.'B!R'İn esi SA e| sorma, birader, ömür! DN B Miş o ömür olan? ? _nı.ı., tiğer parem, goncei Ap ” Tnit ve istikbalim.. eli Anlat ta bakalım biz de in... " Neden ömür oluyor "'filı tiğer paren? 'moıdl“m tutulaydı da geve- g. *» ya bu suali sormaz _-'lı. Herifteki çene değil, Mübarek.. Beş para vön bir ver Para ver sustur.. Baş - traşa.. Yumurcağın doğ- Üği den bugüne kadar gös- gç Barifetleri sayarak kendi Veçhile “ezkiyayi etfalden,, NA';* bana ispata çalıştı. "ll. nazardan — saklasm, kyi ! Socuk ki., diyordu. Sa- v .m" gözlerinin kopcasını a- #a âz: “Hanım anne! — Bana y 'f'îl' siniz, rica ederim.,, _.ul'dtıını uykudan uyandı - | " g. *Min çocuğun dört aylık Y çe söyliyen sen değil miy- '« . ; übicku #enin tosun, Hazreti & Anasının karnından do - | az mı kelâma ağaz ey- S $ Aaem efendim!.. Sende de | "“e'n şeyden eser yok mu?.. musun? Meşhur Rus | lidir: kdancden leblebiyi anlama- : '*r.. Bizim yavru sabahle - ğ anınca “MMMM - ma,, di - | biz de onun “Hanım anne! verir misiniz, rica © - h" dediğini anlryoruz... He - ne olduğunu bilmezsiniz.. Ç Stesem de bir türlü İN b Xkıün inanmayayım? 1 N :'.hlnızım işte... Hah hah allahi inanmazsın! Mcağıma dair namusum ü - man - *teminat verdim. Mutmain | N A"lllıııığı başladı: ' diyordum efendim? Ha... « “yle ya, hâdise dün cere - *« Daireden eve dönmüş - Bir de baktım: Medarı if - ç evlâdım bizim hanrmın y ada... *Ayak sesimi işitince Senden yana çevirdi de ne * L'Ii)'oı' musun? < Yeook! Ğ î_)-.—.. Se..,, dedi! »« Ne çıkar bundan? “Se.. #i de mi manası var yoksa? | ) 'le ya.. Var, zahir... “Se... Sanr şıbyanda “Seni pek .*'*rim pederi müşfikim e- » demektir. Hem farkına Yor musun, kuzum: “Sese,, ) 'levı'yorum,. baş hocalar '&fuk ediyor!.. Etfal, it- k_*'imrlnn içtinap ile alâ ta- _h"' bu yolda idarei makal hay &mma azizim.... “Sese,, !:”' Zamanda “seni sevmiyo- ' *özündeki kelimelerin de | 'lid anlıyamadım!? H Md"ıe yüzüme baktı, Ma - * olundukta ne demek is- , Yani?.. Benim ciğer pa - İ_' i hayatım, ümidi istik- n edarı iftiharrm — biricik Liu Tn muhabbeti ferzendane- 't ulunduğunu telmih ve Dt “mek mi maksadın?. tfendim, haşa!.. — Ne OSU?... Allah hüsnü imti - | Doğrusu akıllıymış yumurcak | naştıramam... Cidden arkadaşım - | lâkadar isen bugünden, hattâ bu | rada, Nikola, parmaklarını zacınızı arttırsın ! Fakat ne söylesem, aah nafi- le. Nikola küstü. Bana sırtını dö- nüp homurdanmağa başladı: — Sen böylesin zaten.. Hoş, bunu evvelce de anlamadım de - ğil ya... Nur topu gibi evlâdım doğdu... .Bir kere olsun “gözünüz aydın!,, demek için evimize gel- medin... Bana garezin mi, kas - tin mi var, bilmem ki... — Canım etme, eyleme... Ne a - hngan, ne müvazenesiz. adamsın sen?... Dört aydır bu gazeteye ga - zetesine kontratlı olduğumu, hi - kâye yazmaktan başımı alamadı - ğımı bilmiyor musun?.. Nereden boş zaman bulup ta senin — evine geleydim, a gözümün nuru efen - dim?... İnşallah bir vakti müna - sipte... — Ben öyle ağızlara kayık ya- san, halim gibi istikbalimle de a - saatten tezi yok; haydi kalk, eve | gidelim! Sana ümidi istikbalimi göstereceğim... Baktrm, Nikolaya dert anlat - manmn imkânı yok, o günkü hikâ - şenin yazılmasını meslektaşım “Osman Cemal,, e havale ederek gözü kör olası piç kurusunun zi * varetine gittim. Tam evin dış ka - pısından içeriye gireceğimiz sı - “gü - küt,, manasında dudaklarına gö - türdü: — Tıss!... Belki uyuyordur... Aman, dikkat!... Uyandırmıya lrm! Ayaklarımızın ucuna basarak koridorlarda, sofalarda çıtırr, pı » tırr yürümeğe başladık.. O önde, ben arkada, hırsız gibi gidiyor - duk.... Nasılsa geçtiğimiz kapılar- dan ni açık brrakmışım.. Dos- tum, hiddetle parmağını sallıya - rak: — Yoksa ciğer pareme kastin mi var? diye kaşlarmı çattı. Ev - lâdımı “kurander,, ortalarında so - ğuktan öldüreceksin!?.. Etrafıma iyice bakındım: Açık bıraktığım kapı bir aralık kapı - sıydı; görünürde “ciğer pare., fa - lan da yoktu ama, gene ne olur ne olmaz hatamı tamir için elimi tok- mağa attım... Yürüdük... Yürüdük... Bir çok odalardan, salonlardan daha geç- tik... Nihayet durduk, — İşte burası medarı iftiharım yavrucuğumun gündüz oturduğu odadır... İskemlesi de şu! İskemleyi alâka ile tetkik et - | tim, — Maşallah... Maşallah... En - fes... Ortasında oturağı da var. — Şimdi dikkat!. Şu odayı gö - rüyor musun, şu odayı?. İşte “ken- disi,, oradadır. Yanına gidiyoruz. Gayri ihtiyari ceketimin önünü ilikledim; saçlarımı — düzelttim.. Tokmak hafifçe çevrildi. Kapı gi- cırdamadan açıldı. Huzura dahil olduk! — Nasıl? Nasıl çocuk?. Tosun dedikleri de böyle olur. — Aslan! | Şu uyuyuşa bak hele... — Mışıl da mışıl.. Yaradana kurban olayım. Dur, şunu bir öpeyim.. Her zaman öperim de uyanmaz. Buseme alı- şıktır! (Öper) Pppöp!... Oh... Yumurcak gözlerini açtı. Vi - yaklamağa başladı. Annesi koş - tu, kucağına aldı, hoplattı, susma- dı... Babası aldı hoplattı, gene sus- madı... — Birazda | Beşiktaş önlerinde bocalryan | binerek boğaza açılıyor, orada İs- | dilere yakalandılar mr |ler. Aksi takdirde onlarla sen hoplatsan a, “Avreçenko,,! O Saraylara 210 sene evvel şimdiki Kara- | köy köprüsünün öte tarafında yüz lerce baldırı çıplak — gırtlaklarını çatlatırcasına bağrışıyor, yumruk- | larını sıkıyor, küfürler savuruyor- lardı. Hepsinin başı Boğaziçine çevrilmişti. Ufukta bir gemi bek- ledikleri belli idi. Reisleri olduğu anlaşılan iri yarı biri: — İşte, diye haykırdı. Baldırı çıplaklar daha dikkatle bakmağa başladılar. Sisli havada bir karaltı farkediliyordu. Reis mütemadiyen ve âdeta sa- yıklar gibi: — Eğer eli boş dönerlerse İs- tanbul Ağası hepimizi azleder.. | diyordu . | Baldırı çıplak tayfalar, reis sa- bırsızlandıkça tekrar bağrışmağa, | küfürler savurmağa başlıyorlardı. Denizden gelenler Fındıklı ö- lerine yaklaşınca, yüzlerce ağız birden: — Bire mahvolduk.. Boş.. diye haykırdı. Reis dişlerini gıcırdatı- yordu. Yumruklarını sıkarak; — Aldatıldık.. diye mrıldan- dı, — Karaköye yanaşanlar, sahil- de bekliyenlerin kıyafetinde, bal- dırı çıplak tayfalardı. Mesele şu idi: Istanbul — odun | kömür buhranı içinde çalkanıyor- du. Karakış soğukları başlamıştı. Sert yırtıcı rüzgâr esiyordu. Ne Sepetçiler kasrında, ne Eski oda- larda, ne de Karaköydeki Şadiler- de mahrukat vardı. Sarayı hüma- yun ile Mutbahı Âmireye yaz kış odun temin etmekle mükellef olan “İstanbul Ağası,, mütemadiyen bu üç mıntakaya emirler gönderi- yor, Odun yetiştirmelerini bildiri- yordu. İşin en ağır ve mes'uliyet- li kısmını Karaköydeki Şadiler ta- şıyorlardı, Çünkü Topkapıdaki a- ğgalar İstanbula gelen — odunların naklinde kullanılıyorardı. Kara- köydekiler ise, büyük — kayıklara tanbula odun getiren gemileri kar şılıyarak doğru Karaköye çeki- yorlardı. Bu tüccar gemileri, Şa- odunları teslim etmek mecburiyetinde idi- silâh Hikmeti hüda, ben kucağıma a- lır almaz susuvermesin mi yezit!? Elini gözlüğüme uzattı. Çekince yere ürdü. Cam parça parça.. — Üzülme! Üzülme! Yenisine alâmettir... Canın sağ olsun... Se- ni çok sevdi de,.. Gördün mü bak?, Kucağıma alır almaz nasıl sustu... Hoplat hoplat... Bir hayli hoplattım, nihayet ta- bıtavanım kesilerek beşiğine bı - raktım. — Amca beyine “Alaylı alaylı maşrapası kal z t alaylı,, yap Nakıli: (Ratice Süreyya! | , (Devamı 12 Inci sayıfıda ) NSi APRAK kömür için yapılan muharebeler! odun yetiştirmek için Boğazda gemiler zaptedilirdi harbi yapmak mevkiinde kalıyor- | lardı. Tüccar gemilerinin Karade- niz, Rumeli, Anadolu - sahillerile Marmara havzasından, İzmitten, Yalova ve Karamürselden bin müşkülât ile temin ettikleri bu o- dunları, “İstanbul Ağası ocağı,, nın tayin edeceği cüz'i bir ücretle cebren ve “Derya mübayaası,, na- mile satmak mecburiyetinde - idi- ler, Bu şekilde satılan odunlar ma- liyet fiyatını korumadığı için, ge- | misi yakalanan tüccar, bir daha odun ticaretine çıkmıyordu. “İstanbul Ağası ocağı,, nın bu hareketi yalnız saraya odun temi- ni içindi. İstanbul halkı daima o - dunsuz ve kömürsüz kalıyordu. O- | | nu düşünen kimse yoktu. Çok bü- yük kâr gören tüccarlar, Şadilere yakalanmadan odun getirmek he- vesine düşüyorlar, fakat Boğazın | bir tarafına saklanan baldırı çıp - lakların gözünden bir türlü kurtu- Tamıyorlardı. İşte yukarda anlattığımız vak'a- da Karaköy Şadilerinin Boğazdan gemisiz, boş dönmeleri bunun bir neticesi idi, İstanbula hiç bir - tüc- | car odun, kömür karar vermişti. Tüccarların bu hali anlaşılmca İstanbul kadısı, odun kömür ihraç getirmemeğe |eden mıntakaların kadılarına e - mirler isdar etmeğe başladı: “Er- babı ihtikârın habaset ve melânet leri yevmen feyevma kesbi teza- yüt etmekte olduğu bedihi bulun- duğu...,, diye başlıyan bu emirler- de odun naklinde tekâsül gösteren ler bakkında da “bu gibilerin isim leri ve keyfiyetleri Dersaadetime | tahrir ve inha ile vakit ve zamanıy | le külliyetli hatap ve kömür irsa- line..,, kaydi ilâve ediliyordu. Tüccarlar “ 'evamiri şerife,, ye hiç aldırmıyorlardı. Çünkü serma- | yeleri mahvolmuştu. Bu vaziyet karşısında bütün mahrukat tüc- carlarına yeni bir emir tebliğ edil- | di, Bu emirde, büyük gemilerle o - dun getirecek tüccarların — artık Şadilerden çekinmeleri, — yalnız her tüccar gemisinin senede bir | defa odununu “Derya mübayaası,, fiyatile satmak — mecburiyetinde olduğu bildiriliyordu. Bu emir, bütün mahrukat tüc- carlarını harekete getirdi. Derhal battal bir hale gelen gemiler tamir edildi. Yüzlerce baltacılar en ya - kın ormanlara gönderildi, Balta - cılardan da balta hakkı, Kefille- me, beygir, katır ücreti, araba ki- rası alınmıyacaktı, Bu haber, ayni zamanda bütün odun ve kömür ihraç eden mınta- kalara yapıldığı için İstiranca dağlarına binlerce Rum ve Bulgar baltacıları akın etmiş, sahiller o- dunla dolmuştu. Tüccarlar ilk ge- tirecekleri odun ve kömürleri ser- bestçe çıkârıp satacaklardı. Odun yüklü gemiler boğazı ilk defa kor- kusuz geçiyorlardı. Kaç senedir “derya mübayaası,, ile mahvettikleri servetlerini çıkara- | caklardı. Fakat, günlerce boğazın soğuk ayazında bir tek mahrukat gemisi avlayamadıklarından küplere bin 2 iş olan Şadiler, bu fırsatı kaçır- mamak için her tedbiri almağı u- üstüste nutmamışlardı. Yelkenlerini mümkün olduğu | kadar şişirerek ucan gemiler, bo- >de ani baskına ğeradılar. Büt de son deta kaptırdılar ve İstanbul | dondurucu soğuklarıdda odunsuz Kömürsüz kaldı, l 1138 hicri senesinde başlayan bu hal 1232, 1244, 1251 hicri sene lerine kadar bütün şiddetiyle de- Tarih — İstanbulun daimi bir odun ve kömür derdi içinde bunaldığını gösteriyor. Kadıların “ekdemihtiyaç,, diye mahrukat temini için gönderdik- leri emirler, tüccarların maruz kal dıkları müşkülât karşısında hiç bir tesir gösteremiyordu. Tüccarlar gemi göndermeyince, hükümet lüzumu kadar kayık te- min ederek odun sevkeden liman- lara göndermiş, Kadılara da şöyle bir emir irsal etmişti: “Münasip mahallerden şu gün- lerde Dersaadetim külliyetli ha - tap sevk ve irsal olunmak — üzere bu taraftan lâzım gelenler marife- tiyle miktarı vafi kayıklar tertip ğazın bir az ile yer etlerini vyam etti. ve tesyir olunmuş ve olbapta lâ - zım gelen mahallere evamiri şeri- fem gönderilmiş olmakla ilâh..,, 1232 hicri yılında İstanbul rum patriki bile odun temini için teşeb büslere girişti. Kendi adamlariyle gemi imal ederek odun getirtece- Tarih 3 ğgini bildirdi ve müsaade verilme- sini rica etti, Her tüccara yapılan | vaat gibi patrik efendiye de vaad- lerde bulunuldu. Fakat geminin vet mani olamadı. boğazda “derya — mübayaa,,sıyla | Karaköye çekilmesine hiç bir kuv veet mani olamadı. Bu arada lü::ı:'u.lırm da mühim miktarda ihtikar yaptıkları görül- mektedir. | Bu ihtikâr, daha ziyade gadir | de yapılıyordu. | Büyük gemilerle getirilen kö- mürler bir çok gizli vasıtalarla A- yastafanos (Yeşilköy) e çıkarılı- yor, burada muazzam mahzenler yapılarak dolduruluyordu. Sonra |burıdın develere yükletilerek şe- | hire sevkediliyor, Istiranca kömü « _' rü diye satılıyordu. . İ Odun ve kömür için çarpışan- lar asırların arkasında kaldı. Fa- kat İstanbul halkı bu dertten hâlâ kurtulamamıştır. Yirminci asrın kalöriferi ve medeni teshin vasıta- |arı olmasaydı, kimbilir bugün da- ha nelerle karşılasacaktık. leaxj Ahmet