Z engin olmanın sırrı nedir? Amerikalı bir delikanlı bu sırrı bulmuş ! 1920 senesinde Amerikada Los Ancelps da “James Fenton ve oğ- lu,, firması altında bir vapur acen- tesi kurulmuştu. Bu seneler Ameri- kanın en zengin ve çılgın sene leri idi. Herkes kolaylıkla ve çok para kazanıyordu. Bu sebepten bu yeni firma daaz — vakitte iyi işler yapmağa ve iyi paralar kazanma - ğa başladı.. Bu vapur acentesi bilhassa uzun deniz gezmeleri tertib ediyor, böy- le gezmelere senede bir defa her- kes iştirk etmek istediğinden “Ja- men Fenton ve oğlu,, firması bun dan çok kazanıyordu. Nitekim a- radan bir iki sene geçince sırf bu gezintiler için kocaman bir de va- pur yaptırdı.. Yöni vapura “Golden City,, is- mini verdi.. Bu suretle daha fazla kazanacağını umuyordu. Fakat evdeki hesab çarşıya uy- madı. Büyük dünya buhranı gelip çattı.. Kazanç yolları birden bire tıkandı. Fabrikalar, bankalar bi * ribiri peşinden mütemadiyen iflâs ediyorlardı. Kazançları azalan — halk da bu şekilde seyahatlerden vaz geçme - ğe başladı.. Bu seyahatler iyi olu - yordu amma, ne de olsa briaz pa - halıya maloluyordu . Masrafa öy - le her babayiğitin kesesi kolaylık- la dayanamıyordu. Fakat “Golden Gity,, nin masrafı yüksek olduğun dan seyahat ücretlerinin indiril - mesine imkân görülemiyordu. Böylece vapur acentesi ziyan et- meğe başladı.. Ziyan etmek her zaman kâr etmekten daha — çabuk olduğundan “James Fenton ve oğ- lu,, firmasmın senelerce biriktirdi- ği dolarlar pek çabuk erimeğe yüz tuttu. Bu suretle müşkül bir mevkide bulunurlarken bir gün kendilerine bir genç müracaat etti: — Beni bir ay müddetle kum - panyanıza direktör yapm. Bu bir ay zarfında ben “Golden City,, ye bineceklerin sayısını görülmemiş derecede arttıracağım. Eğer mu - vaffak olamazsam tazminat olarak bankada bulunan bütün servetimi terkedeceğim.. Delikantının — söylediği mucize hakikaten kendisini gösterdi. Bir iki hafta da Golden City nin seya - hat biletleri kapışa kapışa - satıl - mağa başladı. Vapur görülmemiş bir derecede doluyor, bittabi acen- tanın kâsası da vapuradn geri kal- mıyordu. Sanki esrarlı bir el bütün buhranı silip süpürmüştü.. — İşler mükemmel surette tıkırında gidi - yordu. Bilhassa Amerikalı zengin genç- ler bu gezintiye çok rağbet gösteri- yorlardı. - Vapurda mükemmel bir cazband vardı. Şöylece Los Ancelosdan kalkarak Havayen a- dalarına kadar gidip geldi mi eğ- lenceye payan kalmıyordu. Bu gezintilerin bir hususiyeti de bir gok genç gezginlerin vapurda iken tanışıp nişanlanmaları ve ev - lenmeleri idi. Bunun için müecsse- se bir çok teşekkür mektupları da alıyordu. Uzun zaman bu gençteki sır an- laşılamadı. Fakat işlerin mükem - mel gitmesinden dolayı diğer or - taklarda bunu pek incelemiyorlar- dı. Kendisine büyük bir salâhiyet vermişlerdi. Ne dese yapıyorlardı.. Fakat son bir hâdise bu işin es- rarını çözmüş ve genç direktörün kurnazlığını meydana çıkarmıştır. Son seyahatte Golden City ge - misinde çok zengin bir Amerikalı genç de bulunuyordu. Mehtaplı geceler, deniz, caz, şampanya ve güzel kadınlar zengin Amerikalı - nan başını döndürmüş ve onu ora - da tanıdığı bir genç kıza âşık et - miştir. Bu aşk neticesinde iki genç vapurda herkesin gözü önünde resmen nişanlanmışlardır. Fakat bu parlak seyahat bittik - ten sonra zengin Amerikalı nişan- Tısını o kadar iyi bulmamış ve ni- şanlanmakta acele ettiğini anla - mıştır. Bunun üzerine nişanlısın - dan ayrılmak çarelerini aramağa başlamıştır. Amerikada nişan bozulması çok güç bir iştir. Çünkü nişanı bo - zan taraf hem ceza — yer, hem de karşı tarafa büyük bir tazminat vermeğe mecbur tutulur. Genç zengin bunun için avuka - tiyle görüşmüş ve genç kızın aley- hine “tuzağa düşürmek suretiyle nişanlanmağı intaç etmek,, iddia - siyle bir dava açmıştır. Genç kız da mahkemeye kalmış ve bu iddiasını isbat etmesini is - temiştir. Bunun üzerine — zengin Amerikalı mahkemeye — imzasız bir mektup göndermiştir. Bu mektup bir aşk mektubudur. Tarihi, gezinti tarihinden — iki ay kadar evvel olan bu mektup ken - disini Golden City — gemisiyle bir gezintiye davet ediyor. Kendisiyle tanışmak istediğini yazıyordu. Ayni zamanda güzel olduğunu, kendisini her halde beğeneceğini, vapurda bir kaç gün başbaşa kala- caklarını ve vapurda kendisini ko- laylıkla tanryacağını da ilâve edi- yordu. Genç zenginin avukatı bu mek- tuptan anlaşılacağı gibi bir tuzak kurulduğunu söylemiş, — ve genç kızıda ayrıca bu suçtan dolayı it - ham etmiş, nişanın feshini istemiş- şiddetle | reddederek mütekabilen ikinci bir | diyordu. İmza yeri gene boştu. HABER — Akşam Postasr 22 HAZİRAN — 1935 Yakın tarihten - kanlı yapraklar ittihat ve Terakkinin eski Çankırı kâtib mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor; No. 65 Hele şükür olsun, hiç olmazsa buradaki çavuşun kırbacı ve cep karıştırma illeti yok... Eskidenberi seviştiğimiz Aka - gündüz — şimdi Ankara saylavı — bir taraftan etrafımızdaki ka- labalığı dağıttı, diğer taraftan: — “Hele siz geliniz bakalım.., diyerek bizi peşine — taktı. Orada bulunan Maltız hademeler de eş - yalarımızı aldılar, (Polovariste) adını taşıyan bir kamp olduğunu sonradan öğrendi- gimiz bu büyük binanın bir kapı * sından girdik, öbür kapısından or" tada yalnız büyük ve tek bir ağaç bulunan, boş çiçeksiz, yeşilliksiz bir meydana çıktık. Bu meydanın dört tarafı odalarla çevrilmiş idi. Meydanı geçtik, karşı - tarafta on beş ayak merdivenle çıkılan kıs - ma geldik. Akagündüz, bizi bura: da bulunan dairesinde misafir etti. Burası iç içe geçme iki odadan iba: retti. Akagündüzün dairesinin yanın” daki odalarda kâtibi mes'ullerden Hamal Ferit lâkabile maruf Ferit ağabey, eski gazeteci ve saylav Ce- lâl Nuri bulunuyordu. Bir müddet istirahat ettik, son * ra ayni sırada bulunan boş bir da- ireyi de biz işgal ettik. Çok geçme- den, Kırzade Mustafa, Mehmet A liyi yanma aldırdı. Ben burada yal nız başıma kaldım. İş başa düşmüş tü, Hemen kolları sıvadım. İçiçe iki bölmeden ibaret olan odayı tan zime başladım. Bu sırada kampın başçavuşu olan bir İngiliz — geldi şöyle bir baktıktan sonra: — (Olrayt)ı bastırarak çekildi, gitti. İçimden: — Ooh, hele şükür olsun... Hiç olmazsa buradaki çavuşun kırbacı ve cep karıştırma illeti yok.,, Dedim. Ben eşyalarımı — yerleştirirken hademeler, bir demir karyola, bir ©t minder, bir masa, iki sandalye, | bir konsol, dört tabak, bir su tası, mektup çıkarmıştır. Bu mektubun tarihi de gezintiden iki ay evveline aiddi. Bir erkek el yazısiyle ya « zılmış olan —mektup da bir aşk mektubundan ibaretti. Ve kendisi- ni Gölden City vapuruna davet e- Genç kız nişanlısının gösterdiği mektubun sahte olduğunu ve bilâ- kis kedisini böyle bir mektup gön- derdiğini iddia etmiştir. Mahkeme her ikisinin elyazı - larını kontrol ettiği zaman bu ya - zıların hiç birine aid olmadığını meydana çıkarmıştır. Tahkikat biraz derinleştirilince bu mektupların vapur acentesi ta - rafından yazıldığı — anlaşılmıştır. Meğer genç direktör adres kitap - larından çıkardığı bu mektuplar - dan binlerce yazmakta, ve rağbe - tin esasını da bu mektuplar teşkil etmekteymiş.. Vaziyet gazetelere aksettikten | sonra bu hâdise acenteiçin pek | mükemmel bir reklâm olmuş, ve bundan sonraki — gezintiler daha kalabalık olmağa başlamıştır. M. S, bir çay fincanı, çatal, b.