Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
—— B Z Bi ai —a -i - h ee e B ; SAT ÇA g e U r n aai AÇ 1 A İam eee g-ça ŞA ID v __ı_ ada M gee i, b Ey N eg T İ pöneti hd gz N S M .—— gaeüale n G ene ei DNĞ | Tt ga | , y Çir ' dö . İs 'mık, öi ai $ (e ö e vi ae ŞÜĞ SA A TU ŞÖÜT S T K e et e ç TS MN l n —< A L ” a Eblee ea . » Te Ü — ? d ği SeR N a kan :ış-_'." y a z — yi Ve Ma” B L — A A el egi D ZT AA X Z li Vd BE.. K p r_ Si eli X aa ei * CiT A TSPNĞ M l â, * " HABER — Alısam postası “herkes tanıyordu. - Rabia kâğıtları topladı. Faka! |koynuna koymadan Sabiha hanımr yalyarmağa başldı: “Azıcık daha oku Rabiacığım Tevfik, kendisi ne âlemde?,, İhtiyar kadınım gözleri kâğıtla - ra, Hilminin bir parçası imiş gibi hasretle bakıyor. kumağa başladı: Tevfik tıbkı İstanbuldaki Rabia tekrar o- gibi karagöz oynatıyor, diyordu. Şam pazarlarında onu, Arapçası pek âlimane değildi amma, çatra pat- ra meramını anlatıyordu. En bü yük ihtisası hayvan taklidi yap- makta, hayvanları insan gibi ko- Esasen İstanbulda en parlak numarası sokak köpek- Samda “Develerin hacca gidişi,, diye bir numarası vardı ki onu dinlemek için kibar Şamlılar bile Tevfiğin kahvesine nuşturmakta. lerine aitti. geliyorlardı. kendi evim gibi. Hele akşamları Dürnev ha- “Hilmi beyin evi; nımın bulaşıklarına yardım eder- ken kendimi Sinekli Bakkalda sa- nıyorum. Elim deydikçe Hilmi be- ye de bahçede yardım ediyorum. Bahçede (Berede) çayına bakan bir.çardağımız var. , Güneş batar- ken altına kuruluyor, yeşillikler arasından çağlıyan sulara bakıyo- ruz. Ârada bir çakıştırıyoruz da.... O zaman sizleri, Sinekli Bakkalı özlüyorum. Gözümde tütüyorsu- nuz. Hilmi beyi meraklandırmak- tan korkmasam, (Gurbet elde ge- ne akşam oluyor) diye bangır bangır bağıracağım. “Çarşıda, İstanbul yârânı hiç | yakamı bırakmaz. Bazıları çok 3e- fil. Bir lokma ekmeğe el avuç açı- yorlar. Hep cami avlularında, kah- ve peykelerinde pinekler, bitlenir, kaç yıl olduğunu bilmiyor, kimisi ni- dururlar. Bir çoğu sürüleli — çin sürüldüğünü bile bilmiyor. A- — rada bir, hepsini toplayıp işkem- tü “de de kızin vekarı, iradesi bi bessim, ayağa kalktı. beci dükkânına götürüyorum...,, Rabia mektubu birdenbire kes- ti, kâğıtları topladı, koynuna koy- du. Sabiha hanım için için ağlı- yordu. Rabianın gözleri kupkuru, yüzü gergin, fakat tavrı, sesi serin ve sakin. Selim paşada da, Bilâl- derin bir hürmet uyandırdı. Rabia müte- Belli etme: — den paşanın yüzünü tetkik ediyor- İ ' du. İhtiyarın elmacık kemikleri ni hesap ediyordu. k 'kıza;mış, fakat o kadar. Rıbıa, okurken o, zihninde yir- | mi'sene süren resmi hayatında im. - parâtorluğun dört köşesine saman — gibi savurduğu sürgünlerin sayısı- Belki binler- 'ce, Hem de Şamdan daha ne ka- V dıı' uzak, nasıl otsuz, ocaksız, kız- — gin çöllere sürmüştü. Şimdiye ka- — dar birini ayrı bir fert, adetâ bir insan diye düşünmemişti. O, dev- vivakil, dercüme — tü meddahlık e | %%a/ ııf. tübos hakki malifüzüwi. let değirmeninin çarhmı çevir- mekle müke'lefti. Ne yaptıysa vazife diye yapmıştı. Vicdanı ge- ne muazzep değildi. Fakat şimdi! Hilmi, Tevfik... İçinden: “Bu Ağustos, kalbi sızlıyordu. efendimi- zin otuz birinci senesi. Cülüsta af- fi umumiye benzer bir şey olursa inşallah Şam sürgünlerini listeye koyayım.,, dedi. Ve merdiven ba- şına kadar Rabia ile beraber gel- di. “Cülüsta mutlak babanı getirti- rim: Rabia. Düğününden evvel ol- masını isterdim amma .. Düğün ne vakte?,, “Nisanın sonuna doğru. Eksik olmayın, paşa fendi.,, | Omuzları siyah yeldirmesinin içinde biraz eğilmiş, başı önünde merdivenleri ağır ağır indi. Paşa karısının odasına dönmeden mer- divenlerden tutuna tutuna yukarı- ya, odasına çıktı. 4 * . . * * &u " Rabianın evlenmesini Sinekli Bakkalın çeşmebaşı, mahalle kah- vesi, hususi evleri her an münaka- şa ederken, Sabit bey ağabeyin genç külhanilerinin içlerinde haset türbe penceresi önünden geçerken önlerine bakarak yanından geçtik leri bu genç, bu afacan hafız, na- sıl olmuştu da yüzü buruşuk, mo- ruk bir herifle evlenmeğe razı ol- muştu. (Devamı var) ü YAZAN: n Di — Necdet ve kapatması Ssorguya çekilirken O geceyi polis müdüriyetinde ayrı ayrı odalarda nezaret altında geçirdiler. Sabahleyin erkenden polis tah- kikatı bitmeden, işe müddeiumu- milik de el atmıştı. Polis müdürü, Necdet beyin ci- nayet işinde parmağr olduğuna i- nanmak istemiyordu. Fakat, Nec- det beyin kapatması: — Onu ben öldürmedim.. Nec- det bey öldürdü. Hem böyle ehem- miyetsiz bir mahlükun ölümü için insan gece yarısı evinden, yata- ğından kaldırılır mı? Diyerek ağlamasındaân da anla- şılıyordu ki, ikisinin de bu işte par- mağı vardı. Yılmaz nihayet müdüriyetteki arkadaşlarının istihzasından kur- tulabilmişti. Sivil memurlar birbirlerine: — Bravo be.. Doktor Şahabın katillerini buldu. Diyerek Yılmazı takdir ediyor- lardı. Şahap beyin katli meselesi o k İ tanbulda bulunan bir 2c ne t detektivinin bile merakmı uyandırmış, o da Türk zabıtasiy- le birlikte günlerce, haftalarca bu cinayetin faillerini aramıştı. Dört ay sonra ele geçen kadı- nın doktor Şahabı niçin ve nasıl öldürdüğü meselesi, herkesi me- rak ve heyecana düşürecek kadar KOÇCÇALI İSHAK FED.DI HA Müddeiumumi, genç kadına sordu: “Ey, anlat bakalım İclâl Hanım.. Doktor Şahabı o gece otomobilde nıçın ve nasıl öldürdün?,, sına geçmişti. Müddeiumumi ilk önce Necde' beyi sorguya çekmişti: — Kardeşinizi, mirasına kon - mak için mi öldürdünüz? — Affedersiniz, beyefendi! Ben kardeşini öldürecek kadar bayağı ruhlu bir adam değilim. — Olabilir ya... Para ve servet bazan insanın gözünü karartır. Bâhusus ki, doktor Münir Şaha» üvey kardeşinizmiş ! — Bundan ne çıkar? Böyle vah şiyane bir şekilde öldürülen bu adam, benim kapımda bir uşak olsaydı, ona gene acıyacaktım... — Fakat, serveti olmadığı için, bu uşağınızın katillerini aylarca takip etmek zahmetini ihtiyar et- miyecektiniz.. ! — Bunu nasıl tahmin edebili- yorsunuz? Siz benim insanlığımın hudut ve vüs'atini neyle ölçüyor- sunuz? Ben ince ruhlu, hassas ve çok merhametli bir adamım. Ev- deki evlâtlığımı, bir kedi yüzün den on gündenberi ne kadar sıkış- tırdığımı bilseniz. Ne derecede insaniyet sever bir adam olduğu mu anlardınız ! Müddeiumumi, înkâr vadisinr sanan Necdet beyin ağzından bi: şey alamıyacağını anlayınca: — Ben şimdi hakikati, evlâtlı ğınız İclâl hanımdan öğrenece- ğim, Biraz sonra mahcup olarak her şeyi itiraf edeceksiniz! Dedi, Necdet beyi odadan çı- karmışlardı. Polis müdürü ile Yılmaz, para- | da bu unuyorsun / l | suçluları dinliyorlardı. * Sivil memurlar genç Laı:lllîi , çeri getirdikleri zaman, polis © dürü, Yılmazın kulağına şu sö ri fısıldıyordu: ğ — Cinayet tafsilâtını bu k'* nın ağzından kolayca öğreneb! ceğiz. Çünkü o, efendisiyle "” likte yaptıkları bu işin eıuuily | kâr etmiyor. — Evet.. Korkudan bütün kîg hatleri efendisine yükletmek * yor. Halbuki şoförü ve Şıhıbî»% ralıyan bu kadındır. A Bu sırada arkada duran ş0! de tereddütle başını sallıyarak: — Aradan aylar geçti.. O gö karanlığında güçlük!e ıeçebıll:u ğgim katilin yüzünü iyice hatır ıâ miıyorum amma, bu kadın, © gerek. Boyu posu, sesi ona benziyor. ll İclâl, polisin gösterdiği ıındğîğ' yaya oturdu. rl Müddeiumumi sordu: Yü — Adın ne? — İclâl.. Ğ — Babanın adı? — Mahmut.. İ — Nerelisin? -( — Adapazarlı.. şe zammd,n beri — Yirmi günden beri.. — Yalan söyleme! Doktor hap beyi Büyükderede oldu ü j El R'. Üa ç & *ğün tarih üzerinden dört ay * ti. Anlat bakalım, doktoru otol bil içinde nasıl ve neden old dün? î a ___4_ & büyük ve velveleli bir hâdise sıra- vananın arkasında oturmuşlar, (Devamı va!! » Terfrika No. 11 Yüz seksen lirayı alarak çıktım. İçimde, sanki bu parayı çalmışım gibi bir düygu vardı. Mukave:ât muharririnin yanıma verdiği iki şahitle hüviyetimi-i tasdiki ancak yirmi dakika sürdü. İki gün sonra İs- tanbula doğru yola çıktım. Seyahat çabuk geçti. Karmakarışık düşüncelerime dalmış, hayatımı altüst eden bu garip maceranın şaş- kınlığıyla kendimden geçmiştim, Bu uzun yolculu- ğumda hiç etrafı görecek halde değildim. Bir tren memuru gelerek hangi istasyonda ine- ceğimi sordu. — Haydarpaşa dedim. Büu sorgüu beni oldukça kendime getirmişti. Haki- katen rücu ettim. Seyahatim nerede ise hitecekti. Bü- yük İstanbul şehrine adımımı attığım vakit saat ak- şamın yedisiydi. Günün son aydınlıkları içerisinde şehir bana ha- yat ye hareketle dolu göründü. İçerimde öyle bir “duüygu vardı ki sanki şehir beni güler yüzle karşıla- miştı. otelcisinin tavsiyesile temiz bir otelde tel- grafla bir oda tutmuştum. Demek ki bu akşam odam ve sofram temin edilmişti. Ertesi günü İhsan beyin yazıhanesine geldiğim vakit saat ancak on vardı Be- ni kabul eden genç bir adam mukavelât muharririnin bulunmadığını söyledi: — İhsan bey çok önemli bir iş için iki gündenbe- ri Çatalcada bulunuyor, dedi. Pek bozularak: — Ne zaman gelecek ? — Nihayet on güne kadar gelir.. Ben kâtibiyim. Arzu ederseniz benimle de görüşebilirsiniz. — Hayır! İhsan beyiti dönmesini bekliyeceğim, Çünkü ancak kendilerile görüşmeğe mecburum. — Nasıl arzu ederseniz..; — Sizden yalnız bir şey rica edeceğim. Bana A- rif Nedret beyin adresini verit misiniz? Kâtip tereddütle düşündü, hemen ilâve ettim: —... Mukavelât muharriri Ali Bey tarafından geli- yorum, Kendisine verilecek bir mektup var. Kâtip bilmediğini gösteren bir hareket yaparak: — Size Arif Nedretin adresini vermek istemedi- ğimi sanmayınız. Kendisi zaten İstanbulun tanılmış bir İsmini kataloğda hemen bulabilirsi- niz. Cep defterimi çıkararak adresi yazmağa başla- dım : Nişantaş..... sokak No. 132 Kâtip adresi bana vermekle beraber endişede ol- duğu belli idi. Sanki mahrem şeyleri söyliyerek vazi- fesini suiistimal ediyormuş gibi bir hisse kaprlarak sonradan mes'ül olmamak için sordu: — İhsan beyin Çatalcadan döndüğünü size nasıl haber vereyim. ? Ötelime hemen bana telefon —etmesini — söyle- dim. Şimdi Arif Nedretin adresini öğrenmiştim. Ar- tık sabrım kalmamıştı. Bir ân evvel işe girişmek is- tiyordum. Hemen bir taksiye atladım. Arif Nedretin evinin adresini verdim. .» Caddesi büyük ve geniş bir cadde idi. Hiç na- zarı dikkati celbetmeden 132 numaraya yaklaşır ve- evi tetkik edebilirdim. Fakat ev kaldırım — taşlarile döşenmiş küçük bir avlunun nihayetinde idi. Yalnız açık kalan büyük arabalık kap:sından evi gözetebile- cektim. Fakat büyük bir sabırsızlık bütün varlığımı kaplamışt.r Bu muammalı vaziyetten — bir ân evvel kurtulmak istiyordum. Uzaktan eve bakmak benim için kâfi değildi. Derhal 'V harekete geçmeliy- dim. Saatime baktım on buçuktu. Acaba daha erken miydi? Beni kabul edecek miy- di? Yoksa münasebetsizlik mi olacaktı? Ne olursa olsun girecektim, Büyük kapıdan av- ltya daldım. i : Sol tarafta, avlının bir köşesinde bir adam bir o- tomobili yıkıyordu, Ona doğru yürüdüm. Arif Nedret beyin evde î' lup olmadığını sordum. ; Adam doğruldu. Hic bir kelime söylemekşiğ" ağır ağır bana evin kapısını gösterdi. Kapı geniş mermer merdivenli bir aahanlık rtindeydi. Elektrik ziline bast:m. Yaşlı bir hım'uc'q!I kapıya geldi. W Fakat kapıyı biraz aralıyarak beni tepeden tl*'e_ nağa kadar süzdü. Nezaketle sualimi ona da tekf".l ladım. Müstehziyane: ; ,l — Randevu mu almak istiyorsunuz dedi. — Hayır dedim. — Öyleyse kendisine yazarsınız? Kapıyı tekrar kapıyacaktı. Fakat ayağımı içer'! atmıştılm. Bunun üzerine kapıyı açmmağa ve beni M) lemeğe mecbur oldu. Cüretkârane bir yalan atarak: fii | — İhsan bey tarafından geliyorum dedim, Ail'i“" Nedret beyi çok önemli bir iş için derhal görmem * | zım. Kartımı kendisine veriniz. Beni kabul edecew eminim, Ayni müstehzi şive ile: — Pek ümmüyorum, dedi. Fakat kartı almak ll? Ç elini uzatarak ilâve etti: a — Veriniz. A Kartlarımdan “birisini uzattım. W Kartın üzerinde tabit yalnız kendi ismim V" ,, nuyordu. Kurşun kalemile arkasına şu iki satırt * — dıim: v Arif Nedret Beyden bir kaçdakikasını — ö bir iş için bana hasretmesini istirham ederim... İhtiyar uşak beni mermer sahanlıkta bmk’# pıyı dahi kapiyarak uzaklaştı. r " On dakika geçdi.. Gelen giden yoktu. Bît# nuttuğunu sanmağa başlamıştım, Gene kapıyi 'Jğ mr yoksa dönmek mi lâzımgeldiğini kestiremi” — düşünürken nihayet gözüktü; — Geliniz! dedi. Üi (Devamı var) K