Ben taşçıyım, Her gün sabah - tan akşama kadar taş ocakların - da çalışırım. Ocağımız açık ve güneşe çok karşı bir yerdedir. Gü- neş her gün sabahtan akşama ka- dar kafamızı kaynatır. Ve ben, & limde ağır bir çelik kazma olduğu halde durup dinlenmeden güne - şin sıcaklığını yiye yiye ateş kesi- len taşları parçalarım. On senedir bu işi yaptığımdan usta işçi sayılıyorum. Kollarım, a- dalelerim katı taşlarla çarpışa çar pışa demir gibi olmuştur. Değme babayiğitin yarım saat kullanama dığı kazmayı ben saatlerce salla- Yabilirim. Bir senedenberi evliyim, karım genç, ve güzeldir. Her gün sabah- tan akşama kadar taş kırmam yü- reğimin taş kesilmiş olmasma de- lâlet etmez. Genç ve güzel karımı şok severim. o Nasırlanmış kalın ellerimle onun sarı ipek gibi'yu » müşak saçlarım okşamak; bütün gün güneş karşısmda (dura dura kararmış ağır başımı onun göğsü: ne dayamak, kalbini bir masa sa- ati gibi dinlemek çok hoşuma gi- den şeylerdendir, Karım da namuslu, ve iyi bir ka dındır, Mütevazı kazancımızı iyi inar» eder, Bir ay oluyor... Bir gün gene taş ocağında çalışır, sivri çelik kaz - mayı sert taşlara bütün kuvvetim. le vurup parçalarken aklıma bir- denbire birşey geldi: Bu sivri uçlu ağır çelik kazma - Yı, sert taşları parçaladığım gibi wvetle karımın kafasına indir - sem ne olur? Bu fikir aklıma gelmek beraber tüylerim diken diken oldu. Bunu hereden düşündüm diye kendi endime ağır bir küfür savurdum. Fakat! Şeytanların zihnime üflediği bu ag sanki beynimde demir atmiş- Birân elimdeki kazmyaı rahat tahat uyuyan © karımın sarı saçlı başma bütün kuvvetimle indirdi- i tasavvur ettim, En sert ka - Yalar; bile peynir (gibi doğrayan müthiş çelik, elbette karımın da kafatasmı kolaylıkla delerek i- Seriye gömülecekti. Bir ânda kan- ar ve beyin parçaları etrafa fış - iracak, sevgili karım müthiş bir Sığlık koparacak, sarı saçları kan- dan kıpkırmızı olacak, taze beyin “Seral duvarlarda asıl: kala -- Aman Allahım! Neler düşünü - Yorum? Hiddetle kafama bir yum Yuk vurdum. Nafile? dun boynuna yapışan bir kene gi- HABER — Akşam Postası HİKÂYE bi bir türlü kafamdan çıkmıyor - du: — Biraz sonra unuturum! diye söylendim. Ve bunu düşünmemek için bağıra bağıra şarkı söyledim . Karşı tepedeki ağaçları, su içmek için iş başından kulübeye gider - ken yolun kaç adım olduğunu say dım. Canımı acıtmak için baldır - larıma çimdik attım. Fakat bütün bunların hiçbiri pa ra etmedi. Ağır kazmayı karımın kafasına indirmek (fikri benden bir ân bile ayrılmadı. İşten sonra eve dönerken yolda kazmanın elimde olduğunu görün- ce büyük bir hayrete düştüm. Her akşam kazmamı kulübeye bırakır- ken bu akşam neden bırakmadım diye düşündüm. Bir ân geri dön - meğe karar verdim. o Fakat yol hem yokuş, hem de uzaktı. Üste » lik ben de çok yorgundum: se Adam sen del. götürürüm olur, biter düm. Gene aklımdaki meş'um fik» ri unutmak için dün yediğim ye - mekleri (o hatırlamağa çalıştım. Kırk yaşında olduğuma göre şim- diye kadar kaç gün yaşamış oldu- ğumu hesapladım. Bu esnada da eve vardım. Karım beni görür görmez: — O, elnideki kazma nedir? diye sordu. (Bu sual beni büyük bir şaşkınliğa düşürdü. Cevap ver mek için kekeledim. Karrm itimat- sızlıkla yüzüme bakıyordu. Bu ba- kışlar beni büsbütün şaşırtıyordu. Nibayet hiçbir şey © söylemeden sustum. Kazma elimden düşerek tok bir ses çıkardı. Karım onu yerden aldı. o Ve kapının yanına dayarken: — Sende bugün birşey var. Di. ye söylendi, Yemekten sonra hemen yattık. Biraz sonra muntazam şekilde ne- fes almasından karımın uyuduğu- mu anladım. Benim gözlerim fal- taşı gibi açıktı. Odadaki lâmbayı söndürmüştük, Fakat onun yerine küvvetli bir ay ışığı odayı gündüz gibi aydınlatıyordu. Uyumak için büvük bir kuvvet sarfediyordum. (Fakat nerede? Hiç, amma, hiç uykum gelmiyor * du. Bütün gayretime rağmen göz- lerimi yumamıyordum. Karıma baktım. Ay ışığı yüzü- ne vurmuş; sarı saçlarını mor bir renge boyamıştı. Uyurken dudak- larını hafif hafif kumıldatıyordu Elimi uzattım, Kendi kendime: — Saçlarımı okşıyacağım! di - yordum. Fakat katı parmaklarım karı - mın kafasına çarptı. Karım kısa Bu fikir yeni doğmuş bir kuzu” | bir şığlık kopararak uyandı: — Ne yapıyorsun? diye sordu. | geriye dönmek için çabaladım... İgelmektedir. Bunların 100 yaşından faz A e e re Yer MM MASANIN diye düşün- DELİIREN ADAM! — Hiç! Ne yapacağım? Uykum | Boşuna gayret! İleriye doğru | mak için ayaklarımı yere vurmak kaçtı da. — Raşrma neden vurdun? — Sey... Bir sinek konmuştu. Kovmak istedim. — Sen ne konuşuyorsun? Gece vakti sineği nasıl gördün? Of, ba“ cım... Elin ne kadar da ağır! <a — Sende bugün birşey var. Sen her zamanki gibi değilsin! Değiş- mişsin sen! — Yok canrm... Ne olabilir? — Bunu ben de bilmiyorum... Yaptığın işlerin farkında değil - sin... Meselâ hiçbir sebep yokken akşam üzeri koca kazmayı bera - ber getirdni.. Simdi de uyurken kafama bir yumruk attm... Ne ol- dun böyle? Kazma lâfını işitince yeniden tülerim ürperdi. Heyecanlandım, , ve sık sık nefes almağa başladım. Bu heyecanımı belli etmemek için konuşmağa cesaret edemiyor - dum. Hiç ses çıkarmadan yattım. Yorganı kafama çektim. Karım daha bir müddet söylen- di, Sonra o da yattı, Biraz sonra nefes alışından yeniden uyumuş olduğunu anladım, Derhal yorga- nı başımdan çektim, Ve yatağın i- çinde yeniden oturdum. Birdenbire aklrma birşey geldi. Sak, ben delirmiş olmıyayım? Hayır!... yy yy Yaz an: Murad “Sertoğlu A Peki ya bu fikirler ne? Neden durup dinlenmeden karımı öldür. meyi düşünüyorum. Karımı sev - miyor, istemiyor muyum? Kat'iyyen!,. Onu sevdiğim mu- hakkak... Peki o halde o ağir kazmayı ne- den eyime getirdim? Dalgınlık!... Karımın kafasına uyurken ne - den bir yumruk attım? Dikkatsizlik, daha doğrusu ak- silik... Çünkü elimi uzatırken saç- larını okşamayı düşünüyordum. Elimi ay ışığında menekşe rengi- ni alan sarı saçlarını okşamak i- çin uzatmıştım. Böyle “düşünürken. birdenbire karyoladan inmiş olduğumu gör - düm, Ayaklarım elimde olmadan beni bir yere doğru götürüyordu. Nereye gidiyordum? Bunu düşünmek bile beni ürkü- tüyordu. Kendi kendime; — Şimdi kapıyı açarken gürül tüden karım uyanacak, beni ikaz edecek diye sevinçle düşündüm. Fakat hayret! Her vakit açıp kaparken büyük gürültüler çıka - ran kapı o kadar sessiz açıldı ki? Bir kuvvet beni omuzlarımdan itiyordu. İlerledim; ilerledim. -— Merdivenlerden inerken tah- ta gıcırtıları karımı uyandıracak diyordum. Bu zannım da boş çıktı. Bir ke- di bile inip çıkerken gıcırdıyan merdiven kat'iyyen ses çıkarmı - yordu. Ayaklarımda duyduğum soğuk- luktan taşlığa inmiş olduğumu an ladım. Son bir kuvvet sârfederek yürüdüm, Etraf zifiri “karanlıktı. Bu karanlıktan memnun oluyor dum; — Karanlık sebebiyle elbette kazmanın nerede olduğunu göre- miyeceğim, kazmayı bulamıyaca ğım diye seviniyordum. Kazma aklıma gelir gelmez ye niden titremiştim. Ben kazmayı almak için mi a - şağıya inmiştim? Yoo... Neden t#atıki bunun için inmiş olayım? Yalan! - Peki o halde neden indim? — Bilmem! Kim bilir, belki de Dolaşmak için filân... Hem böyle düşünüyor, hem de zifiri karanlık içinde ilerliyordum. Ayağımın bir tencereye çarparak gürültü çıkarmasını, ve uykusu çok hafif olan karımın uyanması- nı düa ediyordum. ! Birdenbire kafama isyan etmiş, kendi kendine yürüyen ayaklarım durdu, belimin büküldüğünü, ve kolumun uzandığını hissettim, Bu karanlık köşede ne arıyor - dum? Hiç!... Parmaklarım Katı birşeye temas etti, Bunun ne olduğunu düşün - memek için bütün kuvvetimi har- cadığım halde kazmanın sapı ol « duğunu anladım, Doğruldum. Ve gerisin geriye yürümeğe başladım. — Kazmayı merdivenin yanı »' başına bırakacağım, diyordum. Merdivenin başıma geldim. E - limdeki kazmyar yere bırakmak ! için parmaklarımı açmağa uğra - #iyordum. Sanki parmaklarım mel'un kazmanın sapına yapış - mıştı, — Merdivenin üst tarafma bı - raksam ne olur? diye düşündüm. Ve gürültü yapmak için bütün ça | lışmalarıma rağmen hiç gürültü yapmadan merdivenin üst tarafı- na geldim. Kazmayı buraya da bırakama - dım. Bir fikir zihnimde: — Canım, kazmayı yatak oda- sına bıraksan ne olur sanki? diye feryat ediyordu. Böylece yatak o- dasma girdim. Karımı uyandır - | istiyordum. Fakat nerde? Bağırmak istedim. Derin derin nefes aldmı. Ağzımı çenelerimi a- cıtıncıya kadar açtım. Yumrukla- rımı göğsüme dayayıp kaburga kemiklerimi acıtarak bütün kuv » vetimle bastırdım. Bu da fayda vermedi. Ağzım - dan bir sinek vızıltısı kadar bile ses çıkmadı. Karyolaya doğru ilerledim. Ka- rım, sıcaktan olacak, üzerinden yorganı sıyırmıştı. Bacakları, ve göğsünün yarısı açıktaydı. Elimdeki kazmanın ağzı ay ış- ğında piril pırıl yanıyor, ve hain hain gülüyordu. Bir ân kazmayı başımın üstün- de gördüm. Bunu nasıl kaldırdığı- mı bilmiyordum. Kendi kendi - me: — Kazmayı kaldırmak, birşey ifade etmez... Kat'iyyen karımın kafasına indirmiyeceğim diye dü- şünüyordum. Birdenbire her yanı kıpkırmızı görmeğe başladım. Karımın me - nekşe rengindeki saçları, ve kaz- manm demiri kan rengindeydi. Ömrümde hiç duymadığım bir. çığlığın aksi kulaklarımı çınlatı - yordu. Karımın, bir alev gibi kah- dan kıpkızıl olmuş saçlarmı, ve denizden diri diri çıkarılmış Bir balık gibi kıvrım kıvrım kıvranan vücudünü yarım bir hayal halinde gördüm. Yatağın yastığında bir kızıl les! ke gittikçe büyüyordu. Kulaklarımda bir uğultu! Başımda bir uğultür ““ ww Göz kapaklarım bi BE rer çelik levha gibi indiler. Parmaklarımın gevşediğini, Dizlerimin büküldüğünü his - settim, Ve... .; » Ertesi günü taşçıyı, karısının kazma ile kafası parçalanmış ce « sedinin yanında şaşkın şaşkın ba- kınırken buldular, Üstü başı kan içindeydi, Hiçbir şeyi hatırlamı » yor, ve hiç kimseyi tanımıyordu. ' Hattâ kendisini bile... 135 kiloluk bir kaplumbağa Dünyanın en büyük kaplumbağa ları, ve Aldabra adalarında bulunmaktadır. Son sekiz tanesi Londra hayvanat bahçesi ne ya nasl yiyecek verildiğini gösteriyor. Bu haybanın ağırlığı 135 kilodur. Diidinden kn ilminde miki in Bazli emindi Madagaskar civarında Galapago* günlerde bunlardan tutulan on getirilmiştir. Resmimiz kaplıımbağa zerindeki kabuğunun boyu 120 santim le oldukları tahmin edilmektedir.