çak, kaşıl: yastık, çarşaf, süpürge gibi şeyleri, getirerek yerleştirmeğe başladılar. Bir taraftan — getirilen eşyayı seyrediyor bir taraftan da arka - daşlara : — İngilizlerin bu itibarına ba - | kılırsa biz de burada temelli kala- cağız galiba!... Baksanız a... Kız çeyizi gibi eşya hazırlamışlar di - | yerek lâtife ediyorum. Çok geçmeden fakirane dairem hazırlanmış, yatağım yapılmıştı. Oda hizmetimi gören Maltızlı u - | şak, arkadaşlara hizmet ede ede ol dukça türkçe öğrenmişti. Bir ta - raftan iş yaparken diğer taraftan çene yarıştırıyordu. Herif arasıra unutarak maltızca konuşmaya baş İryordu. Maltızca arapçaya ben ziyen tuhaf bir lisan... — Maltada bulunduğum müddetçe öğrenmek için o kadar çalıştım, bir türlü ber ceremedim. Biz odayı hazırlarken bir asker gelerek beni çağırdı. Ar- tık Maltızlı hizmetçi çat pat türk- çesile tercümanlık etmeğe başla - dığı için İngilizlerin söylediklerini anlayabiliyordum. Neferle beraber, kamp kuman * danınm odasma gittik. Bir de bak- tım bizim arkadaşlardan ve eski mebuslardan doktor — Fazıl Berki orada... Hemen onunla konuşma - ga başladım: — Doktor, hayrola gelir gelmez beni neye çağırdılar? — Korkma canım! Bir şey yok. — Ya sen burada kumandanın odasında ne arıyorsun. — Ben burada arkadaşlara ter - cümanlık ediyorum. — Pekâlâ! Öyleyse sor bakalım beni neden çağırmışlar? — Yanında mevcut paranı kamp | kumandanlığına teslim edeceksin. — Etmem! — Neden etmezsin? Hepimiz paralarımızı verdik. Bir şey ziyan olmaz burada! — Doktor! Ben bunlardan anla- | mam. Çorbadan ağzı yanan yoğur du üfliye üfliye — yer, malüm ya! Benim de ağzım yanık.. Arapyan hanımda... 700 liramı aşırdılar. — Merak etme, — burada hiçbir şey olmaz. Arkadaşlara da ayni muamele yapıldı. Ve şimdiye ka- dar hiç kimsenin kırk parası kay- bolmadı. Doktor Fazıl Berkinin bu tenii - natı üzerine içim rahat etti ve koy- numda saklı bulunan — 150 İngiliz Krasını çıkararak kamp kumanda- nının masasşına koydum. Tekrar bizi odamıza getirdiler. Bizim Akagündüz — mükellef bir sofra hazırlamıştı. Öğle yemeğine beni davet ediyordu. Tabit bu da - vete icabet — etmemek olur mu? Gittik, yedik, içtik. Bu sırada di- | arkadaşlar birer | ğer odalardaki birer (hoş geldin) demeğe geldi - ler, Kampa ilk girdiğinı dakikada karşılaştığım sualler başka başka ağızlardan ve başka başka ifade - lerle tekrar soruluyordu. Kamptaki sürgün Türklerin da - ba ziyade öğ.enmeye ohemmiyet verdikleri bir nokta vardı: — Anadoludaki milli ne safhada? Bu suali şöyle de soruyorlardı: — Mustafa Kemal (Atatürk) kazanacak mı? Ve bu mevzu, muhte'if cephe - lerden şu sorgu — oklarına hedef oluyordu: — Acaba galip gelecek miyiz? — Memleket, millet kurtula « cak mı? — Sulh ne zaman? — Düşmanlar ne vakit gide cek? — Vatan, hainlerden ne zaman kurtulacak? . Hepsine müsbet cevaplar veri- yorum. Hepsinin canı kulakla * rında, dikkat kesilmiş bir halde beni öyle dinliyorlar. Ulusal hare- ketin ilk muvaffakıyetlerini, ulu - sal şefin savaş ve — kurtuluş için çabalamalarını anlatırken çoğu - nun gözleri yaşarıyor. Ve konuş * maların sonunda şu karara varı « yorlar: t — “Bizi de o kurtaracak!,, Malta hakkında ben çok bir şey yazacak değilim. Çünkü gerek Akagündüz, gerekse Hüseyin Ca- hit buranın hatrraları hakkında enine boyuna yazdılar. — Yalnız, ben kısaca, — unutuluvermiş bazı canlı hatıraları kaydetmek isti » yorum. hareket (Devamı var) Sinema yıldızı Marlen Ditrih, Holivudda Kontes Di Frasso tara- fından şerefine verilen maskeli bir baloya, yukarda gördüğünüs kıyafetle gitmiştir. Nasıl, orijü değil mi?