3 Ağustos 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

3 AĞUSTOS — 1935 - HABER - Ak'ı:ım T'oeıtası Yazan: K ADzRCAN KAFLI No. 82 Yolda dü üşmana rasgelirse?... Frenk süleymanın aklına bu korku gelmişli. Dalyan da onun gibi yaptı ve sordu: — Neden? Ne oldu? Yoksa Pi- yale Beyin... — Hayır... Hayır... Piyale Be- Yin efir kızların güzelline bile al- dırmtaz. Hele savaş alanında, lâfı- nr da yapmaz... — O halde?... — Nereye?... — İstanbula... — Fakat... Nasıl? Ne zaman... Bizinfle alay mır ediyorsun? — Toplantının başlangıcında, Salernodan cenuba doğru uzakla- $an Kadırgayı görmediniz mi siz? — Gördük... Keşfe giden kadır- 8ay? değil mi? “— O keşfe gitmiyordu ki... İs- tanbula gidiyordu. — İstanbula mı? Ne söylüyor- sun? Yoksa... | — Evet... Sizin aradığınız genc kız da onun içindedir... »e Erenk. Süleyman bir küfür sa Kâhya onun ağzını avcuyla ka- padı Ve; —— Sus).. Bundan ne fayda var? Piyale Beyi görmek için geç kal- dığınızisöylemekle yanlış mı yap- Diye sordu. Dalyan Mustafa: — Fakat... Bu bir.... Diye kekeledi. — Kancıklıktır... Diyecekti. Fakat bu sefer onun ağzını da Frenk Süleyman kapa- Miıştı: — Lâftan hayır gelmez... Sıhı- den geç kalmışız. Cenuba doğru süzülen Türk ka- dırgasının gittiği yola baktı. Orada, bir tarafta yeşil ve ka: Yalık kıyılar, bir tarafta da ala- bi'diğine uzuyan engin bir deniz vardı: — Bu kadırgayı tek başına na- sı| gönderiyorlar İstanbula?.. Yolfa düşmana rasgelirse?... Fren': Süleymanın aklına bu korku gelmişti. Fakat sonra düşündü ki, İstan- bul, Adalar denizi, Navarin ve Me sSinadan geçen zafer yolu, Türk oranmasi tarafından iyice tara- nalr on beş gün bile olmamıştı. Bu sırada oralarda düşman ge- îî!erinîn gezmesine imkân yok- Frenk Süleyman önüne baktığı zaman Turgut Reisin bir filikaya binerek gemiden uzaklaştığını, Kurdoğlu Ahmet Beyle Daltaban man Reisin arka arkaya önün- den geçtiklerini gördü. İkisi de Kızıl Kadırganın iki tanınmış levendini tanımışlar, bı- Fik altadan gülümsemişlerdi. Demek ki onlar da olup biteni biliyorlardı ve bu hal, hoşlarına gitmişti: — Eh... Hüsmene de yaramadı. Diyorlardı sanki... Frenk Süleyman adamakıllı kızmıştı, Arkadaşına: — Yürü, gemiye gidelim... Baş- ka ve yapabiliriz? Dedi. Dalyan onunla beraber yürüdü. Sandalda birdenbire sözü yeniden açtı: — Şeytan diyor ki, hemen şim- di demiri al, yelken kürek cenu- ba git... Giden kadırgayı yakala ve Beatrisi güzellikle vermezlerse zorla al!... Bu, benim artık kanı- ma dokunmağa başladı. Hiç bir sşey olmasa ve arada reisimiz bu- lunmasa bile bizim esirimizi va- sıl oluyor da başkaları elimizder | alryor? Nasıl oluyor da onlara kap tırmış oluyoruz?... Sahiden bu böyle idi. Bu sadece Hüsmenin aşkı, xr- zusu değil, Kızıl Kadırganın ve leventlerinin onurüu idi. İkisi de gittikçe kızıyorlardı. Kızkınlıktan, palalarmın sapla. rını bir balmumu gibi eritecek ka- dar korkunç bir kuvvetle skıya: - lardı. HÜSMEN KÖPÜRÜYOR ! Bir aralık Kızıl Kadırgan'r genç reisi, durgunlaştı. Yüzünün sarılığı azaldı. Ateşi azalr!'ı ve çok geçmeden gözlerini açtı. Daha demin etrafına, tanıma- dığı bir manzara karşısında kal. mış gibi bakan genç reis, tam aıa- rasiyle aklı başında bir adamdan farksızdı. Yavaşça doğruldu. Leventlerine birer birer baktı. Sonra gözlerini uğuşturdu. — İspanyollar kaçtılar mı? Bu-h rası nöeresi?... Diye kekeledi. Cevap beklemeden sözüne de- vam etti: — Ha!... Kızıl Kadırgada 'mi- şiz... Alâ!... Fakat buraya ne za- man geldim ben... Frenk Süleyman ona kısaca an- latmağa başladı. Karadaki savaşı, ve orada vu rulduğunu söyledi. Hüsmen Reis elini başına götür. dü. — Sahi!... Demek ki başım o- nun için donuyormuş. Kalkmak için kımıldandı. Zorluk çekiyordu. Fakat kendisini zorladı ve: — Epeyce yorulmuşum... Hasta mıyım ?... Diye mırıldandı. — Çok kan kaybettiniz reis!... Biz doğrusu korktuk... — Niçin?... Frenk Süleyman bu korkuyu söylemek istemedi. Dalyan dosdoğru cevap verdi: — Öleceksin diye... Bu söz Hüsmenin gücüne gitti. Kendini toparladı. Birdenbire dimdik oldu. Başını tunçtan bir heykel başı gibi sert tu tuyordu. — Öleceğim diye mi? Ben mi?. İspanyolların yüzünden ha!... Limandaki Türk donanmasını gördü. — Biz Salernoda bulunuyoruz. | — Bu da bizim fila.., Gördüğü manzara hoşuna, git- mişti. Önâa karşı durarak belki daha da bir çok söyliyecekti. Fa- kat ansızın sözünü kesti: — Frenk Süleyman!... — Buyur reis?... — Beatris nerede?,.. Onu bizim karakol gemilerinden birine bı- rakmıştım. Kaptanın adı... ÂAdı neydi?... Başından aldığı yara onu oldek. ça sarsmıştı. Öyle ki hatıralarını bile kolay kolay derleyip topliya- mıyordu. Fakat kendisini öyle iyi kullanı- yor, o kadar çabuk iradesini karı- çılayordu ki, aradan çok geçme- di ve hiç yaralanmamış gibi ol: du. Frenk Süleyman, Türk karakol gemisi kaptanının adını söyledi: brel Topal Şaban... — Fakat nerede 07.., Kızı ge- miye getirmedi mi? Buraya getir medi mi? Frenk Süleyman hikâyenin bu tarafını da anlatmağa — başladı. Genç kızın Piyale Bey tarafından alındığını, kendi gemisine gönde- rildiğini, oraya kapandığını ve saraya göndermek istediğini söy- lediği strada Hüsmen Reis birden- bire köpürdü. (Devamı var) Dünyanın en hızlı giden bomba tayya resi olan yeni bir Breguet tipi.. Bu tay- yare Fransız ordusu için yapılmıştır. İçindeki pilot Kost'tur. Nakleden: (Hatice Sürenya) Dünya güzğnünîhî peşinde... Fahrünmname adlı eski Farisi tarih ramanından alınmıstiır. N0.23=JJ meyva ağacı Ferruhla Huma baharda çiçek açan gibi süslendi, kokulara büründü . Hürrem, bırakılan kapıdan sultanın bahçesine girdiler . aralık Hurrem, Ferruhun başından ge- çen macerayı evvelinden âharına kadar anlattı. Hüma, bunun üzerine, öyle şa - şırdı ve öyle sevindi ki, Hurremin boynuna sarıldı, kendini kaybede- rek, delikanlıyı dudaklarından öp- tü. Hemen çekmecesini açtı. Ora- dan inciler, yakutlar çıkararak delikanlının ağzına doldurdu: — Böyle güzel sözler söyliye - nin ağzına işte böyle mücevherler yakışır.., Al, bunlar senin olsun... dedi. Duramıyordu. Sevincinden ne yapacağını bilemiyordu. — Haydi, gidelim, dadıma me- seleyi haber verelim! - dedi. — Aman, sultanım,.. Şimdi bı- rak, o, uyudu, Yarın sabah haber veririrz| — Olmaz... Şimdi gideceğiz... Haber vereceğiz... Sevincini bütün dünyaya ilân etmek istiyordu. Beraberce, — Parsanın odasına gittiler. Onu kaldırdı'ar. Meseleyi anlattılar: Hüma: — Ben ne talihli kızmışım ki, sevgilim buraya kadar gelmiş... diye yerinde sıçrıyordu; dadısı - nın da boynuna sarılarak, onu iki yanağından öpüyordu. Üç kişi, sabaha kadar uyuma - dılar. Şehzade ile nasıl görüşmek kabil olacağını görüştüler. Dadı, gene işin içine fesat ka - tıyordu. Hep baştan savucu, kızı oyalayıcı vaziyetler yaratıyordu. Onu bir ân tenhaya cekip: — Sen çocuk musun? Yoksa çıldırdın da bu ne idüğü belirsiz ressammı sözlerine mi uyuyor - şun?... Bana kalırsa, o, sahtekâ - rım biridir. Şimdi, şehzade buralara — kadar gelmiş bulundu?... Bakalım, resimdeki adam mıdır? Senin rüyada gör - düğün insan mıdır?... Yoksa, bu sahtekâr adam, seni mel'anetleri- nasıl oldu da ne vasıta etmek için, kendi gibi bir serseriyi mi ortaya koyuyor?.. Atik davran... Sevgilin olduğunu anlamadarı onu yanına uğratma... Hele bahcenin bir kenarına gel - sin, Sen, kasırdan onu seyret. İki- miz birlikte, gelen adamın haki - katen sehzade olduüğuna kanaat getirelim, ondan sonra yapacağı- mızı düşünürüz ! Hüma, âşık olmasına Tağmen, bu fikri makul buldu. Onun da i- çine şüphe düşmüştü. Bu adam sa- kın yalan söylemesin. Tekrar Hurremin yanına gel - dikleri vakit: — Dostum! - dedi. - Şehzadeyi bahçeye getir. Bir kameriye altın- da otursun... Kenrlisinin güzelli - ğini seyredeyim. O da bent gör - sün, Fırsat elverirse konuşalım, görüşelim... Aman, sakm görnlü kırılmasın. Benden kendisine pek çok selâmlar götür. Birçok hediyeler vererek, Hur- remi Ferruha gönderdi. Delikanlı, saraydan çıkar çık » maz, rüzgârın önüne katılmış gi- bi, aceleyle gitti, Hana vardı. O - rada, arkadaşını bir köşeye otur- muş, hazin hazin düşünür buldu. — Ne oluyorsun? Kalk! Sultan sana selâm söyledi. Seni bahçede bekliyor. Artık kederli günleri - miz geçti. Talih, yüzümüze gü « lümsiyecek! - dedi. Bu müjde üzerine, biçare Fer« ruh, yerinden fırladı. O da Hur - remin yanaklarımı öptü. Arkada « /| şı, kendisine bütün macerayı ba- şından sonuna kadar anlattı. — Her fırsatta şu Parsa cadısr işin içine fesat — katmak isityor. Bunu, son sefer gene yaptı. An - ladım amma ne yaparsın. Merak etme... Yavaş da olsa menzile u- laşacağız! Böylece konuşarak hazırlandı- lar. Ferruh, kendine en çok yakı - şan bir elbise giydi. Hüma da sarayda ayni suretle hazırlandı, Baharda açan güzel bir meyve ağacı gibi süslendi ve güzel kokulara büründü. Ferruh ile Hurrem evvelce ka « rarlaştırılan tarzda Hümanın bah- çesine geldiler. Aralık — bırakılan kapıdan içeri girdiler. (Devamı var)| ummmmunmsezı SOYDAN Sünnetçi Ahmed İkamatgâh ve muayeneha- nesini Sirkeciden Sultanahmet Yarebatan caddesi dÜnumaraya nakleylediğim saygılı müıter!- lerine bildirir. ESAMAR gha Istanbul Ankara Caddesi Telgraf adresi: ISTANBUL HABER Telefon Yazı 28872 (dare: 243T0 ABONE ŞARTLARI Türkiye Ecnebi Senelik 1400 Kr. 2700 Kr. & aylık 730 , 1450 * 5 aylık 400 », BOO » T aylık 150 5; 300 İLÂN TARİFESİ Ticaret ilânlarının satırı 12,850 Reosmi ilânların 10 kuruştur. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı ger (VAKIT) matbaası

Bu sayıdan diğer sayfalar: