Ziya Termen'den Bir hikâye EN o zamanlarda. he- üz, gagasında zeytin dalı bulunan bir güvercinin sulha delâlet ettiğini bilmi- yordum, Hattâ tifüsü, ni- kotini ve fena terbiyeyi de zararlı birtakım şeyler ola- rak bellememiştim Mual. limlerim bu gibi şeylerden ziyade, derslerinde, kosinüs tırlar; bir talebeyi başvekil seçerek hükümet nasıl ku. rulurmuş, öğretirlerdi ba- na... Ben işte böyle çok önemli Ş*yler bellediğim mektebimin büyük yaz ta- tillerini, memleketim olan güzel (Ç) deki Havuzlu Kahve'de öldürürdüm. Bu kahve, Nezafet Oteli adı altında işliyen pis bir hanın pazar yerine bakan tarafındaydı. Yüksekçe pi duğu için pazar meydanı nın bütün Kidman rahat rahat seyredebilirdik. Bir Amerikalının «otomobil mezarlığı» damgasını vur makta tereddüt göstermi. yeceği kadar önü leş kam. . yonlarla. dolu olan bu kah venin. hareketli. sesli, ve daha çok maceralı Dp âle. mi vardı. Aydınlık ve geniş salo- nunun ortasında, yumurta biçiminde bir havuz bulu- nuyordu. Üzerleri kirli mer- mer taşlariyle (kapatılan masalar, Tanrının sabahı, hendesi bir pilânla bu ha. vuz etrafına serpilir, er- ken saatlerden itibaren emirlerimize hazır bulun. durulurdu. Duvarlarını, daha çök ig nek kiriyle çillenmiş uzun aynalar süslerdi. Boş kalan kısımlar taşbasması gürcü güzelleri, fille yapılan ars- lan avları ve yağız atları gerilerde başıboş bekliyen paşa resimleriyle doldurul- uştu. Bunaltıcı yaz sıcakların. da, yalnız oyun oynuyan- lar otururlardı içeride... İpin- ce bir suyu bir karış yu. karı üflemekten başka hiç. bir işe yaramıyaz ölü fıs. kiyenin uzun salona kâret- mediğini gören aylaklar, Niğde'li bhalicıların gölge gören dış duvarlara astık- ları allı kilimlere sırtlarını dayarlar, akşam serinliğine kadar ağızları açık, kas- ketleri de burunlarına düş- müş olarak uyku çeker. lerdi . Kahve, daha çok keskin soğukların insanlara ku manda ettiği, kış aylarında işlerdi. Kapanan yolların açılmasını bekliyen meşin ceketli, sarhoş. iri şoförler, çarıklı ve dolaklı kavruk yüzlü arabacılar, ve niçin buradan ayrılmadıkları, bir sivrisinek hayatı kadar müp. hem, bir sürü adam... Yer. li ufak memurlardan da bu. raya uğramadan edemiyen- ler yok değildi. Şişkin çan- tah tahsildarlar, belediye zabıta memuriri; tirevciler ve tâ Dokuz yüz sekiz İn- kilâbındanberi hususi mu. hasebelerden e maaş alan ilkokul öğretmenleri, hava- sında toprak buğusu ve sarımsak kokan bu kahveyi şenlendirirlerdi. İzinli ve tebdilihavalı askerlerden de hararetli meclisler görülür. dü Askerler. burada, sılaya yaklaşmaktan doğan garip sevinçle hovardaca masraf- lara girişirler ve peşi sıra çay içmek zorunda kalır- lardı. İşte biz, türlü biçim. deki insanlar arasında ak. şamlara kadar âznif oynar ve çeşitli dünya dâalavere- leri öğrenirdik. Tabii bü müddet içerisinde, hayat kültürümüz de bir hayli ge- lişme göstermiyordu değil! Aman, az kaldı unutu. yordum; Havuzlu Kahveye su taşıyan bir saka vardı ki, büyük kültürün, hiçbir şey bilmemek ve hiç ko. nuşmamakta olduğunu İs- bat için yaradılmış bir hik- met Bi gibiydi. Arada bir ağızından dö- vi belli başlı bir cüm- lesi vard — Karnımızı doyurama- dık, gitti! Ve sonra ilâve ederdi: — Ne olacak, yediğimiz yok ama öldüğümüz da y A#* — Yeter, dedi, erki oturan gözlüklü ; kâfi, hoşuma edi w Kapı dibindeki sandalye. ye ilişmiş gibi ofuran pem. be kıravatlı genç hikâyeci: — Nasıl, diye inledi, be. ğenmediniz mi efendim? Se? — Hayır! Eski ve (m>- noton)... Bir gıcırtı duyuldu : — Bin sekiz yüz kırk. yahut daha önceki Fransız üslübu ! Bu (stil) çoktan ölmuştür çocuğum, ölmüş- Hayat harekettir, hareket | Ve hareketli bir hikâye deneyip denemediğini sor- mak için pembe kıravatlı genç hikâyeciye döndü : Sandalye boştu | ptaaaal| diyerek gürültülü bir kahkaha tufanına tutulur. ken elinde oynadığı (İver- don) çakmağını fırlattı ma- saya: — Serseeeemm!.. sadece *#** Masada oturan gözlüklü adam, iki saattır elinde bir kalem, hikâye yazıyordu. Yakın bir kulak dolgunlu- ğnndan kalma. hoş tasvir- lerlz yüklü, a bir hi- kâye yazdı. (Aynalı kali Cinayeti) Zile bastı: — İlk nüshaya konacak! A** Dediler : — SAA efendim! — Müş hikâye | Ded — NE İmvir? Ne tasvir! Gözlüklü adamın bir ar- kadaşı, üç gün sonra kendi mecmuasında «İşte kâtiko;z san'at |» şeklinde başlıyan tenkidin. de «Yüzde yüz yerli! Kat. . iyyen muvaffak! Bir san'at harikasıl» diye nâra attı. #* Ve pembe kıravatlı genç hikâyeci. hikâyesinin beğe- nilmediği günün akşamında (K). vilâyetinde sabun ti- caretiyle uğraşan bir köy- lünün ketipliğini kabul ede- rek, bindi Haydarpaşa'dan tirene.., kk Havuzlu kahveye su ta- şıyan saka kendi kendisine söyleniyordu : — Okuryazar olursan aç kalırsın derlerdi, okuryazar olmadık ama karnımızda doymadı,