Yanam KABIRCAN KARLI” Her şey hazır... Şimdi onun beynin — Öyle görünüyor, fakat kaza: Dacağız... , Hüsmen bu sözleri o kadar sert Ve o kadar kızgın söylemişti ki Sr rik Ahmet ensesine bir kılıcın kıl kadar keskin ağzı yaslanmış gibi Mış, kendisini denize atmıştı. — Reis!... — Reis, nereye?.. Sırık Ahmet şaşkınlıktan böyle bağırmıştı. Fakat çabuk toparlandı. O da kılıcını ağzıma aldı ve ken- disini denize attı. | Lerentler de onun gibi yapa -! caklardı. Hüsmen biran için ağ - Zındaki kılıcı eline aldı ve geriye| doğru bağırdı: — Siz gelmeyin... Biz ona yete-| Yiz de artarız bile. Siz kıyıdan| Köyarak ileriye gidins. Orada ne yapacağız? —Burunu kıvrılmadan önce ka- TAYA çıkmak isterse — yakalayın. GÜZ nüzü açın, kıza bir şey olma» sm ha? ; — Başüstüne... Leventler, avınm önünü kes - Mek istiyen birer kurt gib ileriye lar, ailemen bir balık gibi yüzüyor. O zamana kadar hiçbir gemici de görülmiyen bir hızla yaklaşı Yordu. Hattâ şu yelkenli ve kü rek'i kırlangıçtan bile hızlı gidi- Yordu, Fetnando ilk defa olarak yaka- lanmak korkusuyla titredi. Kızgm ve ümitlerinin sarsıldı. DI gösteren bir yüzle kayalık ve *ivvi buruna baktı. Sonra doğruldu. Elin bejine attr. , Orida işlemeli birer mahfazs İçinde iki tane tabancası vardı. Bunlar ağızdan dolma, çakmak YE fitille ateş alan, süslü ve geniş hamlulu, biçimsiz şeylerdi. Yuvarlak kurşun atardı. Düşmanla karşı karşıya gelin- ği zaman ancak bir dzfa ateş €- dilebilirgş, Çünkü ikinci defa ateş *tmak için içini silmek, süpürmek, Önce barut doldurmak, bastırmak. *onra da kurşunu gene (o ağızdan Damluya sokarak çeriye doğru İt- Mek gerekti. ma için de uzun zaman lâ Onu kullananlar, birer defa a İS3 ettikten sonra, eğer düşmanla har öldüremezlerse, tabancaları- Bi artık bir tarafa fırlatırlar, kılıç, uye balta, topuz gibi diğer *İ- lara yapışırlardı. K o sıralarda bu tabanca” icat edileli elli yıl ancak olmuş- me ama — No. 60 ———— i patlatacağım... tu, Yapabilen pek az ve kendile- ri çok pahalı oldukları için ancak krallar, prensler, kontlar veya a- miraller bulabiliyorlardı. Fernando beline götürdüğü e- Tini çekti. Şimdi tabanca onun e- Tindeydi. Namlusuna baktı. Tetiğine baktı. — Her şey hazır... Şimdi onun “| beynini patlatacağım... Diye homurdandı. Sırık Ahmet Hüsmene verdi: — Gördün mü?... Kendini bu şeylan tuzağından koru!.... — Gördüm. Sırık Ahmet gerisine baktı. Se vinçle haykırdı: — Kızıl Kadırga... Kadırgamız geliyor... Hüsmen de baktı Yüzünde hiçbir sevinç görülme- di, — Geç kaldılar... Geç kaldılar... haber Diye mırıldandı... Başını suyun içine daldırdı. Kollarını ve bacaklarını tıpkı bir yengeç gibi açıp kapıyor, suyun İ- çinde yüzüyordu. Böylece gidiyor, gidiyor, biraz sonra otuz, kırk ad'm ileriden su- yun üstüne çıkıyor, nefes alıyor, tekrar dalıyordu. Fernando kyığına zikzak çiz- diriyordu. Bö lelikle Hüsmen Reisten mümkün olduğu kadar w- zak bulunmağa, onu şaşırtmağa çabalıyordu. Hüsmen kıyıya baktı- Kimseyi göremedi. Birkaç adım geriden gelen Sı- rık Ahmede sordu: — Bizimkiler ne oldular? Gö rünmüyorlar... Sırık Ahmet bu sefer boyunun tersine olarak birdenbire akıllıca bir cevap verdi: -— Fernandoyu kuşkulandırma- mak için çalıların ve ağaçların ar. 'dından gidiyorlar... Böyle sanırım. Hüsmenin hoşuna gitti... — Varolsunlar... Eğer böyle ise iyi düşündüler. Fernando, kayığının o burnunu mümkün olduğu kadar kıyıya yak. laştırıyordu. Eğer onunla hemen hemen başbaşa giden Türk kara- kol gemisinden önce burunu tu- tamazsa, bir an önce karaya çıka- rak oradan kaçmayı tasarladığı anlaşılıyordu: Hüsmen son bir hamle ile bir atılışta kendisini Fernandonun kayığından beş alt adım geride buldu. Fernando birdenbire şaşırır gi bi oldu. Fakat çabucak toparlandı. Tabancasını genç Türk akmer- sma çevirdi. Alev ve ölüm ku - sscak olan namlu, dosdoğru Hüs - menin iki kaşının arasma çevril - mişti. —Reis... Denize dal.. Denize. Suyadal!. o, Böyle bağıran (Sırık Ahmetti- Suyun içinde upuzun bir kılıç ba- lığı gibi yüzerken birdenbire ür- permiş, genç Hüsmeni ( alnmdan kanlar akarak suları kırmızıya bo- yarken ve ölürken görür gibi ol- muştu. Hüsmen, biç şüphesiz ondan daha açıkgöz ve atikti. Fernando- nun tabancayı yukarıya kaldırdı- ğını, nişan aldığını, parmağını te- tiğe dayıyarak çekmek üzere ol. duğunu görmüştü. Bunu önce - den hiç hesaba katmamıştı am - Hüsmenin dalmasiyle, çekilmesi bir oldu. Tabanca büyük bir gürültü ile patladı. Beyaz bir duman havada yuvar- landı, toparlandı ve dağıldı. Hüsmenin daldığı yerden: A tetiğin Diye bir ses çıktı; ince bir su direği yükseldi. ; Acaba kan var mı? Hüsmen vuruldu mu?... Sırık Ahmet bir küfür savurdu. İleriye saldırdı. Eğer Hüsmene bir şey olduysa, işte Sırık onun yerini tutmuştu ve öcünü alacaktı. Fernando Hüsmenin vuruldu. ğunu görmemişti amma, kendi ni- şancılığına ve tabancasına o ka- dar güveniyordu ki, yüzde doksan kurtulmuş sayıyordu. Fakat nasıl kurtulmuş sayıla- bilirdi. Hüsmen kadar korkunç ve ya- man olan Sırık Ahmet kayığın ancak beş altı adım uzağında i- di. Onun elinden nasıl kurtulacak: tı? Fernando ikinci (o tabancasını, Hüsmen ölmiyecek olursa gene o- na karşı kullanmak için saklamış- tr, Fakat şimdi onu Sırık Ahmet denilen şu upuzun kılıç balığına karşı kullanmak lâzım geliyordu. Kayık sallandı. Beatrisin ayıldığı ve bağlarını çözmek istediği anlaşılıyordu. Fernando buna da çok kızmış- tı. 5 Her korkuyu atlattıktan sonra onun yerini bir başkası dolduru- yordu. Sırık Ahmede kanlı göz. lerle baktı? — Allah belânı versin... Şeytan götürsün seni!... Diye homurdandı ve sunturlu bir küfür savurdu. Sırık Ahmet de ondan aşağı kal. mamıştı. Tükürür gibi homurdan- dı: — Allah senin belânı verecek, alçak herif... (Devamı var) 12 TEMMUZ — 1895 HABER — Aksım, Pastası . ae ERSEM ver e çi Yüreğim burkuldu “ Artık hayatta felâketten kur” tulamıyacakmışım gibi geldi... “Haftalardanberi, zaten için - için, büyük bir mücadele geçiri * yordum... “Gönderdiğin mektup, arık ba- na hükmümü verdirdi... Birdenbi” re, seni, ne kadar sevdiğimi anla - dım... Hayır bu aşkım o delifi- şek, o saman alevi gibi aşklardan değildi! Yani, delilik hastalık de- ğildi... “Emin, devamlı, aklı başımda aşklardandı bu... “Bizim birleşmemizden mut ” laka hasıl olacaktı. “Hülâsa işte böyle, Mecdi. ciğim! Birkaç (dakika içinde kararımı verdim... “Madem ki sen beni hâlâ iste- mekte devam ediyordun, madem ki bütün hiyanetlerime ve ahmak- lıklarıma rağmen benden soğu * mamıştım, öyleyse benim de bir şey söylemem zaten manasız olurdu... Seni yalnız hissimle değil, fikrim. le de seviyorum artık... “Bunu anladım. Derhal posta * haneye koştum ve şu telgrafı çek tim: “.- Gel, evleneceğiz!,,, “İşte, sen de geldin... Samiye, bu sözleri, babasmm yanında söylemişti, İhtiyar: — İkiniz de çok iyi yaptmız... Bi * ribirinize çok lâyıksınız.. İyi ah- lâklı, fazletli gençlersiniz.. Hele Samiyenin başından pek çok fe - den, eylâl güneşinin £ son ışıkları giriyordu. Dikiş makinesinin par lak madeni, böylelikle, ışıldıyor - Genç kız, çoktanberidir, bu ma kine ile evde dikiş dikmeğe ve pa* ra kazanmağa başlamıştı. Bahri: — Çocuklar! — dedi. — Ben sizin yerinizde olsam, on beş gün içinde evlenir, bütün işi bitiririm.. Bu gibi işleri geciktirmek hiç te muvafık değildir. Iki genç: — Pekâlâ, baba.. gibi olsun! — dediler. Söylediğin Tam bu esnada, kapıda, bir o -| / tomobilin durduğu işitildi. Frenler gıcırdamış, bir otomobil kapısı açılıp kapanmıştı. Mecdi Tahip, başını çevirince, tozlar içinde büyük bir otomobi * lin kapıda durduğunu gördü. Otomobilin içinde, köylü kılık- hı bir kadın vardı. Kucağında bir çocuk tutuyordu. Direksiyonda ise, bir adam vardı. Kapıyı açıp sokağa atlıyan da buydu. Aşağı inince, çocuğu kucağına aldı. Bahrilerin evinin bulundu - ğu tarafa yürüdü. Hattâ o binaya girdi. Aradan ancak bir dakika geç - mişti ki, evin kapısı çalındı. Baba, kız müstakbel damat, yerlerinden kalktılar, İhtiyar dülger, kapıyı açtı. Demin otomobilden inen adam la karşılamıştı. Kucağında hâlâ çocuk vardı. onu görür görmez, Samiye, âdetâ gayet zarif Bir Aşkın kieden : İ mater Süreyya | 71 vena v9 100000000 000 büR aaa Na, bir çığlık koparır gibi haykırdı: Adnan bey.. Siz misiniz? Delikanlı, pek ciddiydi: — Evet, Samiye hanım.. — di ye ona doğru bir iki adım attı. Yüzü solmuştu. Sesinde, bir heyecanın titreyişi hissolunuyordu. — Ne var... — Çok şeyler var... Fakat her şeyden evvel şu mini miniyi ben- den alır mısınız? — Alım... Zira, nasıl tutacağı © mı bilmiyorum., Bu işin acemisi * yim Adnan, genç kadma çocuğu w- zattı. Samiye: — Peki efendim... Verin,, tuta" yım. — dedi. Fakat kucağmdaki bu güzel port bebeli çocuğa bakmadan: (Devamı var) —ZğZ—ğZğZğÇ LU oem nir HABER AKŞAM POSTASI İDARE EVİ Istanbul Ankara Caddesi Telgraf adresi: ISTANBUL HABER! Telefon Yazı: 20812 Idare: 24370 ABONE ŞARTLARI Senelik 8 aylik 3 ayık * aylık o 150 çeLÂN, TARİFESİ Resmi ilânların 10 Kara Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası KUPON 184 12-7-935