Yazan: KAb'.'R'CAN k'.îı)ru Basözarun namussözüdür. Hüsmen Reisi azad ediniz ve kurtulunuz!.. Fernando mazgalların üstünde | göründü.. Frenk Süleymanla arkadaşının PiyaleBeyden elçi olarak geld'ğini anlamıştı , Zaten bunu anlanızya - cak ne vardı?. Bir kaç dakika sonra kale kapı- sımun tek kanadı kımıldadı.. Aralıktan genç bir adam çıktı .. Bu yirmi beş, otuz yaşlarında bir yüzbaşı idi.. Sağ elinde beyaz bir bayrak taşıyor. Son eliyle kılıcının sapına dayanıyordu . Baştan aya - ğa kadar zırh içindeydi. Fakat bu zırhlarm gövde ve bacak kısmı in- ce çelik tellerden örme olduğu için pek © kadar ağırlık — vermiyordu. | Yürüyüşünün serbest ve hareket - leririn çevik olması bunu anlatı - yordu. , Fernandonun elçisi yakışıklı bir | gençti. Kale kapısından ileri yü rüdü. Kale tarafına doğru kaldı - rılmiş olan asma köprünün — karşı tarafına geldiği zaman durdu. Frenk Süleymanı görünce gözleri Haytetle büyüdü ve onu baştan a- " Yâğa kadar süzerek: — Fernando.. Diye mırıldandı.. Bu adam Mar- ki Salernoya ne kadar benziyordu. Fakat sesi biraz daka kalındı.. Başkası olduğu ancak çok dikkat edilince anlaşılıyordu.. — Bununla berber çabuk toprlandı. Sert, fakat acı çekmiş bir sesle kendisini tanıttı: — Ben, büyük Salerno Markisi asil ve ceşur Fernando Namoranın | elçisi olmakla şeref kazanan, şö - yalye Kapten Antonyo Pakaçelli!. Frervik Süleymanın gözleri falta. * gibi açıldı.. — Antonyo Pakaçelli mi? Ne te- | sadüf! | Diye söylendi.. | Sabdien öyle güzel bir tesadüf | idi ki... Frenk Süleyman Fernandonun | elçisine şunları söyleyecekti: — Piyale Bey diyor ki, Fernawx: do Hüsmen Reisi sağ ve sağlam olarak teslim etsin.. Kaleyi biraka- cak ve buralardan uzklaşacğım .. Fakat eğer bunu yapmazsa kaleyi yerle bir yapacaktır. Turgud Rei - sin gemileriyle beraber yüz par - | çadan fazla olan donanmaya se - kiz on bin askerle yüzlerce topa karşı küçük Salerno kalesi ne ya pabilir?. Bunları İtalyanca olarak söyle - yeceği için tercümanın anlaması - na imkân yoktu.. Arada yeni ko - nuşmalara meydan vermemek için de sözlerine şunları ilâve edecek- ti: — Piyale Bey, karşılıklı şart ko- #ulmasını istemiyor. O, sözünü tu - tan bir amiraldir. Dediğini yapar Ve bu söz onun — namus sözüdür. Hüsmen Reisi azad ediniz ve kur - tulunuz!.. Eğer bu şartı Fernando kabul etmez de kaleyi zorla ele geçirmek | lirdi, | bi bu kadarını anlamakta lâzım gelirse — bunun için yirmi dört saat beklenecekti.. Frenk Sü - leyman bu zaman içinde kuyumcu Civanni Pakaçelliden oğlu Anton- yoya bir mektup — yazdırmak, bu mektubu her neye malclursa olsun Italyan yüzbaşısına ulaştırmak is- tiyordu. Bu mektupta şunlar yazı- li olacaktı: — Oğlum beni Türk akıncıları, bundan bir hafta önce mağazam - dan assızın kaçırdılar. Şimdi Kı - zıl Kadırgada sağ ve sağlam ola - rak bulunuyorum.. Fernando bun - ların reislerini esir etmiş. Eğer reislerini kurtarabilirsem beni de sağ olarak bırakacaklar.. Kurtuluş için başka yol yok.. — İhtiyarlıkta beni sıkıntı ve esarette bırakma .. Ne yaparsan yap, istersen Fernan- doyu kandır, istersen ondan - gizli olarak kaçır da bunların reislerini kurtar.. O zaman beni de azad edeceklerine söz verdiler. Bunlar | verdikleri sözleri tutarlar. Leonora da bu işte sana yardımı etsin . Hay- i Babanızı ne kadar gösterin? Gözleriniz 3j den öperim.,, Frenk Süleyman artık böyle bir mektup yazmağa lüzum kal « madığını görüyordu. İşte Kapiten Pakaçelli karşısında — duruyordu ve onunla istediği gibi konuşabi - Frenk Süleyman da kendisini ta- nıttı: — Hüsmen Reisin levendi, Piya- le Beyin elçisi Frenk Süleyman ... Bu da Derya Kaptanının tercüma - | at Yakup Çelebi.. Senin anlayaca- | ğın, yahudi Jakop.. Frenk Süleyman biraz önce: — Antonya Pakaçelli mi? Ne tesadüf.. Diye sevinçle söylendiği zaman İtalyan yüzbaşısı — buna oldukça şaşmıştı.. Karşısındaki dinç ve kuvvetli Türk akıncısına dikkatle | bakmış, onu tanımak - istemişti. Madem ki Frenk Süleyman onu ta- nıdı, onun da Frerik Süleymanı ta- nıması lâzımdı. Fakat birkaç sa- niyede bütün hayatının hatıraları- nı altüst ettiği halde onu daha ön- ce gördüğünü hatırlayamadı. Bu - nun üzerine de sadece: — Ne istiyorsunuz? Diye sordu. Tercüman, Frenk Süleymanın biraz evvel onu İtalyan yüzbaşısı- na yahudi Yakop diye tanıtması- na kızmıştı.. Onlar İtalyanca ko - nuşuyorlardı amma, Yakup Çele - güçlük çekmemişti. Şimdi Frenk Süleyman gene I- talyanca olarak Piyale Beyin de - diklerini değil, fakat kendisinin tasarladıklarını söylüyordu. — Ya tasarladıklarını — söylüyordu. Ya- kup Çelebi onun ne söylediğini an- lamamakla — beraber İspanyolca konuşmamasını hoş görmemiş, ku- laklarını kabartmıştı.. Frenk Sü - | zaman, bol bol yeter.. | beraber Antonyo son defa sordu.. | on dakikalık zamanı hiç olmazsa | yale Bey tek söz söyler. | men bırakır ve bu işin içinden sıy - | leymanın kolunu hafifçe dürttü ve korkak bir sesle sordu: —Elçi cenapları bilmiyor mu?, İspanyolca Frenk Süleyman başını çevir - di. Tercümanı baştan ayağa ka - dar kızgın ve: — Sen benim işime karışma! .. Deyen bakışlarla süzdü. Sonra: — Bilmiyor!., Çeneni bağla da sözümü kesme.. Yoksa.. Ben seni susturmasını güzel bilirim. Diye çıkıştı.. , Yakup Çelebinin ödü kopmuştu. Şimdiden dizlerinin üstünde titre- miş, gözleri dönmüş ve bir iki a « dım geriye çekilmişti, Frenk Süleyman, kaldığı yerden söze devam etti ve bitirdi. Antonyo Pakaçelli sordu: — Demek ki bu sözler, Piyale Beyin namus sözüdür ve biz Hüs - men Reisi azadedersek o da do - nanma ve orduyu alarak buradan gidecek., . — Ona hiç şüphe yok.. Yalnız Piyale Bey verdiği sözü neye malölursa olsun tüttuğü kadar, ça- buk kızan bir adamdır. Bu işin he- men bitmesini istiyor ve size an - cak on dakika zaman — bırakıyor Hüsmen Reisin kolları çözülerek | kale kapısından dışarı bırakılma - sı için bu kadar zaman çoktur bi - le... . — Belki Fernanda razı olmaz .. Yoksa ileri sürdüğünüz şart bence çok hafiftir. — Onu siz kandırmalısınız .. Aklı başında, işin iyisinive kötüsü- nü anlayan bir adam olduğunuz an laşılıyor.. Sizin için bu şart pek ha- fiftir ve kârlı olabilirsiniz. Fakat | biz de kârlıyız. Çünkü Türk filosu Hüsmen Reisi yüz tane — Salerno kalesine değişmez. — O sizin bileceğiniz — şeydir.. Fakat cevab için bize hiç olmazsa bir iki saat zaman verseniz.. — Derya Kaptanı tek söz söy - ler. Buhları biz de sizin kadar düşündük. Bu iş için on dakikalık Konuşmalar bitmişti. . Bununla — Amiralinize sorsanız, belki bir saat kadar uzatabilirdi rrm. — Yanılıyorsunuz Senyör! Ön - ceden söylediğimi gibi amiral Pi- sanı « İtalyan yüzbaşısı her halde Fet- nandodan daha — akıllı olacak ki Türklerle uyuşmak istiyordu. Eğer onun elinde olsa Hüsmen reisi he- rılırdı.. Bir Türk akıncısını « ne kadar meşhur — olursa olsun - küreklere mıhlamaktan ne kazanılacaktı? , Nasıl olsa bunlardan birisi orta - | kürmetle eğilirha. / Bundan başka | bir söz söylemek bana düşmez.. .. | lIık içinde, ona merhametle bakı - | düğüm için son dan çekilince onun yerine on tane- si birden türeyordu. “Devamı bar) er Aş Ikııın Hikâyesi Nakleden Hal e Shrcyya — Kararın karar mı?. — Hem de kat'i.. — Pekâlâ.. İradenin — önünde | Anlaşılıyor ki, saadet, benim için değil.. Zavallı çocuk o kadar ıstırap çe- kiyordu ki, bu hissini gizleyemi - yordu. Başını çeviriyor, — yüzünü gizliyordu. Genç kadın, heyecan ve şaşkın - yordu. Daha ne ilâve edebilirdi?. Hiç bir şey, şüphesiz.. Öyle istıraplar vardır ki, hiç bir suretle teselli edilemez.. Mecdi Ta- hirin çektiği eziyet de bunlardan biriydi.. Bu sırada, kapı açılıp kapandı . Çıkan gürültü, iki genci, oldukları yerde sıçrattı., Mürebbiye: — Babam olacak. - dedi. - Ko - nuştuğumuz mevzulardan ona bah setme rica ederim. — Hiç merak etme.. Hakikaten de, içeri giren Bah - riydi.. Son derece neş'eli görünü - yordu. Hele misafiri görünce yü- zündeki sevinç alâmeti büsbütün arttı. Büyük bir samimiyetle onun elini sıktı.. — Vaaay.. Geldi demek, evlâ - dım... Nasılsın bakalım?. Seni gör- derece memnu- num., Mecdi Tahir: —Ben de.. - dedi ve derhal sor- du: Memnun görünyorsunuz.. Ha - yırlı bir haber mi var?. — Tabii değil mi ya.. Birkaç za- mandır işsizdim.. Şimdi iş buldum. Yarın sabahtan tezi yok, başlaya - cağım.. — Yarabbi şükür.. - diye geniş bir nefes aldı.. Sonra, Bahri, karısma dair ha - vadis sordu.. Mevzu — gene Mecdi Tahire intikal etti. Ne yaptığın, dan ne yapacağından konuşuldu - — İzmirden büsbütün ayrılıp İs- tanbula geldin mi?. Gönderdiğin mektuplara bakı- lirsa oradan memnun olduğunu anlaşılryordu. — İstanbulda