20 Eylül 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

20 Eylül 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ona adı ile sanı ile «Kiliksiz Ahmede ders lerdi. Gayet gen adamdı. İyi konuşurdu. Ol- param vardı. Lâkin üstüne başma dukça e Keme etmezdi. yıki macera peşinde koşmasını da s0- verdi, Böyle olduğu halde yakası kirlenmiş seki bir frenk gömleği, artık bir ip purça- na dönmüş soluk bir kıravat, yağmurdan Aman kabuğu gibi küçülmüş garip bir şap- ka ile gezer dururdu. Ona bir gün Beyoğlunda ras geldim ve bayretler içinde kaldım. Sırtında yepyeni bir gömlek, boynunda henüz ilk defa dü- Eümlenmiş hissini veren yepyeni bir kıra- vat vardı. Güldüm: — Maşallah, dedim, yavaş yavaş şıklaş- mağa başlıyorsun. Oda güldü: — Ehh. dedi, ne yaparsın, «zaman sana uymazsa sen zamana uy» derler. Nasred- , in hocanın «ye kürküm ye.» hikâyesini bilirsin değil mi? Biz de arlık üste başa b mamalar vermek lâzım olduğunu anla- — Şimdi nereye gidiyorsun? — Şurada bir mağazadan birkaç kıravat, Mendil, gömlek ve saire alacağım da. — Oh, oh, ah... Demek dam akilli ken- dine çeki düz rmeği kararlaştırdın ha. Haydi bakalım!. Aradan bir hafta geçti, Gene Beyoğlun- da birisi bana selim verdi. Dönüp baktım. Adam akıllı şik bir genç. lik bakışta tanı- yamadım..Kendi kendime: «Kim acaba?» diye düşünüyordum. Tuhaf şey, bu bizim Kılıksız Ahmed miydi? İki dirhem bir çe- Kirdekti. Ellerinde beyaz eldivenler vardı. Ahmed koluma girdi: — Nereye böyle?, diye sordu. Ben hâlâ hayretler içindeydim. Ona: — Sen benim nereye gideceğimi bir ta- tafa bırak da şu sendeki büyük değişikliği bana anlat. Bu senin halin nedir? Bu şıklı- Rın bir sebebi olsa gerek. Ahmöd dudak büktü — Yooo.. dedi, bendeki değişikliğin hiç bir sebebi yok, Ya geçen sefer söylediğim Bibi cemiyet hayatında kılık kıyafetin mü- him bir mevkil olduğunu anladım da on- dan. Böylece Galatasaraya kadar Ayrılırken ben ona sordum: Nereye gidiyorsun? Gülümsedi — Kendime bir iki düzüne çorap ulaca- Bım da.. Sonra ipekli çamaşır bakacağım, Yanımdan uzaklaşırken arkasından Şaş kın şaşkın baka kaldım. Fakat birşey pek ziyade dikkatime çarpmıştı. Arkadaşımın © kadar şıklığına rağmen ayakkabıları boya- sızdı ve yürü de traşsız idi, Kendi kendime: «Bu da tuhaf!» dedim. Özle ya o kâdar şık arla, gömlekle yepyeni beyaz eldi- aşı? yüz ve boyasız iskar- ânası ne olabilirdi? Bundan sonra hangi arkadaşımı görsem. bana Ahmedden bahsediyor; — Yahu Ahmeddeki değişikliğin farkında mısın? Bunun sebebi nedir Allah aşkına? diye soruyordu. Ahmeddeki değişikliğin se- bebini ben bilmiyordum ki başkalarına bu- nu izah edeyim. Epey oldu. Gere ona râsladım. Arkada- şım bermutad kendisine kıravat, gömlek, mendil, çorap, pijama, çamaşır almağa gi. diyordu. Onun bu hali bana © derece me- rak olmuştu Ki, hemen koluna girdim; — Haydi, dedim, bütün bunları beraber alalım... — Kardeşim, dedi, sana çok mühim bir- gey anlatacağım, Bu âdera bir aşır itirafı olacaktır. Bendeki değişiklik herkes gibi sa- na da merak olmuştu değil mi? — Evet. dedim, doğrusunu İstersen ben de çok merak ediyorum. Şunun öebebini bana anlat, — Burdan altı yedi ay evvelki halimi bi- Birsin değil mi? Kılğıma kıyafetime hiç ehemmiyet vermiyordum, Halbuki macera Peşinde koşmağa dâ bayılırım. Bir gün Bey- oğlunda tesadüfen büyük bir mağnzaya Tefrika No. 75 yürüdük. SEVİLEN KADIN Bir vapura binerek İstanbula gel- »*k... Senin başka bir erkeğe aid olduğunu düşünüyordum. Kıskançlık, bütün vücudümü kemiriyordu. Ken- dim ne kadar bedbahtsam senin de öyle olmanı istiyordum. Her şeyi an- latayım mı? Seneler geçti, seni unu- tamadım. Bir gün tesadüfen vaziye- tini öğrendim. Bedbaht bir haldey- mişsin... Hodbinliğimi affet... İşte o gün neşeme payan olmadı. Nazarım- da, çektiğin eziyetler bana karşı yap- tığın fenalıkların neticesiydi... Fa- kat seni demin görür görmez bütün hiddetim zall oldu, Necileciğim... Her şeyi, kini, İntikamı unuttum. Kalbim- de yalnız aşk hissediyorum... Belki de eski bir aşkın izidir bu... O duygu benimle birlikte mezara kadar sürük- lenevek, gidecektir. Bir an sustu. Bonrâ: — Eski halinde canlanması senin elindedir. — Ne demek İstiyomunuz? — Ömrümüzün yarısını inziva ile, i girdim, Burada gömlek, boyunbağı, mendil, çorap, çamaşır, pijama ve saire satılıyor. da, Bir de baktım. Tezgâhta bebekler gibi genç bir kadın, daha Ilk bakışta insanın aklını allak bullak eden gözleri vardı. Ne söyliyeceğimi, ondan ne alacağımı şerre ka“ dar düşünmeksizin tezgâha yaklaştım. O tatlı sesile Adeta cıvıldadı: — Emriniz efendim? Emrin mi? Emrim?... Az daha koyu bir «estağfurullah» çekecektim. Lâkin kendi- me geldim. Şaşkın şaşkın etrafıma bakınır- ken genç kızın önünde camekânın içinde duran eldivenler gözüme ilişti, Hemen, — Ridiven istiyorum!... dedim. Çıkardı. Yumuşak pembe ellerile eldiven- leri giydirdi. Bu hakikaten bir sandetli. Elimi onun avuçlarının içine bıraktığım zaman kalb çarpıntısından az daha tıka- niyordum. Onunla konuşmağı uzatmak için eldivenleri beğenmedim. Bir çift daha çı- kardı. Nihayet eldivenleri aldım, Sokağa çıktım. Lâkin aklımda fikrimde bu civi) ci- vıl öten genç kız vardı. Ertesi günü hemen ayni dükkâna gittim Genç kız yalnız eldi ven satımıyordu. Önündeki tezgâhta şık şık çoraplar, mendiller, gömlekler, boyunbağ- ları, çamaşırlar da vardı, Bu sefer de uzun uzun münyeneden son- ra kendime İki gömlek aldım, Artık onu her gün görmem hiç değilse yirmi dakika yarım saat konuşmam için birşey almam icap ediyordu. Ben de kese- min ağzın! açtım. Bir gün pijama, bir gün çamaşır, bir gün boyunbağı, bir gün göm- lek derken evde bir sürü eşyam birikti, Bun- lari giyimeğe başladım. Halbuki gene eskisi gibi yüzüm traşlı, ayakkabılarım boyasız geziyorum. Ne ya- payım harabati gezmek buyu içime işle- miş!... Gel de şimdi sevgilimi gör. Onun beni sürüklediği mağazaya girdim. Tergühta hakikaten güzel genç bir kadın vardı. Arkadaşım bir pijama istiyordu. Genç kadın Ahmede saatlerce, onun tabiri ile, civil civil dil döktü. Pijamayı aldık çıktık. Bundan bir hafta evvel Ahmedle Üskü- dar iskelesinde karşılaştık. Üstü başı tekrar eski haline dönmüştü, Yani kılığı kıyafeti yerinde değildi. Yalnız bu sefer her zamankinin aksine olarak sinek kaydı cinsinden traşlı idi. El lerine baktım. Hayretimden dona kalmış- tım Ahmedin tırnakları manikürlü âdi. © benim bayretimi görünce: — Sorma, dedi, sevgilim her zaman ça- Uşağı mağazadan çıktı. Bir berberin yanı- na girdi. Orada manikürellük yapıyor. Biz de tabi her gün traş oluyoruz. Ham günler kendisini iki defa görmek istiyorum. O zaman da ellerime manikür yaptırıyorum. NE yaptm? Aşk uğrunda çiğ tavuk ye- Hikmet Feridun Es ; Beneliği “1600, öp aylığı 1000 kuruştur. | Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul o göndermek lazımdır. Şaban 6 — Hınr 18 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı 1144 556 924 1200, 142 Va, 4,05 545 1207 1535 1811 1945 İdarehane: Babıfli civarı Acımusluk sokak No. 19 Nakleden : ( Wâ - Nü) işkence ile geçirdik. Fakat bundan sonra bunun böyle olmasına cevaz yoktur. Ayrı yaşamamıza razı deği- lim. Eskiden olduğu gibi işte tekrar senin dizlerine kapanıyorum. — Cemil! — Dünya bizimdir! Saadetimizi sâklamağa kâfi gelecek derecede bü- yüktür. Şayet biri çıkar da sana dil uzatır, yahut her hangi başka bir taarruzda bulunursa müdafaa ede cek ben varım. Şimdiye kadar kâfi derecede bedbaht olduk. Şimdi artık silkinmemiz, bütün batıl itikadlardan kurtulmamız zâmanıdır. Başkaları göyle düşünecekmiş, böyle düşünecek- miş... Hiç birini nazarı itibara alma- malıyız. Necile!... Beni seviyorsun, değil mi?... Asıl olan odur, — Cemil — Seviyorsun, değil mi? — Evet. Deniz kıyısının karanlık bir köşe sindeydiler. Başlarının üzerinde bir gemi karaltısı duruyordu. Erkek sevgilisini kolları arısma alk ÇARŞAMBA 20/9/939 1230 Program ve memleket saat ayarı, 1235 Türk muziği (PI), 15 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 13,15- 14 Müzik (Riyaseti cümhur bandosu) İhsan Künçer: 1- Blankenburg - Marş, 3- Waldteufel - Walzer les Sirönes, 3- Jericho potme Synphonigue - M. Beray, #- 140 elibes - Fantazi Lakme, 5- E, Grlex - Nor- wexlennes No. 1 Dans. 19 Program ve memleket saat ayarı, 19,06 Müzik (Hafif orkesten muziği P1), 1940 Türk müziği (İnce saz faslı), 20,15 Konuşma (Dış politika hâdiseleri), 2030 Memleket saat ayan, ajans ve meteoroloji haberleri, 2050 Türk muziği: Okuyan: Müzeyyen Senar, Çalanlar: Cevdet Kozan, Refik Yersun, Ke- mal Niyazi Seyhun, 1- Karciğar peşrevi, 3- Udi Ahmed - Karciğar şarkı - Tiri çeş- manınla saydettin, 3- Arif bey - Karci- Bar şarkı - Gönül bezmi harap abadı gam- 4- Şükrü - Karciğar şarkı - Hasta big ümid ile, $- Cevdet Kozan - Ud taksimi, 6- Tanburi AN efendi - Karciğar şarkı - Bir tarafdan üşıkı derdi gam, 7- Mahmud Ce- Mileddin paşa - Karciğar şarkı - Vah me- yusu visalindir gönül, 8- Kareliğar sazse- malsi, 6- Salâhaddin Pınar - Muhayyeğ türkü - Gökler perisi gibi Emine, 10- Halk türküsü - Irafa fincan koydum, 2130 Haf- talık posta kutusu, 21,45 Müzik (Romans ve- saire), 22 Müzik (Küçük orkestra) Şef Ne- elp Aşkın, 1- Kutseh - Marş, J. Strauss -Yarasa operetinden potpuri, 3- Bela Vol- gra - Kalbim aşkla doldu- ağır vals, 4- Byleverster Schlider - Dinle keman ne #ö7- lüyor, 23 Son ajans haberleri, ziraat, esham tahvilât, kambiyo - nukut, borsası (flat) 23,20 Müzik (Onzband PI.), 23,35 - 4 Yarın- Yarın çıkacak olan YENİ MECMUA Sahifelerinde mutlaka okuyunuz. Yıldız Sultan, şimdiye kadar oku- duğunuz romanların en güzel ve en heyecanlısıdır. Çünkü; büyük mü- verrih ve edib üstad Turhan Tan: «Yıldız Sultan benim en güzel ese rimdir» diyor. Yıldız Sultan, Tanzimat devrinin, Sivastopol harbinin iç yüsünü, sul- tan Mecidin akılları durduran sefa- het âlemlerini şimdiye kadar neşre- dilmemiş vesikalara istinaden anlat- maktadır. Bu şaheser tefrikayı yarın çıkacak olan: YENİ MECMUA Sahifelerinde takip etmeyi unutma- yınız ve mecmuanizi şimdiden ba- yilerinize sipariş ediniz. dı. Göğsüne bastırdı, Necilede kur- tulmak için çabalıyacak takat bile yoktu. Cemil; — Seni deli gibi, âdeta parçalıya- cak gibi müvazenesiz bir aşkla se- yiyorum... Şimdi #enin bana hayatta ne kadar lâzım olduğunu büsbütün akal Bundan sonra artık sen. siz hayat sürmek kabil değildir. Igi- ğıma kavuştum. — Rica ederim, — Nafile yere itiraz etme... Demin bana söylemiyor muydun? Vehbi bey senin nazarında tamamile yabancı imiş. Bu, doğru değil mi? Doğru ise seni alıp o kadar uzaklara götürece- ğim ki artık o birdaha seni göremi- yecektir. Şayet yalan söylemiyorsan beni takip etmekte ne mânlin ola bilir? — Allah aşkına!... — If zamanı geçti, Hareket sama- nı geldi. Necile sarhoş gibiydi: — Bırak bari... Bir mühlet ver... Düşüneyim. — Ne düşüneceksin?... faydası var? — Bir kaç saat olsun düşünmeli yim. Evet, sizi seviyorum. Benden başka hayatta hiç kimsenin olmadım. Kimseyi de sevecek değilim. Fakat Bunun ne böyle kaçar gibi seninle gitmek... Ka. Tefrika No. 66 Yazan: İskender Fahreddin Tanrım şu çocuğu Leylâdan kurtarırsa yurdun her köşesinde büyük şenlikler yaptıracağım — Bu memleketin gençleri hep sizin gi- bi çekingen midir? — Hayır, Ur delikanlıları kadınlaris oy- naşmasını severler, — Siz bu memleketin yabancısı mısınız? (Can) bey her saman Türklüğüle iftihar ettiği için, bu sözü cevapsız bırakmak iste- medi: — Ban de onlar gibi bu yurdun çocuğu- yum. Fakat, her gönülde bir sslen yatar der- er, Benim de gönlümde bir dişi kaplan ya Mayor. (rat) güldü: — Gönlünüzde yatan dişi kaplanın adı Leylâ olsa (Can) bey birdenbire için! çekerek ba- kaldırdı: — Sen de öğrendin mi benim sevgilimin sdmı?... — Evet. Bir göcebe kabilenin (Meş'am kızı)na gönül verdiğinizi Irakta duymuş- tum. — Sen iraktan mi geldin? — Evet, — Babamın bana bahsettiği kız sen mi- in? — Evet. — Fakat, bübüm bana çok güzel bir kız- dan bahsetmişti. Irakta eşi yoktur, demiş- “. — Yalan söylememiş. Trukta bana «Fırat inelsi» derlerdi. — Burada yüzüne kimsenin bakmadığı- na bakılırsa, Ur da senden fstün sayısız güzeller olsa gerek. (Fırat) birdenbere alnını buruşturdu: — Burada da bendon üstün güzel olma- dığını söylüyorlar. Siz galiba yurdunuzun kadınlarını da tanımuyorsunuz?! hiç risi (Leylâ)nın ayağına su bile dökemezler. Hele ser... — Ben mi? Fakat, siz benim yüzüme dik- katle bakmadınız bile. Baksa ydınız, bu söz- leri söylemezdiniz! (Can) bey dudaklarını bükerek miri dandı: — Benim, dağdaki Ceylânlarımın gözleri senin gözlerinden daha sehhar, Hele bir yaban öküzüm var, onun gözlerini bir ke- re görsen, kendi gözlerini onun yanında uyuz bir kedi gözünden daha mânasız bu- Tursun! (Pırat) fena halde hiddetlenmişti. Bir aralık (Can) beyin yanından yürüyüp git- mek istedi. Fakat, Ayşe pencerenin aral- Bından kendisini tecessüs ediyordu. (Can'la cali de olsa saygı ve sevgi göstermeğe, ilti- İnt etmeğe mecburdu. Fikrinden vaz geçö- rek, (Can) nim hakaretlerine tahammüı ediyordu. Can bey: — Başm, yemin ederim Ki, leylek yura- sından farksızdır, diyordu, hele bakışlarn.. dağda sabahları kurdara piştarık yapan şebeklerin gözleri kadar münasr.. şü boyu- aa posuna bak bir kere! Sırtında iki kam- burun var.. Gözlerinin içi şeylan yuvası- na benziyor... Kolların çarpık. Kalçaların Katır semeri gib arkaya fırlamış... Ya şu çe- nenin çarpıklığına, alnının çıkıklığına ne diyelim? Havuzun suyuna yaklaş. oraya akseden gölgeni görünce kendini biraz da- ha yakından tanımış olursun! (Pırat) çok zeki bir kaz olmakla beraber, bu sözlerden kendi de şüpheye döşmüş- '0. — Ben sahiden bu kadar çirkin bir kadın miysm ?0 Diyerek havuza eğildi... gesini -aynsda seyreder p' Dayanamadı. Başını Can beye çevirdi: — Biz bir körsünüz, dedi, güzeli ve çir- kini ayırd edemiyen bir kör. Can bey (Pirat)ı © kadar kırmış, © dere- suya düşen göl- ibi gördü. bil mi? — Bir şeyden mi korkuyorsun? — İsmimin, haysiyetimin Jekelen- mesinden. — Hep ayni lâf: İsim... — Şerefimi ayaklar altına mi &ta- yım? İnsaf et... — Gene «âlem ne diyecek?» kay- — Vehbiden de, âlemden de kork- muyorum. Yalnız vicdanım! — Bir de beni sevdiğini söylüyor. sun, değil mi? - diye, Cemil, kadın kolları arasından âdeta itti. Fakat Necile onun boynuna atıldı: — EBislerimin samimiyetini sana nasıl İnandırayım? — Söyledim: Beni takip ederek... Her şeyi benim için bırakarak... O adam seni kendin için değil, servetin için istedi. İşte servetine de maji oldu. 'Dahs başka ne istiyor? Şimdi seninle birlikte buradan gideriz... Bundan kolay da hiç bir şey yok... Mademki İstanbulun dedikoduları seni korku- tuyor; buradaki rivayetleri işitemi- yeceğin bir yere gideriz. Bak vapur. lara! Sıra sıra duryor. Bunlardan bi- rine seni bindirerek götürmem işten bile değildir. Yarından tezi yok... Gideriz... Büyük bir seyahate çıka- riz... Avrupaya mı? Amerikaya mı? Dünyayı dolaşmağa mı?... Artık orü- sını yolda düşünürüz... Yepyeni bir ce hırpalamıştı ki. — Bir daha bu kadın beni rahatas eö mez. ben dd derdierimle ve aşkımla bağ» başa kalırım. Diye seviniyordu. (Firat) bütün bu hakaretlere rağmen, ) Can bey, hürma ağacının altından bir- denbire fırladı, kalktı. (Firat)a fazla bin- gey söylemeden çekilip gitti, Zavallı (Firat) havuz başında buz gibi donup katmıştı. ... (Can) bey, Zehradan hoşlanıyor mu? Ayşe, koculsına anlatmağa başladı: — Pençereden saatlerce seyrettim. Firat- Ja Car bir törlü anlaşamadılar, Kızcağiz n6 kadar lltifat ettiyse, bizim vahşi oğlan da o kadar kaçtı, Ayın on dördüne benziyen ba güzel kızın yüzüne bile bakmadı. Urman düşünüyordu: — Merak etme Ayşe dedi - Can herhaj- de (Pıratiı sevecek ve onun peşini bırak- mıyacaktır. Bu işler bir günde olmaz. (Fi- rat) Canın peşinden ayrılmasın. onu her gün bahçeğâ siayıp bulsun. Eğer beş on gün böyle devam eder ve Piratı sevmediği anlaşılırsa, orun başına Zehrayı musallat etmekten başka çare yoklur, Fakat ben onun Zehradan çok (Fırab)la evlenmesini Setiyorum. (Pırat) Türk kızıdır. (Zehra) Ce- sayirli'dir. Kanı kanımıza, soyu soyumuza yabancıdır. Âdeğleri de detlerimize uymu- yor. (Fırat) doğrusu (Cani için biçilmiş kaftandır. Bu işin çabuk bitmesine sen de yardım etmölisin, Ayşe! Ayşe o gün çok üzgündü. Reisle konuşur- ken cariyelerden biri telâşla içeriye girdi: — Can beyi gördünüz mü? dedi. Küçük bir çocuk gibi Zehra ile bahçeğe koşuyor. Rels ve karını pençereye atıldılar. Urman gülümsedi: — Gerçek, Can, Zehrayı kovalıyor. Ayge: — Gözlerime inanamıyorum... Diye murıldamıyordu, (Can) bahçede karşısına çıkan Zekradan boşlanmış miy- dı? Neden onun peşinden koşuyordu? Urman karısına: — Canın yüzü gülüyor. Belli ki, Zehraya Pirattan fazla sevecek. Dedi. Bu sırada (Can)in yüksek, hırçın sesi duyuldu: — Nereye gidiyorsun, Zehra? Zehra bir ağacın arkasından cevap veri- yordu: — Yemek yiyeceğim. Yemekten sonra g&- ne gelirim. — Dün de böyle söyledir. beni aldattın. gelmedin! — Uyuyup kalmışım. afledersiniz. Sizi aldatmak aklımdan geçmedi. Zehra çiçekletin arasmdan süzülüp git- 'Urman bu sahneden çok mennun olmuş- tu. — Bu kız, bizim oğlanı avucunun içine alacak. Diyordu. Ayşe başını salladı: — Pirat ağir başlı bir kızdı. Bünün yap- aklarını yapamındı. Bir erkeği çabuk avla- mak için Zehra gibi civelek olmak gerek. Oğlumu bir kadın avucunun içine ai. sın da, kim olursa olsun. Yalnız Leylâ oi- masın, Tanım Şu çocuğu Leylâdan kurta- Drsa, yurdun her köşesinde büyük genlik- ler yaptıracağım. O gün Ayşe kocazından aldığı talimat Üzerine Zehrayı çağırdı. Ona reisin arsula- rını söyledi; — Oğluma elde edebilirsen, gelinim ola» çaksın, Zehral Gözünü 4. Canı avucunun içine almağa çalış. (Arkası var) hayata başlarız... Öyle bir hayat ki #en ve ben, ikimiz, yalnız ikimiz... Ba- na inan!... Benim söylediklerimi yap... İstikbalden korkma... Söyle!... İtimad ettiğini söyle... — Peki... Ne söylersen kabul edi- yorum... Fakat... —? — Yarm mı olacak? İlle yarın mı? — Bunun sana ne zararı var? Ya. rın. Bundan ne zârar görürsün? Düşü- neyim. Erke: — Pekâlâ... İstediğin gibi olsun! - dedi. Usulla, kollarım erkeğin boynun- den gevşetti. Cemilin elini tuttu. Tek- rar sahilde dolaşmağa başladılar. Saat on bire yaklaşıyordu. Cadde- ye çıktılar. “O sırada yanlarından #mşek süratile bir hususi otomobil geçti. Daha doğrusu bir çok otomo- biler geçiyordu. Lâkin bu, araların dan biriydi. En ehemmiyetlisiydi. Bu Tophane caddesinden bütün hovardalar geçer. Bunlar da fki ho- vardaydı: Biri Vebbi; öbürü gtnç, güzel bir kız, Dişleri fevkalâde Jâtif bir tebessümle parlıyordu. Abandıkları yastıklardan doğrul dular, Fakat bu yürüyenleri görmüş- siki — Fakat bir kaç saat mühlet ver...

Bu sayıdan diğer sayfalar: