23 Birinciteşrin 1936 CTJMHTIRÎYET Sancağm istiklâli etrafmda İtalyadaki zelzele Venediğin nefis binalarının akıbeti tehlikede Bir Ermeni gazetesinin garazkârane yazıları Paris ve Suriyedeki Ermeniler temasa geçip icab eden tedbirlere baş vurmalı imişler! Pariste çıkan Taşnak partisi organı ermenice Haraç gazetesi, Antakya vc Iskenderun meseleleri etrafında neşretmiş olduğu bir yazıda şöyle saçmalamakta dır: «Türk matbuatının İskcnderun vc Antakya hakkındaki neşriyahnı ehemmiyetle telâkki etmemek mümkün değil. T ü r kiye daima hususî maksadlarınm zemi nini böyle gazcte' neşriyatile vc onlara verdiği münakaşa serbestisi ile hazırlar. Bu meselede dc gene bu nokta gözc çarpıyor. Bu miicadele, zâhircn Fransa ve Suriyeyi istihdaf ediyorsa da, cski taahhüdahn ve F. Buyyonun akdettiği muahede hükümlerinin tatbikile de iktifa edilmeyip İskenderun ve Antakya için Türkiyc mandası altında istenilen bu istiklâl yalnız bir toprak gasbını değil ayni zamanda Suriyede yerleşmiş olan muhacir Ermeniler için hazırlanmış yeni bir komplonun tatbikını tazammun eder.» manya ile Danzig arasındaki münasebete benzerliği vardır. Antakya ve îskende runda miktarı 280 bine baliğ olan Türk ahali kahir bir ekseriyet teşkil etmekte ve bu ahali bütün kuvvetlerile ana vatana dönmek istemektedir. Bu meselenin halli bugün bundan 13 yıl evvelkinden daha güçtür. Antakya ve İskenderunu Suriyeden ayırmak, daha o vakit Halebin ekonomik harabisi demektı. Çünkü bu takdirde Halebin Akdenizle irtibatı kesilmiş ve Haleb hinterlandsız kalmış olacaktı. Bugün ise bu mülâhaza ve endişeden baska şu da vardır: Yani bugün Iraktaki Gergökten gelen büyük Fransız petrol kanalı İsken deruna akmakta ve bu muhrik madde Fransız sanayiinin ve Fransız donanmasının tanklarına dökülmektedir. Eğer bu petrol kanalı olmamış olsaydı Sancak mıntakasınm Türkiyeye ilhakında ya hud Suriyede kalmasında Fransamn hiç bir alâka ve menfaati olmazdı. Binaen " aleyh bu petrol faktörü muslihane bir Gazete bundan sonra Türk gazetelehalle imkân bırakmıyacak gibi görünürinin neşriyatlarında güttükleri gayenin yor. evvelemirde hudud civarında yerleşen Türkiye bu mıntakanın muhtariyetini Ermenilerin oradan uzaklaştırılması ga* yesine matuf olduğunu ilâve ettikten son istiyor. Böylece Yakınşarkta yeni bir ra bu vaziyet karşısmda Paristeki ve ihtilâf maddesi zuhur etmiştir. Filistinde Suriyedeki Ermeni cemaat makamlarının de hâlâ emniyetsizlik ve sükunsuzluk hütemas ve teşriki mesai ederek icabeden küm sürmektedir. Şimdi de Türkiye tedbirlere baş vurmalarını taleb etmekte Fransa aleyhine bir vaziyet alacaktır. Türkiye muahedeye müstenid hukukunu dir. ileri sürmektedir. Bu gülünc, gülünc olduğu kadar da Ayni zamanda Sancak mıntakası agarazkârane yazılmış olan yazıda güdir halisi 13 yıldanberi tazyika maruz bıralen gaye, Sancak Türklerinin istiklâl kılmış bir ekalliyet muamelesi gördüğünhaklarını baltalamaktan ibarettir. Bittaden Türkiyenin davası bu bakımdan da bi bu saçma sapan yazıların hiçbir tesir müstaceliyet kazanmış bulvnuyor. T ü r yapamıyacağı meydandadır. Sancak kiye Milletler Cemiyetine müracaat edeTürkleri er geç hakları olan istik.la.le kacek midir? Bir reyiâm mı istenecektir? vuşacaklardır. Revizyon kelimesi ortaya çıkanlarak Bir Alman gazetesinin Sancak Bulgaristanın harb sonrası politikasmm hakkında mütaleası müzmin davası kendısıne hatırlatılacak Kölnische Volkszeitung adlı Alman mıdır? Sancakta buzur ve sükun temin mecmuası Antakya ve İskenderun da • cdilebilecek mi? Gerek ana vatanda gevası etrafında Türk noktainazannı haklı gösteren bir makale neşretmiştir. Ehem rekse hududun öbür tarafında taham mür başlamıştır. Haşmetlu petrol cenab" miyetine binaen aynen alıyoruz: «Bu meselenin birçok bakımdan Al • lan harac «Tribut» istiyor.» Şişhane faciasınm muhakemesine başlandı Maznunlar ve şahidler üç kişinin ölümü ve yirmi dokuz kişinin yaralanmasile neticelenen facianın içyüzünü anlatıyorlar [Baftarafı 1 inci sahifedel « Harbiyeden hareket ettim. Bu, üçüncü seferimdi. Altınbakkala gelince frenlerin bozuk olması yüzünden ö nümdeki Şişli Tünel arabasına çarp tım. Bunun üzerine yolcuları indirmeği düşündüm. Fakat bizim yolcu indirmeğe salâhiyetimiz olmadığmdan oradaki şeflerden birine haber vermek ü zere arabayı yürüttüm. Enspektör Ni yazinin sinemaların önünde durduğunu bildiğim için oraya kadar gittik. Mer • r hum Niyazi Galatasarayda araba3 a bindi. Kendisine frenlerin tutmadığını söyledim. O, benden evvel çarptığım arabanın vatmanmdan hâdiseyi öğren miş olduğundan bana şöyle cevab verdi: Deminki çarpmam mazur göster mek için böyle söylüyorsun. Arabada birşey yoktur. Yoluna devam et. Niyazi, âmirim olduğundan yoluma devam ettim. Tepebaşmda durduk. Niyazi inmek isteyince ona: Mademki arabanın sağlam oldu ğuna kanaatin var, sen inmemelisin, bizimle aşağıya kadar gel, dedim. O da geldi. Altmcıdairenin önüne gelince el frenile arabayı durdurdum ve Niyaziye (ben bu frenle yokuşu inemem) dedim. Fakat tekrar em.redinc6 hareket ettim. Tramvay birdenbire hızlandı. Bütün frenleri ve geriye hare ket tertibatmı kullandım. Araba dur madı. bu sefer Niyazi frenlere yapıştı O da frenlerin bozuk olduğunu anladı amma iş işten geçmiş, ok yayından fırlamıştı.> rabanın, yoldan çıktığı, virajm başm da durdurulmak imkânı bulunduğu zikredildikten sonra şöyle deniyordu: «Belki de bundan evvel Altınbakkalda olan çarpışmanın tevahhuşu ve âmiri nin başında bulunmasile vatmanın te lâşı yanlış manevra yapmasına sebeb olabilir.> Bey değil, efendi imiş eş on gün evvel Canlı Tarihler başhğı altında yazdığım fıkrada ünlü biyografi a • limlerinden rahmetli îsmeti de hür • metle anmıştım. Muallim Haydar Dilmaç imzasile aldığım uzun bir mektubda şu noktalar ileri sürülüyor f ve o fıkram tenkid olunuyor: 1 Rahmetli İsmet <bey> değildi, «efendi> idi. 2 Onun kaleme aldığı sekiz cildlik Tercümei hal Külliyatı yanmışsa da sonradan dört cild üzerine vücude getirdiği eserin bir kısmı Üniversite kütübhanesindedir. 3 İbnülemin Mahmud Kemal, rahmetli İsmet hakkında güzel bir risale yazıp kıymetli meslektaşını unutul maktan korumuştur. Birinci noktaya bir fıkra ile cevab vereceğim. Fakat ilkin şunu hatırlatayım: Bizde beylik, paşalık, ağalık, efendilik, hacılık. hafızlık mülgadır. Ka nunlarm kendilerinden evvelki günlere şümulü olmasa bile o tabirleri kul lanmak itikadımızca artık lâğıvdır ve bu mahiyette bir mevzu üzerine münakaşaya girişmek te abestir. Şimdi fıkramı yazayım: Değerli vezirlerden Reşid Akif Paşanın Kirkor adlı bir vekilharcı vardı. Paşa, nekadar müstakimse o da o kadar hırsızdı. Baldan yağ çıkarır, kömürden elmas sız dırırdı. Reşid Akif, Sıvasta vali iken bir gün konağa bir köylü gelir, «Kir kor Efendi nerede» diye şuna buna sormağa girişir. Paşa, bir fırsatmı düşü rüp hırsızlığından dolayı cezalandır mak istediği vekilharcınm adam yeri ne de konulduğunu duyunca küplere biner, herifi yanına getirterek sorar: Bre mel'un, sen ne vakit efendi oldun?.. Kapıma gelip te seni efendi diye arıyanlara niçin «ben efendi de ğilim, kılkuyruk bir köpeğim> demi yorsun da gerçekten bir efendimişsin gibi cevab veriyorsun?.. Mürtekib vekilharc, mükemmel bir dayak yiyeceğini, belki de kovulacağını anlıyarak canını dişine alır: Efendimiz. der, darılma. Ben rahmetli babanızın yanına kapılandığım zaman size küçükbey diyorlardı. Biraz sonra beyefendi oldunuz. Devlet Şurasma geçip te rütbeniz büyüyünce «be yefendi hazretleri» diye çağırılmağa başlandmız. Sonra vezir rütbesi aldı nız, paşa hazretleri kesildiniz. Bütün bu değişiklikler sırasmda ben de Kir korluktan Kirkor Efendiliğe geçmiş • sem çok mu?... Biyografi alimi İsmet te Çorumlu Hoca Osman Efendinin oğlu olmak haysiyetile efendi idi. Yıllarca mürekkeb yaladı, yıllarca kitab kanştırdı ve yıllarca sarayda kütübhane memurluğu yaptı. Bu uzun yıllar içinde efendilikten beyliğe çıkmak hakkmı niçin kazanmış olmasm?.. Abesle iştigal olacağım söylediğim halde gene bir nebze üzerinde durdu ğum şu noktayı bertaraf ettikten sonra öbürlerine geçiyorum: Rahmetli İsme tin Yıldızda saklı dört cidlik eserinden bir kısmının Üniversite kütübhanesine getirildiğini ben de biliyorum. Fakat o eksik eserin varlığile yokluğu müsavidir. Çünkü Üniversite kütübhanesi evrak hazinesi gibi izinle, vesika ile ziyaret olunur bir yerdir. Oradan nur al • mak her kula müyesser olmaz ki!.. Üstad îbnüleminin risalesine gelince: Bu. Kemalülisme adlı küçük bir kitabdır. Ancak rahmteli İsmeti tanıtır. Onun kendisile beraber kefenlenip toprağa gömülen ilmini yaymaz ve yaşatmaz. Halbuki biz canlı tarih diye ta nılanların ölümile ölen muazzam bil * gilere temas etmiştik. Şahidler ne diyor? Rapordan sonra dinlenen ve kaza esnasında arabanın içinde bulunan kunduracı Burhaneddin: « Tramvay süratlenince herkes «mahvolduk> diyerek içeri doldu. Vatman bir eli frende olduğu halde kasılmış kalmıştı.» Diğer şahid kazazede tramvaym bi r letçisi Şevket te" şö} le ifade verdı: < Altınbakkalda Şişli tramvayına çarpınca frenlerin bozuk olduğunu anladık. Galatasarayda Enspektör Niya zi bizim arabaya bindi. Vaziyeti ken disine anlattık, dinlemedi. Sinemadan çıkan yolcuları alıp Tepebaşına doğru hareket ettik. Niyazi, Tepebaşmda inmek istedL Vatman bırakmadı. Araba gittikçe süratlenince ben tramvaym i çine boylu boyunca uzandım. Bayılmışım, ondan sonrasını bilmiyorum.» Şahidlerden kahveci Hasan da kazadan sonra 27 gün kan kustuğunu ve ondan sonra da Bakırköy Emrazı akliye hastanesinde tedavi edildiğini söyledi ve vak'a esnasında Niyaziyi de fren lerle uğraşırken gördüğünü söyledi ve sözlerini: < Ne kaçacak yer vardı, ne de sokulacak bir delik, can korkusile ne yaptığımı bilmiyorum. Allah böyle bir kazayı ne dostlara, ne de düşmanlara vermesin.» diye bitirdi. Muhakeme diğer şahidlerin dinlen mesi için başka bir güne bırakılmıştır. İtalyadaki zelzelede ytkılan şato Kütahya meb'uslarının yaptıkları tetkikat Kütahya (Hususî) Vilâyetimiz dahilinde tetkikat yapmak ve müntehib lerile görüşmek üzere meb'uslarımız dan Naşid Uluğ, Mehmed Sümer, Şakir Ahmed Ediz, Besim Atalay ve îb rahim Dalkılıc şehrimize gelmişlerdir. Halkevi salonunu dolduran büvük bir kalabalık önünde Naşid Uluğ hükumetimizin başardığı ve başaracağı işler • den bahsetmiş, müteakıben dinleyici lerle müsahabelerde bulunulmuştur. Yukarıki resim meb'uslarımızı Halkevi binasının önünde göstermekte • dir. Paris Soir gazetesinin Roma muhabiri, İtalyadaki zelzele hakkında aşa ğıdaki tafsilâtı veriyor:. İtalyada, zelzelenin ismi bile en ce sur insanları korkutmağa kâfidir. Mesinadaki afet henüz hatıralardan silinmemiştir. Ayın on sekizinci günü sa bahı saat dördü on bir geçe, Venitia halkını uykudan uyandıran zelzelenm nasıl bir tesir yaptığmı tahmin etmek, bu şerait dahilinde kolaydır. Zelzele ancak on bir saniye sürmüş se de, ahali yataklarından fırlayıp sokaklara dökülmüş, sokaklar birdenbire, görülmemiş bir panik manzarası almıştır. Büyük kanalın kenarındaki eski saraylar temellerinden sarsılıyor, neka dar kıymetli eşyası varsa yüklenen insanlardan mürekkeb muazzam bir kalabalık, daha az tehlikeye maruz bü yük meydanlara doğru koşuşuyordu. Fakat iş bu kadarla savuşturuldu; köhne saraylar sarsmtıdan yıkılmadı, evlere birşey olmadı. Yalnız beş on cam kırılmış ve herkes geçirdiği korku ile kalmıştı. Lâkin, İtalyada mevcud rasadhanelerin hepsinin kaydettiği bu zelzelenin şiddetinden en fazla müteessir olan Udine mıntakasıdır. Bu mıntakada, Bü yük Harbde mühim askerî harekâta sahne olan Sacile köyü vardır. İşte bu köyün evleri zelzeleye tahammül edememiş, yıkılmış. on beş kişinin ölümüne, birçok insanın yaralanmasına se beb olmuştur. Bütün gece korkunc sahneler içinde cereyan ettikten sonra, sabahleyin doğan güneş aydınlatacak enkazdan başka birşey bulamamıştır. Yıkmtı altında kalanlardan hiçbiri sağ kalmamıştır. Bu mıntakayı taş taş üstünde bırakmıyacak kadar harab eden bu afet İtalyanın daha başka yer lerinde de hasarat yapmıştır. Ezcümle Tolcinedoda enkaz altında üç küçük çocuk kalmış, Vütorio Veneto ismindeki tarihî şato yıkılmış, Co negliano şehri kısmen harab olmuş, Freganda birçok evler çökmüştür. Zelzele esnasında dağda bulunan bazı av cılar, sarsmtıdan az evvel yerden uzun uzun alevler yükseldığini söylemekte dirler. Şimdiye kadar sayılabilen ölü adedi 23 tür. Ayni akşam saat 22 yi 55 geçe Bel lune mmtakasında ikinci bir zelzele olmuş ve yeniden bazı evler göçmüştür. Halk büyük bir korku ve telâş içinde sokaklarda ve meydanlarda gecelemektedir. Lombardiyada, Mılâno civarında da üçüncü bir zelzele hissedilmişse de insanca zayiat yoktur. Bütün İtalyada, Venediğin nefis binalarınm akıbetinden dolayı büyük bir endişe duyulmaktadır. Zelzelenin bu binalarda bazı j'ikıntılar yapmış olmasından korkuluyor. Roma rasadhanesi ileri gelenleri buna benzer zelzeleler devam ettiği takdirde Dojlar sarayımn ve Saint Marc kilisesinin sütunlarımn bu sarsmtılara mukavemet edemiyeceğini söylemektedirler. Yeni bir emir verilinciye kadar, bu binalara hiçbir kimse yaklaştırılmıyor. İki gündenberi Venedikte ve Pie monteda vuku bulan zelzelelerin sebebütün bunlar, karşısındaki manzarayı izah edebilmesi için ona kâfi görünmü yordu. O dolgun, iri omuzlu, uzun boylu delikanlının yerine şimdi önünde bitkin bir hayat artığı, ayakta dolaşan bir kemik külçesi duruyordu. Haydi canım, Ali ağabey! diye hararetle elini sıkarak, şu birkaç saniye içinde uğradığı şaşkınlık halini belli etmemeğe çalışıyordu: Seneler çok.^abuk geçti! Tam altı yıldır birbirimizi görmedik. Fakat buralarda ne arıyorsunuz böyle? Yoksa siz de benim gibi seyahatte misiniz?... Gibi birçok dağımk ve belki de lüzumsuz sorgüları cevab bek" lemeden ard arda sıralarken, ona nekadar acıdığını ve hayrete düştüğünü saklamak istediği pekâlâ fakediliyordu. Diğer maznunların söyledikleri Bundan sonra dinlenen diğer ik» maznun Lokman Hasanla îsmail, arabayı muayene ettikleri zaman sağlam olduğunu ve esasen o arabanın o gün sabahtanberi kazasız çahşması da bu nu ispat ettiğini söylediler. Keşif raporu Okunân keşif raporunda havaî hat lardan cereyan alınarak fren yapılma dığı ve elektrik frenindeki kablonun kopmuş olmasmın kazaya en büyük sebeb olduğu, bunda vatmanın kusuru olmıyacağı, ancak alâkadar müstahdeminin ihmali bulunacağı, el ve elektrik frenlerinin bozuk olmadığı, bunlardan biri veva birkaçının kullanılmasile a Tramvay Şirketinden ittenen tazminat Bu kazada yaralananlardan Asmaal tında yağ ve sabun tüccarı Ziya dün ikinci hukuk mahkemesine müracaat ederek kaza esnasında sol kürek kemiğinin kırıldığmı ve kendisine o gün denberi bir unutkanlık ârız olduğunu bildirmiş ve Tramvay şirketinden 5000 lira tazminat istemiştir. Bu davaya a yın 27 sinde bakılacaktvr. Vizede rüam mücadelesi Vize (Hususî) Kazamız rüam sa vaş grupunu idare eden baytar Hakkı son defa bütün köyleri dolaşarak bin iki yüzü mütecaviz beygirle binlerce eşek ve katırı muayene etmiştir. Bu muayene neticesinde 24 beygirde rüam müşahede edilmiş ve bunlar hükumet tarafmdan satın alınarak itlâf edilmişlerdir. Bundan sonra bu hastalıktan salim hayvanlarm sahiblerine sağlık kâğıdı verilecek, sağlık kâğıdı olmıyan hay vanlar musadere ile sahibleri hakkında kanunî takibat yapılacaktır. Macar parlâmentosunda Budapeşte 22 (A.A.) Başbakan Daranyi meb'usan meclisinde hükume tin programını okuduktan sonra umumî müzakere başlamıştır. Hükumet partisi namına söz söyliyen Pestuy gerek Başbakana gerek hükumete ve programına itimad etmiştir. Küçük emlâk sahibi partisinin reisi Eckhardd, hükumetin teşekkülünü ve programını memnuniyetle karşıladığmı söylemiş ve demiştir ki: « Manevî meseleler hususunda hükumetle partim arasında hiçbir ihtilâf yoktur. Maamafih partim tenkid hakkını muhafaza eder. Çünkü seçim ve millî muhtariyet meseleleri halledilmedikçe hükumete muzaheret gösteremez.» Şili kabinesi istifa etmedi Santiago .Şili 22 (A.A.) Şili hükumetinin istifa ettiğine dair bir Fran sız ajanı tarafından yayılan haber teeyyüd etmemektedir. Ancak Ziraat, Ad liye ve Ekonomi Bakanları istifa etmiş Hıristıyan ekonomi partisi reisi Ernslerdir. Bu bakanlar radikal partisine ty de, kuvvetli fakat sosyal zihniyetinden mensubdular. mülhem bir hükumet lâzımdır, demiştir. Sosyalist Meyer Macaristanın dış siyasasımn değişmiyeceğine dair olan hü bi henüz meçhuldür. İtalyan tabaka tülârz alimleri, bunun volkanik sebeb kumetin programını tasvib etmiş, fakat lerden ileri gelmesine ihtimal verme büyük halk kütlelerinin sosyal meselele mekle beraber hakikî sebebi de keşfe rile meşgul olunabilecek tarzda seçim ıs *Men çi guyem tanbnrem çi mi~ened?> dememiş bulunuyorlar. M. TURHAN TAN lahatının tahakkuk ettirilmesini istemiştir. gibi gelecek; hele «cidden, çok bozul muşsunuz!» dese, mutlaka bitkin, has talıklı benzi saranp ilk bakışta farkediIen melânkolisi büsbütün artacaktı. Bunun için o, bu sitemli ve biraz da acındıran suale karşı hiç birşey söylemeden, yalnız gene kuvvetle elini sıkarak «fakat size rasladlğıma nekadar sevindim! Biliyor musunuz» diye koluna girdi. Ve onu tütüncüye doğru götürdü. Paranm üstünü alırken gittikçe daha mahrem: Nerede oturuyorsunuz? Yoksa boraya mı yerleştiniz? diye sordu. Ali Sabir başını eğip bir müddet düşündükten sonra, birşey söylemek ister gibi gözlerinin içine baktı; fakat gene hemen ba^mı sabit bir surette yere dikti. Mehmed Demir, onu bir seyyah çantası gibi kolunda taşıyarak çarşı içine döndü, kalabalığa daldı. Konuşmn veya konuşmasın, bu onun için bulunmaz bir nimetti. Kuruntularından kurtulup içini açmak için eski bir tanıdığa rasla mak arzusu içinde yanıyordu. Artık ne olursa olsun onu bırakamazdı. Tekrar ısrarla: Nerede oturuyorsunuz Ali ağa bey? diye sordu. Hiçbir mukavemet göstermeden ya • nısıra sürüklenip giden bu garib gölge nin ne düşündüğünü, dudakları arasından neler fısıldadığını hesaba katmıya rak, o gene: Haydi, beni oturduğunuz yere götürün! diye lâübali ilâve etti. Ali Sabir, yeniden osrguya çekilmek ve cevab ver mekten kurtulmuş olduğu için, eskisin den daha emin, sessiz, mukavemetsiz bir gölge halinde yürüyordu. Büyük han kapısından girdiler. Burası, şehirden geçen yolcular ve şehre inen köylülerin atlarile, arabalarile konakla dıkları başlıca yerdi. Kanadları ardına kadar açık duran büyük kapıdan girer girmez, ilkönce ortadaki geniş meydanda atları çözülmüş yaylılar ve muhacir arabaları görülüyordu. Sağ kenarda, samanlıkların önünde doru beyaz, yağız, kara bir sıra dermansız yerli atların arasında küçük benekli tavuklar dolaşıyor, gübreleri eşeleyip duruyordu. Yandan iğreti merdivenle üst kata çıktılar. Bir tarafı avluya bakan dar bir korıdor üzerine çepeçevre han odaları açılıyordu. Onlerinden geçtikleri bazı odalar eşya ile dolu ve mühürlü olduğu için toptancılara depo vazifesi gördüğü, ba adcvtrL Cumhuriyetfn içtimaî romanı: 10 Yüzü balmumu gibi san idi. Göz leri çukura kaçmış, yanaklan çök müş ve bu kuru yüzde dimdik inen burnu göze çarpacak kadar nisbetsiz bir büyüklük almıştı. Başı açıktı, çoktanberi tarak yüzü görmemiş olan saçlannı acele ile şöyle düzeltiverdiği kolaylıkîa farkediliyordu. Elbisesi aylardır ihmal içinde, yalnız başına kalmış olduğunu gösterecek kadar buruşuk ve pisti. Demir, bu teferrüatı yavaş yavaş gördükçe onun niçin kaçındığını, tanımaz gibi davrandığını daha iyi anlıyordu. Elini hararetle sıkarak neş'eli ve samimî görünmeğe çalışırken «Yarabbi! Bir insan bu kadar da değişebilir *mi? diye düşünüyordu. Bütün eski halinden yalnız gözleri kalmış!» Hakikaten bu harab vücude tamamile yabancı kor gibi yanan parlak ve keskin bakışlı gözlerinden ta nımıştı. Onu son defa Berline gitmeden bir yıl önce görmüştü. Kendisinden dört beş Yazan: Hilmi Ziya yaş büyük olduğu için, o zaman delikanlılık çağının en yetişkin devresinde bulunuyordu. Babası Düyunu Umumiyede yüksek bir memurdu. Çocukluğunda ayni mahallede büyümüşler; eski bir komşuluğun verdiği yakınlık yüzünden, iki aile akrabadan fazla birbirlerine bağlandığı için Demir onu kardeşi gibi sevmişti. Bu, rahatı yerinde bir şehir ocağı idi ki, ona yorulmadan kazanıp ölçüsüz sarfedenlere mahsus endişesizlik hali veri yordu. Osmanlı devletinin yıkılmayı aklından geçirmedığı kadar, onlar da bu kolay hayatın sonu geleceğini bir türlü Ali Sabir zorla gülüyordu; «ne iyi te~ düşünemiyorlardı. sadüf!» deyişinde bile «kâşke karşılaş Ali Sabir, sultaniyi bitirip talimgâha masaydık!» demek istiyen bir adamın scvkedildiği sırada eczacı mektebine de hali vardı. yazılmıştı. Vakıâ senelerce bu aileden Çok değişmişim değil mi? diye sorkimseye raslamamışsa da, gene onlardan duğu zaman, Mehmed Demir hakika havadis alıyor, Sabir Beyin «kadro ha ten ne cevab vereceğini bilemiyecek karici» edildiğini, eski rahatlarının bozu dar müşkül bir vaziyete girmişti. «Fakat lup artık daha mütevazı, kenarda bir ö nen var? Pekâlâ iyisin» demiş olsa hiç mür sürdüğünü pek iyi biliyordu. Fakat şüphe yok ona kendisile eğleniyormuş zılarının açık kapılarına halılar asılı ve yerlere kilimler serili olduğu için bura larının da dükkân olarak kullanıldığı anlaşılıyordu. Ali Sabir, dibde küçük bir kapınm önünde durdu. Anahtarile asma kilidi zorlıyarak açtı. Odadan ziyade izbeye benziyen dar, karanlık bir kovuğa girdr ler. ıçerisi hemen hemen boş denecek halde idi. Portatif karyola üzerinde kar makarışık bir yatakla, yanıbaşında kü * çük tahta dolaptan başka odada eşya namına birşey yoktu. İhtimal aylardanberi tozu alınmamış olan pencerenin kırık camına eski bir çamaşır tıkılmıştı. Bir kenarda dünden kalma yemiş kabuklan, atılmağa üşenilmiş buruşuk kâğıdlar, bir eski bavul ve hemen köşede paslı bir gaz lâmbası vardı. Kapıda bir saniye durdular. Gözü ancak alaca karanlığa alışmağa başlamışb ki, Ali Sabırin kararsız haline bakarak: « Mutlaka beni bu halde içeri al* maktan utanıyor!» diye düşündü. Fakat o, umduğundan çok daha kayidsiz bir tavırla ona karyolasının kenarında yer göstererek: lArkası var]