il iy LİME nadolu NADOLU... Yoldasınız... Karan- lık gecede gök kandillerinden ışıklar sızıyor. Solunuzdaki uçu- rum, sanki dipsiz bir kuyu... Ve atınız adımlarını tartarken, kulağı- nız, derinlerde kaybolmuş ırmağın türküsünü dinliyor. Bir köyü bıra- kalı saatler oldu; bir köye ulaşma- ya saatler ister... Zaman, atınızın yularına zincirini takmış, sizi sü- rüklüyor. Ardsız arasız kıvrımlar, inişler, çıkışlar... Ve bir ân, bir yıl- dızın doğuşuna takılan gözleriniz, yolun dönemecinde, bir alevin çıp- lak ve oynak dilini görüyor. Ora- da çobanlarmı var? Yoksa bir köy mü ?... Adımlar birbirini kovalıyor; alev büyüyor; hayaller beliriyor; derken bir ses... Davulun gümbür- tüsü 1sSIZ Kami bir ok gibi de- liyor. Irmak, ' türküsünü, zurnanın tiz çığlığına Do İşte beş on kerpiç ev; işte tutuşan çalı çır- pının önünde, âteşin koruyucuları... Köyde düğün var, delikanlılar, oynuyor...«Ateşin oyununu oynu- yorlar. “Sin sin, i bilmez misiniz? Atınızdan ininiz, ve tazelenen ate- şin kenarında isınirken, oyunu sey- rediniz!.. Ateşi koruyan delikanlı rışan çılgın nâralar- arasında “Sin sin, durmadan sürüp gidiyor. Ker- piç duvarlar arasında ateşin cüm- büşü... Ve kafamızın içinde düğüm- lenen binbir sual... Toprağın on beş metre dibinde uykuya dalmış «Bakır devri> ne ulaşırken, gözleri- miz, yağız delikanlıların, yeri tek- meliyen ayaklarından kayarak; boş- lukta ırgâlanan gölgelere kayıyor. Sanki bunlar, yüzyılların derinlik- lerinden, ateş oyununa koşmuş ha- yaletlerdir; ve a alıp başka di- yarlara götürü Biz bu alanda gaz lambası- nın yarı aydınlattığı köy kahvesi- nin dıvarlarında da, bir kış günü görmüştük. İhtiyar âşık, üç bin yıl- k bağlaması kucağında, ağır ağır ri erek anında, Çardaklı Çam-' <Zam hbelde Koç Köroğlu vardı. Koç Köroğlu iyi ata, iyi silâha aşıktı. Köroğlunun öyle zamanı olurdu ki, eş akçeye on gün çalışırdı. Zaman da olurdu ki, bir fakir para istese avuçla verirdi. Koç Köroğlu burda dursun; gel biz haberi başka yerden verelim. Dağıstan şehrinden...» EO LAR Ve Koç Köroğlunun peşinden dağ taş, dere tepe aşarak, Anado- lunun masal dünyasına gidiyoruz. <Açıl susam, açıl!..> Kayanın ar- dından Yeşilırmaklar, Kızılırmaklar, bozkırlar, karlı başını göğe salan Ağrı, kekik ve çam kokularını ye- le karıştıran Toroslar... Ve halaylar, barlar, zeybekler, iki bin yıllık kı- yafetler, âdetler, inanmalar, bir, bir karşımıza çıkıyor. Biz buna Anado- lunun (kültür)ü diyoruz; ve benli- ğinin Sırrına ermek isteyen sanat adamını da, ilim adamını da bu kaynağın başına çağırıyoruz. Geçen günlerin muhabbet âlem- lerinden söz açan bir Ankaralı bize şu cümleyi söylemişti : “Delikanlıları saz terbiye eder,, Burada biraz duralım.. Anado lunun bir dağ kucağında kaybol- muş köyündeki genci hatırladınız mı? Bize, «Pir sultan» dan, Karaca- oğlandan, Erzurumlu Emrahda; ii n türkü gelmiş ve nim şiir ve musiki hazi- aş a, kadın erkek, âşık yur- du değil midir? Antakya yolu üs- tüne uzanmış göçebe kızının ağıt- ları hatırdan çıkar mı? Okuma yaz- ma bilmeyen Anadolu köylüsüne vakur seciyesini veren işte bu mu- siki, ve ondan hiç ayrılmayan şiir, bir kelime ile sanat ruhu... #.” İşte Köroğlu havası, pehli- vanları güç ölçüşmeye çağırıyor: İki yiğit, ellerini kispetlerinde şak- latarak dolaşıyor ve selâmlaşıyorlar. Artık kavga başladı. Davulun vel- velesi, zurnanın coşkunluğu içinde güreşiyorlar. Hangisi yenilirse ye- nilsin...“Cezair havası, nın sıla has- reti dolu nağmeleri arasında mert- çe öpüşen pehlivanlar, kahraman ve asil bir ruhun timsalleri olarak meydandan uzaklaşıyorlar. Şimdi sıra «Bengi» nindir. Yüz; iki yüz, beş yüz kişi halka olmuş, Ahmet Adnan, resi reva See Eski Şefi ra Rad- undaki halk Bae Bl i gi ları v6 ay eni mike ir meşhur bu genç bestekâr, (BÜYÜK DOĞU) da sizi sık sık tatmin edecekliir. aa 5 Ahmei Adnan ağır ağır dönüyor. Aksak bir (ritm)e göre adım atan bu adamlarin hali, bir fırtınadan önceki sükünu hatırlatıyor. Ve birden... O yüz, o beş yüz' boğumlu zincir daralıyor. Gözler, halkanın ortasında bir yere saplanmış; kavga nâralariyle ora- ya, gözlerin saplandığı o yere hü- cum ediliyor; ve sanki, bu bakış- larla o yer eriyor, bu gövdelerin altında siliniyor “Bengi, Yi, dedelerimizin, savaş alanında karşı tarafı yendikten sonra kafası kesi- len düşman başbuğunun atrafında oynadıklarını anlatırlar. Evet... «Sin bekleyen «Sin sin> ciler, öte yanda oyunun tüngürüne uyan halaycı- lar, ve burada, kavga nâraları atan “Bengi, ciler, yüzlerce yıl evvelki ataların iman ve mertlik dolu ha- yatlarını bize veriyorlar. Böylece biz, neredefi geldiğimizi görüyoruz. Nereye gitmemiz gerektiğini * de sezmeli değil miyiz? #4 Şimdi Doğuya dönüyoruz. Yali yeşil yaylalatında, sayısız ineklerin Kış gecelerinde köy “Köroğlu, nun yirmi dört kolundan birini gecelerce anlatan, Yaralı Mahmuttan, Aşık Garibden haber veren saz âşıklarını dinlediniz mi? Köroğlum der mirza gele, han gele Ben isterim günde yüz tufân — Derelerden oluk oluk kan gi Ser kesilip göğde pr ek Mert gelende namert kaçar Meydan gümbür gümbürlenir Şahlar şahı meydan açar yoz e gümbürlenir .x Güttüğü sürüsünü otlama- ğa ka ikanelir sonra, bir dağın kuytusunda başını taşa dayayıp (uyuya kaldığı zaman duşunda gör- düğü karanlık mağara, yarılan taş- ların arasından çıkan üç pir... Ve mağara duvarında beliren muhay- yel sevgili, Gülperi..., Bu, boyun- larında saz, bir köyden ötekine, atlı, yayan dolaşan, adları dilden dile gezen, demeleri kulaktan ku- lağa ulaşan âşıklarına, Anadolunun hediyesidir. Ve bu rüyadan uya- nan artık, Hüseyin, Mehmet değil Semmani, Dertli, Seyranidir. er şey işte bu Anadoluda...