25 Temmuz 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

25 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

25 Temmuz 1937 CUMHURİYET PAZAPDAN PAZAPA Manavın önünde tereddüd Her sene bir av İğri kule yıkılacak mı? Sarhoşluğun felsefesi Konservatuarın mektubu. Şüphesiz en bü yük filozoflar, sar • hoşlardır. Fakat biz bundan bahsedecek değiliz. Zamanımı zın ayık mütefekkirlerinden biri, Phlipe cîe Felice, sarhoşlu ğun felsefesine da ir bir kitab yaz mış. İnsan zehir den kaçtığı halde neden alkole ko şuyor? İnsanın kendini koruma insiyakı, neden onu alkolden uzaklaştırmıyor? Muharrir bu meselenin dibine inmek istemiş, tarihi karıştırmış ve görmüş ki içkinin başlangıcı dinîdir. Yani, fizemaninâ, içki bir âyin ve bir ibadetmiş; bugünkü insanlar, eski zamanlardan kalma bir an'anenin tesiri altında «şerefe» içiyor larmış. Eskiyi bilmeyiz amma sarhoşluğun bugün başlıbaşına bir din teşkil edecek kadar hususî âdabı, ayinleri, salikleri olduğunu görüyoruz: Birinci kadehi to kuşturmak, ikinci kadehi havaya kaldırmak, üçüncü kadehi dudak hizasında tutmak, dördüncü kadehi yalamak, beşinci kadehi yere, altıncı kadehi de birinin kafasına atmak... Sokakta secdeye varır gibi boylu boyuna yere uzanmak... Nara atmak ilâh... Hep bu garib âyinin tecellilerindendir. Ihtısaâî hnreketler 1937 rekoltemiz ne vaziyettedir? Mahsul daha ziyade hava işi olduğu için bu hususta en şayanı itimad malu matı Başvekâlete tâbi devlet meteoroloji işleri umum müdürlüğü verir. Bu müdi riyetin temmuz ayı içerisinde neşrettiği en son rapora nazaran bu seneki rekoltemiz şu vaziyettedir: Trakya mıntakası Kışlık mahsul ler geçen seneye nazaran daha bereketlidir. Mısırlar da iyidir. Bununla beraber yağmura ihtiyaç vardır. Kocaeli ve Marmara mmtakası Buğdaylar geçen seneye nazaran daha bereketlidir. Haziran ayı pek az yağ murlu geçtiği için mısırların ve diğer yaz lık mahsulün yağmura ihtiyacı vardır. Ege mıntakası Buğdaylar geçen seneye nazaran çok iyidir. Haziran ayı çok kurak geçtiği için yazlık mahsul yağmura çok muhtacdır. Bu yüzden tütünlerin büyümesi iyi değildir. Bağlar da ayni vaziyettedir. Nazilli de pamuk iyidir. Meyva boldur. Orta Anadolu mıntakası buğdaylar ve diğer kış mahsulleri çok iyidir. Yaz mahsulleri ve bu meyanda pancarlar da kuraklıktan müteessirdir. Yağmura çok ihtiyaç vardır. Sıvasta bu sene mahsul ortadır. Cenub mıntakası Buğdaylar normalden üstündür. Havaların kurak gitmesi yüzünden pamukların büyümesi iyi gitmiyor. Cenubu şarkî mıntakası Buğday mahsulü normalden biraz aşağıdır. Ha ziran tamamen yağmursuz geçtiği için mısırlar, pamuklar ve diğer yazlık mahsul yağmursuzluktan müteessirdir. Pi rinçler iyidir. Şark vilâyetleri mıntakası Buğday mahsulü çok iyidir. Haziran yağmurlu geçtiği için burada mısırlar ve diğer yazlık mahsul de iyidir. Karadeniz mıntakası Buğdaylar iyidir. Haziranda yağmur bazı yerlerde yağdığı ve bazı yerlerde de yağmadığı için yağmıyan yerlerde yazlık mahsulün ve bu meyanda tütünlerin de yağmura ihtiyacı vardır. Görüldüğü gibi bu sene memleketimizin hemen her yerinde buğday mahsulü geçen seneye nazaran daha iyidir. Pa muk, tütün, üzüm, Mısır, pancar ve sair yazlık mahsullerimizin ise iyi olabilme leri için yağmura şiddetle ihtiyaçlan vardır. Kendini gösteren fırsat Istiklâl caddesini tanzim edebiliriz Galatasaray karakolu yerine yapılacak binayı geriye almak lâzımdır Tepebaşı bahçesini ve meydanmı açmak da kabildir Beş parmak bir değil er ve zaman göstermeden hikâye edeyim: İstanbulun dışında ve hayli uzak bir şehirde bulunuyordum. Sıcak, cehennemî denilecek kadar sıcak bir gündü. Bilmem ne kurumu adına pehlivan güreşi yapılacağını duydum, seyre gittim. Dört tarafı duvarla çevrili genişçe bir meydan, eskilerin maheşerallah sözile ifade etmeğe çalıştıkları biçimi almıştı, nefes alıp veren, kükriyen, homurdıyan bir denize dönmüştü. Ring, bu denizin ortasmda sarsak bir iskeleye benziyordu, nefesten sallanıyordu. Güreş başladı, heyecan da arttı. Pehlivanlar yoruluyor, seyirciler ter döküyordu. Sanki kuvvet sarfeden ringin üstündekiler değil, etrafında bulunanlardı. Çünkü tepinen, bağıran, bayılma derecesinde sinirlenen hep seyircilerdi. Ringden yere intikal etmiş gibi görünen bu temaşa sırasında pehlıvanlardan birinin burnu kanadı, birinin de dişi kınldı. Yarahlar, pişkinlik göstererek kanlannı yalıya yalıya güreşe devam ediyorlardı. Seyirciler arasında bulunan içtimaî seviyesi yüksek bir sahsiyet, tertib heyetine vaziyetin çirkinliğini ihtar eth, berelenecek, yaralanacak pehlivanlara pansıman yapılabilmek ıcın tedbırler alınmasını söyledi. O heyeti teşkil eden baylar tentürdiyod, sargı, pamuk gibi şeyler tedarık etmeğe çalışırlarken ağızları, burunları kanıyan pehlivanlar ringden çekilmiş, yerlerine başka bir çift geîmişti. Bunlardan biri ilk hamlede rakibini yere attı, sağ kolunu kıvırmağa giri?ti. Maksadı, o oyunla kendinden cok zayıf görünen pehlivanın sırtını yere getirmekti. Fakat o maksadına eremedi, çünkü alttaki pehlivanın mengeneye giren kolu tazyika dayanamıyarak cıkıvermişti. Vaziyet acıklıydı, kolu çıkan adam inim inim inliyordu, seyirciler de acıya acıya bakınıyorlardı. Biraz evvel ringin yanında pansıman malzemesi bulundurulmasını ihtar eden zat bu sefer, «bir doktor yok mu» diye telâş gösteriyordu. Seyircilerden biri kendisine güclü kuvvetli, kanlı canlı birini gösterdi, «işte hekim» dedi. Lâkin o semiz adam, yapılan ricalara kulak asmadı, «ben masaj bilmem» diyerek yerinde kaldı. Çıkık kol beride, yardım dilenen bir eda ile sallanıyor, sallanıyor, sallanıyordu. * * * Dün oğlumla Köprüden geçiyordum, vapur dumanlarının o geçid yolcularına püsküregeldiği dumanlardaki kömür zerrelerinden biri çocuğun gözüne girdi ve yavrucağızı ağlattı. Ben bu basit ârızanın acısından onu beceriksizce kurtarmağa savaşırken bir bay yanıma sokuldu: Ben, dedi, doktorum. Müsaade ediniz de çocuğa bakayım. Biraz sonra o kömür kırıntısı bu insaniyetli adamm himmetile çocuğun gözünden çıkmış ve ağlıvan gözler şükranla gülmeğe başlamıştı. Ben bu tesadüf önünde, çıkık bir kolun davetine gözünü kapıyan o masaj bilmez hekimi hatırladım ve ihtiyarsız beş parmak bir değil, dedim. Keşki bir olsaydı mı diyeceksiniz?.. o zaman insanlar nekadar mes'ud yaşarlardı?.. Belediye, tifo salgınının mes'ulleri imiş gibi, kedileri toplatıyor. Fareler meşrutiyet ilân ettiler: Kilerde, mutfakta, kapısı açık kalmış yemek dolabında pervasız gezecekler, tıkabasa yiyecekler ve birer tombul kara kedi gibi şişerek Belediyeye gece gündüz dua edecekler. Âkil Muhtarımız diyor ki: Bu işte kedilerin ne kabahati var, e anlamıyorum. 5 hrin pisliğinden de onlar mı mes'ul? Tabiî, üstad, tabiî... Hergün, tırnaklarile arnavud kaldırımlannı onlar söküyor, denize tüylerini dökerek Halici onlar dolduruyor, sokak aralarına çöpleri onlar yığıyor, duvar diblerini onlar kirletiyor, tozlan onlar yapıyor ve onlar havaya kaldırıyor, asfaltları onlar yiyor... Hatta Belediyenin yapmak istediği asma köprünün plânmı da onlar tırnaklıyarak bozmuşlar. Onlar: Samurlar, Tekirler, bütün mırnav mırnavlar... Peki, onlar olmazsa bu sefer de fareler baş kaldınrlar, daha beter hastalıklar çıkar. Meselâ... Veba! Zaran yok, Belediye o zaman da fareleri toplattınr. Istanbul halkı fare avcılığına alışık mı? Alışır, üstad! Geçen sene habre sinek avlamıştı, bu sene de fare avlar. Manavın önünde terett'iüd Konservatuarın mektubu Bir manavın ö nünde genc bir kız tereddüd ediyordu. Küçük sevimli göz lerinin mavi bon cuklannı şeftaliler den kayısılara, e riklerden armudla ra çevirdi, baktı, baktı, düşündü, bir türlü kararını vere medi. Manavın gözlerindeki müsamahasızlıkla karşılaşmca mınldandı: Tifodan korkuyorum. Manav iri bir şeftali seçerek kıza uzattı: Al, dedi, ytkından bak, üstünde bir tane tifo mikrobu görürsen başıma çal! Ayol, mikrob gözle görünür mü? Görünmezse ne bakıyorsun? Al bir kilo kayısı, afiyetle ye. Birşeycik olmazsın, korkma! Lâkırdile olur mu? Korkarım. Lâkırdı değil. Bu yemişler benim bahçemden geliyor. Her birinin ağacına üç defa aşı yaptırdım. Mikrob tutmuyorlar! Ne aşısı? Tifo aşısı! Dünkü sayımızda, Avrupadan gelen müzisyenlerin Konservatuarda bir imti han geçirdiklerini ve Budapeşte gibi büyük musiki şehirlerinde çalgı çalmalanna müsaade edildiği halde İstanbul Konservatuan tarafından ehliyetsiz ve kabiliyetsiz görüldükleri için san'atlannı icaradan menolunduklarını yazmış, bu garib ne ticeye karşı hayretimizi saklamamıştık. Dün Konservatuar müdürü dostumuz Yusuf Ziyadan şu mektubu aldık: «Ne hayret ediyorsunuz? İstanbul Konservatuarının ismine bakıp da onun yalnız bir şehrin musiki terbiyesile mi iktifa edeceğini sanıyorsunuz Yanlış ba vım! Müessesemizin programında yalnız istanbul değil, bütün memleket; yalnız memleket değil, bütün Balkanlar; yalnız Balkanlar değil, bütün Avrupa vardır. Avrupa müzisyenleri elimize geçtikçe, hemen «gel buraya!» diyor, birer birer imtihana çekiyoruz. Top atanlardan müzisyen sıfatını nezediyoruz. Yakında Avrupa müzisyenlerine mahsus ihzarî sınıflar da açacağız. Tibo, Karto kim gelirse gelsin bir imtihandan geçirip bu sınıflara sokacağız. Maksadımız beşeriyete hiz met etmek ve millî çerçeve içinde kalmamaktır.» M. TEZEL Ustura ile yaralamışlar Küçükpazarda oturan Muharrem is minde birisi evvelki gece saat 22 de evine gitmek üzere Kepenkçisinan so kağından geçerken sebzeci Bekirle garson Vehab önüne çıkmış ve Muharremi dövmeğe başlamışlardır. Muharrem de kendini müdafaa et mek isteyince mütecavizler ceblerinden birer ustura çıkararak Muharremi tehlikeli surette yaralayıp kaçmışlardır. Polisler yaralıyı hastaneye kaldırmışlar, suçluları da bir müddet sonra ya kalamışlardır. tğri kule yıkılacak mı? Hani îtalyada bir Piza kulesi vardır, iğri durur da yıkılmaz ve daima bir muvazene misali diye gösterilir. îşte bu yıkılmıyan kule, nihayet muva • zenesini kaybede rek yıkılmak üze reymiş. Bizce muvazenesini kaybetmek üzere olan, Piza kulesi değil, bütün dünyadır. Hatta bu muvazenesizlik içinde Piza ku Türk borcu tahvilleri Dün borsada Türk borcu birinci tahvilleri 15,45 liraya kadar yükselmiştir. Diğer tahviller üzerinde esaslı bir muamele olmamıştır. M. TURHAN TAN lesinden evvel Eyfel gibi doğru kulelerin Düzeltme: yıkılmasından korkulur. Çünkü, içinde Dünkü fıkramızın elli beşinci satırındaAyni mütaleayı Galatasaray mekte yaşadığımız dünya muvazenesizliği, iğFelemenk hükumeti tarafından 26 ey ki (Birinci Osman) yanlıştır. «Genc Osbinin bahçesi için de yürütebiliriz. Bu lul 1936 tarihinde altın ihracma konul man» olacaktır. Af dileyip düzeltiriz. rilerden ziyade doğruları sarsıyor. M. T. T. rasmı da bozan köşebaşındaki karakol muş olan ambargo kaldırılmıştır. SERVER BEDl muş, onu, masal cennetlerinin serablanna atıyordu. Belki, bunda da yanılacakh; yalnız muhiti değişecek ve yeni tanıdıklar, eskiyinciye kadar, eski tanıdıklar kadar fenalık edemiyeceklerdi. Melike için, bu, pek yabana atılır bir teselli değildi. Daha tabiî olmalan için, bir malın cinsini, değerini gösteren etiketler gibi,dudaklannın üzerine birer «şefkat» etiketleri eksik, güler yüzlü dostların gelib aramaları, hatır sormalan arasında, komşu ve hatta sokak* mahale aşın komşu apartımanlarda da alâkalar uyanmağa başlamıştı. Bitişik apartımanın, bir sene evvel bir sanatoryoma girip çıkmış olan delişmen ahiretliği, bir mütehassıs tavn takınarak birden edalanıvermişti. Bilğisine, görgüsüne güveniyordu: Sabahleyin yumurta, tereyağı verirler. Bal, yahud reçel de ayrı... Çay, süt... Istiyene kahveli, kakvalı, süt verilir. Sabahleyin, kalktıktan sonra, yata ğınızı kendiniz yapacaksınız... Çama şırlan, onlar yıkarlar... On beş günde bir... Ayda bir defa sinema gelir... Ahiretlik dalıverdiği tatlı hatıralann neşvesi içinde, nerede olduğunu, kimlerle konuştuğunu unutuveriyor, elile ağzını kapıyarak gülüyordu: Sinemada, baylar bir yanda, ba yanlar öbür yanda otururlar... Birbir lerine işaretler, artık, kıyamet... Dok torlar kızarlar... Karanlıkta, kimi tut sunlar? Öyle gülerdik, öyle gülerdik ki... Bazan apartıman kapıcısının anası, ağrıklı dizlerini tuta tuta, yukarı çıkıyor, ya Melikeye, Melikeyi bulamazsa kayna nasma, yeni öğrendiği ilâclan sağlık veriyordu: Kirpi eti, ince hastalığa birebirmiş.. Bildiğimiz Kirpi işte... Bu taraflarda pek bulunmaz. Kızıltoprak taraflarına bir gıden olursa, söyleyin, getirtiverin... Kirpi, diri diri tutulduktan sonra kesilecek, eti pişirilip yenecek... Hem eti, hem de kanı, ciğerlere pek faydalı imiş... Sık sık dalak yedirin... Dalak kan yapar, ciğerlere kuvvettir... Zerdeçal, çörekotu, nöbetşekeri... Üçünü de ayni tartıda alacaksmız, üçünü de havanda ayn ayn dövdükten sonra hepsini bir arada kanştıracaksımz. Mısır çarşısında, dövülmüşleri de vardır ya, daha emin olmak için... Bunu, bir kâseye koyarsınız, her sabah bir kaşık alır, bir parça su ile yutuverir. Hem iştehası açılır, hem de vücudü kuvvetlenir, toplanıveçeteleri getiriyor ve gülüyordu: Bir arkadaşım, senin başın üzerine • yemin ettirdi; söyliyeyim. Her sabah, iki dana pirzolası sıkılıp kanı içilecek. Yemeklerde, artık iştehaya göre, dörtten sekize kadar koyun pirzolası ve yıllanmış eski şarab... Şarabcının adresi de işte... Arka taraflanndaki bahçe komşuları apartımanın orta katında oturan muallimin büyük kızı, Prevantoryomu methede ede bitiremiyordu: Evvelki sene, küçük kardeşimizi koyduktu, doğrusu çok istifade etti... Bilmem, para ile, haricden de hasta alıyorlar mı? Sizin hastalığınız ilerlemiş değil, bir tanıdık dolayısile falan, oraya girebilmenin yolunu bulabilseniz çok iyi olur. Yalnız çocuklar değil, bayan öğ retmenler de var, ahbab olursunuz. Be nim, onlarla çıkmış ne çok resimlerim var bilseniz!..» Hastalık, Melikeyi çok alıngan etmişti; fakat, muhitinin, vesile, fırsat kaçırmadan hatırlatışlan da, onu daima uyanık durmağa mecbur ediyordu. Bu uyanıklık, Melikeye çok şeyler Öğretmişti. Melike, eve gelenlerin bir çoklarına dikkat ediyordu; üzürler diliyor; kahve, şerbet, su içmiyorlardı; hatta lâkırdı arasında susadıklarını söyliyenler, su iste nr. Bazan, Şekib de, iştah ve sağlık re miyorlardı. Melike, bir gün, misafir odasından kendi yatak odasına geçmişti; biraz sonra ı sofaya çıkıverdi; misafirlerden birinin hizmetçi kıza, yalvarır gibi: Kuzum yavrum, bardağı iyice yıka da, bana bir su ver! Dediğini duyarak kapının önünde durakladı. Hizmetçi, kasmı, gözünü oynatarak yavaş sesle cevab vermişti. Melike, onun, ne söylediğini, kulağile duymuş gibi biliyordu: Merak etmeyin, onun, bardağı, çatalı, kaşığı, tabağı, herşeyi ayndır. Evdekilerin sakınmalan, Melike için yeni birşey değildi. Fakat, bu sanatoryom haberi ortalığa yayılır yayılmaz, herkesin dikkati, yeniden uyanmıştı. Gelenlerin çoğu, sıcağı, sokağın tozunu, tramvaylarm kirlerini bahane ederek, sık sık çantalarını açıyor, çıkardıkları küçücük şişelerden avuclarına döktük leri esanslar, kolonyalarla ellerini, bo yunlarını, dudaklarmı uğuşturuyorlardı. Melike, önce, buniara kızacak: «Hep beni mi buluyor?» diye şikâyet edecek, suçu talihine yükliyecek oldu. Fakat, şahısları ve hâdiseleri soğukkanhhkla göz önüne getirerek düşündüğü zaman, bütün insanların birbirine benzemelerinden başka bir kusur bulamadı. {Arkast var) Tepebaşını ve Galatasaray karakolile İstiklâl caddesini gösterir kroki Istanbuldan Beyoğluna çıkarken Pe ile yanındaki bir iki binadır. Fakat bunrapalas otelini geçergeçmez solunuza, ların ömrü sona ermiş. Yıkılacak, yıktı sokak tarafı çirkin ahşab bir bina gelir. rılacak şeyler. Yol payı ayrılıp cadde Buraya Gardenbar diyorlar. Burası in genişliyecek, bahçenin bu köşesi bütün sanın üzerinde, mutantan bir konağın ya bir şehrin menfaati namına kurtulmuş nıbaşına kondurulmuş bir kümes tesirini bulunacak. Buraya ve bahçe seviyesini yapıyor. geçmemek şartile tek katlı mağaza yapYalnız şehrimizin değil, şehrimizden makta hiçbir mahzur yok. İş bildiğin gibi değil, diyorlar. Vakıâ gelip geçen memleketimizin en büyük misafirlerini bile sokak yiizü bu kadar yol payı ayrılacak fakat bu köşede ye çirkin olan bu binanın karşısındaki lüks niden büyük ve modern bir bina yapı otelde kabul etmek ve ağırlamak mec lacak... buriyetindeyiz. Şehrin istikbali için çok tehlikeli olan Eski bir zihniyet ve hastalığın son e böyle rivayetlere insan inanmak istemi serlerinden biri olmak üzere tahammül yor. Şehri şimdiye kadar bozmuş olan ettiğimiz bu kusur, bina ahşab olduğu zihniyetin hâlâ devam edebileceği ihti için birgün kolayca ortadaH kalkabile • mali insanı derin derin düşündürüyor. cektir. Bir de kalktığı zamanı tasavvur Maamafih telâş etmeğe mahal yok ediniz! Burası sokaksız, caddesiz, bulvar rur. Böyle hastalıkların tehlikeli neticesız, meydansız, bahçesiz şehrimizin pek lerini zamanında önlemek için şehrimize kalabalık yerinde bulunan biricik bahçe kazandırabildiğimiz mütehassıs dokto olduğu gibi, bütün güzelliğile meydana rumuz var. Elbette ki profesör Prost'a çıkacak! Bahçe üstünden manzara şeh danışmadan evvel bu hususta kat'î bir rin bu tarafa düşen hududlanna kadar karar verilmiyecektir ve onun tavsiyesine ozayacak. göre hareket edilecektir. Şehir tiyatrosu vazifesi gören bugünkü V. Birson ahşab binaya ağaçlar arasına saklanmış şirin bir köşk halini vermek kabil olacak. Ağır sanayi müdürlüğü Hatta Asrı sinema binasını bile o kadar öğrendiğimize göre, hükumet bir ağır göze çarpmıyacak bir şekle sokmak, so sanayi müdürlüğü ihdasına karar ver kak tarafına bakan baraka halindeki miştir. Bu müdürlüğe Ölçü ve Ayarlar dükkânlarını yoketmek mümkündür. Fa müdürü doktor Nizameddin Âlinin takat bunlardan sonra gelen tek başına yini takarrür etmiştir. Doktor Nizamedköşebaşını tutmuş olan altı yedi katlık a din Âli, İktısad Vekili Celâl Bayarla partıman heyulâsını ne yapmalı? Bele birlikte İzmir mıntakasında seyahat ediyenin malı değil. îstimlâki belki de çok derek şehrimize gelmiştir. Buradan da gene Vekille birlikte Zonguldak ve Kapahalı. rabüke gidecektir. Hayal kurmak da para ile değil a! Eski sanayi müfettişlerinden Osman Bu binanın da ortadan kalktığmı ve sizin da Karabük fabrikaları müdürlüğüne de bu sefer Galatasarayından Tepeba tayin olunmuştur. şına doğru geldiğinizi tasavvur ediniz. Daha îngiliz sefareti kapısı önünden ye Hariciye Vekilimiz Japon ve Amerikan elçilerini kabul jil bir bahçe ve bunun üzerinden istanbul tarafı görünmeğe başladı. etti Bahçeye doğru yakınlaştıkça bir sineHariciye Vekili Dr. Tevfik Rüştü Aras ma perdesi üzerindeki güzellikler levhas; dün öğleden evvel Perapalas otelinde gibi mavi Haliç ve her bakımdan birbi Japon ve Amerikan elçilerini ayrı ayrı rinden tamamile ayırdığı iki şehir yamacı kabul etmiştir. gözümüz önüne serilirdi. Anadolu refikimiz 27 Böyle güzel bir şehir hayalinin hakiyaşında kat haline gelmesine yegâne engel şu Izmirde münteşir Anadolu refikimiz bahçenin köşesindeki kârgir koca bina 27 yaşına basmıştır. Refikimize uzun ödeğil midir? Bu binayı buraya kurduran mür ve muvaffakiyetler dileriz. eski zihniyete hayret etmemek kabil midir? Felemenk altın ambargosunu *** kaldırdı Edebî tefrika : 20 ÖIiARLAR ^^m Yazan : Mahmud Yesari Avrupaya gitmek için değil mi? Melike, şaşalamıştı: Anlamadım! Cemile, kaşlannı oynatarak, biraz ötede duran Şekibi işaret ediyardu: Avrupaya gitmek için sanatoryom bahanesi çıkardm değil mi?... Çok iyi ettin. 5en bir kahkaha ile göğsü sarsılarak gülüyordu: Ben, iki kere bu bahane ile Avrupayı dolaştım! Melike, eski mekteb arkadaşma cevab verememişti; yolda: O kadm kimdi? Hiç gözüm tutmadı! diyen kocasına gülümsedi: Mektebden tanırım! Geçen günler, Melikenin insanlar hakkındaki kanaatlerini çürütüyor, evvelce gitmeği değil, düşünmeğe korktuğu sanatoryoma ısınıyordu. Oraya gidince ne olacaktı, nelerle karşılaşacaktı? Fakat Melike, orada, sakin, dedikodusuz, dırıltısız, gürültüsüz bir hava içinde, kafasını, sinirIerinî dinlendirecegini 'umuyordu. Bu uDiyen uğultularla zonkluyordu. Melike, kolonya, friksiyon süngeri almak için, kocasile beraber, bir sabah Beyoğluna inmişlerdi. Terliğe bakmak için girdikleri kunduracıda Melike, eski mekteb arkadaşlanndan Cemileye rasladı. Cemile, hakkında rivayetler çıkan kadm tiplerinden biri idi. Onun ismi, yeni ve eski bir rivayete katıştırılmadan söylenmiyordu. Söylenenlerin lehde, ve yahud aleyhte olmasma, olmamasma bakılmı yordu. Onun için: gömlek değiştirir gibi, koca, dost, âşık değiştirir! diyorladı. Fakat o mu kocaları, dostlan, âşıklan değiştiriyordu; yoksa kocalar, dostlar, âşıklar mı onu değiştiriyorlardı? Bunu da kimsenin merak ettiği yoktu. Cemile, Melikenin apartımanma he men hiç gelmemişti; tünelde, tramvayda, yahud böyle bir dükkânda, mağazada birbirlerine tesadüf ettikleri zaman ko nuşuyorlardı. Cemile, Melikeyi görür görmez, yanma geîmişti, kısa bir konuşmadan sonra, Cemile, Melikenin kula |ına igilerek yavaş sesle sordu:

Bu sayıdan diğer sayfalar: