20 NİSAN — 1935 lrreranamden eee Şahin'in sE'a| öÖCÜ Yarım saat sonra Ali Reis eecereLeLALEEEEELEDES| No. 86 Büyük Deniz Romanı Oluç Alinin yanındaydı Ali Reis bütün Yunan denizini, & , hattâ Alâiye, drun R:.tiı: Izmir gibi pl.ı'ıı.'len bile dolaşmış, kardeşinin izini n l m.l::::rin de Oluç Alideu_ ayrılalı iki aydan çok olmuştu.. şır tıbıh Istanbul açıklarında göründü.. Leventlerin çoğu da 0 Ş ıınıını kadar İstanbulu ığrmeı;ıı;lerd;' iH Büyük ve yüksek duvarların ar * d:ıîiı göklere yükselen kıırçun kubbeler, ince, minareler, süslü ve parlak renkli konaklar, Üsküdar ve Boğaz sahillerinin bk_ın_ve son- suz gibi görünen yoı:iıliiı, hınındı_ iüa ve dışarıda gidip gelen leı:'ıl,'kıyılı ve sandallar, — başlı başına bir dünya idi. Ka Bu kadar — süslü ve büyük bir şehri rüyalarında görseler, uyan - mak istemiyeceklerdi. Gelip geçen gemilere ve kayık - lara sorarak ilerliyorlardı. Hele Halitin ağzına yaklaştıkları za- man şehrin büyüklünk'dve güzelliği dereceyi buluyordu. ml(uı Yusufla beraber bu kou şehirde Ayşeyi ararken, kendileri- ni kaybedeceklerdi sanki... Bereket versin ki Oluç Ali P.ı.- şa vardı ve o, adaşına kimbilir ne kadar ikramlar yapacaktı. , Bilenlerden bir ikisi onun ya - nında duruyorlar, sarayı, karşı kı « yıları gösteriyorlardı.. Oluç Ali Paşanın yalısı da ora - cıktaymış... Büyücek bir yelkenli ona nere - den geldiğini, kim olduğunu sor « du.. ğ / Oluç Ali Paşayı ırııil;.iııı an- hemen yol gösterdi. ı"ç::m saat sonra ÂAli !lciııı ge- misi demir atmış, Ali Reis de hıA;l lıca leventleriyle birlikte Olııç 4 i Paşanın yalısına doğru yürümüş - ti . Ali Paşa onları karşılamak için sanki koşarak geldi.. Kucaklaştılar.. — — Neden geciktin?. vi — Ah, paşamlı. Kardeşimi a » — Bulamadın mı?... — Hayır... — Leventlerden onu tanıyan yok mu? — Var!... — Kimdir?... — Kara Yusuf!.. Kara Yusufu gösterdi. Oluç A- li bu sırım gibi delikanlıya baka- Dedi. - K in reisin yanında gör üşsünüzdür. T Öyle sanırım.. demek ki Ayşeyi tanıyorsun haf — Önun adı Stelladır. e — Ba İslnler, < ber esircin'n elinde başkalaşır!.. Yüzünü bilme- K... görür görmez, budur diyebil meli!.. — Biliyorum... — © halde hemen bugün sana adamlarımdan iki kişiyi verece- #im, çarşı içini, hele esir pazarr nı baştan başa elersin!.. — Peki paşam!.. l x # 1 l Ali reis sordu: — Ben gitmiyecek miyim' — Sen kana lâzımsın!.. Saraya gideceğiz.. Padişa'aımız kaç defa sormuş... Hele Sokullu çok merak ediyor ve biran evvel görmek is- tiyor. Kara Yusuf bu işe yeter de artar bile... Baksana cin gibi göz- | leri var... Kara Yusuf ytukundu. — Elbet paşam... Onu ne ka- dar sevdiğimi bilseniz, buna şaş- mazdınız!.. Diyecekti; fakat sustu. Kara Yusuf — biraz sonra Oluç Alinin kâhyası ve uşağiyle bera- ber çarşıya gittiler. Leventlere tersanede yerler gösterildi. Oluç Ali paşanın mutfağından güzel bir ziyafet çekildi. O gün ikinci Selimin canı sıkıl- mıştı. Bir Rus güzeli olan son göz desine kızmıştı. Hem artık ondan bıktığını da anlıyordu. Değiştir- mek istiyordu. Fakat yerinden kalkmak, bareme gitmek, orada- ki çeşit çeşit yüzlerce güzelin ara. sından birini seçmeğe de üşeni- yordu. Dalgın dalgın düşünürken O- luç Ali paşanın İnçbahtı bozgu- nundan getirdiği genç kızı hatır- ladı. Onun çok güzel olduğu bir kaç defa kulağına çalınmıştı. Sa- raydaki kadınlar, bütün kadınlar oldukları için güzel SrçiRMe Şö çei bali olar b güzel olduğunda herkesin birleş- tiği kızlar pek az bulunurdu. İkinci Selim duvarları, tavanı ve yerleri en güzel çiniler, halılar, atlas sedirlerle süslü odaya, dört yandaki sedef ve altından kak- malı eşyaya dalgın dalgıa bakı- yordu. Doğruldu ve iki el'ni biri- birine vurdu. Kapkara bir harem ağası ye- di defa yere kapanarak önünde divan durdu. İkinci Selim: — Bana bak!.. Kılıç Ali paşa hareme bir kız vermişti ya.. bili- yorsun değil mi Z.. Diye sordu., — Evet Sultanım!.. Bilmez olur muydu hiç? O, ha- reme giren her şeyi bilmeğe mec- burdu. Bilmediği gün, kafasının uçuru , İi =hbl'üf:d7l söyle!.. Onu Zavallı Ayşe günlerdenberi bir köşeye sinmiş düşünüyordu. Pa- dişahın koynuna girmek için can atan, başka erkek bulamadıkları | için biribirleriyle, yahut kapka- ra harem uşaklariyle sevdalaşan kızları görmüyordu bile... O, bir gün padişahınm onu da çağrabile- ceğini düşünüyor, titriyordu. Hayalinde yalnız eski s'iik ha- taralar ve Kara Yusuf vardı. Ah, onu bir daha bulabilecek miydi « Bir kuşun, bir sineğin bile dı- şarı çıkamıyacağı bu duvarlar- dan, soğuk ve karanlık koridor- lardan, bin türlü dalavere ve re- zaletin kaynaştığı odalardan na- sıl kurtulabilirdi?... Zaten söylüyorlardı: — Saraya girenler, padişah â- —HABER — Akşam Dostas Krup fabrikasının işi tıkırında! Alman silâh fabrikası harıl harıl çalışıyor Essen'den yazılıyor: Harp esnasında dünyanın en büyük silâh fabrikalarından biri olan Krup fabrikaları Versay mua- hedesinin koyduğu mecburiyetler dolayısiyle patlak veren buhran- dan şimdi kendisini kurtarmağa muvaffak olduğu gibi, Almanya- nım yeni vaziyeti dolayısiyle refah ve zenginliğe doğru da adım at mağa başlamıştır. Krupun raporlarına göre çelik kısımları âzami kabiliyetlerile ça- lışmaktadır.Bu kısımlar 2,200000 tonham demirve — 2100,000 ton külçe celık — işliyebilmektedir. 1933 - 1934 imalât yılında fabri- kanın müstahdem adedi 43409 ki şiden 61073 kişiye çıkmıştır ve bu fabrikanın şubelerile ticari kısım- larında çalışanların sayısı 12313 den 14167 ye varmıştır. ü ge Yeni neşriyat Müzik ve san'at hareketleri Müzik ve sanat herektleri mec- muasının 8 inci sayısı çok zengin yazılarla çıkmıştır. Bilhassa için- de Rus sanatkârların memleketi- mize gelmeleri münasebetiyle bu- rada oynıyacakları Şah Senem ad- lhı opera hakkında çok dikkate şa- yan ve güzel bir yazı vardır. Bü- tün sanatseverlere tavsiye ederiz. Kapitalizm buhranı - İktisadi devletçilik mücllifi Hamdi Başar, Paris Üniversitesi Profesörle- rinden Piru'nun “Kapitalizmin buh- ranı,, adlı esçı, ci “Dün ye Yarın, îunıııâ’l&üâ'ıâı dilimize çevirmiş: tir, Eser hacim itibariyle 110 sayıfa tutmaktaysa da, uğraştığı mevzuların ehemmiyeti bakımından dikkatle kar. şılanmağa lâyıktır. Bugün hâlâ devam etmekte olan ökonomik ve kültürel buhran ve ka- rarsızlığı güzelee anlatan bu eseri okuyucularımıza tavsiye ederiz. Açık Eörüşme Yeni mahallede Bay Şemseddin: Fikriniz çok güzeldir, fakat gazete- mizin hacmi dolayısıyle bizim tatbik etmemize maalesef imkân göremiyo- HABER Akşam Postası IDARE EVİ ISTANBUL ANKARA CADDESİ Telgraf Adreslı İSTANBUL HABER Telefon — Yazı: 28878 — İdure: 24370 ABONE ŞARTLARI ! 1 8 6 18t aylık Türkiyes 120 450 600 1280 Kırş. Ecacbi:. 160 446 B10 1010 İLÂN TARIFES! Ticaret Hânlarının satırı 12,50 Resonl Bünlar 10 kuruştar. tteleeğüRük n reki Sahibi ve Neşriyat Müdürü: HASAN RASİM US Basıldığı yeri — (VAKIT) Matbanaı zât etmedikçe ancak ölü olarak çıkabilirler.. Onu süslemişler, giydirmişler, padişahla, şehzade- lerle görüşürken neler söşliyece- ğini, neler yapacağını anlatmış- lardı. (Devamı var) (i Türkçeye - Geçiren : NA-BI CEBİDELİKLER Cebidelikler Şahı Açıkgözler Padişahı Ali Cengizin başından geçenler B B Nihayet bir lokantaya girdiler., Dükkânda geçtikleri yolda iki sandalyeyi devirdikten sonra bir masa başında karşı karşıya otur - dular. — Dükkönda bulunan bü - tün müşteriler bu sandalye devi - rerek içeriye girenleri görmek için başlarını kaldırdılar. Demir, bir sandalye — üzerine kendini âdeta atmıştı. Ali öksü- rerek etrafına bakınıp gözlerini kırparak kendisine bir büyük zat süsü vermiye çalışıyordu. Palto- sunu, askıya asarken, asskıdaki bir şapka ile şemsiyeyi yere dü- şürmüştü. Yere düşen şapka ile semsiye- nin sahibi olan kısa boylu, şiş- man ve sarı yüzlü adam: — Bunlar ne kadar da becerik- siz insanlar, dedi. Büu zat, — ihtiyarlığına bakmı- yarak kendisini genç bir kız gi- bi süsliyen bir kadınla beraber karşılıklı, yanmdaki bir ma- sada oturuyorlardı. Buruşmuş al- nını son moda bir bukle süslüyor- du. Ali Cengiz nihayet oturabil- mişti. Garsonlardan biri düşen şapka ile şemsiyeyi tekrar astık- tan sonra yeni müşteriler'n önü- ne tabak çatal bıçak ve peçete ge- tirip koydu vene — istediklerini sordu. Uyumaktan başka bir ar- zusu olmıyan Demir garsona şaş- kım bir tavırla baktı. Demir cevap wermemişti. Ali Cengiz listeyi a- hp bir göz gezdirdikten sonra ar- kadaşına sordu: — Ne istiyorsun? e Je Demir gözleri yarı kapalı ya- rı açık: Z — Ben çay içerim, dedi. — Çay mı? budala.. hâ'â ken- disini kahvede sanıyor! Garson! Ne olursa olsun fakat iyi bir şey ver. Bilhassa iyi şarap, çok iyi olacak ama... Fena ise ge- ri götürürsün ! Ali Cengiz şapkasını yere dü- sürdüğü için bir türlü affedemi- yen şişman adam mırıldandı: — Galiba çok içmişler!.. Hölâ gençlik taslıyan ihtiyar ka- dın iki arkadaşı baştan aşağı göz. den geçirdikten sonra irâmi: bir tavırla dudaklarnı büktü. Bu sı rada kadının bu hareketin: gören Ali Cengiz bir kahkaha koyuve- rerek Demire: —0Oİ.. İşte güzel dediğin böyle olmalı... hele köcası ne uygun bir çift., Allah biribirine bağışlasın.. Muhakkak bunlar bugün resim- lerini çektirmeye gelmişlerdir. Demir cevap vermedi. Bütün kuvvetini ancak gözlerini açık tu- tabilmeğe sarfediyordu. Yemek geldi. Ali Cengiz arkadaşının ta- bağını doldurarak: — Haydi ye.. kendine - gelir. sin... dedi. Küçük komşamuza- bakarsan uykun kaçar.. sen ye teccübe el.. Demir gözlerini oğuşturarak: — Nasıl? O burada mı? — Başallah maşallah... Nasıl da kendine geldi. Yahu komşu- muz matmazelden değil şu arka- mızdaki antikadan bahsediyo. rum, < — Bean dematmazel Marika zannettim, — A Çapkımma bak hele... a- bayı yakmnış gibi görünüyorsun ! - — Niçin bakmayayım! İster: — Sana acırım.. Çektiğin ah- lar hep yanına caba kalacak... — Acaip.. Bunu nerden keşfet- tim., — Keşfetmeye — lüzum yok.. Çünkü benim hoşuma gitti. Göz koydum da ondan... — Senin ne ehemmiyetin var? Komşumuza kur — yapmaktan beni kim menedebilir. — Demir, dostum! Sen pek yüksekten atıp tutuyorsun ! Fakat seni affediyorum, çünkü sarhoş- sun!.. — Canımı sıkma benim. Daha de- vam edersen şu kadehteki şarabı yüzünde bulürsun.. — Acaba buna cesaret edebi- lecek misin? — Meydan mı okuyorsun? Demir bunu söylerken kadehin içindeki şarabı Ali Cengizin üs- tüne fırlatmıştı. Fakat Ali Cengiz daha o kadehi yakalarken bir ta- rafa çekilmiş olduğu için şarap arkadaki masada oturan şişman ve kısa boylu zatın yüzüne gel- di. Kısa boylu zat, başını - sallıya- rak şarabı akıtmaya çalışırken: —A! dedi. Bu kadar da ol- maz!. Bu derece terbiyesizce ha- reket edildiği görülmemiştir. E- fendiler.. Siz galiba kendinizi hâlâ meyhanede sanıyorsunuz! Demir mırıldandı: — Çok müteessifim.. Size at- mamıştım. — Fakat hepsi benim üstüme geldi. Eğer zevcemin: - üstünü de berbat etmiş olsaydiız size karşı daha başka türlü hareket eder- dim. —Affedersiniz, efendim. — Her yerim berbat oldu. Bu konuşma esnasında Ali Cengiz gülmemek için peçetesini yüzüne örmüştü. Fakat kısa boy- lu, şişman adamın yüzünü gör- mek zevkinden kendisini mah- rum edemiyeceğini anlayınca dö- nüp baktı ve bu sefer kahkahası- nı tutamadı, Bir top gürler gibi kendisini bıraktı. Bu, kısa boylu zatı bir hoyli sinirlendirmişti. — Efendi! Niçin gülüyorsu- nuz, dedi, — Hatırıma bir şey geldi de.. Ali Cengizin bu alayımsı tavri- le işin fenaya varacağını anlıyan hanım ayağa kalktı. Kocasının şapkasiyle şemsiyesini alarak o- nu kolundan yakaladı: — Haydi biz gidelim.. Bura. dan çıkalım, Bu gibi adamlarla kavga etmek sana yakışmaz.. Ri- ca ederim gel.. Diyerek kocasını götürdü. Ali Cengiz, önündeki şrap bar- dağını kaldırıp içti ve: — Ne terbiyesiz herif.. dedi. Demir: ğ — Ali ses! Haksız olan sensin. Her gittiğimiz yerde daima kav ga çıkarırsın.. — Şarabı herifin suratına atan ben değilim.. — Sana attığımı pekâlâ bili. yorsun.. — Haydi seni affettim. Ben kinci değilim. Marikayı senin gi- bi ben de seviyorum. Her ikimiz de ona kur yapıyo. ruz.. Birimizden birini elbette o seçer.. “ — Buna ben razıyım.., (Devamı var)