A A A m e a gr y eğ Hatıralarımı anlatan: Alman korsan gemisi “Deniz kartalı” om” süvarisi dont Feliks fon Lukner kzn kb gi Sekiz hafta içinde yükleri tam 40 bin tonu bulan bir çok gemi batırmıştık Pinmor durdu, Filikamız giderek mü rettebatı ve kaptanı alıp getirdi. Her- kes gelince, “Pinmor” a ben de gittim ve gemiye yalnız olarak çıktım. Tayfa- larım şaşırmışlardı; gemide tek başı- ma ne yapacağımı merak ediyorlardı: — Kumandan, gemide ne yapacak a- caba? Evvel& tayfalarm koğuşuna gittim. Evvelce benim kullandığım yatağın ya nına gittim. Oraya kendi elimle mıhla- dığım bir levha hâlâ yerinde duruyor- du. Burada acı, tatli ne hatıralarım var yarabbi! Kaç defa fırtmalı hava- larda bu yataktan palaspandıras fırla- mıştım. — Herkes güverteye, fırtına var! Güverte Üzerinde aşağı yukarı do- Taşarak kendi kendime düşünüyordum allı gem!, bu esnada dümencisiz iv 14 olduğu için akmtıyla ağır ağır sürükleniyor, yelken donanımma çar- k geçen düzgür çıkardığı: seelerle i bana şöyle söylüyordu: — No yapacaksın hissiz adam? Ee. ki ahbabmı şimdi öldüreceksin ha! Kıçta, dümen dolabı yanmda, vakti- le bıçakla kazıyarak yazmış olduğum ismim yarı silinmiş bir halde duru- yordu. Fırtmalı veya sakin havalarda dümen kullanipken senelerce bana yo Tumu göstermiş olan pusla gene oraday dı. Ne hatıralar! Tekrar "Deniz kartalı, na döndüm ve kamarama kapandım. “Pinmor,, un batırıldığını görmeye tahammül ede - miyecektim. Eski hatıralarımın müzesi olan gemi de işte böylece batırıldı. Gemide ekseriya çanaklığa tırmana- rak nöbetçiyle birlikte mükemmel dürbünlerimizle ufkü gözetliyordum. Marangoz bana orada gayet rahat bir yer yapmıştı. Bir gün gene böyle ça- naklıkta etrafı gözetlerken garpta bir gemi gördük, Hemen o istikemetimizi garba çevirdik. Bir çeyrek saat sonra yelkenli olar gem'ye yaklaştık ve biraz sonra da ye- tiştik, Yanmda karısı da olan kaplan bir msgafonja bize bağırdı: , — Harbe dair “yeni havadisleriniz var mı? Cevap verdik; — Evet, » — Gelip sizinle görüşmeyi pek ister. Gim. — Buyursanıza,.. Beraber viski de içerdik, Gemimiz iyice yaklaştığı vakit biz- deki kalabalığı görünce şaştrdı ve cep- keye gönderilmek üzere Atlantik ada- Isrından gönüllü mü topladığımızı sor- du. Bu sefer cevap olarak “İ. D, fila malarını çektik, Kaptan dürbinle filamalara baktı Rodu karışdırdı. Afalladı ve flamaları yanlış gördüğüne hükmederek tekrar dürbüne sarıldı. Fakat yanlış görme- — Derhal durunüz! avallı adamım elinden dürbün di. rdi; kendisi de oraya çöktü. Karısı kamaraya kaçmıştı, dümenci e dümen dolabmı bırakmış, afal a- fnl bize bakıyordu. Tayfelar da am. 1 a kaçmışlardı. Kaptan onları rıya çağırıp yelkenleri bağlatınca ya kadar akla karayı çekti. Esirlerimiz, gemiye yeni ahbaplar gelmesinden pek memnun oldular, Bil- hasen Kanada goletinden gelen genç kadın gemide kendi cinsinden bir ar. kadaş bulduğuna pek sevindi, » Bizim sevincimiz de pek üz olmadı. Çünkü Britiş Yomen isimli olan bu yeni avımızda, birçök yiyecek ve bil-! hassa canlı hayvanlar vardı. Taze ete hasret olduğumuz için dömüz, tavuk gibi hayranları muhterem misafirler) gibi karşıladık. Bu arada bir tavşanla alıştırılmış i. Çektiğimiz işaretin manası şuy-| bir güvercin de gemimize nakledildi. Bu hayvaneıklar biribirelrine fevkalâ- de ısınmışlardı; geceleyin güvercin tavşanın üstünde uyuyordu. Bu sevim- li mahlüklar seyahatimizin nihayeti - ne kadar bizimle kaldılar. Yeni avımız İngiliz gemisiyle bera- ber sekiz haftada 40.000 ton muhtelif hamuleyi denizin dibine göndermiştik. Gemimiz tıklım tıklım dolmuştu; 268 esirimiz vardı. Alman mürettebatm dört mislinden fazla olmalarına, bizim de silâhsız do- laşmamıza rağmen esirlerimiz hiçbir harekete teşebbüs etmediler. Herhan- Eİ bir hâdise olmadı. Anlaşılan esirle- | rimiz pek sulhperver kimselerdi. “De-|! niz kartalı,, mürettebatı ayarında 260 kişi, bir düşman gemisinde bulunsalar muhakkak ki esirlerimiz gibi uslu a kıllı durmazlar, gemiyi zaptediverirler di. Bu kalabalığa bir çare bulmak lâ- zamgeliyordu. Tatlı suyumuzu ve ko- manyamızı idare etmeye mecburduk. İlk avrmiz olan Kambron yelkenlisini bu sebeple esirlerimize tahsis ettim. Esirleri bu gemiye naklederek hepsini serbest bırakacaktım, Kambron bu maksada göre hâzmlan- dı. Süvariliğine de, esirlerimiz ara - sındaki on iki kaptandan, Pinmor sü varisini tayin ettim. Pinmor süvarisi Müllen İngiliz olduğundan Kambrona İngiliz bandırası çekildi. Esirlerimiz &rasında ekseriyeti teşkil eden Fran sızlar bu ise oldukça tüzüldüler. (Devamı var) | Macera ve aşk romanı Havva, “Ben hizmet cariyesi olamam! Ben hâk yaşamağa ve erkekleri kendine âşık elmeğ alışık bir kadınım!,, dedi ve kendini köpek balıklarının kaynaştığı denize attı Geçen tefrikaların hülâsası: Eva, İsveçli muhteris bir (kadındır. Başından binbir macera geçerek ve aşkı cenubun esmer erkeklerinden arayarak güneşii memleketlere doğru © inmiştir. Şimdi, kırkını geçkin bir yayladır. Hav va ismile Müaüman olmuştur; ve kendi sinden pek dahâ genç bir erkek olan Hacı Mustafa isminde zengin o bir esir tecirinin zevcesidir. Lâkin, o güne ka dar kocaşını stmstkr elinde tutan Hav va; bu İstibdada isyan eden Hacı Mus tafa tarafından tallkı o#lâse ila boşan mıştır. Bunu Öğrenir öğrenmez heyeca mından bayılıyor, GM — Öyleyse talâkı selâse ile boş ol... Sabık Eva, müslümanlıkta bu, sözün re derece ağır olduğunu biliyordu. Bir taraftan heyecan, bir taraftan hama- mın sicağı, bir taraftan da Haci Mus- tafanm âinirleri oynatan süküneti ve zalimane hareketleri... Hepsi bir araya gelince, zavallı İsveçli kadın, artık bu kadarına dayanamazdı. — Hayh! - dedi - Şarkkadak düşerek bayıldı. Hâvva, gözlerini açtığı vakit, uygu dan uyandığını sandı: — Kızlar... » diye seslendi, Cevap yok... Halbuki, esir tüccarmın karısı, se- nelerdenberi, uyku âleminden uyanık- Yık Alemine büyük iltifatlar, ikramlar içinde geçmeye alışmıştı Adetiydi: “Kızlar!,, diye seslenir; “Emredin e- fendimiz!, diye etrafmı alırlardı. Ki- mi sütünü getirir, kimi dizlerini oğar, kimi #açmı tarar, kimi legen ibrik ve Semra, Çıplak dansözün Istanbula casusluk için geldiğini öğrenmişti — Emredersiniz, paşam! — Danş bilir mi — Mektepte birinci gelirdim. — Şark dansları..? — Onları da bilirim, — Almanyaya (meşhur bir şark dan- sözü) sıfatile gideceksin! Nasıl., Bu işi yapabilir misin? — Yaparım paşem! — Alâ. Şimdi beni dinle: (o Berlinde, Necmi Beyin seni tavsiye (o edeceği bir barda çalışmağa gideceksin! (o Orada (Fregolya) adlı bir dansöz var.. Onun- la dost olmağa ve onun kimlerle görüş tüğünü anlamağa çalışacakam, | — Fregolya.. Çıplak dansöz, — Ta kendisi, Tanıyor musun? — Geçen sene tepebaşında bir kere seyretmiştim. — Hah.. Tamam işte. Vazifen Oonu takip etmek. Fakat, sezdirmeden, — Elde ettiğim malümatı nc ile ve nereye bildireceğim? — Berlinde Necmi OBeyle sk sık karşılaşacaksın! Gördüklerini ona anla- tırsın! Vazifen bundan ibarettir, Enver paşa Semranım almanca Konuş masını ve ciddiyetini pek (o beğenmişti. Salondan çıkarken: — Bu bir memleket işidir, dedi, harp zamanında bir insanın memleketi hesa- bena casusluk, vatanperverliğin en bü- yüğüdür. Bu işte göstereceğin muvaffa kiyet nisbetinde mükâfat göreceksin! Ufak bir ihanetin sabit olursa, görece- n en hafif ceza, kurşundür! vasıta Enver paşanın fazla duracak (o vakti yoktu. Necmi Beye gözünün ucuyla, Semranım anlayamadığı bir işaret ver- dikten sonra salondan çıkt. o Yalının rihtımına yanaşmış olan muşa atladı. Necmi bey de Semra ile yalının arka kapısından caddeye çıktılar. Semra şaşkın şaşkın Necmi yüzüne bakıyordu. — Ben casusluk yapamam, Necmi amca! Diyecekti. Söylemek istediği sözler boğazında düğümlendi. Ve paşanın sa- londan çıkarken: “Bir insanm memleketi hesabma ya- pacağı casusluk, (o vatanperverliğin en büyüğüdür!,, z Dediğini hatırlıyarak sustu, Bir müddet konuşmadan yürüdüler.. Semra hayretini gizliyemedi; — (Çıplak dansöz) buraya casusluk yapmağa mx gelmiş? — Evet, yavrum! — Bunu nasıl keşfettiniz? — Askeri sansür memurlarımızdan biri haber verdi. Treüden inerken ken- disini şüpheli görmüş.. Muayeneye sevk edilince vücudunda ecza İle yazılmış ba zı Türk isimleri bulundu. Necmi Bey fazla tafsilât vermedi; — Ötesini Berlinde konuşuruz, Sem- ra, | Ve arkasından şu sözleri ilâve etti: — Sakın Semihaya (o bir şey açma! Vazitenin Almanyada belli © olacağını söyle., İşte o kadar, — Peki. Bana itimat ediniz, Necmi Bey! Başım: veririm, içimi açmam,. Ben öyle bir kızım. Yalnız bir şey sorma» ma müsaade ediniz: Ne vekit hareket edeceğimizi öğrenebilir miyim? — Yarn akşam, — Birlikte mi ceğiz? — Bir trenle, Fakat, Diribirimizi ta- nımıyormuşuz gibi davranacağız. On- dan Ötesini bana bırak. Yolda sana icap eden talimatı vereceğim. Berlinde nere-i beyinç ; e e. w | Ri - AŞIM AYASININ Dm kokularını, kimi de gündüzlük elbise- lerini hazırlardı. Fakat bu uyanışında niçin cevap ve- ren olmadı ya ?... Hem, Havva'nın başı! da ağrıyor... Tuhef şey... Burası nere-| 8i?. Niçin harem dairesindeki muhte. | gem yatak odasında yahut bahçe gü- vertedeki salmcağında değil de alelâde bir odada, alelâde bir yatakta yati- yor? Kulağına, müslehzi bir ses çalındı: — Eh!. Düşmez kalkmaz bir Allah.. Yerinden sıçradı... Yaşı kırkından fazla üç hizmet cü- riyesiyle bir haremağası, büyük bir tepsinin başma oturmuşlar, ig görüyor- lardı. Gördükleri iş şundan ibaretti: Yıkanmış eski bezleri ditmek, lif U£ a- yırmak... Bu lifleri de tepsinin içine yığmak... Ötede, kapısı açık küçük bir! dolabın içinde de yığın yığın sargılar! duruyordu. Havva, bunların no olduğunu anla- makta güçlük çekmedi: Liflere, tiftik derlerdi. Bunlar, o zamanım tedavi â- deti üzere, yaralara konulurdu. Ya- kında, gemilere yeni hadım edilmiş ç0- cuklar getirileceği için, bunlarla, kesi- len uzuvlarının yeri örtillecek, sargı- larla da bağlanacaktı. Arada sırada yaraları açıp tiftik ve sargısını yeni- lemek, o devrin yara tedavisinin şek- liydi ki, son asra kadar Osmanlılarda devam etmiştir. Hattâ Namık Kemalin | “Dittiler etlerini tiftiğini ditme: beytindeki “tiftik, de bu manayadır' Köşede fıçı fıçı tuzlar düruyordu. Bunlar.da, küçük haremağularımın te- davsine mahsus maddelerdi. i Yazân: i iskender F. Sertelli : li ye ineceğini, kiminle temas o zaman öğrenirsin! edeceğini ikinci kısım Beriinde Friedrichştrasede « Monopol otelinde 31 numarak oda! Semra Berline gelir gelmez, kösele tüccarı Necmi Beyin delâletile bu otele inmişti Kösele tüccarı Necmi beyi okuyucu- larımıza tekrar tanıtmaya lüzum gör- müyoruz. Semra İstanbulda eski Arap ve Türk danslari öğrenmişti. O, bu numaraları Berlinde angaje 9- lazağı herhangi bir tiyatro sahnesinde yapacaktı, İlk önce, indiği otelin beşinci katın- da 31 numaralı odayı kiraladı. Otelin defterine onu şöyle kaydetti- ler. “Türk artisti Semra hanım. , Semra oteldeki odasında üç gün bir yere çıkmadan numaralarmı etüd etti. Ecnebi memleketlerde oryental raks- lera çok ehemmiyet vermekle berâber, elbette bu raksların çok cazip ve kıvrak olmasına da dikkat ediyorlardı. Semra nümsralarını iyice. pişi: Necmi bey de onu tiyatrolardan birine bağlamak için geceli gündüzlü çalışı yordu, Semra on iki pozluk bir resim kolek- siyonu hazırlamıştı. (Devams var), Yazan : (vâ-NÜ) ri Havva, kalktığı yere baktı: Od8 tindeki büyük kamaranm Jâaleti bir sediriydi. Yerde oturup diğer kadınların yatakları da dada'i başka sedirlerdi... Ellerini işlerinden çekmiyerek, yuna tiftik diderek, kadınlar, of tihza ile Bakıyorlardı. İçlerinde çaçaronu dedi ki; — Ya... Böyle işte hatuncağ# Sen de en nihayet yuvarlandın, g* bizim yanımıza... Otur da çelığ” sargıları bir nizamına koy... Eli iyi iş gelirmiş diye ötedenberi © dururuz... Yaralılara bakmasını P yi bilirmişsin... Efendimize fayd9” kunur... Sıska, nuhuset suratlı bir diğ — Ben de eskiden senin gibi Sabık kayınpederin Hacı Bilâlin desiydim... Fakat, işte!... Bak mel N Ön dişleri tamamiyle dökülmüş 4 üçüncüsü: — Halayık iki türlüdür, birinci! şidi, odalık plur; hatttâ onu nik bile alırlar... Çocuk doğurursa, kazanır, ne âlâ, baş köşeye geçer rur. Ama, kısırm biriyse, ihtiyarla ca haydi bakalım hizmet halayıklti Senin ve bizim gibi.. Hah hah halef Birinci çaçaron: — Üzülme hatuncağızım... zın kara yazısı... Sen de çekecel Hem unutma ki, parlak devrin bö şa kadar sürdü... Hacı Mustafayi * mağınm ucunda oynattın... Fakat, ma gibioğlnnı mezara kadar sür yöcek değildin ya... İşte vurdu te” yi... Haremağası: — Otur, otur da çalış... Bu sözlerin her cümlesi Ha suratına aşkedilmiş birer tokat gib liyordu. Birdenbire, gururla, b” kaldırdı: — Ben sizin gibi değilim ve olar”. - diye haykırdı. - Ben bu kader kinliğe katlanamam... — Katlanamazsım dâ ne yapar” kuzum ?.. Üç kadın ve bir haremağası, işi bırakıp, nispet verircesine, Ha' baktılar? — Haydi, haydi.. Ne yaparff” Buraya düştün, artık çalışmıya — Hiç de mecbur değilim... Ne pacağımı görün İşte... Odanın kapısı, güverteye doğrü yordu. Havva, dolgun vücudu! umulmıyacak bir çeviklikle koştu: Arkasındakiler; — Nereye?.. Ne yapacak?.. Am” Dikkat! Yakalaym! - diye hayki lar... Fakat, o, hiçbirinin telâşına, canıma ehemmiyet vermiyerek, teyi aştı... — Atlıyor... Kendisini deni yor... — İmdat... İmdat. — Burada köpekbalıkları da İmdat! Bir bağrışma... Bir çığrışma.. ” tan koşanlar... Öteki gemilerden 8? verteye toplaşanlar... Lâkin, hiçbirinin haykırışmsf! etmedi, Havva, arkasmdakilere: — Ben &izin gibi değilim... Be" met cariyesi olamam... Ben, hâki mak için yaradılmış bir insanım. erkekleri kendine âşık etmeye bir kadınım... İşte kendimi öldü rum! - dedi, Ve, köpekbalıklariyle meşhur “ bu denize, kendini fırlatıp atti. Battı, çıktı... 4 Uzaktan, denizin sathında bir * cizgisi görüldü. Bağrıştılar: — Köpekbalığı! Köpekbalığı! (arkas var) 0 ayi pa aw - - 2 a1 i Pp“ 4