m hu i ( © dikmiş * piğpirin © yim, Korkuyorum Ubeyd, korkuyo- Ubeyd, dudaklarında gizlemeye ça- — İzah edeyim muhterem halife!) Bu sırrı ben bu sabah zühre yıldızı doğarken keşfettim. l © © — Söyle! — Etrafınızda size yakın, size dost «göründüğü halde bir sürü candan düş- manmız var, — Bu doğru! Bunu ben de hissedi- yorum. — Şunu da hemen büyük bir tees- Bürle ilâve etmek acısını duyuyorum. Düşmanlarmızm miktarı maalesef © “dostlarınızdan fazladır.. |! — Doğru! — Hem de kat kat fazla! — Yalan değil! — Halbuki siz Allahm en sevgili kulu olduğunuzdan cenabı hak sizi mü dafan etmek istiyor. Bunun için Hulâ- güdan mükememi bir silâh bulunabi- Wir mi? Hulâgü Bağdadı muhasara et- © İL-Fakat gu kadar gün geçtiği halde © ozaptedemedi ve edemiyecek, Buna mulkaibl sizin düşmanlarınız ne de olsa Bağdadı müdafaa etmeye mecburdurlar. Bunlar harbe girince 'Hulâpfinun askerlerinin oklarmı tu- © tan melekler, bu okları hainlerin kalp- lerine sokuveriyor. Böylelikle düşman Jarmız bir, hir temizleniyor. — İyi ama, bu ölenler arasmda bü- © yük oğlum da var. © — Ba da sözlerimin doğru olduğu- nu İspat eden delillerden biridir. Gül van kapısında ölen büyük oğlunuzun — sizi düşürerek yerinize geçmeye göz söylesem ne dersi- o — — Peki, ya Müeyyediddin! © O — Bak, bu doğrudur. Veziri azamı- nız Mileyyededdinin de en büyük düş- © maanlarmızdan biri olduğu muhakkak. tır. Buna rağmen henüz hiçbir ok kalbini delmedi. Fakat elbette buda bir gin olacak. — — Doğrusunu istersen bugün elim- de bir kuvvet olsa gu Müleyyededdin » denilen herifi parça parça ederdim. Fa — Kat ne yazık ki buna muktedir deği- lim. Çünkü böyle bir şeye teşebbüs et- - sem, Zaten bize ancak iplikle bağlı o- “Jan bütün aleviler ayaklanacak. Dı- - Şarda düşman, içerde isyan bizim için kurtuluş yolu kalmıyacak. — Doğru söylüyorsunuz. — — Bugün muhasaranın kaçmcı gü- nüdür? — Kırkıncı! © — Halbuki bana bir sene oldu gibi — geliyor.. Haydi söyle! Bir geyler an- lat, bana ümit ver! k, — Muhterem halife, bu derece telâş — etmenize bence hiçbir sebep yoktur. Hulâgü Bağdadı zaptedemiyecektir. ” Buma'emin olun! — Sebep. Sebep göster! © o — Sebep basit. Eğer buna muktedir © olsaydı şimdiye kadar şehri zaptetme ç ye muvaffak olurdu. © — Sözlerini kavrıyamıyorum. Fa- « kat ininmak istiyorum. Nasıl diye Hulâgü ile Aykut tam dört saatten beri çadırda yalnız başlarına karşı karşıya oturuyorlardı lıştığı bir tebessümle halifeyi dinli- yordu... va Nöbetçiler Hulâgünun çadırma gir- mek istiyen bir Iki yüksek kumanda- nın önnüde durdular: — İçeri girilemez muhterem ku- mandanlar. — Han hâlâ konuşuyor mu? — Evet, bâlâ o esrarengiz adamla konuşuyor. — 'Tam dört saat oldu. — Evet! — Garip gey! Bu sırada çadırm içinde Hulâgü Aykutla karşı karşıya oturmuşlar, hiçbir şey Konuşmadan süküt ediyor- İardı, Ve bu sikütlariyle “başlarmda uçan kazayı biribirlerine anlatiyor. lardr,,, Dört saatten, evet dört saattenberi ayni vaziyetteydiler. Ve nihayet topu la konuştukları dört, beş kelimey- vi Kimsenin tanımadığı esrarengiz a- dam dört saat evvel bir sarhoş gibi buraya gelmiş ve derhal Hulâgü tara- Tından kabul olunmuştu. Odada yalnız kalmca Aykut boğuk bir sesle: — Öldü! Onu Mustasım öldürdü! Diye mırıldanmıştı. Hulâgü sadece: — Ya! diye cevap vermişti. Sonra Aykut ayni boğuk sesel: — Bitti. Diye ilâve etmişti. Ve sus- muşlardı, Nihayet Aykut ayağa kalktı, Hulâ- gü da.onu taklit etti. İki adam çelik gibi kuvvetli ve gehir gibi acı bakış- larla biribirlerine uzun uzun baktılar. Aykut belki Hulâgünun gözlerinde Gökbigen'in gözlerindeki ışığa ve ren- ge benzer ışıklar ve renkler buldu. Hulâgü da belki Aykutun gözlerinde kendi sonsuz. yeisinin daha derinlerini gördü. Fakat uzun uzun bakıştılar, Sonra Aykut mırıldandı: — Ben gidiyorum. Hulâgü Aykutun nereye ' gittiğini çok iyi bildiği için kendisine: — Nereye? diye sormadı. Ve Aykut çıktı. Yürüyordu! Askerler onu büyük bir merakla takip etmeye başladılır. Hiçbiri ona yaklaşmıya ve tek kelime söylemeye cesaret edemiyordu. Aykut Bağdada doğru yürüyordu. Ayni süratle en ön saflara kadar İler- İedi. Artık önünde koca bir burç ve burcun deliklerinden kendilerini nişan layıp ok atan Bağdat muhafızların-! dan başka hiç kimse kalmamıştı. i Okların çıkardıkları (o vmlamalar, mancınık gıcırtıları, ve feryatlar Ay- kutu yavaş yavaş kendisine getirdi. Birdenbire düşük (omuzları kalktı.' Kolları ve göğsü gerildi. Başını dim- dik havaya kaldırdı. İşte Bağdat! (Devamı var) KADINLARBENİ ARI AMI / Hissi Roman oNakleden: Hatice Süreyya ğ —— ; Bu kâğıdı da çantasının içine sok- tu. 'Ve buna, tam zamanında muvaf- fak oldu, Zehra, İsmete yaklaştı. Iki , öpüştü. Maazallalı biz iki adım olsaydı da bu satırlara göz at- İmsatını bulup kötü kötü mana. Şıkarsaydı... İsmet, öpüştükten sonra yanaklı” “ği > o — rında bir ıslaklık hissettiği için Zeh- ranm yüzüne baktı ve onun iri iri göz yaşları döktüğünü gördü. Kızcağız a» zarlanmış bir çocuk gibi, için için ve gamlı gamlı hıçkırıyordu. — Niçin ağlıyorsun ama ya, kızım. Sakin olmayı vaadetmiştin ya hani? — Onun yanında böyle geyler yap- HABER — Akşam postası Hatıralarını anlatan * EFDAY TALAT 22 29 EYLÜL — 1956 Entellicens feri / e X4RS'BirTURK Yazan; IHSAN ARİF El birliğile şu günleri bir atlatsak mesele kalmaz tüşmeliyim. Belki (o görüşülecek daha başka hususlar vardır. Bunları da ayri- ca hallederiz. Mütekabil o hüsnüniyet olduktan sonra halledilemiyecek ne var dır ki? — Çek iyi, çek iyi. — İcap ederse yarm ben sizi ziyarete gelirim. — Hay hay! Ben size bir (dost gibi çok nazik olan işinizde muvaffakiyetler dilerim. El birliğile şu parâzitli günleri bir atlataak mesele kalmaz. — Çalışacağız. İki kumandan