ye taşımaya başlamışlar, Kâbenin umumi mânada kutsi mahiyeti, ta- çbiinin üstü telâkki edilen her şeyi Kâbenin içine ve civarına sürüklet- miştir. Kâbenin dört köşesinde dört taş vardı: 1, El-Rükn-ül-Esved, 2. El-Rükn-üş-Şami, 3. El-Rükn-ül-Garbi, 4, ElRükn-ül-Yemani. İbrahim Peygamberin ilâhi emir- le tesbit ettiği âyinde, her tavaf yapılırken birbiri arkasından do- kunulan, fakat kendi zatlariyle bi- Hakikatin ikincisi ise, insanın topraktan yaratıldığını o bildiren âyetlerden anlaşıldığı gibi, âlemin unsurlarından ve bizzat sâfil ola- nıdır, Ulvi ve sefil, bu iki hakikatten teşekkül edici birlik âzasından olan ruhun letafeti, unsurların, üzerle- rine kesafeti almasına sebeptir. Bu yüzden, insanda toplanan zıt haki- katlerin birliğinde, kötü ahlâka te- mayül çoğalır; ve mağlüp ruhun icabı iyi ahlâka meyil azalır. İnsan, tasavvuf yoluna girip ruhun haki- katini meydana çıkarmaya yarayan zikr ile meşgul olunca, Celâl ve 'Tevhit Kelimelerinin kalb lâtifeleri üzerinde hayal yoliyle gidip geli- şinden ilâhi aşk ve muhabbet ta- şar, Allahın emri olan ruha kuvvet gelir; ve beşeri alışkanlıklar bıra- kılıp unsurların şiddetine zaaf ge- lince de, bu defa yüksek hakikat galip ve alcak hakikat mağlüp va- ziyete geçer, Öyle ki, avam takımı- nın kötülüğe atılışındaki iştiha ile, “ havas takımı, iyiliğe koşmaktan başka care bulamaz. Avamdan bi- risi nasıl iyi bir fiili, ancak nefsi- ni cebrederek yerine getirebilirse, havastan birisi de, kötü bir fiili iş- leyebilmek için gereken istidadı ancak nefsini cebrederek elde ede- bilir. Buna rağmen, Allahin inaye- tiyle bundan da mahfuz kalır, Yüksek hakikatin mihrakı olan ruhun galebesiyle insanda doğacak iyi ahlâktan bazı alâmetler, bir bü- yüğün kitabında şöyle yazılıdır: Hayâsı cok, ezası az; salâhı çok, kelâmı az; işi çok, havailiği az; li- sanı doğru, düşkünlüğü yok, sa- bırlı, vekarlı, itminanlı, razı, şük- redici, halim, refik, afif, şefik, söv- miyen, atıp tutmıyan, dedikodu yapmıyan, acele etmiyen, kıskan- mıyan, hasislik göstermiyen, güler- yüz gösteren, Allah için seven, Al- lah için öfkelenen, Allah için Yazı olan, Allah için buğzeden... Kötü ahlâk cümlesinden olan, hırs, kıskançlık, kibir, kendini be- ğenmek, kin, buğz, düşmanlık, inat, çekişmek, fazla söz söylemek, çe- kiştirici ve lânetleyici olmak, esra- rı fâşetmek, yalan vaitte bulunmak, emanete hiyanet etmek, zem, gıy- bet, lüzumundan fazla medih ve se- na, medhedileni yüzüne karşı med- hetmek, faydasız sualin lüzumsuz cevabını vermek gibi hallerse, se- fil olan ikinci hakikatin gâlebesiy- le meydana çıkâr. İyi ahlâkın gelişmesi ve kötü ah- lâkın sönmesi, bilhassa tasavvuf yoluna düşmek suretiyle en kolay ve en çabuk şekilde imkân âlemine Hâsılı, tasavvufun gayesi, müc- mel olarak, Peygamberler Peygam- berinin azim olan ahlâkiyle ahlâk- lanmak, ilâhi ahlâk ile sıfatlanmak ve Şeriat ölçülerini kolayca tatbik edebilecek hale gelmektir. Şu kadar ki, belirtilen gaye, bu yola siren talipler ve salikler için- dir. Türkçede «erenler» diye ifade edilen vâsıllar ve kâmiller tabaka- sına gelince, bunların, belirttiği- mizden çok başka, girift ve ince bir gayesi vardır. Onların yüksek ga- yelerine, sırası geldiği zaman işa- ret olunacaktır. ; Gaye, herkes ve her derece için Peygamberin azim ahlâkiyle ahlâk- lanmak olsa da, bu ahlâkın tabaka tabaka dereceleri ve içeriye doğru gittikçe giriftleşen ve inceleşen nıntakaları herkes için değildir. Gaye, yalnız O'dur; fakat her- kes için varılabildiği kadar... O'nun, varılabilmek noktasından enginliği ise, cihanda mevcut her şeyi ihata edecek nisbettedir; yani sonsuz... Yalnız Allahın ihata ettiği O, öz hakikatiyle, bütün kâinatı kucaklıyan sonsuz bir genişlik, de- rinlik ve yüksekliğin sahibidir. 53 rer madde parçasından başka bir şey olmıyan, sadece mâna ve delâ- letleriyle kıymetli olan bu taşlar, Kâbenin müşrik ibadeti devresinde zatlariyle kutsileştirilmiş ve putlaş- tırılmıştı. Bunlardan «Hacer-i Es- ved - Sivah Taş», müşriklerin gö- zünde bilhassa kutsiyet ve ehem- miyet belirtiyordu. O kadar ki, bu taşa ait kıymetin Kâbeden geldiği- ne değil, Kâbe kutsiyetinin bu taş- deydiler. Allahın emriyle, ilk defa taşı de- gil, Kâbenin yerini keşfettiği, bü- tün kıymetin Kâbede olduğu, İs- lâmlıktan evvel anlatılamamıştır. «Hacer-i Esved» aslında, Kâbe- nin mücerret mânasını heykelleşti- ren bir gaye unsuru değil, o mâna- nın menkıbelerine bağlı bir vasıta unsurudur; ve mutlak mücerret ve münezzeh Zatı namütenahi tecrit ve tenzih eden İslâm telâkkisinde, sadece bu bakımdan, bu kaderiyle ve bu hudut içinde sınırlı olarak kıymetlidir. Fakat Kâbede müşrik ibadeti, onu, zatiyle mefküreleşti- ren bir kutsiyet hâlesi içine almış- tır, Kâbe etrafında müşrik ibadeti, sade bir noktayı değil, merkezi Kâ- be olan sahayı baştan başa mukad- des telâkki etmiş ve oraya «El-Ha- rem - Saygı ve korunma gösterilen yer» ismini vermiştir. İleride İslâ- mın da kullanacağı bu mefhum, mânaların gerçek yerlerine oturtu- luşundan sonraki delâlete bağlı... Kâbe, aslının ve hakikatin yüz- de yüz inhirafiyle müşrik Arap il- lerinde öyle bâtıl bir kutsiyet te- lâkkisinin merkezi olmuştur ki, Arabın harikulâdelik verdiği her işin tecelli perdesini teşkil etmiş, Araplarca en büyük hüner ve ma- rifet telâkki edilen şiir ve kelâm harikasının da meşherliğini yap- mıştır. Büyük şiir müsabakaların- da kazanan eserler, Kâbeve asılır- dı, Meşhur «Myallâkat - Yedi As- kw fasahatlerini Kâbe duvarların- dan mırıldanıyor; ve ona bakan Araplar, mâna iklimlerinin ötesin- deki pırıltılar içinde gözlerinin ka- maştığını hissediyordu. (Devüm: var) m male eya ie ayy sen İn GİNE Si İY ELE kağ Yezon Aes hil KISAKÜREK