden inerken ken- disini şüpheli görmüş.. Muayeneye sevk edilince vücudunda ecza ile yazılmış ba zı Türk isimleri bulundu, Necmi Bey fazla tafsilât vermedi: — Ötesini Berlinde konuşuruz, Sem- ra, | Ve arkasından şu sözleri ilâve etti: — Sakın Semihaya — bir şey açma! Vazifenin Almanyada belli — olacağını söyle., İşte o kadar. — Peki. Bana itimat ediniz. — Necmi Bey! Başımı veririm, içimi açmam.. Ben öyle bir kızım. Yalnız bir şey sorma- ma müsaade ediniz: Ne vakit hareket edeceğimizi öğrenebilir miyim? — Yarın akşam.. — Birlikte mi gideceğiz? — Bir trenle.. Fakat, biribirimizi ta- nıimıyormuşuz gibi davranacağız. Ön- dan ötesini bana bırak. Yolda sana icap beyin [ eden talimatı vereceğim. Berlinde nere- Yazüın; iskender F. Sertelli — / —— ye ineceğini, kiminle temas o zaman öğrenirsin! edeceğini Akinci kısım Beriinde Friedrichştrasede - Monopol otelinde 31 numaralı oda! Semra Berline gelir gelmez, kösele tüccarı Necmi Beyin delâletile bu otele inmişti Kösele tüccarı Necmi beyi okuyucu- larımıza tekrar tanıtmaya lüzum gör- müyoruz. Necmi beyi şüphesiz ki derhal tanı- dınız! Semra İstanbulda eski Arap ve Türk danslari öğrenmişti. O, bu numaraları Berlinde angaje o- lacağı herhangi bir tiyatro sahnesinde yapacaktı. İlk önce, indiği otelin beşinci katın- da 31 numaralı odayı kiraladı. Ötelin defterine onu şöyle kaydetti- ler. “Türk artisti Semra hanim. ;, Semra oteldeki odasında üç gün bir yere çıkmadan numaralarını etüd etti. Ecnebi memleketlerde oryental raks- lara çok ehemmiyet vermekle beraber, elbette bu raksların çok cazip ve kıvrak olmasına da dikkat ediyorlardı. Semra numaralarını iyice. pişirir!.. 1, Necmi bey de onu tiyatrolardan birine bağlamak için geceli gündüzlü çalışı- yordu. - Semra on iki pozluk bir resim kolek- siyonu hazırlamıştı. (Devamı var) “ V Havva, kalktığı yere baktı: Odâ* lindeki büyük kamaranın Jlâaletif| bir sediriydi. Yerde oturup 6477*1 kısım diğer kadınların yatakları da ay* dadaki başka sedirlerdi... | izey, T Ellerini işlerinden çekmiyerek, "|z kuvv yuna tiftik diderek, kadınlar, 008 |? etmek tihza ile bakıyorlardı. Içlerinde”f 'â:—mm çaçaronu dedi ki: Ü zan — Ya... Böyle işte hatuncağiZ'l Sen de en nihayet yuvarlandın, 8* f bizim yanımıza... Otur da çalışır sargıları bir nizamına koy... El ü iyi iş gelirmiş diye ötedenberi : 9 '. dururuz... Yarâalılara bakmasını PT h. yi bilirmişsin... Efendimize faydaf | ** künur... R, Sıska, nuhuset suratlı bir diğed. 8nüru — Ben de eskiden senin gibiy6'| Sabık kaympederin Hacı Bilâlin 8| desiydim... Fakat, işte!... Bak ai l me! ee Ön dişleri tamamiyle dökülmüs “Beç üçüncüsü: 4 — Halayık iki türlüdür, birinci | şidi, odalık plur; hatttâ onu nik#$” bile alırlar... Çocuk doğurursa, M" , kazanır, ne âlâ, baş köşeye geçer “h rur. Ama, kısırın biriyse, ihtiyarlâ? ca haydi bakalrm hizmet halayıklı$” Bt Senin ve bizim gibi.. Hah hah hah- Pt Birinci çaçaron: B — Üzülme hatuncağızım... Alm'E zın kara yazısı... Sen de çekecekİk,, ; ğ en V, Hem ünütma ki, parlak devrin bü '|leyyı Sttiri şa kadar sürdü... Hacı Mustafay! PPP kağı, mağının ucunda oynattın... Fakat, ll ».. a ma gibi oğlanı mezara kadar sür yöcek değildin ya... İşte vurdu teF Haremağfası: — Otur, otur da çalış... Bu sözlerin her cümlesi Havvt suratma aşkedilmiş birer tokat g'iıî'i _ liyordu. Birdenbire, gururla, D” kaldırdı: — Ben sizin gibi değilim ve ola—wj - diye haykırdı. - Ben bu kadar kinliğe katlanamam... — Katlanamazsın da ne yıı.pal'snı * ko kuzum?.. İ di Üç kadın ve bir haremağası, İşİ' brrakıp, nispet verircesine, Ha da baktılar! Be — Haydi, haydi... Ne yapnri“;' Ta Buraya düştün, artık çalışmıya bursun... çe — Hiç de mecbur değilim... Ne pacağımı görün işte... n Odanın kapısı, güverteye doğru ti İtyordu. Havva, dölgün vücud! umulmıyacak bir çeviklikle koştu: B Arkasmdakiler: | — Nereye?.. Ne yapacak?.. Am di Dikkat! Yakalaym! - diye haykıl” S lar... Br Fakat, o, hiçbirinin telâşma, | ki canma ehemmiyet vermiyerek, Ve teyi aştı... j & — Atılıyor... Kendisini deniz€ vi YOTr... B — İmdat... İmdat. * " — Burada köpekbalıkları da | İmdat!.. z Bir bağrışma... Bir çığrışma.. 9? :' tan koşanlar... Öteki gemilerden ©* | verteye toplaşanlar... Lâkin, hiçbirinin haykırışmas! bi etmedi, Havva, arkasındakilere: —| bi — Ben sizin gibi değilim... Ben: , hh met cariyesi olamam... Ben, hâkiff. b mak için yaradılmış bir insanım." ( te erkekleri kendine âşık etmeye “ 4 bir kadınım... İşte kendimi öldü & rum! - dedi. Ve, köpekbalıklariyle meşhur * h bu denize, kendini fırlatıp attı.. Battı, çıktı... z Uzaktan, denizin sathında bir * | — P çizgisi görüldü. b Bağrıştılar: — Köpekbalığı! Köpekbalığı! — ÇArkası Vati

Bu sayıdan diğer sayfalar: