28 MART — 1935 Yalan Evine dönmek üzere sokağa çıktığı zaman saat gecenin iki bu- çuğuydu. Gece yarısından sonra iki buçuk... Karısına ne yalan uy- duracaktı? Evli bulunduğu beş senelenbe- ri ara sıra böyle geç kalıp muhte- if yalanlar uydurduğu olmuştu amma hiçbir zaman bu kadar geç! kalmamıştı. Şimdiye kadar karısı bunlara hep inanmıştı; lâkin şim:) di makul hiçbir bahane ile geç kas| lışını izah edemiyecekti, Hem da- ha Beyoğlunda bulunuyordu, Cer- rahpaşadaki evine dönünceye ka- dar saat kimbilir kaç o'araktı? Bir otomobile atladı. — Aksarayda iner, biraz da yü- rürüm, Böylece hem açılırım, hem de belki makul bir mazeret bul - mak için vakit kazanmış olurum Diye düşünüyordu. Otomobilde evvelâ neşeli ge - çen o akşamki eğlentiyi keyifle zihninden geçirdi. Sonra kartsına vereceği cevabı düşününce bütün neşesi kaçtı. Z:vrallı Nezihe! Kim- bilir ne kadar meraklanmış, telâ- şa düşmüştü? Mer halde şüphe- lenmiş olacaktı, kimbilir kendisi- ne neler söyliyecekti? Hem şimdi karısmın üzülmüş olmasını da gönlü istemiyordu. Birden aklına bir çare geldi. Pek parlak bir fikir değil amma ne de olsa saf Neziheyi aldatma” ğa kâfi bir buluş! Küçük aynası- nı cebinden çıkarıp yakasını sök- tü; kravatını parçaladı. Saçlarmı karıştırdı. Sonra şapkasını buruş - turarak başma geçirdi.» ya Evinin kapısını açarken elleri ttremekteydi. Merak içinde kalan Neziheyi kendisini bekler bula - cağınlan emindi. İçeri girince al- danmadığını anladı, karısı sapsarı onu karşıladı: — Meraktan çatlıyacaktım, bt sante kadar geç kalmır mı? Kocasının üstünü başımı karma | karışık görünce büsbütün endişe -| lendi: — Ne var? Ne oldu? Allah aş- kına söyle! Kocası bir iskemle üstüne çök- müştü, düğmelerini çözdüğü par dösüsünün altmdan yakasının ve kırayatının perişanlığı görünüyor, | karma karışık saçları sözlerine| kadar sarkıyordu. i — Hücuma uğradım, diye söy- | lendi. Üç kişi... İçlerinden birisi | benden ateş istemek üzere yanıma | gelmişti. Ona kibrit vermek üze » reyken arkadaşları arkamdan bü- cum ettiler! — Aman yarabbi! Yaralandır mı? — Hayır! Amma boynuma bir atkı sarark beni boğmağa çalış tılar, paramı aldılar! Çabuk kendisini toplıyarak ilâ- ve etti: — Cüzdanımı bereket versin farketmediler, yeleğimin cebin . deydi. Ceketime ayrıca koydu - ğum on lirayı aldrlar! Nezihe bayılarak gibi olmustu: — Vah zavallı kocacığım! Haydutların elinde kimbilir ne e- #iyet çektin? Bu merhamet erkeklik gururu na dokundu: — Yok canım! Ren onların hepsinin hakkından gelirdim ama ne yapavım ki, ikisi arkadan bü - Cum e! Karırmdakimi bir yur rukta yere yuvarladım, ber halde | bir iki dişi kırılmıştır! Sonra öte- kiler üstüme atıldılar, yere düş- tüm, bayrlmışım... Kocasının elbise'eri üzerinde hiçbir çamur izi görünmeyişine şaşan Nezihe sordu: — Yerde çok baygın kaldın. vu! acaba?. — Vallahi bilmem! Fakat her! halde epeyi zaman baygın kal mış olacağım, yoksa bu kadar geç kalmazdım. İ — Hepsi bu kadar mı? Başka| bir şey olmadı mı? — Yo! Ne gibi? — Bir dakika bekle! Hemen içeriye koştu. İki daki- ka sonra geldi: — Şimdi onlar günlerini görür- ler! — Kim onlar? — Haydutlar! — Hangi haydutlar? Hangi haydutlar olacak. sana hücum edenler... Karakola telefon ettim. Şimdi polisler gele- cekler. Adamcağız fevkalâde telâş landı: — Eyvah! Başıma bir sürü iş açtın. Bari bıraksaydın da yarm karakola uğrasaydım... Şimdi ge - cenin bu saatinde ne rezalet... Nezihe kocasının bu telâşma şaştı, — Bunda rezalet olacak ne var? Haydutlar sana taarruz et - mişler, sen de polise müracaat e- diyorsun. Bumun rezalet neresin « de? Polisler gelince hâdiseyi evve- lâ Nezihe anlattı. Komiser muavi- ni bu hikâyeyi dinledikten sonra evin erkeğine dönerek: — Lütfen biraz tafsilât verir misiniz? Diye malümat istedi. Hangi tafsilât? Heyecanı ara - sında bir türlü aklma makul ya - lanlar gelmiyor, söyledikleri biri- birini tutmuyor, ikide birde: — Bunlar her halde serseriler olacak! Cümlesini tekrar etmekten baş- ka bir şey yapamıyordu. O kadar ki, polis nihayet: — Şimdi çok heyecanlı oldu - ğunuz anlaşılıyor, yarın sabah ka rakola uğrayınız, diyerek gitmeğe mecbur kaldr. Yalnız kaldıkları zaman karı- sının yüzüne bile bakmağa cesa - ret edemiyerek süklüm püklüm bir köşeye cekildi. Aralarmdaki sükütü ilk bozan Nezihe oldu: — Kemiser muavini çok zeki... Her şeyi anladığına eminim! Cevap veremedi. Düşünüyor - du; acaba her şeyi açıkca itiraf etse daha iyi yapmış olmaz mıy- dı? Nesihe temiz kalpli bir kadın- di, onun bu ilk defaki kusurunu hoş göreceği muhakkaktı. Ne de - meğe bövle valanlar uvdurmağı kallımış, isi vizüne gözüne bulaş. tarmisti sanki? Nesihe yanıma yaklastı: — Görüvorsun va kocacığım dedi, bir daha geceleri yalnız s0- kağa çıkman tehlik-li! Eğer gez - meğer benimle beraher çıkmış ol - saydın basma böyle vakalar gel- mezdi! Sevinç ve minnetle karısının e'lerine sarıldı, şimdi onu eskisin- den cok daha fr»la sevmeğe baş. ladığını anlıyordu. Nakleden: Fahire Muallâ " Hatıralamısa anlatan ? EFDAL TALAT Yazan: İHSAN ARIF Güzel kız bi. gün “senin gizli bir derdin var, Efdâl!,, dedi Meydanda tramvay filân da| yoktu. Sevgilime — artık müsaa - de ediniz de ona (sevgilim) diye! yim. Çünkü biz gözlerimizle çok | tan anlaşmıştık. — Karşımdaki! bir muhallebici dükkânı göster- öm: — Şurada biraz kurunalım mı? — Sen nasıl istersen. — Eve geç kalıyorsun? — Zarar yok! Muhallebici dükkânma girdik. Muhallebiciye üstümüzü başım» zı göstererek biraz kurunmak iste- diğimizi söyledim. Halden anlı- yan, iyiliği seven bir adam olacak ki, bizi dükkünm arka tarafında bulunan bir odaya aldı. Burası kü- çük, tek pencereli bir oda idi. Or tada lebalep ateşle dolu bir man- gal vardı. Odanın bir kenarını Bir yandan da siyah demir karyola duruyordu. Oda çok ısrtıl- mıştı. O kadar ki, derhal soyun - mağa başladık. Bizi yalnız bıra- kan muhallebici bir aralık kapıyı vurarak içeri girdi. Elinde dolu iki bardak vardı. — Bunlar, dedi. Şıradır. Fakat sizin bildiğiniz! şıralardan" 'değil. Avrupa şarabı yanında haltetsin, şanları bir dikin. Adamakıllı k- sıştırır sİZİ.,, Muhallebicinin halden anlar bir kimse olduğunu söylemiştim i ya... Sıraları bir nefeste içtik. Ba- rat gibi sertti. Ve muhakkak ki, şıradan çok daha ziyade şaraba benziyordu. Muhallebicinin ikide birde odaya gelerek rahatsız ol- maması için bardakları alarak ben gittim ve tekrar doldurarak odaya geldim. Halinden fevkalâde mem- nun ve mesut olan sevgilim elim. den bardağı alır almaz son yudu- muna kadar içti. Bu usulü tekrar ettik. Şıralar dörder tane olunca bizde de kı * pırdayacak bal kalmadı. Odanın sıcağı ve serl sıranın tesiriyle kız- cağızın yanakları büsbütün kızar mıştı, Islandığ için ckarmış bulun duğu palto ve enlarisinin yanına sıcağın ve sarhoşluğun tesiriyle di- ğer giyeceklerini de ilâve etti, O ratla bir kış yağmurunun muzinli Hi sayesinde tam iki saat tarif e- dilemiyecek derecede güzel bir aşk ve garram havatı geçirdik. Artık, o, benim irademe tabi bir hale gelmisti. Ve bir medyum gibi bana bağlanmıştı. Muhallebi- ci dükkânından ciktığımız zaman gece yarısı olmak üzere idi. O za- man nek na ir bulunan taksi oto. i #mobillerinden birini tedarik ede - rek kız: Örtaköydeki evine götür düm. Toy ve tecrübesiz bir âşıktım. Fakat patavatsız bir adam değil dim. Muhallebici dükkânında ge- çen güzel saatler icinde kıza, ha kiki maksadım üzerinde açılma - muştım. Böyle bir hareket onu, ka dınlârın en hassas bir yerinden gururundan yaralıyabilirdi. O za- j man, kız, aşkını, alâkasını unu - tur, kadınlık ibtirasiyle intikam almak arzusuna kapılarak beni © le verebilirdi. Eğer, ona, benden aşk ve feda- kârlık beslediği anlarda: — Bana yazdığın raporların birer suretini ver. Onlar bana çok lâzımdır, demiş olsaydım, zeki kız: — Bu adam beni sevmiyor, çı- karı için yüzüme gülüyor, âşık ro- lü oyniyor. Hakikatte beni işine âlet edecek.,, Diye düşünmez mi idi? Filhakika, şimdi Mısırda bu- hunan bu Ermeni kızıma karşı gösterdiğim alâka, doğrudan doğ- ruya bu maksattan ileri geliyor du. Fakat bu çok genç ve güzel kızm zamanla cinsi tesiri altında kaldığımı da itiraf etmek lâzım. Ne ise... Ortada tesbit edilecek asıl vaziyet Matmazel T... ile ah- bap olmak plânmın muvaffakiyet- İe neticelenmiş olmasıdır Artık her gün, buluşuyor, gö - rüşüyor.... ve sevişiyorduk. Fakat buluşmak, görüşmek ve sevişmek benim için talt derecede kalan şeylerdi. Asıl mesele önün- la vazifemin icap ettirdiği şekilde “de mahrem olabilmekti, Daktiloların odası, miralay Ballar ile benim odamın arasında idi. Artık, vesileler icat ederek ikide birde Ermeni kızının odası- na giriyor, onunla bir taraftan çe- me yarıştırırken makinesindeki kâğıtlara hırsızlama göz atarak bir şeyler öğrenmeğe çalışıyor - dum. Matmazel 'T... Yalnız mah - rem raporları yazmağa memurdu. Bu itibarla önündeki her kâğıt benim için ehemmiyetliydi. Onur güzelliği kadar, belki güzelliğin - den daha fazla insanı çeken bir sevimliliği ve zekâm vardı. Her gün sabahtan akşama kadar yaz- dığı kâğtların beni alâkadar et. tiğini farketmişti. Bir gün gene odasında onu görmeğe gitmiştim. Yalnızdık. Bir HABER AKSAM POSTASI *DARE Ew Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : Istanbul 214 Telgraf süresi: istanbul HABER Yazı işleri telofonu - 20M172 fiörevetlân . 0 ABONE ŞARTLARI Türkiye elle Kr. OE ee * vik > ” 80 Sina ven Sr İLÂN TARİFESİ Hesret ulmarnın satırı 12,50 Mesmi ünların 10 kuruştur. Senesi Sahibi ve Neşriyat Müdürü; Masan Rasim Us Bostdığı şer (VAKİT) matbaası ÇOCUK SAYFASI Bilmece kuponu 28 Mert — 1936 e m a m aralık iki koluma sarılarak beni kendine doğru çekti ve kulağıma yavaşça: — Efdal; hissediyorum ki, se- nin gizli bir derdi var, Ve bu der dini anlar gibi oluyorum. Seni sev» diğim müddetçe bana tamamen itimat et. Sana karşı her fedakâr lığı yapmağa hazırım.,, Dedi. Birdenbire şaşırdım. Gü- lümsemeğe çalışarak cevap ver - dim: — Senin gözlerinde röntgen gibi bir hassamı varki, insanm içini de okuyorsun. — Alay etme; rum, — Bende (gizli dert) ismi ve- rilecek hiçbir şey yok... — Gizli dert, başka dert, ne « lursa olsun. Emin olduğum bir şey var ki, sen çok müşkül bir va» ziyettesin. — Allah, allah, bunları da ne- reden çıkarıyorsun güzel kız? — Alayı birak! Dedi, seven in- san çok hassas olur. Ben seni se- viyorum ve bütün mevcudiyetimle senin için, senin arzuların, senin saadetin için yaşıyorum. Gözlerim gözlerinin içini çok i iyi okuyor, ye kulaklarım kalbinin "atışımdan en doğru manaları çıkarıyor. Pana yabancı gibi kalırsan gücenirim.,, Ermenice konuşuyorduk. Par - maklarım, yumuşak, dalga dalga saçlarının arasında dolaşıyordu. Bir an için, bu aşkı uğrunda her türlü çılgınlığı yapmağa ha- zırlanmış olan güzel kadının bol ve emsalsiz samimiyeti içine atıl mak, ona kalbimi tamamen aç - mak istedim. Fakat soğukkanlılı » ğrmı çabuk buldum. ve: — Daha müsait bir zamanda görüşürüz.,, Diyerek odadan çıktım. Doğru kendi odama giderek düşünmeğe başladım. Acaba, bir kadından beklenmiyecek bir açıkirk ve mertlik içinde söylenmiş olan bu sözlere inanmak mı lâzımdı? ciddi söyliye- bir istical, yanlış bir adım bir ca- susu doğru ölüme götürür, Casus, hayatın diğer safahatında oldu - ğu gibi bazı ihtimalleri bertaraf edemez. Onun için hesapta her ihtimal vardır. Kendisini delice seven bir kadının ihanetini bile... O, böyle düşünmeğe mecburdur. Çünkü bir casusun başı, herkesin başı gibi boynunun üstünde görü- ür, amma, bu zahiri bir görüştür. | Hakikatte casusun başı koltuğu - nun altındadır. Onun için casus her şeyden korkar ve her şeyden şüphe eder. Bir işe karar vereceği zaman, Sezar gibi o işin etrafında toplanabilecek bütün ihtima'leri düşünür, Ve bütün bu ibtimallerin hiçbirini ihmal etmiyerek karşilr ğı olan tedbirlerini alır ve adımını öyle atar. Yoksa, gelişi güzel ata- cağı adım, ekseriya onu bir kiye- tinin önüne, bir idam sehpasının altına veya silâhlı bir manganın ö- İ nüne götürür, (Devamı var) ” Ufak bir tedbirsizlik, lüzumsuz ğ N