“Şimdi samimiyetimi öğren... Uzak akrubamdan Vedad isimli bir genç vardır. Geçen gün 'Tünelden çıkmış, Beyoğluna doğru yürüyor. dum. Kendisine rasladım. Zihnim harp haberlerile meşgul- dü: «— Birkaç gazete, mecmua alayım da bakalım bizim matbuatınkinden hariç ne yazıyorlar?» diye düşünü- yordum Hachette kütüphanesine tam gire- ceğim sırada Vedad, kolumdan tuttu. Vay, ağabey... Ne güzel tesa- düf... Herhalde bu karşılaşmamızda bir uğur var... Yürü... dedi. Tünel tarafını gösterdi. — Şimdi geliyorum! - dedim, - Şu alacaklarımı alayım da..., Yanında bir genç kız olduğunu hayai meyal farkettim. Onu da ba- şımla selâimladım, Aceleyle dükkâ- na girdim. Bir dakika içinde slacak- larımı akp dışarı çıktım. İki genç, biribirlerine sokulmuş, tatlı tatlı konuşar köşede beni bekliyorlardı. Manşetleri (o çatılmış kaşlara benziyen abus suratlı gazete- lerden gözlerimi onlara çevirince udeta şaşırdım. Ne tezsddı bu!... Dünyayı kasıp kavuran harp havası Içinde niçin bu kadar neşliydiler? Vedad, yanındaki genç kın pre. zante etti: — Feriha ile tanışmadınızdı, değil mi, ağabey... — Hayır... Maşallah... Müşerref oldum... - diye kekeledim. - Bahse- derdik; bahsi çok geçerdi küçük ha- nımefendirin... Fakat hiç görüşme- miştik... Kız, tatlı bakışlarını gözlerimin içine çevirdi; kulağıma pek boş ge- Jen sesile: — Vedad da daima sizden bahse- der... Yazılarımızı beraber okuruz... Belki de bugün sizin için mevzu teş- Kil edeceğiz... — Ne gibi, efendim? — Biliyorsunuz tabii... Üç dört se- nedir nişanlı gibiydik... — Evet... - diye ağzımdan bir iti. raf döküldü, «-—- Bilmemiş olmağı tercih eder- dimiş düşüncesini zihnimden geçir- dim, Zira ailece birçok tevatürler düyu- yorduk; hatta ihtiyarlar homurdanı. yorlardı: «— Evleneceklerse evlensinler ca- nım... Nedir bu?... Ne kadar sürün- ceme,.. Bu kadarda iyi değildir! diyorlardı. Kız, cesaretle konuşuyordu: — Zihninizden geçenleri biliyo. rum... Fakat işte kararımızı verdik, tekmil dedikoduları bugün bertaraf edeceğiz 7 — Çok şaşacağınız bir şeyi Sordum: — 'Tünelden birilikte ineceğiz, de- gü mi?... Konusa konuşa gideriz... ,. Sizi biraz burgda alıkoya- — Evet ağabey, size Tasladığımız çok iyi oldu. Zaten bize de bir şahit lâzımdı. - — Ne şahidi? - diye yüzlerine bak- tam, — Nikâh dairesinde HAA anlayamamıştım, Feriha ferah ağzile gülümsedi. Bembeyaz dişlerini göstererek: — Evleniyoruz! - dedi. Artık dayanamadım; — Amma da yaptınız... Tam gü- nünü bulmuşsunuz... Dünyadan ha- beriniz yok mu, çocuklar... Sende düşünceden eser kalmadı galiba, Ve. dad... Latif bir sokulganlıkla, Feriha ko- uma girdi — Bu tamamile benim fikrim ve teşebbüsüm... - dedi, - Şimdiye kadar Vedadın tertibile hareket ettik; işte böyle hep uzadı, durdu. Daima teen- Dİ İle hareket ediyordu: «Yüz lira ile geçinemeyiz, dur biraz daha işlerimi düzelteyim, seni rahat yaşatamam...> deyip duruyordu. Ne kadar ısrar edi- yorsam du fayda vermiyordu. Üzeri- ne daha ziyade varamıyordum. Zira birçok erkeklerin kadınları böyle oynaladıklarını biliyordum. Daha israr işimiz var edersem, reddederse mukaddes bildi. im güzel hislerim rencide olur diye düşünüyordum. Erkeklerde umumi. yetle pek egolstçe bir düşünce var. «Kadınların onlara yük olacağı!» hatta bir arkadaşı Vedada: «Şimdiki yüz liralık hayatın, evlenir evlenmez 40 liralık seviyeye düşeriz diye be nim yanımda apaçık söyledi. Böyle şeylerle izgeti nefsim pek kırılıyor. da, Belediyeye doğru yürüyorduk. De- mir köprüden geçtik; Vedad: — İşte oluyor nihayet... Böyle bir günde evleniyoruz, ağabey! - dedi. - Hani gazeteler yazdı: Bizim sınıfı askere çağırdılar. Daha bir haftalık sivil hayatım var. İşimden de ayrıl. dım. Yüz liram da kalmadı. Bu sefer Feriha bir iş buldu, girdi. Ve benim eski inadımdan intikam alır gibi; «Şimdi evleneceğiz! Ben sana ba- kacağım. Seni senin için istediğimi anlıyacaksın!> dedi. Kabul etmemeğe kalktım. «Öyleyse bir daha yüzümü göremezsin... Mektup yazsan cevap alamazsın!... Zira beni ciddi bir aşkla sevmediğine, baştan savdığına hük- medeceğim!> Kalabalık koridorlara girmiştik. Vedad duvardaki bazı kâğıdlara göz attı; bir odaya girdi, çıktı; — Sıramız neredeyse geliyor... Me murlardan biri ahbabımdır; diğer şa- hidimiz de o olacak... - dedi. Biraz bekledik. Ben hâlâ bu işe şar şiyordum. Gözle kaş arasında nikâh kıyılıvet- di. Mutad suallere cevaplar verildi. Memur formülünü bu yeni çifte de tekrarladı, Defterlere imzaları atıp çıktık. Kalabalıktan biraz sonra: —- Tebrik ederim... - dedim. - hem de iki türlü tebrik, Ferihacığım, kı- — Birincisi anladım, İzdivacımız- dan dolayı; fakat ikincisi? — Pek orijinal birşey yaptığınız için. — Ne gibi? — Öyle ya: Bütün geçim mesuliye- sıyrıldıktan ini nahif omuzlarınz üzerine yükle. | mek; askere giden bir kocaya var- | mak! Az şey mi? Hayretle yüzüme baktı; ciddiyetle: — Ama da yaptınız, ağabey... - de- di. - Bu memleketin eski âdetlerini bilmiyor gibi söylüyorsunuz... Bunun nesi orijinai?... Kaç milyon Anadolu kadını nesillerden beri bu hareketi tekrarlar, durur. Bir İstanbullu kız onları taklid ederse orijinallik bunun neresinde?... Bu cesur insanın elini bir daha sık- tam, Onu muhabbetle selâmladım. Tenha bir yere gelmiştik, İkisini de alınlarından öptüm. Seyyar bir çiçek- çiden bir demet yasemin #larak, Peri- haya uzattım. Ve kalbimde hürmet, heyecan du- yarak ayrıldım. (VÂANÜ) Perşembe müsahabeleri (Baştarafı 7 nci sahifede) olur. Burnu yukarıdan aşağı şakul! bir satıh dahilinde kesersek içinde bir takım dolambaçlı yollar görürüz ki tablat bunu bir lüzum üzerine yapmıştır. Burunun iç sathı büyük bir sahada genişler. Bu satıb ince, rütubetli bir deri ile kaplıdır. Buna gışayi muhati diyorlar. İşte burunun en mühlm vazifesini bu görüyor Burun ve boğazlarında fazla et bulunan veya burun delikleri çarpık olan çocukları mullak bir mütehas- sıs tabibe göstermelidir. Çünkü o ârı- zalar ciğerlerin lâyikile neşvünema bulmasına engel olur. Burun delik. lerinden birinin daima kapalı olma. & çocuklarda belkemiği çarpıklıkla İ rına bile sebep olabilir. Nefes cimnastikleri her yaşta her. | kese lâzımdır, Bilhassa spor merak. hsı gençler bunları hiç ihmal etme. melidirler. (o İsveç cimmastiklerinin mübdii olan (Ling) bu lüzumu bun- dan bir asır evvel takdir etmiş ve koyduğu cimnastik usulünde en çok ciğerlere ehemmiyet vermiştir. Selim Sırrı Tarcan ZKYAM #ditrc/yo Türkiye Radyodifizyon Postaları Dalga uzunluğu 868 m. İ8iKe/siMEw. Radyosu TAG. 19.Tüm. 10106 Eo/a Ew. Ankara Rad İyosü T.A P.SITOM.MApKe/a 0KG TÜRKİYE BAATİLE PERŞEMBE 1/0/989 1230 Program, 1285 Türk müziği: Oku- şarkı (Esirizüifünüm ey yüzü mahım), 4- AH efendi - Uşşak şarkı (Sen ey serrirevan rühsarı gülgün), 5- Selâhaddin Pınar - Bayati şarkı (Delisin deli gönlüm), 6- Halk türküsü (Yağmur yağar ordan burdan), 13 Memleket saat ayarı, ajans ve meteorolo- Ji haberleri, 13,15 - 14 Müzik (Karışık prog- Fam), 19 Program, 19,05 Müzik (oda müziği - PL), 19,30 Türk müziği (Fas heyeti), 20,15 Konuşma (Ziraat sasti), 200 Memleket saa! ayarı, ajans ve metsoroloji haberle- ri, 20,50 Türk müziği: Okuyan: Radife Ney- dik, Çalanlar: Ruşen Kam, Cevdet, Kozan, Zühtü Bardakoğlu, 1- Vesilâk! - Kürdi hicazkâr peşrevi, 2- Salâhaddin Pinar - Kürdili hicazkâr şarkı (Aşkınla yanan gönlüme busenle şifa sun, 3- Piyanasit Yorgi - Hicarkir yarkı (Neşe lle geçen), 4- Cevdet Kozan - Ud taksimi, 6- Udi İb- pahim - Kürdüli hicaskâr şarkı (Sar bir gül gibi) 6- Şükrü Şenozan - Buselik şarki (Gönül harareti sönmesi IL. - Okuyan: Badi Hoşses: İ- Bol ahenk Nuri Bey - Rast şarkı (Mailem bir nazlı yare), 2. Refik Fersan - Rast şarkı (Af eyle suçum), 3- Şemsettin Ziya - Mahur şarkı (Şu güzele bir bakın), 4- İsak Varan - Mahur şarkı (Şu gümüş ırmağın) 5- Nikolâki - Mahur saz semaisi, 2130 Konuşma, 2145 Neşeli plâklar - R., 2150 Müzik (bir operet selek- siyunu), 22 Müzik (Küçük orkestra - Get: Necip Aşkın), 1- Walther Sehrader Akşam üzeri (Harin parça), 2- Lövine Hümoresk, 3- Gerhard Winkler Donna Şiklta (İspan- yol wwertürü), 4- Rubinsteln o Kostümlü balo ssüitinden: Toreador ve Endülüs, 5- Priz Köpp Yaz akşamı sülti, 6- Jac Grit Mayıs ihtişamı (vals), 7- Jac Grit Marş. 23 Son ajans haberleri, ziraat, esham ve tahvilât, kambiyo - nukut borsası (flat), 13,20 Müzik (Cazband » PL), 23,55-24 Ya- rinki program. BULMACAMIZ I — Bir nevi diken. 2 — Almaklan emir - Lâle bahçesi 3 — Tersi hicaptır - İnatçı, 4 — Bin kuruş - Küçük mağara. 5 — Müteverrim. 4 — Hörküçlü hayvanın izi - Bir özamız, 7 — Öğütülmüş hububat- - Bir Arap ismi - Tenavüi et. 8 — Rehber - dik, 9 — Bıfat edatı - Ödeme mahalli. 10 — Gebe kadınm canı bir şeyler ister - Hüner. Yukarıdan aşağı: 1 — Sık oldu - Nota. 2 — Hâlâ - Düşünen. 4 — Rie giyilen şeyler. 5 — Aid olduğu daire. 6 — Birine! istekler. 7 — Bir nevi pasta » Tersi yüz demektir. 8 — Cefa - Reis, 9 — Boşuna 10 — Acemlerin. Gecen bulmacamısın balli Soldan sağa: 1 — Enikunu, Fi, 2 — Şazltezcan, 3 — | | Kiman, Alle, 4 İl, Lenger, 5 — Yirmi, Derk, 6 Ayı, Ahır, 7 — Şet, Çar, En, 8 — Fi, İlimad, 9 — Atlamaz, 10 — İrs, 6 — Ne Hatle, 7 — Uzandırmak, 8 — Ciğer, Ama, 9 — Faler, a gm em Ze. Abone ücretleri Türkiye © Ecnebi SENELİK O W 8 AYLIK 3 AYLIK 1 AYLIK Ea Posta ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketisr: Beneliği 3000, alu aylığı 1000, üç aylığı 1000 kuruştur... | Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul | göndermek lâzımdır. Recep 38 — Hirır 125 B. İmsak Güneş Öğle İzindi Akşam Yatsı R. 914 1086 Sa 9,14 1200 144 Va, 340 5301212 1540 1848 2007 LEYLÂ ie MECNUN 'Tefrika No, 64 Yazan: İskender Fahreddin Fıratı öldürmek isterken yakalanan deveci yalvarıyor- du: «Dahilek ya seydi, ben develere yem veriyorumb Zehranın devecisi böylece (Fıratın devesinin arkasına kadar sokulmuş- tu. (Fırat) kendisini ve arkadaşını götüren devenin önünde bir örtü Üzerine uzanmış yatıyordu. Deveci gündüzden hançerini siyah katrana sokup çıkarmıştı. Karanlık- ta hançeri kınından çektiği zaman parldamasın diye. Zehranın Devecisi (Fırat) ı öldür. mek için hançerin ucuna bir mikdar da yılan sehiri sürmüştü. Belki bir vuruşta Fırat'ı öldürmek kabil ol- maz endişesile hançerini zehire bula- yan deveci her tedbire başvurmuştu. Eğer yakalanmak tehlikesi beş gös- terirse, deveci, (Fırat) ın devesine atlayıp kaçmayı dahi düşünmüştü. Zira (Fırat) 1 taşıyan deve, çölün en iyi koşan hecinlerindendi. Karanlığı yarıp çıkacak olursa, deveciyi kim &le geçirebilirdi? Gökyüzünde yollara ışık salan bir tek yıldız yoktu. Deveciye tabini te yardım ediyor gibiydi. (Fırat) acaba son dakikalarını mı yaşıyordu? Cariyelerin yattığı yerden on adım geride iki gölgenin birbirine yaklaş- tığmı gören deveci derhal yere sindi. Bunlar, iki nöbetçinin gölgesiydi. Yavaş yavaş konuşuyorlardı: — Şu Taşbilek yaman adam vesse- — Yeni mi anladın? Ben onun kur- naz bir tilki olduğunu çoktan öğ- onun — Şimdi de (Fırat) a gözkoymus. Kaç gündür pervane gibi onun etra- fında dolaşıyor. — O her çiçeğin üstüne konmak istiyen arsız arılara benziyen .bir mahlüktur. Eceli yaklaşmış olmalı, — Reisten korkar mı sanıyorsun? — Elbette korkar. Hem de may- mun gibi, her zaman Urman'ın kar- şısmde yaltaklanır durur. — (Fırat) ona yüzveriyor mu? — Alay ettiğini gördüm amma, yüzverdiğini görmedim. — Urman, onun (Pirat) ın etra- fında dolaştığını imei bu İşin s0- nu nice olur, bilir misin! — Ne olursa olsun, elik inatçı bir adamdır. (Firat) a gözkoyduysa, onu ne yapıp yapar, kendine çekme- çalışır. — Fırat öteki kızlara benzemez ki.. icabında döğüşmesini bile bilir o. İki nöbetçi on adım geride yavaş yavaş konuşurken, (Fırat) ın devesi önünde birdenbire bir gürültü koptu. — Dahilek ya seydi! Ben develere yem veriyorum.. Bu, Zehranın devecisinin sesiydi. Taşbilek onu (Fırat) 1 vuracağı s- rada kolundan yakalamıştı. (Fırat) gürültüye uyanınca Taşbi- leğin sesini duydu. — Alçak köpek! Ben seni akşam- danberi takip ediyordum. Köstebek gibi yerleri kazarak devenin yanına kadar sokuldun, Benim burada sin- diğimi hesaba katmadın, değil mi? Nöbetçilerden biri derhal meşaleyi yâkarak 'Taşbileğin yanma koştu... 'Devecinin katranlı hançeri elinde du- Tuyordu. Nöbetçiler birbirlerine: — Gördün mü? diyorlardı, demin- denberi buralarda dolaşan bir gölge- den şüpheleniyordum Sana da söyle- miştim. İşte, nihayet meydana çıktı. Bunlar zaten ekmek yedikleri kabı kirletmekle meşhurdurlar. "Taşbilek, deveciyi sorguya çekmişti. — Cenbiyeni kınından neden çek- tin? — Bir yılan görmüştüm. onu vu- — Yılan ne tarafa gitti? Deveci şaşkın bir halde (Fırat) ım yüzüne bakıyordu: — Şu tarafa doğru akmıştı, seyid! (Fırat) deveciyi tanıdı: — Bu, Zehranın devecisidir. De- | mek ki dün gece göğsüme uzanan el, ba adamın eliyd1?i Fakat, o zaman vi a Gini Taya ne ceza verirdiniz? elindeki hançer çok parıldıyordu. Taşbilek güldü: — Fellâh aklı bu, Karanlıkta pa- rıldamasın diyâ katran sürmüş. Vak- tinde yetişip kolundan yakalamamış olsaydım, yılan diye göğsüne hançeri saplıyacaktı. (Fırat) birdenbire uyanmıştı. — Zehrayı ben Irak sarayındanberi tanırım... O, çok kıskanç bir kadın- dır. Bu deveciyi benim başıma © musallat etmiştir. Diyerek herifin üzerine atıldı” — Haydi, bize hakikati söyle: Se- ni buraya kim gönderdi? Kim teş vik etti? Taşbilek te Zehradan şüpheleni- yordu. — O, mücevherlerine güvenerek, herkesi avlayabilir.. Diyordu. Deveciyi söyletmek ve hakikati ko- layca öğrenmek için, yapılacak bir iş vardı: Deveciyi döğmek. Taşbilek eline bir sopa aldı: — Söyle bakalim işin iç yüzünü! Diyerek, deveciyi sopolamağa baş- ladı. Devecinin (Fırat) ı öldürmeğe gel- diğini anlıyan nöbetçiler de ateş püskürmeğe ve: — Şu melünu bize bırakın da ge- bertelim... Diye bağırmağa başlamışlardı. Gürültüyü duyanlar uyanıyor ve meşaleleri yakârak, kadınlar kafile- sinin etrafında toplanıyordu. Nihayet iş Urman'a da aksetmişti. Reis tatlı tatlı uyurken birdenbire gözlerini açtı ve başıucunda bekliyen sadık nöbetçilerine sordu: — Bu gürülü nedir? — Bir deveci, (Fırat) 1 öldürürken yakalanmış. söyletmek için onu dö- güyorlar, Urman, hiç beklemediği böyle bir haber karşısında birdenbire buz gibi donup kalmıştı. — Getirin şu melânu benim ya- Diye haykırdı. Deveciyi yakalayıp reisin yanına götürdüler. 'Taşbilek herkesten ünde hadiseyi reise anlattı; — Onu kaç gecedir takip ediyor. dum, dedi, dün gece hançerini! çek- mişken kaçtı. yaknlıynmadım. Fa- kai bu gece kaçamadı. Kolundan va- Kaladım.. hançeri elinde kaldı Ko- umu uzatmasaydım, (Fırat) 1 göğ- sünden vuracaktı. Urman hiddetlendi. Adamlarına: — Sopa... Diye bağırmasile, deveciyi döğme- ge başladılar, Arapların dayağa ve işkenceye ta- hammülleri yoktur, Beş on sopa yi yince, deveci bülbül gibi söylemeğe başladı: — Benim süçum yok, dedi, ben ço- Yuk çocuk sahibi bir fakirim. Beni iğfal eden Zehradır. Boynundaki in- elleri bana vadedince dayanamadım. Gözlerim kararmış, ne yâplığımı bil miyordum. Suçlu ben değilim, odur, Beni affediniz. Deveci, nöbelçilerin ayaklarının dibinde bağırarak yalvarıyordu Urman vaziyeti anlayınca, müste- rih oldu. — Kıskançlık insana her şey yap- tırır, dedi, fakat deveciyi affetmeğe gelmez. Onu 'affedersek, Zehra bir başkasını elde etmeğe kalkışır. Mü- cevhere ve paraya tama ederek (Fr rat) ın canına kıymak istiyen bu hainin hemen cezasını vermeliyiz. Deveciyi öldürmek üzere hurma ormanına doğru götürdüler, Ve (Fırat) o gece kadınlar kafile. sinden alınarak Urman'ın muhafızlar rın& teslim edildi. “ «Bu sarı akrebi meliyiz...» Ertesi sabah yola çıkmadan, UN man, ordunun ileri gelenlerini top- Jadı: — Siz benim yerimde olsanız, Zehe gebert- (Arkası var) mind m... ei