24 Ocak 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

b iğ Ü . Ki ada e eei K b TTT gTTT KTT Yazan: Kddircan Kaflı Sahin'in öcü BUYUK DENİZ KORSANI Gelen kayıkçılar kara haberi Çolak Mehmede yetiştirdiler Bundan evvelki kısımların hülâsası Marki Valeryonun İnebahtıya bas- kın yaptığı geceden bir kaç gün önce Avlonya Beyi Çolak Mehmed, geleli henüz 3 ay olduğu halde Avlonyadan gitmeğe hazırlanıyordu. Çünkü o Na- varine tayin #dilmiş, onun yerine de Hurşit iszminde biri getirilmişti. Hur- şit Bey o gün gelir gelmez Çolak Mehmed de arkadaşlarını toplıyarak gemisine gitli. Onun bu ani hareketi Hurşit Beyle yanındakileri şaşırtınış tı, “Deli,, diye söylendi. Çolak Mehmed yeniden savaş» ar- zulartının içinde belirdiğini duyuyor- du, Evvelâ Navarine gideceğine İne- bahtıya giderek orada Şahin — Rcisle buluşmayı kararlaştırdı. Bu — kararı leventleri sevinele karşılardılar. Ge- misit şimdi hafif bir rüzgârla Misalon ki karşısında idi. Orada bir kaynuaş - ma, bir korku hüküm sürüyordu. Bu- nun münasını anlıyamadılar. Biraz sonra büyücek bir pazar kayığı doğruca onların üstüne gel di: — Hee... yyyl.. Durunuz! Di - veceklerimiz var!... Diye bağırdılar.. Çolak Mehmed zaten ayakta idi. ŞSah'n Reisin her yıl biraz da- ha şeref ve şan kazandığı bu sa- hillere imrenerek bakıyordu. Yanıbaşında duran Koca Ham- zaya: — Forsalar dursunlar! Şunları «dinliyelim. Bakalım ne söyliyecek 'er?... Dedi. Koca Hamzanın canı sı- talmıştı. Diğer leventler de böyleydiler. Çünkü bir an evvel İnebahtıya var mak, yolda bir dakika bile kal - mamak istiyorlardı. Bununla beraber birkaç sani - ye sonra vardiyan tokmağını bir kenara koyuyor ve kürekler ha- vaya kalkarak kımıldanmadan du vuyorlardı. Pazar kayığı gemiye yanaştı. Bir Türk balıkçısı: — Kimsiniz?... Diye sordu. Çolak Mehmed ce vab verdi: — Ben... Çolak Mehmed!... Es- ki Avlonya Beyi... Şimdi Navarine gidiyorum. Balıkçı, sesinde büyük bir üzün- tü ile anlattı: — Ah.. Sizi buraya Allah gön- -derdi. Ne yazık!... —Şahin Reis şimdi Venediklilerin elinde esir - dir. Evvelki geçe... — Ne dedin?... Şahin Reis Ve- nediklilerin elinde mi?... Yaoksa, Venedlikliler Şahin Reisin — eline ni düştüler, her zamanki gibi... — Hayır, hayır!... Şahin Reis Venediklilerin ellerinde esirdir. Doğru söylüyorum. Şaşırmış de - gilim! O, sahiden esir oldu. Ev - velki... — Fakat nasıl?... — Anlatacağım... Çolak Mehmed birdenbire ejder kesilmisti. Yüzü kızarmış, gözle- *i yuvalarından fırlamıştı. — Bu adamı güverteye alın!... İp merdiven nerede?... —Alm!... “abüuk olun!... İp merdiven sarkıtıltdı ve ba - | İikçı, arkadaşile beraber güverte- ye çıktı. | sırgadan yıkılan şehir gibiydi. 4 İkisinin de yüzlerinde ölüm sa- rılığı ve seslerinde bir titreme var dı. likide bir hıçkırıyorlar, gözle- rinden akan yaşlar yanık yüzlerin de, kırçıl sakal ve bıyıklarında sallanıyordu. Şimdi bir kaç balıkçı kayığı daha geminin etrafını almıştı. Sahilde, enlara hasretle bakan telâşlı halkın uğultusu vardı. Türk balıkçısı İnebahtıya ya - pılan baskını bir kaç dâkikada an lattr. Sonra yalvarır gibi ilâve et- ti: — Valeryo bu sabah buradan geçti. Onlar Kefalonyanın cenu - bundan doğruca Venediğe gider- ler. Ah, arkalarından yetişmek belki mümkün olurdu fakat.... — Fakat... Ne var?.. — Yalnız bir gemi, koca Vene- dik filosuna karşı koyabilir mi? Onu tutabilir mi?... Çolak Mehmedin yüzü bir ka - Çolak kolu şimdi sallanmıyordu. Demek ki ne kızmısş, ne de sevin « | mişti. Yüzü sararmış ve hiç um- madığı bir zamanda aldığı bu ha- ber onu sanki beyn'nden vurmuş- tu. Bu ne uğursuz yıl imiş!.. Bütün tasarladığı şeyler bozuk çıkıyor - du. O herşeyi düşünebilir, belki düştüğünü, denizlerin kuruduğu - nu, yahud yandığını görebilirdi. Fakat Şahin Re'sin Venediklilere esir olması, hiç umulmazdı. Birdenbire doğruldu. Venedik filosuna karşı koy- mak, onu kovalamak ve tutmak!.. Çolak Mehmed, koca Hamza - ya döndü: — Dün akşam biz Kefalonya - nın doğusuna saparken o da ba tısından şimale geçmiş olacak!... Gördün mü aksi şeytanı!... Keşke dnıdoğru yolumuza gitseydik!.. — Bundan haberim'z olacak mıydı?.. — Olmaza bile, çatardık!... Çolak Mehmed, atak — olduğu kadar, sözünü de yapan erlerden- di. Ona karşı: — Çabuk olunuz!... Şahin Re - isi belki küurtarabilirsiniz... He - men Venedik filosunun — ardına Der gibi yaslı yaslı bakan Türk balıkçılarına döndü: — Haydi, gidiniz!.. Dedi. Sonra güverteye — doğru bağırdı: — Geriye!... Batıya gidiyoruz... Heee...y!.. Çevir dümeni... Haydi, yelkenler fora!... Forsalara basın kırbacı!... Son hızla Venediklile - rin ardına... |İpler gicirdiyor, dümen zinciri gitildiyor, yelkenler inip çıktıkça rüzgâr boşalıp doluyordu. Levent Jerin sinirleri kara haberi alınca alabildiğine gevşemiş, fakat b'raz sonra da büyük bir kinle gerilmiş ti. Gemi bir iki dak'ka içinde ya - man bir manevra yaptı ve güne - şin battığı tarafa doğru yirmi yel- keni birden şişirdi, yirmi kanatlı kocaman ve beyaz bir kartal gibi Akdeniz ufuklarına doğru hava- landı. Rüzgâr gittikçe artıyordu. Kefalonya ile Zantanın arasın- dan geçerken deniz büsbütün kö- pürmüştü, Kocaman — dalgalarm, kayalıklara çarparak yükselttiği beyaz köpükler, enginden bile görünüyordu. Birz daha açılmca dümeni şi- male çevirdiler. Lâkin rüzgâr şim di korkunç bir fırtma haline gel - mişti. Yandan yelkenlere ve gemi nin bordasma çılgın hameleler ya pıyor, rüzgâr ve dalgaların hücu- mu karşısında kürekler işlemiyor ve koca tekne sağa sola, denize kapanacakmış gibi yalpa yapıyor du. Yelkenleri uzun zaman kulla - namazlardı. Zaten bir kaç tanesi şimdiden kopmuştu. Çabuk yeni- lediler. Gene kullanmak mümkün olmadı ve Çolak Mehmed bütün arzularına rağmen başlıca yelken leri mayna etti. Şimdi gemi, yarım yarrm kulla- mrlan küreklerle, azgm denizde bir ceviz kabuğu gibi çalkanıyor, bütün mannevralara rağmen ba- trya doğru sürükleniyordu. Çolak Mehmed düşünüyordu: — Bu fırtma yalnız bizim için değilya... Bu sabah Misolankinin önünden geçtiğine göre Valeryo da__yakalanmışm O da ıüııhıiı | batıya oî'îımîgğ— le bir havada filonun düzenli bir yolla gitmesi kabil olamaz., Rast - larsam doğruca Amiral gemisine rampa etmeli!... Şahin Reis orada dır. Lâkin fırtına bir türlü hıfıflo— miyor, hattâ artıyordu.Grandi di- reğinin tepesindeki vardiya da denizde hiç bir gemi gördüğünü söylemiyordu. Çolak Mehmedin bütün korku- su şu idi; Eğer Valeryo fırtınadan önce buraları geçti ve ileri gittiyse çok tan yarı yola varmıştır ve onu ya- | kalazmak artık bir rüyadır. Akşam oluyordu. Karanlık basmak üzete idi. Zaten kara bulutlar, denize sü- rinür gibi geçiyorlar, e'rafı vak - tinden evvel karmlıiı, boğuyor - lardı, Grandi dıreğuıdokı nöbetçinin ince sesi, dalgaların korkunç hay- kırmalarıma karıştı: — İki mil ileride bir gemi... Çolak Mehmed geminin bor- dasına çarptıktan sonra güverteyi yalryan dalgaların içinde idi. Dim dik duruyor, sürüklenmemek ve düşmemek için tek koluyla ipler- den Dirini sımsıkı tutuyordu. İki mil ileride bir gemi... Fakat ne gemisi?... Direğin tepesine doğru bağir - dı: Yalnız bir tane mi?.., Nöbetçi bunu duymadı ve — ce- vab vermedi. Çolak Mehmed sor- gusunu tekrar edeceği anda onun sesi duyuldu: — Bir gemi daha!... Arka arka ya gidiyorlar... Venedik gemisi.... Bayrağmı görüyorum!... Denize batıp çıkıyor... Yelkenler mayna edilmiş... Kürekler işlemiyor... “Devamı var) D No. 76 Aka Gündüz Hava apaydmlıkken birdenbi- re karardı. Öyle bir karanlık çök- tü ki eski çağ kışlarının en uzun gecesi denen gecenin karanlığın- dan daha kapkoyu, daha zifiri bir karanlık.. Zeus ürpererek: — Ne oluyor? dedi. Bayan Müdür elini tuttu: — Bir şey yok: Opera başlıyor. Yeni dünya, kendisini kaplıyan havayı istediği zaman istediği renge boyayabilir. Şimdi opera başlıyacak. — Karanlıkta mı? — Hayır. Operayı bütün dünya seyredecek. Öyle tert'bat var ki her perdeyi bulunduğunuz yerin gökünde görüp dinliyebilirsiniz. Bizim bildiğim'z eski opera, tiyat ro sahneleri diye bir şey yoktur. Gök, bütün dünya için ayni daki- kada bir sahned'r. — Dünya yuvarlak? — Olsmn. Bu sahneler bir tane değillerdir ki, her düğmeyi çevi- ren bucak kendi göğsünde bu sah- neyi görebiliyor. Derken gök yüzünde büyük bir manzara göründü. — Burası neresi? — Samsun limanı. Atatürk ön- ce buraya ayak basmış. — Bu müzik dinlenirken baş - ka bir ses arasak bulabilir miyiz?. — Kolay. Şu düğmeyi çeviriniz, öteki ses duyulmaz, aradığımızı i- şitiriz. Zeus eğlence olsun diye istedi: ' — Bana Loid Caorcun sesini is- teyiniz. İstedi amama, gı cavahı nlılıs I — Atatürkün ortaya çıkmasın- dan sonra sesi kısıldığından ma - kinelerimiz bir türlü tek sözünü bile alamıyor. Prençip alay olsun diye istedi: — Bana Arşidük Fransuva Fer dinandı bulunuz. Arşidük'ün kalın ve çatlak sesi duyuldu: — Balkanların ve — Avrupanın başına istediğimiz gibi geçib ku - Arkası duyulmadı. Büyük bir zelzelede bir memleketin yıkılışı gibi yıkılış gürültüleri, gümbürtü- ler çöküntüler duyulmağa başla - dı. — Nafile, dedi Prençip, sesi ba- şma yıkılmış, artık hayır glmez., Geçelim. Perde arasında gök gene gün- düzlüğünü aldı. Ve Profesör Maz- har Osman Motostratoferden inib geldi. Şöyle bir bakındı. Orada- kilerin hiç birini tanımıyordu. Ba- yan müdürü hepsini profesöre ta- nıttı. İki profesör el tutuştu. Mazhar Osman: — Size ikinci on bin yıl so - nundadaki dünyanın beş bininci yılr başında teşekkür ederim. İ - kinci umumi harbte bana yaptığı - nız dirim aşısı çok işime yaradı. Omega gene deliliğe başladı. Boğa gibi kökreyen azgın ko - misyoncu gene azıttı. Profesör Esoes: — Yeni dünyanm milyarlarca insanı içinde ancak iki deli var. Delilik ne olduğu bilinmediği için kurtarmak yolunu başka yanlarda ararken aklrma siz geldiniz. — Yeni dünyada wpırtolu içki var mı? 4 Sanatoryum müdürleri cevab verdi: —— — İçkinin ne olduğu bilinmi - yor. Alma ve başka dile çevi ım'l Dev et yasasınca koru udü! , — Deliliğin de bılınmem“ı İel dandır. Burada aşk var mi? da öğrenmek isterim. v — Var, fakat insanca aşk hi| — Bizim çağımızdaki Eıbı mamalı? İ — Evet. Burada ask — .di* ben henüz deneyecek vak'f Ğ madım — sonsuz bir tatlılık de sevinşmekmiş, Ayrılıklar böyle bir yumuşaklık, tatlılık barış içinde olurmuş. - — Anlaşıldı, anlaşıldı. NGJ tolu içki, ne de hayvanca aşk Jil# Böyle bir dünyaya yeniden geldiğime çok memnun oldum' | kat epeyce yoruldum ha! B" dükten sonra göğsümün kırk metrelik öyle ağır bir ş€ muşlar ki.. Adıma abide dılj ler.. İyi ki üstümü kazıb açmi ' dirilmedim. Bu sefer büsbütü? lürdüm. Omega ayağa kalkıb hayk’# — Ölümden korkma! Onl: nim büyük profesörüm çare " | du. O çare bende de var. " şimdi kendimi boğacağım. dirileceğim! w Profesör Mazhar Osmanın ' leri fırladı, telâşla, korku ile * kırdı: F — Amanin! Kendini boğt! Tutun şunu, kurtarın şunu! — — Korkma profesör. Ne © lur, ne ölür. O bir eski düny& kalma tatlı delidir. B | — Onu kurtarmanızı rica ” yoruz. 4 - Bunu Omikro söylemişti. tirtir titriyordu. Hai — Neden delirmiş? j Profesör Esoes anlattı. ',' — Kolay, dedi Mazhar C Hafızasını uyandırmalı. Deli duğu dakikayı tekrar canla malır. Aklı başma gelir. Falıl' soes! Sizin dirim aşınız — de v de sağaltmıyor muydu? — Sağaltmıyomuş demek. * di öğreniyorum, :" Bayan müdüre tarif ettiler — Öyle bir mezar sahnesi mak dakika işidir, dedi. F sıl o azgın deli var, onu ne 7 ! cağız. — O da kim? Ji' — Eski dünyanın meşhur ofJ lomatlarından birinin gizli j ve harb levazımı — komisyoP” imiş. — Neden kaçırmış? B — Harbin bitmemesini IM muş. Üçüncü umumi harb M; sürmemiş. Bu yüzden aklını muş. — İste bu biraz zor! Bun metod para eder mi, etmel lemem., Ümeganın delırış ri hep burada. Onun i ıçın ması kolay. Fakat komisyo deli oluş sebebleri yok. B umumi ister ki... Bayan müdür atıldı: — Sizin dediğiniz gibi bir © ne kurmak zordur, adetâ bif . pılamaz. Çünkü harbin v* ,,Iı’ âletlerinin, harbi doğuran H&' lerin neler olduğunu kimse M' yor. İsterseniz bir kere ' vizyonla yeni dünya bilgi” kezine soralım. 1 — Nerede bu merkez? / * — Her yerde. Burada mekân, mesafe mefhumu 'J“ Bir sanfilovizvon heps'nif — anda toplanmalarma yetiy9” j * (Devamı * |

Bu sayıdan diğer sayfalar: