S “Uyuz katırı mı al köpek İ Efendim, bizim .lıir Iu:ıyı:kı vardır; Ponpon iımındo...Mıı valideden yıdiılrdıf. meden kalan sayılı miras kı:ı- tıları arasında Ponpon d? vıı'ı n ı: icin kendisini severiz. Oaan İça ae aahlük ta değildir. İri, yeşil, parlak ıöıleıi_. yumu- şak, uzun, beyaz tüyluı: kısa, yumucuk ayakları; keskia bı:;:ı- ları, pembe renkli ağzı, burı hf çok sevimli bir hayvandır. "['le;.ı- yelidir, oyuncudur, arsız değildir. Hattâ insan gibi luvıl:tıı.ı yolunu bile bilir. Fakat, gelgelelim. P;rı— ponun büyük bir kusuru yardır. Çok doğurur. Scncdı_ikı ı.ııeuım. siz deyin dört, ben dıyey_ıı'ıı h:ı.- Fabrika gibi.. Üç ay geçince b-a— rın gene gebeş.. Üç, dört, beş yavru daha. Şimdiye kadar: ' — Güzeldir, cinstir, ıv.:ıdu_. Diye konuya komşuya t dağıt- tık, hısma, akrabaya verdik. Ta- nıdıklar içinde kedisiz ev hlııı"- dı. Fakat * Ponpon âurı!r mu Geçen gün gene üç tanecik ıı; layrverdi. Şimdi apartımanın r odasında maaile mihman.. Artık çileden çıktık. Atmak istedik ata- mâdık, satmak istedik satamadık. oraya baş vurdum, Buraya bı—ı vurdum. Nihayet tanıdığım bir Alman mühendisi imdadıma ye- G0* Yabu! dedi. ive cüşünüyor: sun. Almanyada işe yaramıyan insanları bile kısırlaştırıyorlar. Al kedini, götür (Himayei hity- vanat cemiyeti) ne... Bir uınl yı.v runun öldürülmesinden ise bir kedinin kısırlaştırılmasını ılıhl insani bulacaklar ve derdine mr#”k derman ol dır vesselâm. E n Olur mu olur. Belki şuna bir ça re bulunur da sevgili kedimiz de kurtulur, biz de.. Bu düşünce- lerle tattum (Himayei hayvanat cemiyeti) nin yolunu.. L0 !6 Osman Beyde şair Nigâr s0- kağında yüksek — apartımanların arasında çıkmış iki hd"' girintili çıkıntılı büyük kârgir bir bina... Mimart tarzı benim bildiklerim- den değil... Yalnız çatısı büyük Japon villalarınım dammı andırt- yor. Binamın arkasında yüksek demir parmaklıklarla — ayrılmış, oldukça geniş — bir avlusu var. Parmaklığın caddeye bakan cep- hesine büyük bir levha asılmış: Istanbul Himayei Hayvanat Ce- miyeti.. k Zile bastım. Bir sürü köpek hav laması cevap verdi. Ben de zaten burada (kim 0?) diye — bir ses prostelalı bir adam açtı ve yüzü- me şöyle bir bakarak: — Uyuz katırı mı almağa gel- diniz? diye sordu. Şaşırdım: — Hayır; dedim. Uyuz katırr almağa gelmedim. B Prostelâlr adam sözümü bitir- meğe meydan vermeden atıldı: — Heze. siz sarı köpeğin sa- hibisiniz değil mi? — Carnirm, sarı köpeğin de sa- hibi filân değilim. Müessesenin müdürü nerede? «Hayv an çin mi ıH'ınııyci Hayvanat Cemiyetine misafir olan köpekler, günlerini neşeli ve müsterih geçirmektedirler Himayet Hayvanat Cemiyetinin baytarı; hürkafası kırılan atı muaayene ediyor. Bu sırada — “baytar Saranga.. diye kendini tanıtan nazik bir zat, her kapıyı çalana bir hayvan vermek merakına uğradığı anla şılan bu garip adamdan — beni kurtardı. Beni küçük bir odaya aldılar. Burada kucağında Poş dö şiyen dedikleri küçücük bir kö- peği sıkı sıkı tutan genç bir mat- | mazel, iri yarı bir kurt köpeğinin tasmasına yapışmış yaşlıca biri ve her şeyden halisüddemi bir A- merikalı olduğu anlaşılan - ka. | dınların yaşı söylenmez - bir ba. yan bulunuyordu. Bay Saranga bizi tanıştırdı: — Hayvan severlerden mat- mazel Nina, cemiyet idare heye- tinden Misis Mening, köpek ter- biye mütehassısı Bay Edvar.. 'Tahmin edersiniz ki söz, hay: vanlardan açıldı. Aman efendim aman, neler söylemediler. Oda. dakilerin hepsi, lâfı biribirlerinin ağzmdan kâparak hayvanların hassasiyetinden, zekâvetinden, gü zelliğinden, sadakat ve asaletin- den birer konferans verdiler. Bu arada hayvanlara karşı işkence yapan insanların hainliğinden, zalimliğinden, hattâ dinsizliğin- den acı, zehirli tabirlerle bahse- dildi. Lâf bu vadilere dökülünce ben yerimde biraz daha siniyor, büzülüyor, küçülüyordum. Öyle ya, ben buraya Ponponun kısır. laştırılması kabil olup olmıyaca. cağını sormağa gelmiştim. | . Tam bu sırada, içeri başı si- yah atkı ile sarılı ihtiyar bir ma- dam girdi. Kucağında büyük bir bohça taşıyordu. —İkime sıkına bohçayı masaya koydu, yavaş ya- vaş açtı. İçinden ne çıktı bilir mi- siniz? Kocaman bir van kedisi... Kadın ağlamaklı gibi titriye- rek baytara dert yanıyordu: HABER — Akşam Postası ları himaye,, edenlerle başbaşa bir saat mıya geldiniz? Yoksa sarı geldiniz?,, İ Başından ve ayağından yaralı | Jolan bu Boldok nakahat günlerini büyük bir sükünet içinde bekle- mektedir. — Hayganuş üç dört günden- beridir hastadır. Ne verdi isem yemiyor- İştahı kalmamıştır. Hem de nezledir, nedir? Geceleri de rahat nefes alamıyor.,, İhtiyar madamın Hayganuşu muayene edildi. Ateşine, diline bakıldı. Reçetesi yazıldı. Bu iş bitince, ben de sanki mü- esseseyi gezmeğe gelmişim gibi baytar Bay Saranga ile odaları dolaşmağa başladık. Evvelâ loş, büyük bir salona girdik. Burası çepe çevre önü tel kafesli dolaplarla doluydu. hep- sinin içinde birer köpek vardı. Bizi görünce irili ufaklı havla- mağa başladılar, Bay Saranga: — Burası köpeklerimizin ko- ğguşudur: Buradaki köpeklerden | bir. kısmının sahipleri vardır. Hastalanımca bize getirirler. Biz | | lerin köşelerinde soluk basma yüz | leri kanaviçeden birer yastık (bu- | yorsa bir köşede küçük bir de ber- | mek için biley taşı.. q miyavlamağa başlamak suretile ı Datdan Dala: Eski İstanbul kahv_eleıji nt_ısıldı? Eskiden İstanbuldaki mahalle | bu berber masalarından bazıları - kahvelerinin çoğu kış günleri şöy- | hın üstlerinde sülük kavanozları, le idi: hacamat boynuzları.. Aynanın ke Ortada külüstür bir saç soba... | narlarına sıkıştırılmış ve üzerleri Bu sobanın üzerinde harıl — harıl | sinek tersi ile bezenmiş Nuhu Ne- kaynıyan bir faşulye tenceresi... | biden kallna kart postallar... Tahta masalardan birinin üzerin- Nihayet mahalle bekcisinin baş- de ağız ağzına dolu kocaman, ye- | ka yatacak yeri yok da kendisi şil bir turşu çanağı... Kahve oca - | kahvede yatıyorsa bir tarafta o - ğının yanındaki duvarda' asılı bir | nun yatağı, yorganı, pöstekisi, go- cura, yahud bağlama... Toprak ze- | cüğu... Öte tarafta — Ramazanlık minin üzerinde arkasız yer iskem- | davulu.. Berber masasının bir gö- leleri... Yanlardaki tahta peyke- | zünde yeni doğmuş dört beş kedi yavrusu.. Öteki gözünde saç kıran ilâçları, türlü merhemler... Tahta kaşıklar... İçinde kahve suyu kaynıyan yarım gaz tenekesinin üzerinde dibi simsiyah bir çay ibriği... Çay ibriğinin arkasındaki tahta kapla- manın ütsünde yüzlerce tebeşir çizgisi... Tavanda asılı üç dört kuş kafesi.. İçlerinde birer saka, fü - lürye, ispinoz, iskete.. Ne isterse - niz var. Bir taraftan kaynıyan fasulye, bir taraftan turşu, bir taraftan kahve, bir taraftan cigara, bir ta- raftan tönbeki bir taraftan ıslak kundura çorab, bir taraftan da o- caktaki kömür, marsık kokusu... Üüstelik dışı kıpkırmızı kesilen kızgın sobanım sıcaklığı... Şimdi düşünün, bir de bunun tıklım tıklım müşteri ile dolu ol « duğu zamanı!... Müşteriden başka, dışarda do - laşan elleri ayakları çivi kesmek. ten anası ağlıyan leblebici, boza. cı,, salepçi, muhallebici, kadayıfçi zerzevatçı, tenekeci, tahin pek - mezci, seyyar gazcı da sırtındaki, omuzundaki, arkasındaki yükile içeriye girip sobanın başma ku - ruldu muydu?. Oooh, artık gel keyfim gel!.. İşte size eski mahalle kahve - lerinden ufak bir görünüş! Bunla- Bu masanın üzerinde ustura bile - | rım daha nice şık tarafları, “nice Sonra - taşı | girdileri çıktıları vardır ki — onları yağlamak için bir küçük zeytinya- | da bir gün sırası gelince anlatırız! ğt şişesi... Ustura kayışı... Gene Osman Cemal Kaygısız lü birer minder... Bu minderlerin arkalarında içleri ot dolu ve yüz - ralar, yani bu köşeler, imam, muh tar, mahallenin eşrafı gibi hatırı sayılanlara mahsus yerlerdi) gene kahve ocağının bir köşesinde ya, yarı yarıya yere gömülü, — yahud hiç gömülmemiş bir küp... Küpün yanında iki su tenekesi... Peyke - lerin altında sobalık odunlar... O- cağın ön tarafındaki yer - dolabı - | nın içinde yarım çuval kömür... | Bu kününün arkasında Çengelde sekiz on nargile marpucu, Tezgâh denilen fincan bardak -raflarının üzerinde nargileler, külâhlar... Kapınım ardında duvara dayalı odun saplı bir çalı süpürge. Bu sü- pürgenin üstündeki çiviye asılı bir nargile temizleme tokacı... İnce bir gaz sandığının üstüne örtül. müş olan ve üzerinde — harıl harıl Fasulye kaynıyan saç sobanın al - tında ya kahveci çırağınm, yahud müşterilerden birinin sırsıklam kunduraları ile yün çorabları.. Du varlarda yazılı, resimli bir takım kargacık burgacık lâvhalar... E- ğer bu kahvede işliyen ayrıca bir de berber varsa, yahud kahveci ayni zamanda berberlik de yapr- ber masası ile külüstür bir ayna... tedavi eder, geri veririz. Bir kıs- mı da Belediye tarafından 80- kakta bulunmuş bize gönderil- miş olanlardır. Bunları da besler, istiyen olursa veririz.,, Oradan başka bir odaya geç- tik. Burada da ayni şekilde do- laplar, içinde de çeşit çeşit kedi- ler vardı. Onlar da hep birden tiyenleri ısırıyordu. Belediyeden telefon ettiler, Gittik, güç belâ tuttuk. Şimdi bizde misafirdir. Maymunun dairesinden so a sıra ile kuşların, kazların pav- yonlarını, ahırlarını gezdik, Nazik rehberim mütemadiyen anlatıyordu: — Bu kısrakta bıcılgan — has- talığı vardır. Bir aydır tedavi e- diyoruz. Şu katıra geçen gün kam yon çarpmış, harkafe kırılmış, Uğraşıyoruz. İyi edebilirsek ne âlâ,., edemezsek itlâf edeceğiz.,, bizi selâmladılar. Baytar Sâranga iri bir tekir kediyi işaret ederek: — Zavallıda mide rahatsızlığı var, Ne versek kusuyor. Dün bir konsültasyon yaptık.,, Güzel, beyaz bir Ankara kedi. $i şiltesinde uzanmış yatıyordu. Karnı sarğılar içindeydi: — Bu da, dedi, dün ameliyat oldu. Kediler pavyonundan çıktık, küçük bir koridordan geçiyorduk. Arkamda garip bir ses işittim. Döndüm. Tavana asılmış iri bir tel kümesin içinde bir maymun ellerile işaretler yapıyordu. Bay Saranga maymuna elini uzattı. İki dost gibi el sıkıştılar. — Bu maymun, dedi, geçen- lerde sokakta bulunmuştur. Ken- di kendine caddeleri dolaşıyor, manav dükkânlarından öteberi aşırıyor, kendisini yakalamak is- eee eemanı Son olarak hayvanlara mahsus küçük ameliyathaneyi de gördük. Buranın diğer ameliyathaneler- den farkı lâstik eldivenler yerine bir çok büyük, kalın eldivenler bulunmasıydı. Bay saranga onla- rı işaret ederek: — Bunları takmazsak hayvan- İarı ameliyat masasında tutamı- yoruz. Her tarafımızı ısırıyorlar. Dedi. Müessesenin, bir sürü hayvan | misafirinin istirahat ve skhati i» | çin didinen şefkatli insanlarına veda edip kapıdan çıktığım za- man, şöyle düşünüyordum: — İnsan, bu dar zamanda, Hi. mayel Hayvanat Cemiyetine mi- sa/ir bir kedi olmalı!., İhsan Arif GÖKPINAR »