Dost Yugoslavgada tetkikler : 3 2 Msyı» 1935 = = ^ ^ = = ^ = > » = Cumhuriyet Yenisine çalışalım! Yıldızımız bir türlü barışmamakla beraber, pek hoşlandığım Süley man Nazif: Nâhüdayi hüda nâşinas Osmanhcasmın arkasından ağlıya rak öldü. Bugün en hafif F e c r i â t i osmanlıcasmı bile benimsiyecek bir tek genc bulamazsınız. 1909 dilindcn de o kadar uzaktayız. Türkçe, uzun bir çöl susuzluğu içinden, kendi öz, serin kaynaklanna doğru koşuyor. İ ş y a r kelimesine m e m u r kelimesinden sonra nasıl alışabileceği mizi soran arkadaşımız, K a m u t ayın daha iki ayda Büyük Millet Meclisini nekadar geri bırakmış olduğıı nu, bugün herkesin alıştığı b a k a n kelimesinin ne zaman doğmuş oldu ğunu hatırlamalı idi. M a n z a r a kelimesini bir türlü şiire sokamadı ğımızı biliyor muyuz? Aruz öldükten sonra, Türk şiirine ne istiklâl, ne manzara, ne de hâkimiyet kelimeleri girebilmiştir. G ö r ü v e g ö r e y oğuz bestesindedir; ve kaynak suyu kadar duru, temiz ve serindirler. M a n z ar a halkm konuşma dilinde bile yoktu: Bir gününü manzarasız geçiren bir köylü var mıdır? Onlann hepsi gördüklerini g ö r m e k kökünden kelimelerle anlatırlardı. Süleyman Nazif ve arkadaşlannm kulakları arab ve fars gramerinden hasta idi. Bizım kulaklarımız bu hastalıktan biraz kurtulmuşsa da, henüz medrese a y ı n ı'nın ve m e f a i 1 uzatmalarının uğultusile uyuşuktur. Yeni kelimeleri oğuz bestesine vu rarak tartalım: Eğer k ve g iki hece içinde yanyana geçtiği halde, k a vg a kelimesini şiire bile alıyorsak, ayni uyumda, fakat ondan daha hafif s a v g a kelimesinin pek kolay m üd a f a a yenne geçebileceğine hükmedebiliriz. Ayıracımız nedir? Konuşma dili mi? Konuşma dili, bütün arabcalı ğını ve farsçalığım üstünden atma dan bir kelimeyi kullanmış mıdır? T e c v i d, Türk ağzıru ağu gibi yakıyor! Ah mağnâ kelimesi! Fakat bu ke lime Türk çocuklannın dilinde, daha yedi yılda, dana gibi, ana gibi kısal mıştır. Dedelerimız a d a m kelimesini üç elif uzunluğunda â d e m diye söylerlerdi ve eğer birisi yanlış lıkla adam deseydi, şimdi bizim, kısaca: Mana Diyen çocuklara dediğimizi işitir di: Ermeni gibi konuşma! v Üç ölçümüz vardır: Yeni kelimelerimizi oğuz sesine göre ölçeceğiz, bir... Hiç olmazsa 50 yühk dıl evriminin bizi nereye doğru götürmekte olduğunu düşüneceğiz, iki... Batı kültürü nün çevresi içinde bulunduğumuzu unutmıyacağız, üç... Şunu görmeliyiz ki eski yapı temeline kadar yıkılmıştır: Ruhlar da yıkılmıştır. Yıkıntılar arasmda barın mak için boş yere didinecek yerde, yenisini yapmağa savaşahm. Alfabemizi, okuma yazma nisbe tinin pek düşük olduğu bir zamanda değiştirdik: Dilde durluk yapmak ve terim kamusumuzu kurmak için de en elverişli zaman, kültür ve Üniversitemizin henüz doğmakta olduğu bir zamandır. Şair Akif şapka giymemek için Türkiyeden çıktı: Yazmanlarımız arasmda, istiklâli fikrî yerine fikir er kinliği dememek için türkçeden çıkıp gitmek istiyenler bile bulunabilir. Onlara yalnız birşey söyliyebiliriz: Nc Türkiye bir daha fes. ne de türkçe bir daha tetabüü izafat yüzü göre cektir. Yugoslavya dağılmaktan nasıl kurtarıldı? Kral Aleksandrın ilân ettigi fevkalâde rejim Yugoslavyada on senelik işi iki senede gördü Sekiz canlı adam Tevarüd! en, radyo ve uzun ziya dal gaları icadlanndan sonra televizyonu tamamlamağa uğraşıyor. Bir gün, telefonda konuştu ğunuz adamın sesi kulağınızda öter ken hayalini de önünüzdeki plâkta göreceksiniz. Ancak o vakit telefon mükâlemelerine dikkat etmek, yatak odasmda don gömlek makinenin başına fırlamamak gerekecek; yoksa telefon edilen yere göre meselâ bir pastacı salonunda bu çözük kıyafetle canlandığınızın resmidir! Bu icadlarla müvazi olarak ruhi yatın kör düğümlerini çözmeğe uğraştığı bir Telepati davası var: Çok uzak mesafelerde geçen hâ diselerin ayni saniyelerde muhay yeleye, hatta göze aksi meselesi. Bergsona bakıhrsa vak'a tahteşşuu run mahiyetini bilmediğimiz çalış malarından doğar ve Vaterlo muha rebesini Paris ufuklarından bir serab gibi seyreden birisini de misal gösterir. Bu hâdisenin bir de akıl faaliyetlerinde misali vardır. Bir fik rin birçok zihinlere birden gelişine tevarüd deriz ya! Dün bir tezahürüne şahid oldum. Muz'iç bir tanıdık ipsiz sapsız sözlerle kafamı kazana döndürmüştü: Artık... Sussam değil mi? Nasrattin Hocanın bir fıkrası hatı rıma geldL Lâf bu ya; guya hazret tavuk çalmağa gitmiş. Kümese girince muazzam, besili ve yoluna yoluna yalnız kuyruğu kalmış bir kaz eline geçmiş ve hemen koltuklamıj... Bü tün farikası sakil cüssesinin abdal lığından ibaret olan şaşkaloz mah luk fıslamış: Sussssss! Hoca gülümsemiş: Hay yaşayasın, ben de sana bunu söyliyecektim! Tanıdığm sözünü, bana kıyas ederek çok beğendim. Hareketinin ifadesini kendi ağzile yapmak ta intakı hak değilse bile insaf işi değil midir? Haraç veriyorlar ransa île İspanyanm ara ye « rine sıkışmış ufacık bir cumhuriyet vardır. Andor admı taşır. Bu minimini cumhuriyet, Fransa hükumetile tspanyada Ürgel peskoposuna her iki yüda bir haraç ve rip, her ikisine de sadakatini teyid eder. Fransaya ödenen bu haracın mik tan 700 frankür. Halbuki eskiden 960 franktı ve senelikti. Anlaşılan buh ran, bu haraca da tesir etmiş olacak ki, miktan azaltılmıştir. Fatihte, Çırçırda Haraççımuhittîn mahallesinde, Inebolulu Tevfiğin bir arsası var. Topraklar her zaman düz durmaz a... Bir çöküntü oluver miş. Tevfik, gene İnebolulu Mehmed isminde birini 6 0 kuruş gündelikle kiralar; toprağı düzeltmek için Mehme* di kuyunun içine salar. »*• Bu bir hikâye.. Dört bir tarafı kuyu dolu Istanbulda hergün olan vak'alardan biri. Ama bu hikâyenin romantik tarafı var. Şair kuruntusu *** Mehmed kuyuda. Sekiz metro derinliğinde, mavi gökyüzü ile arasına kalın bir toprak çöküntüsü giriyor. Temiz havadan mahrum kalan ciğerle rine, oksijen eriyor... Toprak yığmbsı, bir dağ gibi başına yıkılıyor. Bir boşluğun içinde iradesini kaybeden adam, boşluğun arasmdan ciğerlerine hava veren bir delik buluyor... Bağınyor.^ Hayatı çağınyor. *•* D Böyuk YagoBlacya kralhğtnt htmmmStevafta Kral Alehaandn, Yugotlav milleti işte her yerde boyle karfthyorda Bu iki senelik kısa bir müddet zarBclgrad (Hususî Muhabirimiz fında 9687 kilometro şose, bin kilo den) Yugoslavyanın büyük hü metroya yakın demiryolu, birçok be kümdan müteveffa Birinci Aleksantonarme köprüler yapılmış ve Tunada dr 6 kânunusani 1929 da Vidovdan vapur. motör, şilep gibi vesait adedinde kanunu esasisini ilga edip Sırb, Hır birincilik almmıştır. Maliyede bütçe vat ve Sloven krahnm ismini Yugos tevzin edilmiş, vergiler tamamile top lavya koyduğu ve memlekette fevkalâlanmış, haricî borclar meselesi Yuogsde bir rejim ilân ettiği gün memleketi lavyanm lehine olarak hallolunmuştur. hakikaten büyük bir felâketten kur Laheyde toplanan tamirat borclan tarnuştı. 8 u , onun tarafından çok iyi konferansı Yugoslavyanın Fransaya düşünülmüş ve tam zamanında tatbik olan harb borcunu Almanyanın sırtına edilmiş bir harekettir. Yoksa Yugos yükletmiştir. Devletin diğer şubele lavya tam bir dahilî harbe sürüklenerinde de birçok ıslahat vücude geti bilecek ve uzun scnclerin semeresi bir rilmistir. lâhzada mahvolup gidcccktj. Millî vahdet kurtulduktan sonra Fevkalâde rejimin temin ettigi faydalar 6 kânunusani 1929 da müteveffa Kral Aleksandr fevkalâde rejim namı altında Yugoslavyada kral diktatörlüğünü ilân ettiği gün Yugoslavya halkına hitaben bir beyanname de neşretmişti. Kral, bu beyannamesinde tehlikeye düşen millî vahdeti korumak ve onu takviye etmek, memlekette adlî, mülkî, ziraî, iktısadî, malî birçok in • kılâblar yapmak ve memlekete yeni kanunu esasî vermek için bu tarzı hareketi üıtiyar ettiğini söylemiş, bu fevkalâA« «jimin çok devam etmiyeceğini de ilâve efmişti. Bu fevkalâde rejim Yugoslavyada ancak iki sene devam etti. Fakat bu müddet zarfında çok büyük işler yapıldı. Yeni devletin on senelik siyasî hayatmda mümkün olan bütün kabine kombinezonlan yapıldjğı halde fırka mücadeleleri ve benlik davalarile bir türlü istikrar temin edilememış, meydana iş çıkmamışü. Kralm tayin ettiği kabine onun direktifleri altında iki senede harikalar yaratmıştır. îlk iş olarak senelerdenberi sürüncemede kaiıp bir türlü meclisten geçemiyen ka nunlar hemen meydana çıkanhp mevkii mer'iyete konmuşlar, ceza, hukuku âmme, kanunu medenî ve ticaret kanunlan tamamlanmıştı. Ziraî ıslahat nezaretile ziraat nezareti birleştirilip bu vadide birçok yeni kanunlar ya pılmış, zürraa büyük krediler açılmış, kooperatifçilik çok yüksek bir raddeye çıkanlmış, tohumlar ıslah edilmiş, zürraa yeni tohumlar dağıtılmış, cenubî Sırbistanda iskân işleri bitirilmiş, ormanlar hakkmda birçok yeni kanunlar vücude getirilmiş, birçok işler görül müştür. Ticaretin, sanayiin inkişafı için birçok tedbirler almmış, yeni ticaret muahedeleri akdedilmiî, birçok ticaret ve san'at mektebleri ve kurslar açılmışür. Kral Aleksandr, Yugoslavyada tehlikeye düşen millî vahdeti sarsılmıyacak bir hale getirdiğinden, memle kette dahilî istikran ve sükuneti temin ettikten sonra millete verdiği vaid üzerine 3 eylul 1931 de bu fevkalâde rejime nihayet vererek halka yeni kanunu esasiyi ilân etmiştir. Yugoslavyayı bugün idare eden 3 eylul 1931 kanunu esasisidir. Bu yeni kanunu esasiye göre: Yugoslavya Kara Yorgiyeviç hanedanınm idaresinde bir krallıktır. Hükümdarlık, babadan oğla intikal eder. Resmî Iisanı Sırb Hırvat Hsanıdm*Vuj^o»lavy« milledne viedan hiirriyeti, matbuat serbestisi, mahkemele rin istiklâliyeti, kanun huzurunda birlik gibi garb milletlerinin bütün hukd ku verilmiştir. Memleket iki meclisle idare olunur: Medisi meb'usan ve â yan. Âyan azalannın yansı altı sene için halk tarafından intihab olunur. Yansı da gene altı sene için kral tarafından tayin edilir. Meclisi meb'usan intihablan bir derecelidir. Dört sene için yapılır. Meclis her sene 20 teşrinievvelde toplanır. 21 yaşmı ikmal eden her Yugoslavya tebaası meclisi mebusan ve âyan intihabianna iştirak et mek hakkmı haizdir. Bunun için şart yoktur. Memleketteki on eyaletin va lii umumilerine büyük haklar verilir. Bu valii umumiler başvekilin inhası üzerine kral tarafından tayin olunurlar. Diğer taraftan eyaletlere mahallî idare noktai nazanndan büyük bir isük lâliyet bahşolunur. Kanunu esasiye harb ve memleketin tehlikeye düştü gü fevkalâde.zamanlarda kanunu esasinin bazı maddelerinin lâğvedilebileceği kaydı konulmuştur. Yeni kanunu esasî Yugoslavya. yani Cenub Slavlan ittihadmın bir timsali ve kral da bu vahdetin ve bu devletin yüksek bir muhahzıdır. Yeni kanunu esasî üzerine ilk meb talyalı şair Gabriel Danunzio nun, vaktile tahsilde bulunduğu mektebin idaresi, şaire aid bir takım genclik hatıralarını kitab ha linde neşretmiştir. Bunların içerisinde çok tuhaf şeyler vardır. Ezcümle, bundan otuz sene evvel, Danunzionun, bir arkadaşma yazmış olduğu mektubda şu satırları oku yoruz: «Kadınlar beni çok cazib buluyorlar. Acaba niçin? îhtimal ki şairim ve orman gibi, kıvırcık saçlarım var, diyedir. Ve yahut. ki heyecanlı göz lerime meftun oluyorlar da, ordan. Şu kadmlar, ne garib mahluklar?!» Evet ama, bazı şairlerde garabet hususunda onlardan geri kalmıyor lar!. u Hatırlıyor musunuz? 1 Sesin sürati ne zaman ve ne rede ölçüldü? 2 Matbaayı ilk kuran kimdir? 3 Hömer kimdir, hangi eserleri bırakmıştır? 4 Otelloyu kim yozdt? 5 Cazibe kanununu kim buldu? 6 Elektriği ilk sezen kimdir? 7 Güneşte sv. var mtdır, yoksa sebebi ncdir? *Cevablar yarftıhi şayıda* însanlann merhamet, vazife, mesuliyet hisleri tükenmedi ya!.. Itfaiye memurlan, belediye ameleleri gayrette... Kuyudan toprak ahp boşaltmağa çahşıyorlar... Fakat kuyu insafsız, yuttuğu toprağı bir türlü vermiyor... Ü ç dört saat çalışan amele vaz geçiyor... Kuyuyu belediye ve itfaiye memurlan açmadı ya, nelerine gerek.., **• Arsa sahibi Tevfik, kuyuda öle cek adamın hayatından mes'ul... Amele tutuyor, bir gün bir gece, ertesi gün, tam otuz iki saat, kuyu kapalı... İnebolulu Mehmed kuyuda Ezraille boğazboğaza. Taştan su çıkarmak için ta§lan yahyor. *** Ertesi gün kuyu açılıyor, Mehmedin canı teninde. Sekiz canmdan birini Ezrailin elinden kurtarmış... *** Hikâye burada bitiyor mu?.. Hayu. Bu hikâyenin bir de dram tarafı var. Bir arsada herhangi bir sebeble açılan bir kuyuda bir adam ölürken şehrin bütün mes'uliyenni üzerine alan belediye, kuyudan Mehmedi kurtar makta irhan aczediyor Ya Tevfik te 24 saat, otuz iki saat toprak altında kalan adamm öldügüne hükmedip o da vaz geçse ne olurdu?.. Ya Tevfiğin parası olmasaydı?... İnebolulu Mehmed Ezrailin elinden kurtardığı canını peşkeş çekerdi ya!... Bu hikâye den, Mehmede, Mehmedlere ders çıkar... Canınızı Ezrailden kurtarmak kolay amma, kayıdsızlıktan kurtarmak zor iştir. F. R. ATAY us intihabatı 8 teşrinisani 1931 de yapılmışhr. Şimdi ikinci devre intihabatı 5 mayıs 1935 te icra edilecektir. Memduh Talât TEZEL nunu ince kanadlan biraz şişmiş. kaşlan çatlamış. siyah, derin, fevkalâde derin gözleri bulanık, ağır ağır, kesik kesik konuşuyor. Bu akşam siyah elbisesinin içinde muntazam taranmış saçlı başı, iri, büyük vücudile ne baş döndürücü ne yorucu, ne bunalncı bir güzelliği var! Onda mükemmel bir hayvanm bütün kuvveti ve kudreti yaşıyor!.. *•• Dünkü •orguların karşılıklan 1 Türkiyede kaç ofcul ve kaç okutan vardır? undan bir iki ay kadar evvel, C 7103 okul ve 20800 okutan Cenubî Afrikamn Elandsfon vardır. ten şehrinde, çok sakin ve ak2 îspanyada kaç ki§i yaşıyor? lı başmda bir adam olmakla tanılan C 24,012,500 M. Yonker adında biri, kırlarda do 3 En çok koyun besliyen mem lasırken, yerde, toprağa gömülü parleket neresidir ve kaç koyunu vardır? lak birşey görür. Iğilir, alır, çakısı *ım ucile üstünün çamurlannı kazır, " C 'Atnıstralyadır, crada yüz beg milyon koyun vordtr. bir de bakar ki 726 kıratlık bir el 4 Vitamin nedir ve kaç türlüdiir? mas parçası! C Yoksulluğu *eksik beslenme Adamcağız, bu kısmetini cebine indirir, evceğizine döner ve bu elması hastalığını> doğuran bir maddedir. ne yapacağını düşünmeğe koyulur. Bilhassa nebatî ve çiğ nesnelerde buBir zaman sonra, mesele etrafa aklunur. Antira^itik, antinevrctik, antiseder. M. Yonkerin dünyanm en büsikorotik adile üç çeşid v..umin varyük elmasına sahib olduğunu duyan dır. Kıymetli Taşlar Sendikası, taşı, a 5 Telgraf hangi yılda ve kimin damcağızdan, yedi buçuk milyon franga satın alır. Alır ama, birdenbitarafından bulundu? re karşısında bu kadar azim bir serC 1835 te Mors tarafından vet gören M. Yonker de sapıtıverir. 6 Canfeda Kadın kimdir? Şimdi, tımarhanede: <Ben meşhur C Üçüncü Muradm sakalını e milyarder Rokfellerim!> diye sayıklinde tutan saray kâhyası, Osmanlı layiD duruyormuş! tarihinde kadınlar saltanatını bu katnsan değil, nokta dın fcurmuş sayılabilir. 7 Tasit kimdir? Geçenlerde, dünyanm en kü C Eski Romanın en ünlü tarihçük çocuğu Kaliforniyada doğçisidir. Cermenleri tarih bakımmdan muştur. Çocuk erkek ve te Avrupaya ilk tanıtan Tasittir. şekkülâtı mükemmeldir. Tartıldığı zaman yalnız 150 gram gelmiştir. Kafası bir mandelina büyüklüğünde ve Bir yobaz yakalandı her türlü kusurdan azade olan vücüBursa (Hususî) Inegölde Ka dü bir şeker kutusuna sığmaktadır. sımefendi camisinde vaiz eden hatib İşin garibi, bu «nokta> nm babası Ahmed isminde biri dinî hissiyan a 1,90 boyunda, maruf bir atlet, anası let ittihaz ederek halkı hükumet aleyise 80 kilo ağırbğında, sporcu bir kahine teşvik suçundan dolayı muha dmdır. kemesi görülmek üzere mevkufen şehŞimdi, bu 150 gram sikleti duyacak rimiz Ağırceza mahkemesine getiril olan nice bayanlar, hasedden eriye miştır. ceklerdir sanınz. Bu gece ikisi de; o bütün zekâsı, öteki bütün güzelliğile bana aid... İkisi de benim... îkisi de benim için zevk duyuyorlar, ikisi de benim için ızn rab çekiyorlar. Birbirine benzemiyen bu iki adam. Şu sade rüccarla... Şu büyük fey Iesof bu dakikada ben;m için benim yüümden ayni insan oluyorlar. Birbirinin eşi. **« «Bu şey arük bana zevk vermi yor» dedikten sonra mademki geldi... Mademki geliyor... Mademki gele cek başka türlü yapmak elinden gel miyor... Mademki gelecekti... Niçin kacn? Yarabbi erkekler ne kadar zayıf, ne kuvvetsiz, ne iradesiz mahluklar. Bizim karşımızda, bizim elimizde en kudretlileri, en harikulâdeleri bile bir oyuncak oluyor. Hakikî bir kadın samimî bir kadın olmak ne güç fakat ne zevkli birşey.. Yalnız... Bundan daha zevkli ve daha güç birşey var ki o da hatta ka dın olduğunu bile bazan unutacak, unutabilecek kadar büyük bir san'atkâr olmaktır. Ben kadınlann en fevkalâdesi san'atkârlann en büyüğüyüm. Bundan eminim... Bunu öyle kuv vetli, öyle kuvvetle hissediyorum ki. *** Sesler gitgide alçalıyor... Daha kesik, daha mübhem sözlerle konuşuyorlar... Konsoiun üzerindeki küçük, zarif bir saat şakrak bir sesle işliyor. Şöminenin ateşini canlandırmak için ye rimden kalkıyorum. îkisinin nazarlarile sanlmış ola rak... Açık renk çiçekli beyaz halı nın üstünde ilerlivorum. *** Ateşi uzun maşa ile kanştırdıktan sonra yerimden kalkıyorum. Mermer şöminenin mermerine kol lanmı dayıyorum. Onlara yüzümü dönmüyorum. Avnanm içinde ta ya kmdan kendime bakıyorum. Aynanın içinde siyah, simsiyah pı nltılı saçlı başımı öyle çok beğeniyo rum ki. Yann kendi portremi yapmağa baslıyacağım. Gözlerime bu geceki manayı verebilmek için. İstiyorum ki... Bu iki çift nazar al tında hisettiğim heyecanın kudretini tesHit edeym... Bu ebediyen kals'n. ^5tiyorum ki Şefiği san'atimin kudretile hayran edeyim. îsh'vorum ki o bir kere kadınlann en mükemmeli ve zamanm en büyük san'atkân olduğumu anlasın. Evet çünkü zamammın büyük san SABİHA ZEKERİYYA Bandırmadan ihraç edilen borasit madeni Bandırma (Hususi) Limanımızdan yabancı ellere borasit madeni ihracı başlamış ve ilk parti olarak în • giliz bandıralı Runo vapurile 508 ton Londraya, 254 ton Barselona 33,000 lira değerinde borasit gönderilmiştir. 1934 senesinde ecnebi memleketlere gönderilen borasitin miktan 75,000 ton idi. Bursada koza mahsulü Bursa (Hususî) Bu ay içinde vilâyetin her tarafmda koza tohum lan açılmıştır. İpekböcekçiliği Ensti tüsünden aldığim malumata göre bu sene mahsul çok iyidir. atkârlanndan biri değil en büyük sanatkânyım. *** Sesleri büsbütün söndü arnk konuşmuyorlar. Odada bazan benim i peklerimin hışıltısı fakat muntazaman saatin sesile ocağın çıbrdısı var. Onlarla konuşmağa onlara birtek söz söylemeğe cesaretim yok. Bu gece öyle garib, öyle korkak, Öyle çocuğum ki. Yarabbi ben ne yapıyorum... Ben ne olacağım, Nihadı sahiden hiç sevmiyor muyum... Arbk... Hiç, hiç sevmiyor muyum. O.. Bu gece öyle güzel.. Öyle heybetli ki.. Ya onu.. Sefm... Hakikaten seviyor muyum, sevme^e başladım mı? Ben ne istiyorum... Ben ne istiyorum... Birşey bilmiyorum. O kadar akıllı, o kadar harikuîâde... O kadar her kesten başka bir adam k'. Başım agnyor... Başım dönüyor... Ondan sıkılıyorum, sustular... Tabiî susacaklar... N e konusacaklar... N e konuşabilirler... Nihadla o. Yarabbi ne utan.j" uu . Ünun yanında onun müstehzi. mütekebbir nazarlan altında Nihadın kansı ol maktan, manevî hiçbir kıymeti olmıyan bu sade adamm kansı olmak tan öyle utanıyorum ki. (Arkan var} Edebî tefrika: I Yazan Sııad Derviş Donuk tenli yanaklanmda elbisemin aksi mi, yoksa abajurlardan dökülen ışık mı böyle erguvani bir gölge yaratn?. Çekik kaşlanmın, çekik gözlerimin bu gece ne garib ne perışan bir manası var! *** Konuşuyorlar. N e konuştuklannı bilmiyorum. Yalnız ikisinin birbirine kanşan seslerinin ahengini dinliyorum. Kocamuı sıcak sesi gür ve güzel. Onun sesi daha fazla bir dev homurtusuna benziyor. Bu iki sesin birbirine kanşmasından hasıl olan ahenk ne tatlı... Bir musiki dinliyor gibiyim. Bu iki sesin; birinin şiddet, çirkinlik ve zekâ... diğerinio tatlıhk, sıcaklık ve güzellik ile dolu olan nağmeleöni mukayese ediyorum. Bu iki sesin bu gece üstümde ne şedid, ne kuvvetli tesirleri var! *** Konuşuyorlar. Sanki benim odada mevcudiyetimi unutmuş gibi konuşuyorlar. FakaL.. Fakat ikisinin de gözü... ikisinin de dikkati... ikisinin de gönlü bende... Bunu hissediyorum. Bunu hissediyorlar. Başka türlü olması mümkün mü? Hissetmemek, anlamamak her şey manalı.. Sözler, sesler, sükutlar, en ufak hareketler manalı hattâ beni kasden bu derecede unutmuş görünmeleri bile.. Hepimiz... Evet üçümüz... Sonra karşılıkh konmuş beyaz aynaîar içindeki binlerce hayallerimiz... Birbirimizi tarassud ediyoruz. Hepimiz birbirimizle meşgulüz. **• Nihadın beyaz uzun dişleri dudaklarını mütemadiyen ıunyor, eski Yunan heykellerini haurlatan güzel bur Oteki bir ejderha gibi, bir canavar gibi, bir dev gibi korkunc... Oteki... Damarları çıkık alnı, karışık kaşlan delici nazarlan, dökülmüş saçlı büyük başı ile bir ejderha, bir canavar, bir dev gibi korkunc. Bir iblis gibi akılh ve zeki. Onda zekânın, dehanın, alelâde bir insan gibi olmamanm verdiği öyle garib tasvir ve tasavvur edilemez, anlablamaz bir kudret var ki... Ne konuştuğunu duymıyorum... Dinlemiyorum. Sade yüzündeki çizgilerden, kalın dudaklannın oynayışından herkes gibi konuşmadığı anlaşılı yor. Herkes gibi konuşmadığmı şörüyorum. Onun ağzmda her sözün derin bir mânası, bir başkah^ı var. Müfekkireleri, âsabları, bana aid. benliklsri