yalnız bir kaç gün oturup sonra gene İzmire dönmek | niyetindeyim.. Orası pek iyi.. Fa - kat yalnız darssla çektim.. | — Hmmm.. Demek ki, ne kadar olsa, gene buralarını arayorsun.. Delikanlı, mühim bir işraretle: — Vallahi bilmem ki.. - diyerek, | cevab verdi.. — Her halde bu gece bir yerle - re sıvışmayacaksın., Birlikte ye - mek yiyeceğiz, değil mi?. Hoş ik - ram edecek o kadar iyi şeylerimiz | de yok amma, konuk — umduğunu değil, bulduğunu yer, derler.. Doğrusu, Mecdi Tahir bu da veti kabul etmemeği tercih eder - | di. Zira çok müteessirdi. Müm zevi bir yere giderek başını dinle - mek çok daha iyi olurdu.. Lâkin, bu adamdan yakayı sıyırmak ka - bil olamıyacağını anlamıştı.. İster istemez, kabul etti.. Çok geçmeden, üç eski ahbap, yuvarlak sofra — masasmın başına | geçtiler.. Samiye, Mecdinin tam karşısm- No. | Si | | da oturuyordu. Genç dülger, kıza bakıyordu da şöyle düşünüyordu . — Niçin sofrada yerim - ebedi - yen bunun karşısında olmuyor?, Burada öyle mes'ud olurdum ki ... Lâkin, neylersin?. Beni sevmiyor işte.. Zorla güzellik olmaz ya. Sev- medi n de kendisiyle bir daha yüz yüze gelemiyeceğim., Ebedi - yen ayrılacağım !..,, Günler, gene, somurtuk ve mağ- mum geçti. Mecdi, artık, Bahri ustanın evi- ne uğramadı.. Ertesi gün bir kart göndermiş, İzmire acele çağrıldı - ğını, derhal gideceğini yazmıştı .. Hattâ gelip veda etmeğe bile za « | manı olmamış., , Ihtiyar marangoz, bu kartı oku « yunca, şimdiki zamanın gençleri « nin vefasızlığına homurdandı. — Hepsi denankör, hepsi de hotbin.. Kendilerinden başkasını düşünmüyorlar.. - diye söylendi. Daha da bir hayli sözlersarfet- ti. Samiye bunları dinledi.. Fa - kat çocukluk arkadaşını müdafaa imkânımmı bulamadı. Oğlanın buradan kaçmasının se- beplerini iyice anlayordu.. Bunla - ra hep kendi müsebbibti.. Zavallı çocuk, onun yanında bir kardeş hissi bekleyerek yaşa mağa tahammül edememişti. “Gözüm görmesin, daha iyi!.,, diye düşünmüştü.. İşte böyle kaçıp gitmişi İzmirde — uzakta isti - raplarmı yalnız — unutacağını dü- şünmüştü., . Bahri ustaya gelince, ilk günkü menmnuniyeti devam etmiyordu . Zira, iş, meğerse, umduğu kamellikte değilmiş.. Bütün gün onu damların kenarına çıkarıyor- lar, yağmur olukları koydurtu - yorlardı.. . Ihtiyar adama da bu kadar güç iş verilir mi?, Bunları ekseriya da- ha genç ve daha az titrek olanlar yapar... Maamafih, adamcağız, halin - den şikâyet etmiyor, ekmek para- sı için her şeye katlanıyordu. * (Devamı var) mü - HABER Akşam Postası İDARE EVİ ISTANBUL ANKARA CADDESI Telgraf Adreali IE'IAY'HFI. HABER Telefon Ç t Türkiye Benebij Senelik Kr. 36 aylık 1400 Kr. 2700 ; 730 , 1450 $8 aylık 400 , 800 #t aylık 150 , 200 iLÂN TARIFES! Ticaret DAnlarımım satırı 1290 $ kuruştur. : HASAN RASIM US Başıldığı yeri (VAKIT) Matbaası KUPON 165 A 22.6-935 Komiee —tmem ——