29 Eylül 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

p D K E ERE n EEİ e y L” ı-'. a FŞ 1 — nu ispat eden delillerden biridir. Gül- af — bir gün olacak. * — kat ne yazık ki buna muktedir deği- :ı" lim. Çünkü böyle bir şeye teşehbüs et- — garda düşman, içerde isyan bizim için * o İlat, bana ümit ver! — ye muvaffak olurdu. O Bu kâğıdı da çantasının içine sok- /— fak oldu, Zehra, İsmete yaklaştı. İki (kmak fırsatını bulup kötü kötü mana- Hulâgü ile Aykut tam dört saatten beri çadırda yalnız başlarına karşı karşıya oturuyorlardı — İzah edeyim muhterem halıfe'] lıştığı bir tebessümle halifeyi dinli- zühre ].fllöıızıl yordu... Bu sırrı ben bu sabah doğarken keşfettim, — Söyle! — Etrafınızda size yakın, size dost göründüğü halde bir sürü candan düş- manmız var. — Bu doğru! Bunu ben de hissedi- yorum. — Şunu da hemen büyük bir tees- Bürle ilâve etmek acısını duyuyorum. “Düşmanlarımızm — miktarı maalesef — Doğru! — Hem de kat kat fazla! — Yalan değil! — Halbuki siz Allahın en sevgili kulu olduğunuzdan cenabı hak sizi mü dafaa etmek istiyor. Bunun için Hulâ- güdan mükememl bir silâh bulunabi- lir mi? Hulâgü Bağdadı muhasara et- ti. -Fakat şu kadar gün geçtiği halde zaptedemedi ve edemiyecek. Buna mukaibl sizin düşmanlarınız ne de olsa Bağdadı müdafaa etmeye mecburdurlar. Bunlar harbe girince Hulâgünun askerlerinin oklarını tu- tan melekler, bu okları hainlerin kalp- lerine sokuveriyor. Böylelikle düşman larımız bir, bir temizleniyor. — İyi ama, bu ölenler arasmda bü- yük oğlum da var. — Bu da sözlerimin doğru olduğu- van kapısında ölen büyük oğlunuzun sizi düşürerek yerinize gecçmeye göz dıkmiı olduğımu söylesem ne dersi- nldP 11153 tüğ — Pöki,'ya Müeyyediddin! — Bak, bu doğrudur. Veziri azamı- nız Müeyyededdinin de en büyük düş- manlarmızdan biri olduğu muhakkak- tır. Buna rağmen henüz hiçbir ok kalbini delmedi. Fakat elbette bu da — Doğmıunu istersen bugün elim- “de bir küvyet olsa şu Müeyyededdin denilen herifi parça parça ederdim. Fa - Bem, zaten bize ancak iplikle bağlı o- — lan bütün aleviler ayaklanacak Dr- | kurtuluğ yolu kalmıyacak. — Doğru söylüyorsunuz. — Bugün muhasaranın kaçmcı gü- nüdür? — Kırkmer! — — Halbuki bana bir sene oldu gibi - geliyor.. Haydi söyle! Bir şeyler an- — Muhtemm halife, bu derece telâş etmenim bence hiçbir. sebep yoktur. Hulâğü Bağdadı zaptedemı_vecektır Butta emin olun! — Sehep.. Sebep göster! — Sebep basit. Eğer buna muktedir olsaydı şimdiye kadar şehri zaptetme — BSözlerini kavrıyamıyorum, Fa- - katinanmak istiyorum. Nasıl diye- ylm, korkuyorum Ubeyd, korkuyo- Tum, / | Ubeyd dudaklarında gızlemeye ça- yATA H A IR / KADINLARBENi ıNakleden Hatlce Süreyya * E b Nöbetçiler Hulâgünun çadırma gir- mek istiyen bir iki yüksek kumanda- nın önnüde durdular: — İçeri girilemez muhterem ku- mandanlar. — Han hâlâ konuşuyor mu? — Evet, hâlâ o esrarengiz adamla konuşuyor. — Tam dört saat oldu. — Evet! — Garip şey! Bu sırada çadırın içinde Hulâgü Aykutla karşı karşıya oturmuşlar, hiçbir şey konuşmadan süküt ediyor- lardı. Ve bu sükütlariyle “başlarımda uçan kazayı biribirlerine anlatıyor- lardı.,, Dört saatten, evet dört saattenberi ayni vaziyetteydiler. Ve nihayet topu topu konuştukları dört, beş kelimey- di. Kimsenin t.a.nnnadığı esrarengiz â- dam dört saat evvel bir sarhoş gibi buraya gelmiş ve derhal Hulâgü tara- İmmdan kabul olunmuştu. Odada yalnız kalmca Aykut boğuk bir sesle: — Öldü! Onu Mustasım öldürdü! Diye mırıldanmıştı. Hulâgü sadece: — Ya! diye cevap vermişti. Sonra Aykut ayni boğuk sesel: — Bitti. Diye ilâve etmişti. Ve sus- muşlardı. Nihayet Aykut ayağa kalktı, Hulâ- gü da-onu taklit etti, İki adam çelik gibi kuvvetli ve zehir gibi acı bakış- larla biribirlerine uzun uzun baktılar. Aykut belki Hulâgünun gözlerinde Gökbigen'in gözlerindeki ışığa ve ren- ge benzer ışıklar ve renkler — buldu. Hulâgü da belki Aykutun gözlerinde kendi sonsuz yeisinin daha derinlerini gördü. Fakat uzun uzun bakıştılar. Sonra Aykut mırıldandı: — Ben gidiyorum. Hulâgü Aykutun nereye * gittiğini çok iyi bildiği için kendisine: — Nereye? diye sormadı. Ve Aykut çıktı. Yürüyordu! Askerler onu büyük bir merakla takip etmeye başladılar. Hiçbiri ona yaklaşmıya ve tek kelime söylemeye ceğsaret edemiyordu. Aykut Bağdada doğru yürüyordu. Ayni süratle en ön saflara kadar iler- ledi. Artık önünde koca bir burç ve burcun deliklerinden kendilerini nişan layıp ok atan Bağdat muhafızların- dan başka hiç kimse kalmamıştı. Okların çıkardıkları — vınlamalar, mancınık gicırtiları, ve feryatlar Ay- kutu yavaş yavaş kendisine getirdi. Birdenbire düşük — omuzları kalktı. Kolları ve göğsü gerildi. Başiını dim- dik havaya kaldırdı. İşte Bağdat! (Devamı var) Hissf Roman ;j . -26'7 tu. Ve buna, tam zamanında muvaf- îkıdm öpüştü. Maazallah bir iki adım —lllolımıhlıuntırlm göz at- rında bir ıslaklık hissettiği için Zeh- ranın yüzüne baktı ve onun iri iri göz yaşları döktüğünü gördü. Kızcağız a- zarlanmış bir çocuk gibi, için için ve gamlı gamlı hıçkırıyordu. — Niçin ağlıyorsun ama ya, kızım. Sakin olmayı vaadetmiştin ya hani? mıdığmm emin olunuz hannnefe.ndi | Gayet sakin duruyorum, Fakat şimdi — Önün yanında böyle şeyler yap- HABER — Akşam postası Hatıralarını anlatan * EFDA& TALAT —212 — Yazan: İHSAN ARİF El birliğile şu günleri bir atlatsak mesele kalmaz — Şüphesiz! Ben de amirlerimle gö- rüşmeliyim. Belki — görüşülecek daha başka hususlar vardır. Bunları da ayrı- ca hallederiz. Mütekabil — hüsnüniyet olduktan sonra halledilemiyecek ne var dır ki? — Çok iyi, çok iyi... — İcap ederse yarın ben sizi ziyarete gelirim. — Hay hay! Ben size bir — dost gibi çök nazik olan işinizde muvaffakiyetler dilerim. El birliğile şu parazitli günleri bir atlatsak mesele kalmaz. — Çalışacağız. İki kumandan çok samimi bir suret- te ayrıldılar. Ballar Krokere gelinceye kadar benimle hiçbir şey — konuşmadı. Çok düşünceli idi. Belki hayatında ilk defa mağlübiyeti kabul etmişti. Fakat bu mağ'übiyet ona mukadderatın hazır ladığı bir sürpriz idi. Onun içindir ki, bu vakrayı soğuk kanlılıkla karşılamış ve Esat beye karşı âdeta mümaşatkâr bir hal almıştı. Krokere döndüğüm zaman saatlerden beri devam eden çalışmadan çok yorgun düşmüştüm. Hele gündüz Benetle aram da geçen hâdise maneviyatımı —mühim bir surette hırpalamıştı. — Ballardan bir iki saat için izin istedim. Verdi. Fakat bana rahat etmek kısmet olmaz ki... Ver meyince mâbut, neylesin Mahmut! de- mişler. İSTANBULDA YAPILAN ZAFER ŞENLİKLERİ İstirahate olan şiddetli — ihtiyacıma tağmen Ballar klübe gitmeden veya yatak odasına çıkmadan evvel yatamaz. dım. Halbuki Ballar dönüp dolaşıp oda- sına tekrar gelmişti. Ben odamda yal- nız başına çalışmış ve sıkılmıştım. İçim de biraz gevezelik etmek, neşelenmek ihtiyacını duyuyordum. Aklıma benim çifte sevgili geldi. Onları henüz görme- miştim. Saate baktım. Yemek zamanı... Kantine gitmiş — olmaları ihtimali vardı. Belki de henüz — gitmemişlerdi. Çünkü, ekseriya odalarına yemek getir tirlerdi. Kızların odalarına gittim. Tah- minimde isabet etmişim. Bugün düşün- düğüm gibi dışardan yemek getirtmiş, karşılıklı yiyorlardı. Beni görünce Mat- mazel T... bağırdı: — Size ikram edecek bir şeyimiz yok ama, tenezzül ederseniz... Gözlerim, Matmazel T... de idi. Çap- kın kız, gece kendisini evden çıkarmak için yaptığım dalaverenin herhalde far- kında olmuş olacaktı. Nitekim, arkada- şınin başını sofraya doğru eğmiş olma- sından istifade ederek başını: — Alacağın olsun. Yaptıklarını öğ - rendim, manasına gelen bir tarzda salla dı. Birdenbire şaşırdım. Acaba bana cid- den darılmış, kırılmış mıydi? Toyluğu- mun tesirile de haylı da korktum. Göz- lerim hâlâ ondan ayrılmıyor, genç kız- lığın bütün işve ve — hararetile kırılıp dökülen Matmazel T.. kaçak bakışlarla beni süzüyordu. Dikkat edince, dudak- larında belirsiz bir tebessümün — gelip geçtığım farkettim. Demek ki kızmamış yalnızız, değil mi?.. Öyle betbahtım Ki Yere, İsmetin iskemlesi önüne, diz çöküp oturdu. Onun kucağıma başmı | koydu. — Nereden başlamak lâzımgeldiği- ni bilmiyorum, Size anlatacak o kadar çok şeylerim var ki, hanımefendi.. “— Eyvah... Sadakat hikâyelerine başlıyacak.. Oğlumu sevdiğimi, bizim aileye yakınlık hissettiğini anlatacak kendisini İstanbula götürmemi, oğlu- mu tedavi için bize yardım edeceğini söyliyecek, Hattâ beni sevdiğinden de bahsedecek!,, Fakat ilk cümle, İsmetin hem hay- tı. Fakat, şeytan içimi — kemiriyor. Bir türlü rahat edemiyorum. Ötedenberiden konuşuyor, şakalaşıyoruz. Lâf arasında onlara soruyorum: — Yalan hakkında fikriniz nedir? Masumiyeti üzerinden akan Matma- zel A... şiddetle cevap veriyor: — Çok fena şey... Başım önümde diyorum ki: — Bazı meşru yalanları bundan ha: riç tutmaz mısınız? Matmazel T... Ne demek — istediğimi anlıyor. Şeytan kız gülerek cevap veri- yor: — Meşru yalanlar doğru sözler ka dar takdire değer... Yüzüne bakıyorüm. — Gözlerinin içi gülüyor. Bakışlarile bana: — Dün akşam bana © (meşru yalan- lar)dan birini söyledin; fakat ben ondan müşteki değilim. Ve bu yalanların te- kerrürünü istiyorum, Demek istiyor. Onlar yemeklerini yiyorlar. Matma- zel T.. nin gevezeliği — üzerinde... Bir gecelik sarhoşluğun saadetini bir türlü unutamıyor. Ve mümkün olsa arkada- şına beraber geçen gecenin bütün hikâ- yesini anlatacak... Hattâ bu tehlikeli gevezeliğe — bereket versin ki ihtiyat- la — başlıyor bile... Karşısında benim arkasında dikilip durmamdan sıkılarak lokmalar boğazına dizilmiş olan arkadaşına hitap ederek: — Dün gece biraz erken yatmıştım. Hemen uyumuşum. Fazla mı yedim ne- dir, yoksa sofrada içtiğim biranın tesi- rinden midir? Gece o kadar güzel rüya- lar gördüm ki... ! Matmazel A..: kemali saffetle soru- yor: — Ne gördün anlatsana!.. Öbürüsü çapkın bakışlarını üzerimde gezdiriyor: — Şimdi olmaz. — Niçin? — Burada bir erkek var, Matmazel A... Kızarak başını eğiyor ve bir şey söylemiyor, ben geçirdiğim helecandan kurtulmak ve onun geveze- liklerini daha fazla dinlememek için : — Peki öyleyse... ben — gidiyorum Siz rüyanızı arkadaşınıza anlatınız. Matmazel T... kaşlarımın çatıldığını ve rengimin solduğunu görüyor. Çıl- gin bir neşe içinde kahkahalarla gülü- yor. Ne olsa kadın... Muvaffak olmuş bir fakibin süruru içinde çırpınıyor. Ben odama dönüyorum. İyi ki vaktinde dönmüşüm. Şehir telefonu çalıp dürüyordu. Koşarak tele- fonu elime aldım. Muhataâbım, — Polis müdürü Esat bey... — Ben Efdal! Bir diye soruyorum, emriniz mi var? — Miralay Mister Balları — derhal görmek istiyorum, orada mı? — Evet burada! Mühim bir — şey mi var efendim? — Derhal kendisine haber ver! — Başüstüne fakat meraklandım. ne var? 3 — Sonra anlarsın. Sen, şimdi gelece retini, hem de dıkkatmı celhettı Genç'kadının söyledikleri hiç de bek- lediği gibi çıkmadı: Zehra, hıçkırarak: — Sizi fena sanıyordum, harnıme- fendi. Halbuki — tanıştığımızdanberi bu fikrim değişti. “— Tanıştığımızdan, yani seni bu eve almak zaafını gösterdiğimdenbe- ri!” diye düşündü. Oğlunu teselli için yaptığı bu akıl- sızca hareketin önüne geçmek artık kabil olamıyordu. Enisin yatağının başma, Zehrayı kendi eliyle götür- müştü. Şimdi, gene kendi eliyle onu oradan koparıp kapı dışarı edemezdi.. Fakat nasıl hareket edebilirdi? Dün akşam, Zehradan iki gözü iki çeşme ağ ğimi kendisine bildir. Telefonu kapa « mal Telefonu açık bırakarak kolonelin o- dasmna geçiyorum: — Esat bey şimdi telefon etti. Bura- ya gelerek sizi görmek istiyor ve cevap bekliyor. — Daha görüşeli bir saat oldu. Acaba ne var? — Bana bir şey söylemedi. Telefön- da bekliyor. — Söyle, buyursun... Telefona giderek haber — veriyorum. Esat bey üç sualime rağmen — banâ bu ziyareti hakkında telefonda bir şey söy- lemedi. Acaba ne var? Al bir merak da- ha! Zaten bu hayatta saat geçmiyor ki yeni bir üzüntü, yeni bir heyecan, yeni bir kuruntu, yeni bir merak beni gelip bulmasın.., , Herhalde çok mühim bir şey var ki, Ssat bey böyle acele ediyor. Kolonelin dediği gibi daha görüşeli bir saat olma- dı. O mülâkatta enine boyuna her şey konuşuldu, müzakere edildi. Mutabık kalnıdı. Acaba ne oldu ki Türk — polis müdürü kölonelle tekrar görüşmek isti- yor. Henüz bizim haberdar olamadığı - miız mühim bir vaziyete mi muttali oöl- du. Buna © kadar ihtimal vermiyorum. Çünkü, Entellicens Servis gibi dünya- nın en mükemmel bir teşkilâtı bize yar- dım ediyor. Bizzat alâkadarların duyup öğrenemedikleri şeyleri — onlardan çok evvel haber alıyoruz. Ben bunları düşünürken Krokerin ö- nünde bir otomobil durdu. Pencereden baktım. Esat beyin arabası.. Hemen a-# şağıya avlıya koştum. Esat bey her za- manki güler yüzüyle avlıda ilerliyordu. Benden bir şey saklayamayacağını bili- yordum, Hemen yanaştım. Diğer tercü- manlara ve gardiyanlara kargr vaziyeti muhafaza etmek için iltizami bir ciddi- yetle: — Hoş geldiniz! dedim. — Teşekkür etti, elimi sıktı. Akabinde yavaşça sör- dum: — Beyefendi, vallahi meraktan çat- İryorum, ne var? Fakat onun cevap vermesine meydan kalmadan arkadan birisi koluna girmiş - ti. İkimiz de başımızı çevirdik ve dur- duk. Bu, kaymakam Maksvel idi. O da tesadüfen Krokere miralay Balları ziya- rete gelmişti. Önde Esat beyin gittiğini- görünce ilerlemiş, lâtife olsun diye ko. luna girivermişti. Kaymakam Maksvel' in Esat beye karşı gösterdiği bu sami- miyet doğrusu taaccübüme gitti. Çünkü bu herif İngilizler arasında 'Türk düş- manlığiyie şöhret kazanmıştı. Onu elin- de kırbacile nerede görsem yılan gör- müş gibi olurdum. Her nedense, bu vis ki budalası herif de Türklere fenalık et- mekten zevk duyardı. Bittabi Esat be- yin süt katılmamış düşmanı idi. Şimdi ne olmuştu da bizim babacanın koluna girmişti. Üstelik — sırıtıyor, bin türlü komplimanlar yapryordu. ( Devamı var ) lıyarak yanma geldıği ve şöyle soyle- diği zaman ne yapabilirdi: — Hanımefendi! GCesaretimi affe- din. Onu yalnız bir dakika, bir daki- kacik görmek istiyorum. Sonra gide- ceğim... İstanbula gideceğinizi, Yaka- cıkta oturacağınızı öğrendim.. Artık tahammülüm kalmadı. Bundan sonra göremezsem diye..,, Ve, hıckırmaya başlamıştı. Oğlunu seven ve samimiyetle ken- disine müracaat eden bir kızın ricası- nı reddedebilir miydi? Nasıl ona köl- larını açmazlık edebilirdi? Zehravı, Enisin yanma sokmamak mı7? (Devamı var) B -|

Bu sayıdan diğer sayfalar: