BÜYÜK DOĞU! CEMİLE son Durak Ömer KARAGÜL M ALATYA'dan sonra Adanaya kadar hiçbir yerde durmadık. Necip Fazılın, vazife karşısında, icap ederse en acı ıstıraba rağmen derhal vermekte tereddüt etmediği karara bakın ki, onun ana baba kaynağı olan, dâvası bakımından da en büyük ümit merkezlerinden birini teşkil eden Maraş'a bile uğ- rıyamadık. Necin Fazıl, trende rastladığı, Maraş'lı Büyük Doğucu- ların en ateşlilerinden Mustafa O- ruç kardeşine, Maraş'a uğrıyama- maktaki, Maraş'ı müstakbel bir zi- yarete mevzu kabul etmekteki ma- milli teker teker anlattı. Bu genç ve mükemmel arkadaş, Mara- şın İskele istasyonunda ayrıldıktan sonra, Necip Fazıl, Eloğlu'ndan ge- çerken, Maraşın 30 kilometre uzak- larda pırıldıyan ışıklarına karşı göz yaşlarını belli etmemek için hayli emek sârfetti. Adanada bir gece kaldık, Zira hem Kayseri yoliyle dönmek için muhtaç olduğumuz tren bir gün sonra gelecek, hem de Mersin ve Tarsus gibi civar yerlerdeki Büyük Doğucu'larla ancak Adana- da mümkün olabilecekti. Adanada pek kısa kalacağımız ve bu müd- det zarfında ancak civarla meşgul olabileceğimiz için, Atlanadaki kar- deşlerimize görünmemeyi tercih et- tik, Seyhan nehrinin kıyılarındaki bir gazinoda, uzaktan gelen Büyük Doğucu'larla temasımızın zevkini, her hususta bizi mutabakate götü- ren sohbetlerimizi, bu sohbetlerden tüten ulvi mânayı unutamıyacağız. KAYSERİ Bu noktadan itibaren sözü üsta- dıma terkediyorum. Zira ben bir Kayseriliyim ve Necip Fazılın Kay- serililer hakkındaki görüşünü ya» kından bilenlerdenim: «— Yaz, Ömer, ben söyliyeyim, sen kaydet! Kayseri ve Kayserililer hakkındaki hislerimizi, senin bir - Kayserili sıfativle bizzat belirtmen, elbette ki, hoş olmaz! Yaz bakalım: Ben bu dâvaya atıldım atılalı gör- düğüm alâkanın en kuvvetli mer- kezlerinden biri Kayseri ve Kayse- rililer olmuştur. Hapishaneye atıl- dığım zaman, Kayserili bir çocuk, duyduğu tee$sürden hasta olmuş, şuurunu kaybedecek hale gelmiş ve nihayet birtakım ihtilâtlarla va- ziyeti fenalasıp Allahın rahmetine kavuşmuştur. Ağabeyisinin eski (Büyük Doğu) larda intisar eden mektubuna #öre, ruhunu teslim edeceği anda bile bizi unutmıyan, Şehadet Kelimesinin mahrem ikli- mine kadar adımızı sürükliyen, bu, meleklerin gıpta edeceği melek, hi- dayet yolunu bizim yazılarımızla bulduğu kanaatindeymiş... Bu ka- dar yüksek ve ulvi bir sembol ye- tiştiren Kayseri, o gün bugün, rü- yalarımın bucağı olmuştur. Allah- tan, bize şefaatini dua ettiğim bu uğa, nurdan bir rahmet tahtı lâtfetmesini nivaz ederim, Bu ço- cuk, nazarımda, Kayserinin dâvayı şiir halinde ifadelendiren bir tecel- lisidir; yoksa Kayseri, her cephe- siyle bana itminanların en büyü- günü vermiştir. Zekâ, maddeye ve işe hâkimiyet, gayret, hassasiyet, yerinde tevekkül ve yerinde ted- bir, yüksek mânalara karşı istidat, hakkını vermemekte asabiyet ve bütün bu misilsiz melekelerin mer- kezini teşkil eden ana cevher ola- rak da, iman ve ahlâk, Kayseriden aldığım mânanın hulâsasıdır. Umu- miyetle Anadolu, yahut halis Ana- dolulu, Kayserideki halis örnekle- rin ana cevherini aynen taşımakla beraber, onun zekâ ve ruhi tama» miyet hassasına her zaman ve her yerde malik değildir. Benim anla- dığım iman ve ahlâk ise, ahmak- lıkla değil, en üstün zekâ ve isti- datla birleşenidir. Kayserilileri, ha- lis örnekleriyle bu kadar methet- memden ne kimse üzülsün, ne de kimse beni böyle bir methe muhtaç zanhnetsin!.. Benim için şu veya bu havza değil, bütün ve hudutsuz plâ- niyle insanlık ve insan vardır. A- nadoluda ve nice yerlerde nice in- sanlar var ki, herbirine her Kay- serili gıpta edebilir, Bunları her tarafta pördük ve görmekteyiz. Fa- kat tekrar ediyorum, Anadolunun ve Anadoluluların, topluluk ifade- siyle muhtac ve malik bulunduğu ruhun en gür tecelli merkezlerin- den bir tanesi, adiyle saniyle Kay- seridir, Hakkın saltanat ve hâkimi- yetinden başka hiçbir kuvvet ve salâhiyet tanımiyan bana, bu ha- kikati belirtmemek giran gelir. Her yerdeki iyi insanlar da, kendi öz seciye kumaşlarının en fazla do- kunduğu yer olarak Kayseriyi ta- nırlarsa, herhalde bundan zevk ve bahtiyarlık duyarlar.» —- Buyurunuz, üstat, dedim; de- vam buyurunuz! «— Gerisini sen yaz'» — Ben bir şey yazamıyacağım! «— Kayseriye sabaha karşı var- dık. Başta, Büyük Doğu Cemiyeti Kayseri Mümessili Hayri Tolgay olmak üzere, istasyon, Büyük Do- ğucularla dolmuştu. Hen berâber şehre sirdik. Şehrin ana meydanın- da hayrete sayan bir levha: Bura- daki heykel pek küçüktü. Meydan- la, Kayseriyle ve daha nelerle mü- tenasip olmıyacak kadar küçük... Yaz: Bunu Neçin Fazıl, Kayserinin ruhundan bir tecelli diye mânalan- dırdı. Sabahın bu en erken saatle- | rinde henüz vek tenha sokaklardan geçerek bir pastacı ve şekerci dük- kânına sirdik, Orada sabah kahval- tısını ettik ve üst üste ziyaretçi- lerle sevrildik, Mümessilimiz Foto- Zafer sahibi Hayri Tolgay, bayii- miz Mehmet; ve etrafımızda her- biri öbüründen daha ateşli, anla- yışlı ve hassas genöler, Kayserinin müzelerini ve görülecek yerlerini gezdik. Kavseri manzarasının fon- plânını teşkil edem heybetli Erci- yes, sanki Anadolu ruhunun müt- hiş bir adale çıkıntısı halinde etraf) mânalandırıyordu. Kayserili mü- nevverler arasında tanıdıklarımız- dan Tevzi kardeşler, bilhassa idrak ve ruh incelikleriyle dikkatimizi çekti. Onları mimledik; ve henüz intisapları tamamlanmadığı halde tam bir Büyük Doğucu saydık. Ma- lâm ziyaretler ve otelimizin büyük bahçesinde sohbetlerden sonra, ge- ce, mümessilimiz Hayri Tolgayın atelyesinde toplandık. Elli altmış kişi alacak kadar büyük olan fo- tograf atölvesi salonu, insan alabil- me haddinin son mertebesiyle dol- muştu. Orada, sabaha kadar konuş- tuk. Ne uyku, ne rahatsızlık, ne bir şey... Sohbetimiz, her yerdekinin aynı, ezeli ve ebedi dâva: Türk, Türklük, tarih, insan, cemiyet, kur- tuluş, iman, hedef, ruh, ahlâk, ga- ye, teşkilât, yol... Hepimiz, elbise- lerimizle vücutlarımız arasındaki mutabakate eş bir uygunluk içinde, sabaha karsı Kayseri kaldırımları- nın uyanık taşlarını çınlatarak uy- ku yerlerimize dağıldık. Ertesi gü- nü konferans, büyük alâka ve te- veccüh, aksam otelin bahçesinde birkaç vüz kişilik bir halka içinde (Devamı 16 ncı sayfada) 13