çok samimi bir suret- te ayrıldılar. Ballar Krokcre gelinceye kadar benimle hiçbir şey (o konuşmadı. Çok düşünceli idi. Belki hayatında ilk defa mağlâbiyeti kabul etmişti. Fakat bu mağ'übiyet ona mukadderatın hazır ladığı bir sürpriz idi. Onun içindir ki, bu vakıayı soğuk kanlılıkla karşılamış ve Esat beye karşı âdeta mümaşatkâr bir hal almıştı, Krokere döndüğüm zaman saatlerden beri devam eden çalışmadan çok yorgun düşmüştüm. Hele gündüz Benetle aram da geçen hâdise maneviyatımı o mühim bir surette hırpalamıştı. o Ballardan bir iki saat için izin istedim. Verdi. Fakat bana rahat etmek kısmet olmaz ki... Ver| meyince mâbut, neylesin Mahmut! de- mişler. İSTANBULDA YAPILAN ZAFER ŞENLİKLERİ İstirahate olan şiddetli (o ihtiyacıma sağmen Ballar klübe (o gitmeden veya yatak odasına çıkmadan evvel yatamaz.| dım, Halbuki Ballar dönüp dolaşıp oda- sına tekrar gelmişti. Ben odamda yal nız başına çalışmış ve sıkılmıştım. İçim de biraz gevezelik etmek, neşelenmek ihtiyacını duyuyordum. Aklıma benim gifte sevgili geldi. Onları henüz görme- miştim, Saate baktım. Yemek zamanı... Kantine gitmiş (olmaları (ihtimali vardı. Belki de henüz ( gitmemişlerdi. Çünkü, ekseriya odalarına yemek getir tirlerdi, Kızların odalarına gittim. Tah- minimde isabet etmişim. Bugün düşün- düğüm gibi dışardan yemek getirtmiş, karşılıklı yiyorlardı. Beni görünce Mat- mazel T... bağırdı: — Size ikram edecek bir şeyimiz yok! ama, tenezzül ederseniz... Gözlerim, Matmazel T... de idi. Çap- kın kız, gece kendisini evden çıkarmak in yaptı; dalaverenin herhalde far- bni NE Nitekim, arkada- şın başmı sofraya doğru eğmiş olma- sından istifade ederek başını: — Alacağın olsun. Yaptıklarını öğ - rendim, manasına gelen bir tarzda salla il. Birdenbire şaşırdım. Acaba bana cid- den darılmış, kırılmış mıydı? Toyluğu- mun tesirile de haylı da korktum. Göz- lerim hâlâ ondan ayrılmıyor, genç kız- ğın bütün işve ve © hararetile kırıp dökülen Matmazel T.. kaçak bakışlarla beni süşüyordu. Dikkat edince, dudak- larında belirsiz bir tebessümün © gelip geçtiğini farkettim. Demek ki kızmamış — Şüphesiz! Ben de amirlerimle | madığıma emin olunuz hanımefendi. Gayet sakin duruyorum, Fakat şimdi yalnızız, değil mi?.. Öyle betbahtım ki... Yere, İsmetin iskemlesi önüne, diz çöküp oturdu. Onun kucağıma başını koydu. — Nereden başlamak lâzımgeldiği- ni bilmiyorum, Size anlatacak o Kadar| gok şeylerim var ki, hanımefendi. “— Eyvah... Sadakat hikâyelerine başlıyacak.. Oğlumu sevdiğimi, bizim aileye yakınlık hissettiğini anlatacak kendisini İstanbula götürmemi, oğlu- mu tedavi için bize yardım edeceğini! söyliyecek. Hattâ beni sevdiğinden de bahsedecek?,, Fakat ilk cümle, İsmetin hem hay- tu. Fakat, şeytan içimi Oo kemiriyor. Bir türlü rahat edemiyorum. Ötedenberiden konuşuyor, şakalaşıyoruz. Lâf arasında onlara soruyorum: — Yalan hakkında fikriniz nedir? Masumiyeti Üzerinden akan Mstma- zel A... şiddetle cevap veriyor: — Çok fena şey... Başım önümde diyorum ki: — Bazı meşru yalanları bundan ho riç tutmaz mısınız? Matmazel T... Ne demek — istediğim! anlıyor, Şeytan kız gülerek cevap veri- yor: — Meşru yalanlar doğru sözler ka dar takdire değer... Yüzüne bakıyorum. o Gözlerinin içi gülüyör. Bakışlarile bana: — Dün akşam bana o (meşru yalan lat)dan birini söyledin; fakat ben ondan müşteki değilim. Ve bu yalanların te kerrürünü istiyorum, Demek istiyor. Onlar yemeklerini yiyorlar. Matma- zel 'T.. nin gevezeliği (o üzerinde... Bir gecelik sarhoşluğun saadetini bir türlü unutamıyor. Ve mümkün olsa gere şına beraber geçen gecenin bütün hikâ-| yesini anlatacak... Hattâ bu (tehlikeli gevezeliğe — bereket versin ki ihtiyat- Ja — başlıyor bile... Karşısında benim arkasında dikilip durmamdan sıkılarak lokmalar boğazına dizilmiş olan arkadaşıma hitap ederek: — Dün gece biraz erken yatmuştım. Hemen uyumuşum. Fazla mı yedim ne- dir, yoksa sofrada içtiğim biranın tesis! rinden midir? Gece o kadar güzel rüya-| İ lar gördüm ki... Matmazel A... kemali saffetle soru: yor: — Ne gördün anlatsana!. Öbürüsü çapkın bakışlarını üzerimde gezdiriyor: — Şimdi olmaz. — Niçin? — Burada bir erkek var. Matmazel A... Kızarak başını eğiyor ve bir şey söylemiyor, ben geçirdiğim helecandan kurtulmak ve onun geveze“ liklerini daha fazla dirlememek için: — Peki öyleyse... ben ( gidiyorum Siz rüyanız: arkadaşımıza anlatınız. Matmazel T... kaşlarım çatıldığını ve rengimin solduğunu © görüyor. Çık gın bir neşe içinde kahkahalarla gülü yor. Ne olsa kadın... Muvaffak olmuş bir takibin süruru içinde çırpınıyor. Ber odama dönüyorum. İyi ki vaktinde (o dönmüşüm. Şehir telefonu çalıp duruyordu. Koşarak tele- fonu elime aldım. Muhatabım, Polis müdürü Esat bey... — Ben Efdal! Bir o emriniz mi var? diye soruyorum, yi Miralay Mister Balları derhal görmek istiyorum, oradi mı? - Evet burada! Mühim bir $€7 mi var efendim? — Derhal kendisine haber ver! — Başüstüne fakat meraklandım. ne var? «— Sonra anlarsın. Sen, şimdi gelece retini, hem de dikkatini celbetti. Genç"kadının söyledikleri hiç de bek- lediği gibi çıkmadı; Zehra, hıçkırarak: — Sizi fena sanıyordum, hanıme-| fendi. Halbuki (o tanıştığımızdanberi bu fikrim değişti, “— Tanıştığımızdan, yani seni bu eve almak zaafını gösterdiğimdenbe- ri!” diye düşündü. Oğlunu teselli için yaptığı bü akıl- Sızca hârekelin önüne geçmek artık kabil olamıyordu. OEnisin yatağınm başma, Zehrayı kendi eliyle pötür- müştü. Şimdi, gene kendi oliyle oru oradan koparıp kapı dışarı edemezdi Fakat nasıl hareket edebilirdi? Dür akşam, Zehradan iki gözü İlci çeşme ağl > kendiğine bildir. Telefonu kapa » ma Telefonu açık bırakarak kolonelin 0 dasma geçiyorum: — Esat bey şimdi telefon etti, Bura- ya gelerek sizi görmek istiyor ve cevap bekliyor, — Daha gözlşeli bir saat oldu. Acaba ne var? — Bana bir şey söylemedi. Telefön- da bekliyor. — Söyle, buyursun.. Telefona giderek haber (o veriyorum. Esat bey üç sualime rağmen banaâbu ziyareti hakkında telefonda bir şey söy- lemedi. Acaba ne var? Al bir merak da- ha! Zaten bu hayatta saat geçmiyor ki yeni bir üzüntü, yeni bir heyecan, yeni bir kuruntu, yeni bir merak beni gelip bulmasın... Herhalde çok mühim bir şey var ki, Ssat bey böyle acele ediyor. Kölenelin dediği gibi daha görüşeli bit sant olma- dı. O mülâkatta enine boyuna her şey konuşuldu, müzakere edildi e Mutabık kalnıdı. Acaba ne oldu ki Türk opolis müdürü kölonelle tekrar görüşmek isti yor. Henüz bizim haberdar olamadığı - mız mühim bir vaziyete mi muttali ol- du. Buna o kadar ihtimal vermiyorum. Çünkü, Entellicens Servis gibi dünya- nın en mükemmel bir teşkilâtı bize yar» dım ediyor. Bizzat alâkadarların duyup öğrenemedikleri şeyleri (o onlardan çok evvel haber alıyoruz. Ben bunları düşünürken Krokerin ö- nünde bir otomobil durdu. Pencereden baktım. Esat beyin arâbası,, Hemen a» şağıya avlıya koştum. Esat bey her za- manki güler yüzüyle avlıda ilerliyordu. Benden bir şey saklayamayacağını bili- yordum. Hemen yanaştım. Diğer tercü- manlara ve gardiyanlara kars: vaziyeti muhafaza etmek için iltizami bir cldgi- yetle: — Hoş geldiniz! dedim. o Teşekkür etti, elimi s:ktı. Akabinde yavaşça sor- dum: — Beyefendi, vallâhi meraktan çat- İeyorum, ne var? Fakat onun cevap vermesine meydan kalmadan arkadan birisi koluna girmiş - ti. İkimiz de başımız: çevirdik ve dur- duk. Bu, kaymakam Maksvel idi O da tesadüfen Erokere miralay Balları ziya- rete gelmişti. Önde Esat beyin gittiğini» görünce ilerlemiş, lâtife olsun diye kos luna girivermişti. Kaymakam Maksvel' in Esat beye karşı gösterdiği bu sami» miyet doğrusu taaccübime gitti. Çünkü bu herif İngilizler arasmda Türk düş- manlığiyle şöhret kazanmıştı. Oru elin- de kırbacile nerede görsem yılan gör“ müş gibi olurdum. Her nedense, bu vis ki budalası herif de Türklere fenalık et- mekten zevk duyardı. Bittabi Esat be- yin süt katılmamış düşmanı idi. Şimdi ne olmuştu da bizim babacânın koluna girmişti. Üstelik (| sırıtıyor, bin türlü komplimanlar yapıyordu. (Devamı var) lıyarak yanma geldiği ve şöyle söyle- diği zaman ne yapabilirdi: — Hanımefendi! Cesaretimi &ffe. din. Onu yâlmız bir dakika, bir daki- kacik görmek istiyorum. Sonra gide ceğim... İstanbula gideceğinizi, Yaka- cıkta oturucağınızı öğrendim., Artık tahammülüm kalmadı. Bundan sonra göremezsem diye..., Ve, hıçkirmaya başlamıştı. Oğlunu seven ve samimiyetle ken- disine müracaat eden bir kızın ricası- nı reddedebilir miydi? Nasıl ona kol- lafını açmazlık edebilirdi? vE 'Enisin yanma sokmamak mi (Devamı var) DÜN liği, likid i