GTETA TİM Ankaradan Notlar NKARAYI eskiden de bilmez deği- lim; fakat bu defa -ağaçlanma “ bakımından bir hayli değişiklik var.. Burada yalınayak toprağa basmak, hemen o köklenivermek (o korkusuyle insana tehlikeli görünüyor. Bilhassa bu günlerde yeşil bahçelerin, genç ağaçların tesirine inandıran yağmurlar, toprağı bol bol emzirdikten başka göze görünen bütün çukurları lebalep doldurmuş. Eskiden kırk gün kırk gece süren düğünler gibi, bu yağmur- ların kırk ikindi devam edeceği söy- leniyor. Bizimle beraber Şarklı ve Müslüman bellediğim göklerimize ve bulutlarımıza böyle. frenkçe-bir-yas tutuşu “yakıştırmaya gönül razı ol- muyor, Bu ikindi yağmurlarından birine <Taşhan> da yakalandım, derhal sığıs nacak bir yer bulmak için 'gurupça koşuşanların peşine takıldım; ''on adım ilerden sola saptık, bir merdi- venle zeminden aşağı indik.. Hemen beş duygumdan ikisiyle anladım ki, burası bir.umumi ayakyoludur. “Sıra bekliyenlerin . kalabalığından kapılar görünmüyor. Arada bir 'inhilâl vuku- unda.o kabineye, evvelâ bir elinde çalı. süpürgesi, digerinde bir odun parçasiyle helâ bakıcısı! giriyor, mus- luk suyunu olanca hızıyla akıtarak süpürdükten sonra «buyurun» diyor, sırası gelene! Meğer kabinelerin «rezervuar» ları bozukmuş.. Daha ne- ler bozuk “değil ki ““burada?. Kırık dökük <«pisvar» larda, yüzünü yıka- madan boyanmış harcıâlem bir kadın pejmürdeliği... «Pisvar> ları birbirin- den ayıran mermer. perdelerin çoğu kırılmış; herkes ceketinin 'bir eteği ile kendini perdeliyor. İç duvarlarda, müteselsilen ve. irticalen zincirlenen bir «nevi şahsına münhasır edebiyat! Bu başlıca, vapur, tren gibi vasıtaların, iş muhitlerinin, kışlaların, plâj kabi- nelerinin kalem tutar kısımlarında, her zift ve boyanın altında. hor'layıp çikan kelimeler ve tekerlemeler reza- leti!l Ne içtimai davranış, ne de kim- yevi teşebbüsler bu havayi dezenfekte edecek bir formül bulamamış... İşte en göze çarpar yerinden bir misal: «Seni “arıyorum! nerdesin?» diyor. Fahri ERDİNÇ İmza «X-1x.. Ve hemen altında cevabı: «Ben de seni arıyorum, buraya adres bırak l>, İmza «X 4 b! ** Ankaranın, ilâna boyanmış (turnsol) kâğdından farksız bir akşam gazetesi var. Bizim «Gece Postas» satanlarmız kadar çığırtkan çocuklar, bu gazeteyi kendi adıyle değil, «Reşid Mercan» diye bağırarak satıyorlar. O olmadığı gün gazetenin adı: «oto- büs kazası» veya «su baskını» dır. Hayret, bu akşam üzeri ilk defa rastlıyorum ki, gazete yalnız kendi adıyle satiliyor. Bir kahve pencere- sinden, bu gâzeteci çocuklardan iki- veni kd şu konuşmalarına kulak misafiri olu — Kaç tane kaldı Ahmet?. — Hepsi! — Benimde öyle!. Ulan gelde yalancıktan «yazıyor b diye bağıralım.. -— Aman' vazgeç! Ben geçen gün iç sayfade bir «Bolu» lafı görür gör- mez yaygarayı basdım da, birinden dayağı yedim. Meğer o yazı, «Bolu'da bol yağmurlar» dan bahsediyormuş. a ** Ankara göklerine günün her sa- atinde uçak gürültüleri hâkim.. Me- raklı bir yabancı için, bunların tipini ve nereden gelip nereye gittiklerini öğretecek bir rehber veya târife yok.. Bizim vapur târifeleri kadar bilmeceli broşürler olsa, parklarda işsiz esne- yenlere'eğlence olabilirdi.. Herhalde bu sebepten herkes alâkasız; başını kaldirip üçaklarâ bakan bile yok... İlk günler, her fırsatta, bir uçak sesi duyar duymaz don gömlek sokaklara fırladığımız “köyümü ve çocukluk günlerimi hatırladim. Ankara halkının bü kânıksamaktan mütevellit alâka- sızlığı, sıtmalı bir memleket belediye- sinin sivri sinekler karşısındaki vur- dum MN Kenan 19 Mi akşamı eski Ankaradan, Yenişehire doğru yürüyorum. Dudak- larımda bir Amerikalının Ankarayı târif eden cümleleri: <Eski Ankara: Ev ev ev, yol yok», :<Yeni Ankara: Yol yol yol, ev yok»! Ana caddelerle, anaç binalar ışık- larla donanmış... Bunlardan, cephesin- (5) de bir karış ampulsüz yer bırakıl- mamış birisi karşısında düşünüyorum: «iyiki bu bayram ampullerin «kara borsa» ya düştüğü zamana rastlamadı, yoksa bu banka da yağ kandiline mum olurdu» Bu sırada yakamı âdeta tartak- lıyan biri beni düşüncemden ayırdı... Yalınayak bir delikanlı oacındıran bir ifade ile: — Kötürüm anamla beraber hem aç, hem de karanlıktayız... Şu donan- manti aşkına beş kuruş ver ağabey! Diyordu... ** Bu arada, günün en hararetli mevzuu seçimler! Nereye baksanız 26 Mayıs Pazara işaret eden ilânlar görüyorsunuz. Fakat bu ilânları ya pürtüklü taş duvarlara, veya oluklu saçtan yapılmış bahçe duvarlarına yapıştırmışlar.. Dayanır mı?. o Yağ- murdan, rüzgârdan çoğu yırtılmış... Taşhanda, müstakil bir adayın, şahsi propaganda söylevini gelip geçenler alâka ile dinliyorlar. Bende aralarındaydım. Oracıkta bir arkada- şıma rastladım. Hoşbeşten Sönra âd- resimi sordu. -— Şimdilik yok... Tenha bir park- ta, lm Bİ ymm üstünde mukim bulunuyo Dedim. Sn ben de sordum — Sen hahgi taraftansın?. Reyi- ni kime vereceksin? İçini çekerek cevap verdi : — Vallahi, biz, yemez, içmez kay- gısız yer meleklerine döneli, fırka ve hırka düşüncelerinden uzaktayız.. Şim- dilik Allah tarafını tutuyoruz. — Canım, o elde bir.. Fakat el- bette reyini kullanacaksın... — Reyimi, şu sövlevini dinlediği- miz adama vereceğim.. Müstakilmiş.. Hem de bu adamın Maarif Vekilini me vermiş olduğunu söylü- yorla Dedi. O gece geç vakit «Maltepe» du- rağı önünden geçiyordum. Hayretle gördüm ki, «Pazar günü seçim sandı- gibi- yarısını yirtip götürmüşler. Yine orada otobüs bekleyen ve direğe tutunuşundan sarhoş olduğu anlaşı- lan biri, kendi kendine, aruzla şiir yazacakmış gibi mırıldanıyor : <Se- pl vezni geçim... a Onün düşüncesini bu alâka mer- kezinden ye için lâf olsun diye sor — ai bu asfalt, li çi- kar?. — Her yol, Ankaraya çıkar evlât Diye cevap verdi. 15 Mefailün, fa-