« HABE Hikâyesi İşte, çocuklar gün bugün, saat bu saat... Zenginlik göründü... Zira, ufukta gemi belirdi. Hakikaten üç direkli kendisini rüzgâra kaptırmış geliyordu! Bunun içinde bi hazine vardı. İngiltereye naklolunuyordu. Mü- cevherlerle dolu — bir kutuydu. özcüleri, korsanlara yolunu ha- ber vermişlerdi... Fakat, kaçıran kim olduğunu bildirmemişlerdi. Yolcuların hepsi de onlar nara- rında şüpheliydi. Gecenin ilerlemiş bir saatiydi. ortalık zifiri karanlıktı. Yalnız gemide ışıklar yandığı için civâr: da bir o görünüyordu - ve her an yaklaşmakta olduğu fark ediliyor- du. Korsanlar üç sandal oldular. Uğur telâkki ettikleri -kambur Herro'yu;da yanlarına aldılar... Onunla sefere çıktıkları zaman asla Felâkete uğramıyacaklarına kani idiler, | Haydutların ekseriya garip iti- ' katları olur.: Bunlar da Herroya adeta yarı bir ilâh muamelesi e - derlerdi.. Bu aptal koca kafalı oğlanın bütün söylediklerini gaip- tan gelen bir işaret sanırlardı, Yirmi bir kişiydiler. Bu kam- burla birlikte yirmi iki oluyorlar- dı. İçelrinde Bir tane de zenici vardı. Arkadaşlarından biri, onun en- sesine bir şaplak indirerek: — Sen hiç korkma, Cim, dedi. Bu gece baskınında asla görün - mezsin... Çünkü gece de siyah, sen de siyah... Haydutlar gülüştüler. Lâkin, — kahkahaları yarıda kaldı. Zira, Herro: — Onun bahtı beyaz... dedi. Bu kambur, ayda yılda ânctak bir kere könüşurdu. Fakat ne söylerse ayni keramet addedilirdi. Korsanlar, vahy işitmiş — gibi, hürmetle sustülar. Gece, devam etti: — Bu gece hepinizin bahtı si- yah, onunki beyaz. Teşe'üm ettiler. Bu, ne demekti? Hepsi ölecekti de sade zenci Cim mi kurtulacaktı?.. Ona, ade- ta kinle baktılar. Fakat, elebaşıları: — Çocuklar.... Artık — susun, diyeemir verdi. Zira görüyor- İşte görüyorsunuz... sünüz, gemiye yaklaşıyoruz.. Ge- | celeyin seslerin fazla aksettiğini siz de benim gibi bilirsiniz... rekleri hırsızlama çekin;. Emir tuttular, Gemiye karşı gi- diyorlardı. Biraz sonra hedeflerine ulaş - mışlardı. Kılıçlarını, hançerleri - ni dişleri — arasına sıkıştırarak, rampa ettikleri gemiden yukarı, birbirlerinin peşi srra tırmandı - lar. Böyle işleri o kadar iyi bilirler- di ki... Nitekim, işte, bir kaç dakika sonra gemiye bhakim oldular... Kaptan kulesini, dümeni ve yel- ken iplerinin başını fetettiler.. Merdiven başlarnı da tutarak bü- tün yolcuları ve tayfaları teker te- ker çıkararak bağladılar.. Bir kadınm: — Bizi yapacaksmız?... Memleketimize gidemiyecek mi « yiz?.. Abh, beni çocuğum ve ko- cam bekliyor, diye inledi. Ceyk, gür sesiyle cevap verdi: — Sizi hiç bir şey yapmıyacağız, Memleketinize göndereceğiz... Burnumuz - bile kanamıyacaktır.. Ancak, bu, içinizden birinin elin- dedir... Yanında götürdüğü Tre- Goryef hazinesini bize teslim et- sin.. Mesele ondan ibaret... Yolcular ve tayfalar, hayretle birbirlerinin yüzüne baktı: — Tregoryef hazinesi mi? ne Resimde gördüğünüz İngiliz sinema yıldızı Karol Gudner yaz- lık evini otomobilinin peşinde gezdirmektedir. Kırlarda dolaşırken hoşuna giden güzel manzaralı bir yerde durarak geceyi küçücük sey- yar evinde geçiriyor. Hoş değil mi? Zenciyi öl ıhıru)unız' Bu wferkı HABER — Akşam Postası Kambur Falcı ile Hazine Gene Ceyk: — Biliyoruz ki hiç birinizin Kü- | bundan haberi yoktur. Yalnız biriniz müstesna.. İşte hazine on- dadır ve sizden gizli tutmuştur.... Lâkin artık, meydana çıkarmak zamanı geldi... Yoksa, tümleniz mahvoldunuz.. Ne canınız kaldı, ne malınız... Çabuk... Kimdeyse çıkarsın... Hiç cevap yoktu. Reis, kaptana döndü: A — Geminizin hamulesi tenton yağı değil mi? — Evet efendim. — Kaç fıçı var? — Ell, — Siz kaç kişisiniz? — Kırk dokuz. — Öyleyse, hepinizi fıçılardan birine atar, turşunuzu çıkarırımı... anladınız mı?.. Bütün felâketzedeler titredi,Zira tenton yağı içine atılmak feci bir şeydi.. Adeta kezzap küpüne a - tılmak gibi bir haldi... Koyu zey- tun? ve yapışkan olan bu yağ, in- sanın bütün — mesamatına girer, bir çeyrek içinde ölümüne sebebi- yet verirdi. ğ — Kaptan... Senden başlıya - cağız.. Zira, bir geminin başına felâket geldi mi, ilk kurban kap - tandır.. Hazine kimde ise, emin olmalıdır ki, şayet meydana çıkar- mıyacak olursa sıra, kendisine de gelecektir... Hazine, hakikaten kimdeydi... Adamakllı bir yerde saklıydı.. Sa- hibi ise şöyle düşünüyordu: — Onu size teslim etmek mi?... Asla... O elmaslar benim naza - rımda sade maddi servet — değil ayni zamanda büyük bir manevi hatıradır... Ölürüm — vermem.... Hatta bu hale uğrıyacağımı bil - seydim, vaktinde atik — davranır, denize atardım.. Vah vah... Gafil avlandık.. Baskın ansızın oldu.. Kaptanın, tayfaların, yolcula- rın, müthiş ah ve feryatlar içinde tenton fıçılarına atıldığını seyre- diyordu.. Lâkin sesini çıkarmı - yordu. İçindekiler öldükten sonra, fı- | çılar denize atılıyordu.. Böylelikle, geminin aranması daha kolay bir | hale getiriliyordu. — Haydutlar, idam edilenleri öldükten soyuyorlardı.. Üzerlerinden gerçi birer miktar para çıkıyordu... Bu sonra ıl çıkmı yacak... Hazine onun olmıyacak! da kârdı... Lâkin, bu azıcık para - nn ne ehemmiyeti olurdu?... Asıl hağineyi bulamıyorlardı ki.. Çok geçmeden, ser verip sır vermiyen hazine sahibi de azaplı ölüm içinde kıvranarak öldü. Ve bu minval üzere, kırk doe- kuxz kişiden bir fert kalmadı. Hazine neredeydi?.. Nasıl öl - muştu da yerini öğrenememişler - di? Eğer gözcülerine emin olmasa lardı, haydutlar, mutlaka aldatıl - dıklarına zahip olurlardı. Her tarafı aramağa'koyuldular. Fakat, tam bu esnada, Herro- nun hımhım sesi duyuldu: — Nafile yorulmayın... Nafile yorulmayın:..... O hazine Cim'in o- lacaktır.... — Hepsi, hiddetle zenciye döndü. Mabudun kendisine bugünkü ilti- fatları çoğa varıyordu hani... bu- kadarı da tezaletti... Reis, kükredi: — Ellinci fıçıyı getirin... Iki haydut, yuvarlıyarak ge - tirdi: — Bunun da içine Herro'yu a- VÜOL Kılıcını çekmiş bekliyordu. Sin- key pehlivan, zenciyi — belinden yakaladı. Haydutlar, mukadderatın ö- nüne geçmek istiyorlardı.. Zenci- lerdir. H e in n İ ! Vaktiyle her eşyanın bir ihtiyacı karşılıyan bir kaymeti V6 ig' nası vardı. Şemsiyenin gördüğü hizmet te güneşe ve yM sanı korumaktı. Şimdi moda, icat ettiği şeyde bir fayda ar9 Misali Amerikada icat edilen resimde gördüğünüz şelfaf HABER'in * Hikâyesi nin öldürücü mayi içine ıuH' ne büyük bir zevkle seyrettiler: te, ilk defa olarak, kınburî, aldatıyordu.. Söylediği di çıkmıyacaktı. # Ve, oh yarabbi şükür, artık sımı bozulacaktı. e Sinkey pehlivan o kadar M. vetliydi ki, bir tutuşta nasıl yöl cuların hepsini tenton fıçısımA 3* tıysa, zenciyi de attı... Herif, bağırıyordu... Fakat Bf yie ayağı değer değmez, hiç te yakıcı olmadığını anlamıf tı. Buna rağmen, haykırıyordu: Herro: — Nafile..; Nafile... - diye ” rıyordu * Ne yapsanız — mafil onu öldüremiyeceksiniz.. O, ser ” vete kavuşacak.... — Zor kurtulacak... İşte bütüt vücadü öldürücü mayile bul! Zevci ölür gibi bir şeyle gö rini süzüyor, ağzını bir karış IF yordu. Nihayet, eşkiya: — İşte geberdi... —- dedilef haydi! Onu da denize.... ğ Ve fıçıyır büyük bir gürültü ile sularm karanlığı içine attılar. GE” miyi aramağa başladılarsa da bir şey bulamadılar.... Zenci, fıçı mühtevasının mez olduğunu daha ilk temastf anlamıştı.. Fakat, ayağma küçücük bir kutu değmişti.... F çınm içine sokulduğu vakit, hu" sımsıkr yakaladı ve dalgalarım , raşma atılınc da, kutyu elinde? bırakmadı.... Bir iki saat çabalamadan 30f ra, adanım sahiline ulaştı. £ Belki de, kanburun söylediğ' | sözler, ona büyük bir manevi ki vet temin etmişti.... Yoksa, kati yen bu kutuyu sahile beraber ular” tırmak azmini kendinde bulamt#” Mika Hazinenin sahibine |dif o da öteki yolcular gibi ölmüştü” Asıl sahibinin mücevherleri teft ton fıçısına benziyen bir. pel fıçısına koyduğunu bilseydi, bj de, bu macera büsbütün başka * lurdu. (nıkıyed) < L1 ww . e ETLEKDEYA LA S0 KS . g rcrs —— w —e - 2 < ö -li