Kitab Sahaflar çarşısı ne halde? ESKi KiTAPÇILA- RIN YERLERİNİ ŞiMDi ÇORAPÇI- LAR ALMIŞ ; Eski ademlar orası için: ; — Bir hazinei ilmü edep derlerdi. Bay Abdur- bir münasebetle: çarşısıdır., rahman Adil de — “Bir zamanlar orası memle- ketin kamusu idi.,, demişti. ü Hey gidi günler lı:y..ıSıhıflı_x çarşısını şimdi gidip görün. Vakti- le, yurdun kilap piyasası olm. bu girintili çıkıntılı sokak, ş_imdı, i: di bir pazar haline zclmıı....Eıkı Sahafların yerinde yeller eıfyor. Yalnız, kepenksiz, vitrinsiz b'fk“ kitapçı dükkânı — eski halleriyle zamanın sillesine göğüs germiş bir felâketzede vaziyetiyle yerle - rini muhafaza ediyorlar. Bunlar da topu topu altı tane... Gı.ıne sa - rarmış tahta döşemeler — üzerine minderler atılmış... Tahta raflar sıra sıra eski, küflü kitpalarla do- lu... Köşe bucak, yığınyığın, rc:-.nk renk soluk kitap kümeleriyle or-i tülmüş.. Ortada birer saç mı.n- gal... — Postlarm, minderlerin üzerine —bağdaş kurmuş sek- Arasıra bozuk kaldırımlar üze- rinden otrafa balcına bakma geçen bir yolcu gördüler mi hemen sesle [ niyorlar: | — Bir şey mi istiyorsunuz? Bir kitap mı ariyorsunuz? — F Bunlar, maziye karışmış ohnl sahaflığın bugüne kadar kalmış. son tipleridir. Ekserisi, sekseni -* ni aşmış pirifanilerdir. Bazıla - rırım yerlerini oğulları işgal et - miş... Fakat onlar da, hyıfıtlfrıy- le, bu tarihi dükkânların an anc- wi dekorlarına uymayı ihmal etmi- yerek, Harcı âlem sanatların he- nüz istilâ edemediği bu köşelerde eski kitapçılığımızı eski manzara- sını bozmadan yaşatıyorlar. Teıî-ı sine giyilmiş kasket; bir rahle ü zerine yerleştirilmiş divit, Rabbi- yesir levhası, mesh ve lipçu'ı ğu mazi sahnesinin cansız birer figü- ranı halinde göze çarpıyor. Sahaflar çarşısının diğer dük- kânlarmı terlikçiler, ağızlıkçılar, trikotajçılar işgal etmiş... Bunla - rın arasında bir iki mühürcü ve hakkâk da var. İşte, daima maddi- yete döğru giden dünya — kültürü | karşrsında yavaş yavaş mevcudi - yeti kaybolmağa mahküm olan bu eski tarih ve edebiyat kütüphane - mizin hali!.. Çarşının eski emektar kitapçı- ları hemen hemen kâmilen ipıın' elini ayağını çekmiş... Bu ölen pa- zar içinde bir ekmek parası çı- karmak için uğraşmadan, didin - mden büyük bir tevekkül - içinde köşelerinde akşama kadar bekli - FO n bunların içinde bir tane- si var ki, hâlâ Sahaflar çarşısını canlandırmak, burayı x:h ve T;. zi eserlerini göğsünde toplıyan bit müze camiası altımda kıymetlen- dirmek için harareti — eksilmiyen iddialarla çalışıyor. Bay Rıza Nas rullah, eedattan kitapçıdır. Dede-| sinin dedesi bu çarşıda kitapçı İ-| miş... Onun oğlunun oğlunun to- runu da şimdi ayni sedirde oturu- KA | MABER — Akş:ım__l’nî!:ısx Çarşisında “Kerem ile Aslı,, satarak geçinen — dükkânlardan biri Sahaflar çarşısında eski kilapcı dükkânlarından ikisi yör; ayni işle çalışıyor. Yüzlerce! senedenberi kitapçılık işiyle uğra- şan bu ailenin yurt kültürüne iyi hizmeti dokunmuş.. Bay Rıza, Nas rullah canlı bir — fihrist... Şimdi- ye kadar arapça, acemce, lürlıçe,: maruf tabiriyle — elsinei şarki-| ye — üzerinde ne kadar kitap ba -| sılmış işe, biliyor. ““Karşı karşıya oturuyoruz. Sa-| hafların ve sahaflığın bu son ınü-l dafii, içini çekiyor, başiyle çar.. şıyı işaret ederek: — Gün geçtikçe sönüyor... di - yor. Halbuki, bir zamanlar bura - sı şarkın en mümtaz kitap çarşısı idi. İrandan, Arabistandan, Mı - sırdan, Hindistandan buraya ki -" tap almağa gelirlerdi. Dünyanın dört köşesinden müsteşrikler ge- lir, burada şark ilimleri üzerinde tetkikatta bulunurlardı. Ben, çarşıya geldiğim zaman burada 60 dükkân vardı. Bunun 48 tanesi kitapçı, 12 tanesi hak - kâk idi. Bu sahafların içinde üç tane de Mısır kitapçısı vardı. Bun- lar Mısırda el ile yazılmış gayet kıymetli kitaplar getirirlerdi. Biz de Avrupada şarka ait olarak ba- sılan kıymetli kitapları muntaza. maân getirtirdik. Bu çarşıdan baş-| ka, şimdiki Bedestan mahallinin yanındaki balıcılar civarında bir kütübü ilmiye) çarşısı vardı. Bu radaki kitapçıların hepsi de - sa- rıklı hocalardı. Burada — daimi surette yirmi tane müzayede tellâ- h bulunurdu. Ölenlerin tereke edi- len kitapları burada müzayede i- le satılırdı. Bay Rıza Nasrullah, — başını “adam sende geç!,, manasına ge- len bir hareketle salladı. Başına küçük gelen beresini düzeltti. Ö- nündeki mangalı şöyle bir eşeledi ve anlatmağa başladı: — Bayım, bu çarşı, memleketin ilmine, hürriyetine hizmet etmiş - tir, Babıâli çarşısının roman bas -| tırdığı istipdat devirlerinde — biz| Kemalin, Hâmidin kitaplarımı giz- li gizli basar, satardık, O zaman, (ha'l) kelimesi ve bunun tefsiri yasak edilmişti. Hat- tâ fıkıh kitaplarındaki ha'l babı| da silinmişti. Bizim Vezir ha- nında bir kitap depomuz vardı . Bu depo her türlü kitap ile doluy-| du. Vaktin maarif nezaretinde Ali/| Galip isminde ayni zamanda hafi- ye olan bir evrak müdürü vardı. Bu adam, mabeyne, bizim depo- muzda muzir kitaplar bulunduğu- “na dair bir jurnal ramzan günüydü. Mabeyinden bir yaver, zaptiyeden komiserler, bir cemm'gafir halinde geldiler. depoyu bastılar. Dediğim gibi (ha'l) işine temas eden bütün e- serleri, Münif paşa merhumun ki- taplarını, Ahmed — VefikPaşanın Molyerden tercümelerini, Abdül-. hak Hamidin Hacele ismindeki manzum eserini, velhasıl, dokuz yüzden fazla kitabı arabalarla al- dılar, götürdüler. —Elimize de düyunu gayri muntazamadan be - delleri tediye edileceğine dair bir senet verdiler. Hâlâ o parayı a- lacağız. Neyse, sürülmediğimize şükür!... Meşrutiyet ilân olununca, bu suretle müsadere edilen kitapla - rın hepsi, Şeyhülislâm kapısının altındaki ahırlarda bulundu. Bun- lar müzayede ile satıldı. Kitapla- rımızı tekrar para vererek aldık. | İşte, o vakitler, bu kadar tazyike | rağmen vatanperverane kitapları gizli gizli satardık. Fakat o za- man da alıcı çoktu. Hafta başı oldu mu, Tıbbiye, Harbiye, Bah- riye talebesi çarşıya gelir, istedik- leri kitapları alırlardı. Bir gün, sadrâzam Sait paşanın Nişantaşındaki evine kitap götür- müştüm. Kapıdan çıkınca sivil ha- fiyeler tarafından çevrildim. Be- ni doğru Beşiktaş merkezine, meş-! hur Hasan paşanın karşısına — çı- kardılar. Korkumdan tirtir titri- yordum. Hasan paşa — üzerime doğru yürüyerek: — Neye oraya girip çıkıyorsun? diye bağırdı. — Kitap satıyorum. — Ne kitabı satıyorsun? — Tarih, edebiyat, kitapları... Hasan paşa bu sözüm — üzerine durdu. Cahil olduğu için, bittabi,| vermiş. Bir 4000 yıl önce geçmi; | âşk maceraları Güzel olanları günahsız, çirkin leri ise giğnahkâr sayan kavım Ben, tarih tekerrürden ibaret. , tir fikrinde değilim. Yalnız tarih- | te bir çok tekerrürler olduğunu kabul ederim. Aşağıda yazaca - ğım vak'a da bu tekerrürlerden birini gösterecektir. Tarihte hükümet başında u- lunmuş bir çok kadınlar âşıkla - rile birer gece beraber kaldık - tan sonra kendilerini öldürmüş- | lerdi. Bu suretle şöhret kazan - mış kadınlar arasında Tamara'- nın, Kleopatranm, Katerinin ve diğer bir çok kadımların isimleri göçer, lan Londra Britiş Muzeum'un tahsisatile meşhur asârı atika mü tehassıs ve arkeoloğlardan John Marsall arkadaşlarile Hindistan- da yaptığı hafriyat neticesinde büyük bir şehir harabesi bulmuş, ve bu şehirde de yukarıdaki vak' | aya benzer acıklı aşk macerala- rı geçtiği anlaşılmıştır. rı getiği anlaşılmıştır. Hindistanın Sin nehri civar larında bulunan bu şehrin ismi bir sebepten dolayı mahvolan bu şehirde bundan takriben 4600 sene evvel çok medeni insanlar yaşamışlardır. Bırakdıkları eser- lerden uzun boylu aklı ve gü- zel san'atlarda mahir oldukları anlaşılan bu adamlarım Kafkas- ya taraflarından gelip burada yerleştikleri tahmin edilmekte - dir. Mohenyordaro şehrinin bir ta - tarih, edebiyat ne demek olduğu- nu anlıyamamıştı. Vaziyeti kur - tarmak için: — Bana kelâmikadim getir! de- di. Çıktım. Artık, her hafta Ha- san paşaya Kur'an götürüyor, çil çil altınlar alryordum, — o, okuma bilmediği için bunları — ona buna hediye ediyordu. Her Ramazan, Beyazıt camii avlusünda kitap sergileri kurulur- du. Bir gün bir adam geldi. ki- tapları karıştırdı, karıştırdı, iıtiflel ri bozdu; saatlerce uğraştı; sanra da çekilip gtmek istedi. Kat beyni me sıçradı. Oruç keyfiyim de... Arkasından bağırdım: | — Heyefendi bir şey almadın. | — Bu eziyet, ne olacak? O, aldırmadı. Arkadan — biri omuzuma vurdu; eliyle susmamı işaret etti. Meğerleyim, son Halife olan Mecit Efendiymiş... Biz konuşurken dükkâna köy- lü kıyafetli bir adam girdi; elin- | deki kâğıda bakarak: | — Efendi, Kerem ile Aslı hikâ- | yesini alacağım, var mı?,, — diye sordu, Kitap bulundu, satıldı, köy- lü gitti. Bay Rıza yerine oturur-!| ken yüzüme şöyle bir baktı, hayre | timi anlamıştı. Benim sormama yakit bırakmadan anlattı: | — Şimdi bunları satıyoruz. Bil. hassa köylüler eski romanlara çok; meraklı... Eskiden okuyamıyprlar- dı. Şimdi yeni harfleri öğrendiler. Hepsi memleketine giderken bu! kitaplardan götürüyorlar, Biz. de boyuna Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Leylâ ile Mecnun, Köroğlu, hikâyelerini basıp basıp satıyoruz. | Allah bin bereket versin. » İhsan Arif Gökpınar Dünyanın en büyük müzesi o- | Mohenyordaro idi. Bilinmeyen | rafında büyük bir saray hara - | besi keşfedilmiş, bu saray üstün- de ve etrafında yapılan araştır- | malar, insanı büyük hayretlere | düşürecek neticeler vermiştir. Bu netice, gayet iyi mahfuz kalmış yüzlerce insan iskeletin den mürekkep bir mahzen bulun- muş olmasıdır. Yapılan muayer nede bu iskeletlerin yalnız er - keklere ait olduğu, ve bu erkek- lerin genç ve mütenasip — vücut- lu oldukları anlaşılmıştır. Bun - dan başka iskeletlerde hiç bir ze- ı delenme, ve kıvrmtı bulunmadı- gından ayni zamanda bu iskelet sahiplerinin gayet sakin bir şe - | kilde, uyurken — öldürüldükleri | belli olmuştur. Bu iskeletlerin sırrı uzun müd- det anlaşılamamıştı. Fakat yine taharriyat esnasında bulunan bir kaç kitabe meseleyi aydınlatmış ve bu esrarengiz hâdiseyi tama- | men izah etmiştir. | — Bundan 4600 sene evvel Mo- * | henyordaro'da Lipso Emu ismin- ; de bir kadın hükümdarlık yapı - yordu. Mahenyordaro - şehrinin kanunlarına göre devletin reisi | ayni zamanda dinin de reisi idi. | Lipso Emu'nun kocası öldükten ' sonra hem dünya, hem de din reisi oldu. ! Lipso Emu çok genç ve çok | güzel bir kadındı. O zaman yazı- lan yazılarda herhangi bir şeyin güzel olduğunu anlatmak - için Lipso Emu'ye azıcık . Abenzerdi cümlesi kullanılıyordu. Kâhinler hükümet ve din reisinin bu dere- | €e güzel olmasını mabude ben- | zemesinde buluyorlardı. Onlara göre günahı az olan güzel, çok olan ise çirkindi. Buna rağmen güzel Lipso Emu hiç de günahsız bir kadın değil- di. Hattâ bilâkis çok günahkârdı. Sarayında etrafıma bir çok genç ve güzel nedimeler - toplamıştı. | Bunlarla her gece sarayında tür. lü sefahet hayatları icat ediyor ve yaşıyordu. Gündüzleri tebdili kıyafet ederek şehrin içinde do- | laşıyor, gözüne — ilişen genç ve güzel kimseleri yanındakilere i- şaret ediyordu. Akşam olunca bu adamlar sa- ray muhafızları tararfından ya- kalanarak saraya getiriliyordu. | Ayni şekilde|Lipso Emu'nun ne- dimeleri de kendilerine birer âşık seçiyorlar ve geceleyin hep bir- likte çılgınca bir hayat geçiriyor. lardı. Yalnız bu hayatı yaşıyan ve sa- raya giren erkekler bir daha dı- şarıya sağ olarak çıkamıyorlar - dı. Kraliçe ve nedimeleri aşk ve muhabbet ânmdan sonra âşıkla- rına sundukları birer bardak şa- rap onları zehirliyor ve öldürü - yordu, Bu cesetler de — sarayda suüreti mahsusada yapılan bir mahzene konuyordu. Fakat son zamanlarda halk a. *rasında büyük bir hoşnutsuzluk başgöstermişti. Kitabelerden an- Taşıldığıma göre büyük bir ihtilâl kopmak üzere idi. Tahmin edil- diğine göre filhakika bu ihtilâl kopmuş, ve Lipso Emu ile Mo . henyordara şehri bu ihtilâl esna.- sında mahvolmuştur. M. $.