re — öm re m Iİ KL NN M VE SANAT Merhum Dr. Rusçuklu Hakkı “Orada gökyüzü seslerle dolu; ve musiki telsiz ve parmaksız çalınır; kutlu ülke, güzelliler ülkesi... Bu- lutlarından : kevser yağmuru dökü- lür; gecesiyle gündüzü bir olmuş ilhamlar ülkesi... İçtim o kevser şarabından... Her şeyi birden görü- orum bir bakışta... Orada bilgi yaylasında tek bir ışık var: sevgi ışığı; dirilikle ölümün çarpışması yok orada artık... (önsilranai Tagor) YLE ülkeler ki göklerinden dö- külen ışık yağmuru insanın de- risini okşar. Orada yaşıyanların deri- lerindeki incelik; o derilere dokunan parmakların duydukları tad hep ora- “dan gelir. Sonra biçim inceliği, uzuv- lar arasındaki nisbetlerin düzgünlüğü ve bunların hepsinden doğan ahenk... Neresi bu ülke; nerede bu cennet?.. Arar bunu herkes; hele kadınlar, hele onlar... Eski heykellerin güzellik sır- rını taşıyan yerler... Bunlardan biri de bizimki : Gel varalım bizim ile, giresin bahçelere Daim öter bülbülleri, gülüstanım solmaz benim. Yunus Emreyi coşturan ülke... Son zamanlarda, düşünen kafa- larda şu kanaat belirdi: Bazı ülke- lerin, kadın gövdesinin biçimi ve on- dan ziyade ruh mahsulleri üzerinde bir tesiri var. Sanat, edebiyat, fikir, hikmet, renkli birer kandil ki, boyala- rını vuran, yandıkları 'yerlerde esen, havalardaki değişiklik... Doğu ve gü- ney, güneş ülkeleri ne kadar parlak- sa, şimal ülkeleri de o kadar sönük, donuk camlardan süzülen ışıklarla ay- dınlanır sanki... Mimarlık, her sanattan ziyade, iklimden müteessir olur. Akdeniz ya- lılarının boydan boya uzanan taraça- lariyle, yağmurlu ve karlı ülkelerin yatık ve basık çatılarını karşılaştırı- nız ; benzer mi birbirine?.. Nerede o ufuklara kavuşan açıklık ve enginlik; nerede bu ezici darlık ve kapanıklık!.. Heykelcilikte eser mefhumu, bir- , Janılan madde ile uygun düşüyor. Eski Mısırın Firavun heykellerindeki 6 osertlik ve gerginlik, heykeli yaparın sezişinden, duyuşundan ziyade hey- kelin maddesindeki sertlikten ileri geliyor. aştan sonra güneş... Eski Yunan heykelleri neden öyle çırçıplak?.. İn- sanların tatlı bir sıcaklık içinde, ha- reketlerindeki yumuşaklığı elbise ile gizlemek istemediklerinden... esim, o da tıpkı tıpkısına bu tesir altında bulunuyor. (Flâman) mektebinin tablolarına bakınız, hep ev içleri, hep aile ocakları... Dışarıdaki yağmur, soğuk, onları ev içlerine sok- muş, ocak başında toplamış... Res- samları da geçirmiş onları tablolarına, parlak boyalarla... © Musiki de havanın, toprağın te- sirinden kurtulur mu hiç?.. Alman musikisi hele?.. Sözün güzeline gelince, herkes bilir; o, güneşli ülkelerin hir imtiyazı... Cenupluların sözleri ateşli oluyor. Edebiyat, gür ve coşkun orada... Bir dağ başında inziva köşesi tutan velinin tasavvufi zevk ve neşvesinde çevreyanını : saran tatlı (atmosfer) ; yılların büyük bir kısmını altında geçirdiği yıldızlı kubbenin büyük payı olsa gerek... Hiç şüphesiz, Mev- lâna, cansızlardan canlılık âleminin doğduğunu gördüğü ve (Ezcemadi âlemi cunha revid) dediği esnada, tabiat temaşasının verdiği . vecd ve istiğrak içindeydi. O, böylece tabiat seslerinin uyandırdığı sevinçle ima- nında gizli aşk prensiplerini ruhunda birleştirebildi. ** (Aristo) ile şakirtlerinin ilham ettiği sıkı tahlil ruhiyle, berrak semalı manzaralar, yalçın. kayalı kıyılarla çevrilmiş denizler, ve lekesiz ufuklar- da kei sivri, keskin tepeler pek âlâ uyuşmuştu. Bunları . söyledikten ve iklimin beşer çiçeği üzerindeki tesirlerini kabul ettikten sonra, şöyle de düşü- nebiliriz: Öyle sanılır ki, insan mah- Merhum doktor Rusçuklu Hakkı (Büyük Doğu) nur kapalı bulun- duğu devre içinde vefat etti. Bu yazısı, onun bizzat Necip Fazıla «aman, üslübumu olduğu gibi mu- hafaza et ve senden bahsettiğim satırları sakın çıkarma !.> kaydiyle verdiği hissi ve teessüri bir tetkik- tir. (Büyük Doğu), kendisini bu kadar seven merhum Rusçuklu Hakkı'nın bu yazısını, ona rahmet ve gufran dileğiyle şimdi neşret- meyi borç bilir. lükunun en şahsi ve en derin bir kısmı © tesirlerden kurtulur. Şahsiyetli vasıflarla vasıflanan fi- kir, kendisini herkesle müşterek bir (fizyonomi) de tesbit eden bağlardan kurtulur. Etrafını saran alelâde otla- rın ortasında yükselen ve çiçeklenen mümtaz bir fidan gibi... Niçin bu fidân ötekilere benzemez? Neden ha- yat usaresi gür ve feyizli onda? Bil- miyoruz. Herkes bir (enerji) yükiyle dün- yaya gelir. Bu öz kudret gür ve en- fes ise, karşılaştığı engellerde bile serpilip gelişmesine yarıyacak şey- ler bulur. Doğuşta tıynetindeki giz- lenmiş bir kıvılcım yolunu tıkayan çalı demetlerini tutuşturur; yükselen alevler gideceği yolu ay- dınlatır. . Şahsiyetli fikirler doğuran bu öz kudret, bir gün kabından taşar ve gözler kamaştıran verimlerinden her- kes nasibini alır; istidadına göre... Mümtaz fidanın verdiği meyvanın patlıyarak açılması lâzım, içindeki tohumları er gelecek nesilleri yetiştirmek iç Şa hsiyetli v ve > küdretli düşüncele- rini şiir gibi nağmelendiren Necip Fazıl Kısakürek (Büyük Doğu)da çıkan bir yazısında ne güzel anlattı bunu: «Selâm, fildişi kulelerini yıkan kahramanlara /» doğup o Dâva, bir iklimden iklimi aşabilmekte ve onu yeniden iklimlendirebilmekte... / NE eee an, (RR | X ya