MEŞRUTİYETTE SARAY ve BABIALİ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur, 'Tefrika, No. 82 Meclise verilen istizah takriri - Hafi celsede hükümetin beyanatı Şayed Musa Kâzım efendi böy bir fe- lâketten dinen, vicdanen müteessir ol- mazsa âyandan olmak $ıfatile devlet hazinesinden yüz lira alıyor; bari bu nef'i mülâhaza ile bir parça intibaha gelsin! (1) Zenyin Muhtar paşadan parasız ho- ca Musa Kâzım efendiye vaki olan bu ihtarın garip son fıkrası üzerinde dur- mıyarak diyebiliriz ki halin vehame- tini gören İttihadclar Muhtar paşa Kabinesine müşkülât çıkarmaktan tevakki ediyorlardı. Hürriyet ve İtilâf cılar ise Kabinenin İttihadcılar hak- kında nisbetle mutedilâne bir siyaset | takip eylemesinden müşteki bulunu- yorlardı. Muhtar paşayı devirip yerine İttih dellara ei şiddetle hareket edecek olan Kâmil paşayı getirmek | üzere günlerini bekliyorlardı. Muhtar p abinesine karşı hiç de| müveddet besle yaddin bey | Abd Celâl | paşazade Emin bey vasıtasile Arnavut. luk ibtilâlinin müşevviklerinden olan Yakovalı Riza bey ile münasebette Yu- Tunuyordu; Emin bey nbul ile Üs- küp arasında mekik dokuyordu. (2) Bay Ahmed Bedevi hususi notların- da öiyor ki t ve İtilâf fırkası Muhtar paşa esini benimsemişti. Fakat müzahereti zahiri idi. İttihad ve Te- rakki ile mücadele etmiş olanlar İtti- hade memurların iş başında bırakıl- masından müşteki bulunuyorlardı. Muhalefet reisleri hep İstanbula gel- mişlerdi. Siyasi cereyan karışıktı. Sabahadı bey ile teşriki mesai et- miş olan dostlari Kuruçeşmede dağ üs- tündeki köşkte toplanarak İttihad ve Terakki ricali hakkında tedbir ittiha- zını kararlaştırmışlardı. Fakat Nâzım paşa bu gibi teşebbüslere artık lüzum kalır bir takım lüzumsuz en- dişelerle hükümeti hazıraya müşkülâ! ikaından ietinap edilmesini beyan ile bu teşebbüsü akim bıraktırmıştı. (İttihadı anasır Hürriyet ve İtilâf fırkasının düsturülameli idi. Ancak İt- tihad ve Terakki yıkıldıktan sonra muayyen bir fikrin tervicine çalışmak bilüzum sayılıyordu. Hürriyet ve İtilâf bir komite değil, bir fırka idi. Fakat İttihad ve Terak- kiye muğber herkesi içine &lıyordu. Müessisleri arasında bile ahenk yok- tu. Rüesa arasında geçimsizlik vardı. Badık bey fırka reisi sıfatile kendisini her karar ve hükmün fevkinde görü- yordu. Melâmiler şeyhi 'Terlikçi Salih efen- | di gibi bir tarikat şeyhinin, veya Zey- | nelabidin efendi gibi bir hocanın, ya- hud Kayserili Şaban ağa -Mısırda öl. müştür- gibi alaylı bir mütekaidin tel kinlerile koca imparatorluğun mukad. deratına hâkim olmaği tasavvur edi. yor, diğer liderleri incitiyordu. Fır. kanın resmi mühürünü, mührü Süleyman gibi boynunda taşıyor ve böyle gayeler etrafında sulistimal edi- yordu. Bu yüzden birçokları fırkadan ayrıl- dılar. Riza Tevfik, Riza Nur, Lütfi Fik.| ri, Mahir Said, Mithat paşa torunu Ke- mal Mithat, Hüseyin Siret gibi münev. verler fhrka ile (3) münasebetlerini kestiler, Gömülcüneli İsmail, Damad Salih paşa, hoca Sabri efendi gibiler kendi muhitlerinde söz sahibi birer kutup oldular. Sabahaddin bey ve dostları bu tezebzübe seyirci kalıyorlardı. Hürri. yet ve İtilâfın programı kendilerine pek uymuyordu. Bu fırkadan aynlan- lar Sabahaddin bey tarafını takviye ediyorlardı.) İttihad ve Terakki Kabinesinin İska. ta isyan ele başılarına büyük bir nü fuz ve itibar kazandırmıştı; isyan dal. resi birdenbire genişlemişti. | İsyan reisleri vazifesini yapmak İs- teyen bir Türk zabitini resmen astılar! Hükümetin isyanı teskin edemey şi hariçte fena aksiler uy: Bir gün Bulgaristanın Paris el manlı elçisine: — Osmanlı devletinin basit ve kuv- vetsiz-bir isyanı tenkil ve tedip edeme. mesi tahmin edilemiyen bir takım fe- Mâketlere mebde olabilir) dığını İhtarında bulunmuştu. Meclisin feshi için tazyik edilen İ hükümet Arnavud metalibinin icrası- na teşebbüs ettiğini göstermek ve eh- Mkıyame iltihak eden taburlarla Ar- navudlara nasihat etmek üzere müşir İbrahim paşayı bir heyetle Arnavutlu- ğa gönderdi. Manastır firarileringen ilk günlerde yapılar takibat üzerine yakalanan ve divanıharbe verilmek üzere İstanbula gönderilen mülâzim Hamza ve İsmail efendiler serbes bi- rakılmışlardı, bu iki zabit şimdi mec- isi mebusana kadar girmeğe kendile- rinde cüret buluyorlardı. Mecliste bu- | Vunan askeri kıta talim ve terbiye ve- silesile riyasetin malümat ve muvafa- katı olmadan kaldırılmıştı. Halâskâran grupunun zorbalığına | karşı protesto makamında olarak dört yüzden fazla zabit (Hüriyetlebediye) tepesinde 31 Mart şehidlerinin mezar- ları başında toplanmış, firari zabitle- rin isyana iştirak edenlerin, kanuna | | dır. Zamanımızın muharriri, rağmen hâlâ siyasetle iştigal eden za- bitlerin cezalandırılmalarını istemiş- lerdi. Ancak bu da siyasete kârışma- nın diğer bir şekli değil miydi? İşin böyle devamı çok tehlikeli bir nifak, hattâ bir dahili harp hareketi tevlid edebilirdi. (4) Artık mebusan meclisindeki İttihad ve Terakki ekseriyeti de varlığını his- settirmek istiyordu. Ağustosun dördüncü günü arala- rında Edirne mebusu Talât beyle İs- tanbul mebusu Halaçyan efendinin de bulunduğu sekiz mebus meclis riyase- tine hükümetten bir istizah takriri verdiler. Bu takrirde şu noktalar beyan edilmişti: | (Halâskâr zabitan grupu nami al tında bazı zabitler nizamnameler ve beyânnameler tertip, bunları matbuat | İle neşre cüret eyledikleri halde bu- güne kadar haklarında Kanuni bir muamele icrası şöyle dursun, bilâkis Kabine teşkili gecesi bu grupa men- subiyetlerinde asla şüphe caiz olmuyan| zabitler, Nazım paşa tarafından Babı. âliye celb ve orada İt'âm sonra karakollara tevzi edi (Halâskâr zabitan grupu) mühürile meclisi tehdid ve tahkir yollu yazılmış varakayı relsimizin evine bırakan za- bit hakkında meclis huzurunda veri. len teminata rağmen elân kanuni bir muamele yapılmamış, bilâkis bu bap- ta vazifelerini ifa edenler ledilmiş yahud azillerine teşebbüs olunmuştur Ötedenber! meb mec lunan aske a unu esasiye muhalif olarak meclis riyasetinir muvafakatı alınmadan ve talim ve ter biyeden mahrum Kaldığı bahanesile değiştirilmesine teşebbüs olunmuştur. Polis müdürü umumiliği vekâletine tayin olunan zabit tarafından gece meclise gönderilen polisler marifetile Halâskâr zabitan gtupu zabitlerinden bir takımı meclis idare heyetinin ma- lümat ve muvafakatı olmadan meclis dahiline alınmışlardır. Manastırdan kaçtıktan sonra yaka- lanıp mahfuzen İstanbula gönderilen zabitlerin güâzetelerle vaki olan tebii. ğe rağmen ötede, beride, hattâ meclis dahilinde gezmelerine müsaade edil. miştir, Bunlar ya cebir ve tazyik veya sinde bu- | iltizam ve himaye altında cereyan et- miş müessif vaknlardır. Bu cihetlerin hemen Harbiye Nezaretinden İstizahı- ni teklif ederiz.) Meclisi feshe bir türlü çare bula- miyan hükümet meclisin böyle ciddi. | yetle harekete geçmek istediğini gö- rünce feshi için yeni intihap edilen me- busların eski meclisin içtima devresi- | Bi ikmal) ile mükellef olduğu hakkında âyandan bir tefsir istemek tedbirine müracaat etti, (Arkası var) (0) B. Bedri: kırmızı kitap ) Şehbenderzade Hilmi; Zamanın siyaha boyadığı Muhalefetin (9) Rıza Nur beyin Hürriyet ve İtilâfa dair risalesinden anlaşıldığına göre yal- niz Sadık beyle. (4) Fikir Hareketleri mecmuasında bay Hüseyin Cahid Yalçınn Meşrutiyet Ha- taraları. mmm AKŞAM Sohbet (Baştarafı 3 üncü sahifede) Yeniler, eserlerindeki bu uzunluk, dağınıklık ile, sanatin esas şartların. dan biri sayılan vahdet'e isyan etmiş mi oluyorlar? Zannetmiyorum; bilâkis ben bu hâllerinde, şimdiye kadar bü- yük klassiklerde dabi tesadüf edilme- miş bir vahdet endişesi bulunduğuna | kaniğim. Klassiklerde vahdet, bir ese- re malısustur, Meselâ Racine'in bir tragediası, bir evvelkinin devamı değil- dir; ondan ayrı bir şeydir, Şair Andro- mağgue'ı, Britannicus'ü. yazmış, onlar- da söyliyeceklerini söylemiş, sonra bi- rakıp başka bir şeye geçmiştir. Hal- buki zamanımızın muhavrirleri için vahdet, bundan ibaret değildir. Her yeni eser, evvelkilerin devamıdır: onu tashih eder, ikmal eder. Başka bir ta- birle söyliyelim: yeni edebiyatta mev- zuğ vahdeti yoktur, muharrir eyvel- den seçtiği tarza sadık kalmaz, hikâ- ye arasına tenkid parçaları, tarih ka- rıştırır, bütün sınırları aşar; fakat bu- na mukabil, kendini tamamile söyle. mek, zamanı hakkında şehadet etmek istiyen mubharririn kendi vahdeti var- sadece bir ferdi, hususi bir ihtirası tasvir et- mekle kalmak istemez: bütün mese. leleri, davaları, ihtirasları ile hayatı göstermek ister, Racine'in bir tragediası, bir hendese davasının halli gibi zekâyı tatmin eder; mücerred bir mefhum hâlindeki insanı tasvire çalışır. Halbuki zamanımızın eserlerinde yaşıyan bir insanın, | yaşıyan insanlardan, onların hayi nın hiç bir safhasını unutmaksızın, | bahsetmek istediğini görüyoruz. Yeni eserlerde hayat vahdeti, yani hayatı tamamile göstermek arzusu vardır. Klassiklere hayranız, fevkalâde şekil. ler yaratmışlardır; fakat zamanımız eserlerinin, bazan bütün kusurlarına rağmen, klassiklerinkinden üstün bir endişeden doğduğunu da itiraf etmeli- yiz. Yeni sanatin daha mütekâmll, da- ha terakki etmiş bir insanın eseri ol- duğu muhakkaktır, kabul etmiyenlerin buna güleceklerini bilirim ama o da umurumda değil.) Yakub Kadri, yeni sanat hakkında Kadro'da çıkan bir yazısının sonuna şöyle bir cümle ilâve etmişti ( o mec- mua şimdi elimin altında olmadığı için hatırımda kaldığı gibi zikrediyo- rum): «Bunlar Avrupa sanatine git düşüncelerdir.. Bu sözde gizli çok derin bir hüzün vardı, Ben de, bu söylediklerimin bizim edebiyatımızla alâkası olmadığını düşündükçe öyle | bir hüzün duyuyorum. Nurullah ATAÇ Uludağda yeni tesisat Bir rasad istasyon binası ya- pılmasına karar verildi Bürsa (Akşam) — Bir müddetten- beri Uludağda bulunan vali B, Refik Koraltan, Uludağda yapılması düşü- nülen yeni tesisat hakkında, Dahiliye Vekâleti İmar bürosundan gelen'mü- hendis B, Mitatlâ birlikte teâkiklerde bulunmuştur. B. Mitat, tedkiklerinin neticesini bir rapor ve proje ile bildi- recektir. Uludağda bu mevsimde bitirilmek üzere yeni bir Tasad istasyonu binası yapılmasına karar verilmiştir. Bina- nın tahsisalı gelir gelmez hemen işe başlanacaktır. Halkevi tarafından idare edilen resim kursu müdayimlerin den on beş kişilik bir kafile, iki hafta kadar kalarak dağ ve köy hayatına ait re- simler yapmak üzere (Kirazlı yay- Ja) da kampa çıkmışlardır. İş bulmak için Uzun, uzun düşünmeğe hacet yok! «Akşamsâ bir KÜÇÜK İLÂN vermek kâfidir. Tefrika No, 30 Yazan: İskender Fahreddin Can mektubunun sonunda: Seni bir dakika düşünmesem yaşayamam Leylâl,, diyordu Hatice: — Öyleyse mektubu oku bakalım. Neler yazıyor! Dedi. Fakat, Hatice bu işde bir hile sezdiğini söylemekten hâlâ kendini alamıyordu. Leylâ mektubu okumağa başladı: «Yıkık kalede seninle sözleşmiştik. Buna rüğmen gene sözünde durmâ- dın... Ömerle evlendiğini duydum. o hâin de beni dağda bulduğu ve be- nimle görüştüğü halde, bana senin- le evlendiğini söylemedi. Bu haberi şehirde duydum. Ve duyduğum gün- denberi Yıkık kale civarına adım at- mıyorum. Sizde âdet bu mudur, böyle olur mu yârlık? Hani ey zalim, bizimle ahdü peyman ettiğin? Sana bu mektubu yazmak için üç gün düşündüm. Elim bir türlü kaleme varmıyor, fakat gönlüm şitemlerini dökmek için vesile arıyordu. Nihayet şu satırları yazmağa başladım, Terki mihrettin, tariki zulmü tuttun Aâkibet, unuttun âkibet, Ahidler, peymaneler etmiştin Seni başkasının kolları arasında tasavvur ettiğim zaman kulağımda bir sesin çınaldığını duyuyorum. Bu ses, senin seşindir. Hani bana (Yi- kık kale) de mehtabı ve gökteki yıl dırları işhad ederek: «Bizim nikâhi- mız gökte kıyıldı. Şahidlerimiz melekler. dir. Ve yıldızlar misafirlerimizdir.» demiştin. Şimdi bu kadar şahidin hu- zuruna hangi yüzle çıkabiliyorsun? (Terakki fikrini | Yoksa utancından, gece olunca oda- nım pencerelerini kapayıp karanlık- lar içinde vicdan azabı çekerek mi yaşıyorsun? Namını gadrinle şimdi pek yaman ad eyledin. #öden dönüp ağyanmi şad eyledin. Verdiğin Ben, ağyârin silem ve istihzaların- dan kurtulmak için kaçacak, sığına- cak arıyorum, (Yıkık kale) be- en güzel, en sessiz bir inziva idi. Orayı terk edişim de senin hatıralarını unutmak, onlarla meşgul olmamak içindi. Artık her şey bir masal oldu. Bütün hatıralar arkada kaldı. Ne yazık Bu satırları yazarken; bir an için seni de düşünüyorum. Bana bu ka- dar bağlanmış, beni candan sevmiş bir kız nasıl olur da birdenbire ken- dini bir et külçesi halinde, Ömer gi- bi kayalardan daha sert ve duygu- suz bir adamın kollarına atar, diyo- rum. Bunu düşündükçe kafatasımın zonkladığını duyuyorum. Bir yandanda sana hak veriyo- rum... Babanın . zulüm ve tazyikini düşünüyorum. Kimbilir Ömere söz verirken, ne kadar sarsılmış, vicdan azabı içinde kıvranmışsındır! Ömer gerçek kabileniz arasında akınları, cesareti İle tanınmış bir yiğittir. Bir onu bir de beni görenler, hiç şüphe yok ki seni ona lâyık görürler. Fa. kat, benim kalbimi ve sevgimin de- rinliğini ancak sen bilirsin, Leylâ! Ziyanı yok... Kiminle evelnirsen ev- len, kimin ağuşuna atılırsan atıl. Verdiğin sözü unutma! İstersen bin yâr tut. Fakat, başka huy tutma! Kocanın yüzüne baktığın zaman, onun simasında beni gör... Beni gör- meğe çalış! Bak! Bu mektubumda sana sade- ce sitemlerimden obahsedecektim. Senden hiç bir şey İstemiyecektim. gene: «Beni unutma!» demek istiyen yalvarışlarımIa kendi kabımdan - is- temiyerek - dışarıya çıktım. Ne zara- n var... Senden hakikati gizliyecek değilim ya. Sen benim hayat kay- nağımsın! Sen olmasan, seni bir da- kika düşünmesem yaşayabilir miyim, Leylâ?» Leylâ bu mektubu ağlıyarak, hıç- kırarak okuyordu. — Alçak Ömer... Beni aldatmış... Elindeki mektubu yüzüne ve güs- lerine sürdü: — İşte bu mektupta onun koku- sunu duyuyorum. Karşıma onun ha» yali dikildi. Artık inandım ki, ben ne zaman ölürsem, Can da 0 zaman ölecek. Beni bin kocaya verseler, hi yum değişmez. Ben yalnız onu, her zaman onu seveceğim. O nasl her zaman beni düşünüyorsa, ben de her dakika onusdüşünüyor, onun hayali, onun. hatırâlarile yaşıyorum. Selâm oğlu Ömer beni nasıl mesud edebilir ki, sert ve cansız kayalardan ses al dığım halde, onun kalbinde ufak bir hareket bile görmüyorum. Ben bir insanı bırakıp, duygusuz, cansız bir kayanın koynuna girebilir miyim? Hatice mektubu dinleyince: — Şimdi'ben de inandım Can be- yin yaşadığına, diyerek Leylâyı te selliye başladı. Leylâ biraz sükünet bulduktan sonra, Can beyin yaşadığını ve Öme- rin kendisini'âldattığını Hatice ile babasına. bildirdi Şeyh Mehdi, Haticeyi dinlerken: — Ben onun sağ olduğunu sizden önce haber almıştım. Dedi. Hatice mektu ml olduğunu da Leylânın babi anlatmaktan çekinmedi — Leylâyı: ondan hi Kuvvet ayıramaz, Onlar birbirlerini bizim birbirimizi “sevmemiz gibi sevmiyor- lar. Onların sövgisinde kudsiyet var, seyid! Bu sevgiye hürmet edelim. Can beyin heyali Leylânn gözü önünde dolaşırken, o, Ömer gibi duy- gusuz bir adama zevce olamaz. Şeyh Mehdi birdenbire hiddetlendiz — Yezid! - diye bağırdı. - Onu sen de kışkırtıyorsun galiba! Leylâ eski- den (Can) a bu derece düşkünlük göstermezdi. Onun ateşini körükli- yen sen misin? Yoksa senden baş- ka - benimi bilmediğim - biri mi var? Hatice sükünetle cevâp verdi: — Leylâ çocuk değildir, seyid! Ben ona ber zâman bu işten, bu sonsuz sevgiden vâzgeçmesini söyliyenlerden biriyim. Fakat Leylâ, artık gözleri kör ve kulakları sağır bir insandan farksızdır. - Senin öğüdlerini de dinlemiyor mu? — Hayır. Kimsenin sözü kulağına girmiyor. Ve gözü kimseyi görmüyor. Mehdi bü konuşma arasında Ha- ticeye sordu: Can beyin mektubunu Leylâya kim getirmiş? Hatice birdenbire sarardı Urlu bir adam getirmiş di- yorlar, — Ya eline veren kim? Hatice bir yalan uydur bur oldu: ağa meğ — Mektubu. bir kuşun ağzına ver mişler, Leylâ. bahçeda havuz bâşıme. da oturuken,.bir ya m tüm ne atarak Ki. — O halde bahçedeki bütün kuş“ ları YYOFAŞMMCAĞIK: Zaviyemdeki yor, demek?! Hatice o gün şeyhin elinden güç- | lükle kurtulmuştu. üçüncü kısım Can beyin babası Bağdad önlerinde Âsiler Bağdndda başkaldırarak ha- Menin memurlarını kesmeğe başlar mışlardı. Haccac Şamda hasta ok duğundan, yerine halifenin değerli |) © kumandanlarından Elharis'i gön mişti. Halifenin kuvvetli orduları Hindis. tan yolunda, Türkistanda ve Endi lüste bulunmuyordu. Haccac, Elharise gönderdiği mektupta: