Yaşamağa bayılır. Bunun için parası- nı har vurup harman ,savuruyordu. Arkadaşımın aşağı yukarı on, on bir son derece korkardı. Lâkin «Huy ca- nın altındadır» «Can çıkmayınca huy çıkmaz» derler, Burhah'da Ayşeden fena halde korktuğu halde gene ya- pacağını yapar, bin bir maceranın be» “Mini kıvırır, bir sürüsdolaplar çevirerek istediği gibi eğlence we sefahat peşin- de koşardı. * Bir gün Burhana Haydarpaşada ras geldim. Canım ona biraz takılmak, kendisile alay etmek istedi. Yanına yaklaştım: — Ne o Burhan? Gene ne dolaplar çeviriyorsun bakalım? Gayel masum bir tavırla: — Artık dolap filân çevirdiğim yok birader... İstanbuldan epeyce uzakta bir çiflik aldım, Onunla meşgulüm. Çiflik hayatı hakikaten çok güzel şey... | ç Arkadaşımın ziraatten, çiflik haya- ,otından katiyen birşey anlamadığını bildiğim için bu sözüne pek şaşmış- tım. Ona inanmadım: — Haydi canım sen de... dedim. — Vallahi bir çiflik aldım... Hem de gayet büyük bir çiflik... Sık sık gidip çifliğimle meşgul oluyorum. Şimdi bu benim en büyük eğlencem, en bü- yük zevkim... Şimdi bile oraya gidiyo- rum. Bir iki gün İstanbulda yokum... Dudağımı büktüm: — Haydi hayırlısı!.., aştım. Artık Burhanın çiftliği bütün ar- kadaşşları arasında pek meşhur ol. müuştu, Ona ne zaman raslasâk ya: — Çiflikten geliyorum!... derdi ya- hud da: — Çifliğe gidiyorum... Cevabını ve- rirdi. Ben Burhanın beraber yaşadığı ka- dını, Ayşeyi de tanırdım. O da Burha- nın eski eğlence hayatından elini ete» ğini çekip çiflik işlerile meşgul olması- nı büyük bir memnüniyetle karşılı yordu. Burhana bazen soruyorduk: — Eee... Eğlence âlemlerinden ne haber? O dudağını büküyor: — Vallahi bilmem ki... diyordu. Biz artık çifçi olduk. Öyle işlerle meşgul Olacak vaktimiz yok ki... Bir gece İstanbula yeni gelen bazı dans arlistlerini görmek'için bara git- miştim. Şöyle bir baktım Köşedeki masada bizim Burhan... Yanında uzun boylu, esmer, düz saçlı bir genç kadın. Bu kadını tanıyacaktım. Biraz daha dikkatli bakınca onun kim olduğunu hemen anladım, Genç kadının ismi Leylâ idi. Bizim köyde oturuyordu. Hak- kında bir sürü dedikodu yapılan genç, güzel bir duldu. Köyde, Leylâ ile he- men hemen karşı karşıya oturuyorduk. Demek Burhan bizim genç dul kom- şunun da fikrini çelmişti. O gece ben barda çok kalmadım. « Birkaç varyete humarası seyrettikten diyerek uzak- izmirde Kızılay fakirlere kumaş dağıttı sonra çıktım..Bir otomobile atlıyarak döndüm. sabah yatağımdan kalkmış, balkonda sigaramı, kahvemi içiyor. dum. Bir aralık karşıdaki Leylânın köşkünün kapısı açıldı. Dışarıya kim çıksa beğenirsiniz? Burhan... Ben bal- kondan Burhanı çağırmağa hazırlar nıyordum, Lâkin onun garip garip et- rafına bakınması hayretima dokun- du. Burhan benim evimle, Leylânın köş- kü arasındaki viraneye gelince eğildi. Yerden bir avuç toprak aldı. Sonra san- ki üstüne başına levanta sürüyormuş gibi bü toprakları elbisesinin her tara» fına buladı. Bir dakikada arkadaşım toz toprak içinde kalmıştı. Ben onun yaptıklarına hayretler içinde bakıyordum. Burhan üstünü başını toprakladıktan sonra gene yer- den bir tutam toz aldı, Bunu da şap- kasının üzerine, şapka okurdelâsının arasına serpti. Pırıl pırıl boyalı iskar- pinleri ile bir toz kümesinin içine ka- dar yürüdü. Tozlar arasında tepinme- ğe başladı. Biraz evvel boyadan pırıldıyan iskar- pinleri şimdi tamamile toz toprak için- de idi. Artık meraktan çıldıracaktım. Balkondan seslendim: — Burhani... O suç üstüne yakalanmış bir hırsız telâşile başını kaldırdı. Etrafına ba- kındı. Balkonda beni görünce fena hal-| de bozuldu. Ona gülerek: — Gel de biraz oturalım... Sana ka- | Piyı açayım... dedim. Aşağıya indim. Kapiyı açlım. Bur- hanın haline kahkahalarla gülmemek | için kendimi! zor zaptediyordum: | — Ne o? Böyle toz toprak içinde çit.) likten mi geliyorsun? Canım çifliğin | yolu da buradan epey uzak değil mi? | Arkadaşım benim herşeyi anladığı- mu farketmişti, İşi pişkinliğe vurmak- tan başka çare bulamadı. Biraz sonra balkonda bana işin iç yüzünü anlatı- yordu: — Birader bizim Ayşenin ne kadar sinirli bir kadın olduğunu bilirsin. Ba- | Da göz açtırmıyor. Halbuki ben de eğ. lenceye, zevke bayılırım. Son zaman. | larda elime büyük bir parada geçti. Biraz serbes kalmak, boş vakıt bulabil. mek için düşündüm. Taşındım. Niha- | yet bir çiflik satın aldım. Haftada bir iki defa İstanbuldan epeyce uzakta | olan bu çifliğe gidiyorum diye evden çıkıyorum. İstediğim gibi eğleniyorum. Sonra üstümü başıma toz toprağa bu- | luyorum. Doğru Balıkpazarına gidiyo- | rum. Buradan biraz tereyağ, peynir | filân satın alıyorum. Sanki bunları çif. likten getiriyormuşum gibi bir otomo- bile yükliyerek eve dönüyorum. İşte bizim çiflik hikâyesinin iç yüzü, Evvelki gün de gene evden «çifliğe gi- diyorum!» diye izin aldım. İşte çiflik. ten henüz bugün dönmek nasip oldu. |! Aman ben artık kaçayım. Daha Balık- pazarına uğrayıp peynirle, yağ alaca- Bim. Evden çıkarken Ayşe siki sıkı: — Çiflikten gelirken peynirle yağ getirmeği unutma... diye tenbih etmiş. ti. Bana müsaade kardeşim... Sakın bu sırrımı kimseye söyleme ha.., Hikmet Feridun Es mühim mikdarda elbiselik kumaş dağıtmış, fakirleri sevindirmiştir. Yuka- rıdaki resim, Kızılay İzmir merkezinde yapılan kumaş tevziatını gösteriyor, i | pu i a 183 Kos 10 Ew. , A.Ç. Ine m. 15i99 Kos 10 Kw. VAP, 3iföm, MES Kos. 20 Kw. 1230: Program. 125: 'Tür müziği - 13: Memleket saat ayarı, ajans ve mete- otolopi haberleri, 13,15: Müzik (karışık program - PL). 1345 - 14 Konuşma (Ka- dın sasi - Ev hayatına sid). 1130: İnkilâp tarihi dersleri - Halke- vinden naklen. 1340: Program. 1836: Müzik (Virtdozlar - Pi). 19: Konuşma (Türkiye postası). 10,13 Türk müziği (Fa- sil heyeti) Tahsin Karakuş ve arkadaşları, Bafiye Tokayın iştirakile, 20: Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri. 10,15: Türk müziği, çalanlar: Veeihe, Ru- şen Kam, Cevdet Kozan, Reşat Erer. Oku- yucular: Necmi Riza Ahıskan, Semahat Özdenses, | - Hüzzam peşrevi. 2 « Dede- nin - Hüszam yürük semaisi - Rehi aş- kında, $ - Salâhaddin Ahmedin - Segâh şarkı - Zevk olur giryelerim. 4 - Kanun taksimi - Vecihe. 6 - Tatyosun - Hüzzam şarki - Suyi Kâğıdhanede. 6 - Hacı Arif beyin - Segâh şarkı - Olmaz ilâç sinel satparome. 7 - Şevki beyin - Hicaz şarkı - Affeyle suçum ey güliter. $ - Salkhaddin Pınarın - Hicaz şarkı - Kalmadı bende ne arzu. 9 - Karcığar şarkı - Bilmem ki sefa neşe bu ömrün. 10 - Leminin - Kar- cığar şarkı - Çeşmanı o mehveşin elâdır. 31: Konuşma, 21,15 Esham, tahviât, kam- biyo - nukut ve &iraat borsası (flat). 2125: Neşeli piâklar - R. 2130: Müzik (Radyo orkestram - şef: Prastorlus): 1 - Giovanni Paeselio - Ji Barblere di seviglin operasından uvertür. 2 - Michael Hayân - Senfoni do majör, Op. 1. Nr. 3. İ 3) Allerro öplrtitoso, b) Rondo, un poco adağlo, 6) Final, Fugnto, Vivaca assal 3 - Luigi Boccherini - Senfonla la majör, A) Allegro mami, b) Minuetto - Trio, ©) Andante, ç) Pinale, Allegro ma non troppo | presto, 4 - K. Afferberg - Barok sülü, op. 23, a) Antrata, b) Sarabanda, ©) Gavatto, ç) Pastorale e yagliarda, d) Sicilinr, ©) Giga, 2220: Müzik (Oda müziği - PO). 23: Müzik (Cazband - Pİ). 2385 - 4: Son ajans haberleri ve yarınki program. BULMACAMIZ 1 — Bilginler ocağı 3 — Rakı içilen küçük bardak, 3 — Ziya - Kalın kereste. 4 — Kıyafelsiz. 5 — Yaydan fırlayan - Mükemmel - Gümüş, 6 — Kapısız küçük dolap, 7 — Su cedveli - Aksi. 8 — Bir erkek ismi - Şarkilerdün hü- kümetinin merkezi, 9 — Yaş - Bir harfin okunuşu. 1) — Ok - Oksijen mürekkebati, Yukandan aşağı: 1 — Bal imalâthanesi, — Çorba yemeğe mahsus âlet - Ala- turka musizide bir makam. 3 — Yaşta değil başta olan - Mezru. 4 — İhtimam - Marangozun başı, 5 — Yama « Romanyalı. $ — Bayanların yüz boyasi, 7 — Başına «D, gelirse çehre Olur - 'Eylemek. $ — Tersi gönderilmiş demektir. 9 — Bir renk - Rüşvet alan, 10 — Pus - Dayanncak yer. Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — İstilo, Laf, 2 — Hainane,Sa,3 — Dingil, Tat, 4 — Kinaye, 5 — Sual, Rarah, 6 — El, Tenmül, 7 — Düçe, Ataş, 8 — Edirne, Ake, 9 — Nama, Mazot, 10 — TURAKINA TARİHİ Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ Baykal babasının sözünü hatırladı : ROMAN Tefrika, No. 128 “Acaba beynimin içine girmek isteyen kurt sen misin?,, Artık ormanda ve yaylada iki ar- kadaş gibi dolaşıyorlardı, Samo, bir gün yolun kenarından geçen bir atlı gördü, yola indi. Atlı. ya nereden geldiğini sordu ve Kara kuruma gittiğini öğrenince: — Karakurumda saray muhafızla- rı arasında Sinvur adlı bir yiğit var- dır. Ona bir mektup yazsam, götü- rür müsün? Dedi. Yolcu: — Para verirsen, götürürüm. Diye cevab verdi. Samo, mintanının kolundan bir düğme koparıp: — Param yok amma, dedi, bu in- ciyi satarsan para oder, Ve mektubu yazarak yolcuya verdi. Bu, Karakurumlu değildi. O hava» liye yabancı bir adamdı. Samoyu ta- nımiyordu. Ayrılacağı sırada; — Sen, büyük bir adama benziyor- sun! Kim olduğunu anlâyamazmi- yım? Deyince, Samo cevab verdi: — Beni tanımanı istemem. Mektu- bu yerine verirsen, bu iyiliğinin kar- şılığını ileride görürsün! — Ben göreciğimi gördüm, asla- nım. Bu düğme beni zengin yapa- bilirdi. Yolcu yoluna devam etti. Baykal, Samo döner dönmez kölu- na baktı. düğmesinin birini göre medi; — O adama mi verdin kolundaki düğmeyi? Samo yâlan söylemeğe mecbur oldu: — Evet. Ona verdim. Çünkü o, be- nim akrabamdı. Paraya ihtiyacı var- miş. — Bir düğme kaç para eder? — Onu satarsa bir âvuç baliş alır. Baykal hayretle düğmelere bak- mağa abşladı. Samonun sırtındaki gömleğin göğ- sünde de yirmiden fazla düğme var- dı. Bunların hepsi nohud tanesi bü- yüklüğünde incilerle yapılmıştı. Baykal: — Demek bu düğmeler çok değerli | şeyler, öyle mi? Diye söyleniyordu, Samo göğsündeki düğmelerden iki. sini «Karakurum bülbülüs no yet- mişti, Bir tane daha kopardı, Bayka- la uzattı: — Bunu bir mücevher Alıcıya Sa tarsan, elli koyun daha satın alabi- lirsin! — Ne diyorsun, elli koyun mu? Bu ufacık şey, bana o kadar servet ge- tirebilir mi? Samo güldü: — Karakurumdaki inci tecirleri- nin hepsi zengindir. Ben şimdeye ka- dar alıp satmadım. Belki de daha çok mal alabilirsin! Şimdilik sakla koynunda. Günün birinde paraya ih- tiyacın olursa, Karakuruma iner satarsın! Baykal o gün ilk defa Samodan şüpheleniyordu. Vücudünde bu ka- dar değerli bir gömleği bulunan böy- le bir kahraman, ne zamana kadar dağların koynunda yaşayabilirdi? Baykal, sevgi nedir, ihtiras nedir, bilmiyordu. İçinde kendisinin de an- luyamadığı bir ateş vardı. Her daki- ka Samoyu görmek, daima onunla beraber bulunmak, daima onunla ko- nuşmak, onun sesini duymak İsti. yordu. Acaba sevgi denilen şey bu mu idi? Baykala babası, küçükken; «— Büyüdüğün zaman, beynine bir kurt girer ve seni kemirmeğe baş- larsa, onu tirnaklarınla söküp at. ve melün kurdun kalbine girmesi. ns meydan verme!» demişti. O za- man Baykal, babasına sormuş: «— Kalbime girerse, ns olur?» Babası ona şu cevabı vermişti; «— O zaman, küçücük bir kurda yenilmiş olursun!? Baykal, o güne kadar dağlarda kendini korumuştur — Ne beynime, nede yüreğime ne hayvanlara, ne de insanlara ye- nilmemişti. O gün Baykalın içine düşen şüp- he, onu, saafler geçtikçe üzüyor ve düşündürüyordu. Yarın kış gelirse, bu kadar tanın- mış bir kahramanı, küçücük bir ço- ban kulübesinde nasıl barındırı- caktı? Ya günün birinde Samo, dağdan çekilip giderse?... İşte, Baykal, o gün bunu düşüne- bilmişti. İçine düşen üzüntü de bu düşünceden doğuyordu. Samo, genç çoban kızının üzüntü- sünü sezmişti: — Üzülme, Baykal! - diyerek omu- zunu okşadı - yolum düştükçe, seni arayacağım. — Hemen gidecek misin?... — Hayır... Bir kaç gün daha bu- radayım. Kimbilir, belki de bütün yazı burada geçiririm. — Benden memnun kslmadın mu, Samo? Sana fazla yiyecek bulamadı. ğım için mi buradan kaçmak isti yorsun. Hele biraz bekle... Şu karşı- ki yabani armut ağaçları, meyvalarını vermeğe başlıyacak. Ozaman sâna töre yemiş Le ikram edeceğim. — Üzülme dedim ya. Benim yemi- şe ihtiyacım yok, Bön, bir kurdum... Sen, bir kuzusun! Kurtla kuzu bun- dan fazla dostluk yapamazlar. Baykal, kurt sözünü duyunca, ba- basının sözlerini halırladı, — Acaba, beynimin içine girmek is- tiyen kurt, sen misin? Ve şaşkın şaşkın Samonun yüzüne baktıktan sonra, birdenbire güldü: — Beni affet, Samo! Çocukluğum- da babam bana bir şeyler söylemişti de. Sen kurltan bahsederken baba- mın Sözlerini hatırladım. Sonra yavaş yavaş Samoya o hikâ- yeyi anlattı: amın söylemek istediği kurt, bugüne kadar semtime üğra- madı. Eğer buraya uğrarsa. onu. beynimin içine girmeden boğacağım. Dedi. Samo bu sözlerden o kadar hoşlandı ki... Bir ağacın dibine otu- rarak uzun uzun, hem de kahkaha- laria gülmekten kendini alamadı. — Sen, çok temiz yürekli bir kız- sın, Baykal! O kurt, insanın kalbinş ve kafasına öyle gizli yollardan gi- rer ki... Sen onu, ancak, kalbine ve beynine girdikten sonra fark edebi- Ursin! O, yenilmez, melüön bir kurt- tur. Tanrı esirgesin bizi ondan... * ” Bir dağ bekçisinin anlattıkları.. Samo, dört gözle-Sinvuru bekli- yordu. Aradan üç gün geçmişti. Karaku- rumden hâlâ gelen giden yoktu. Bu sırada Karakurumdan geçen ve Samoyu tanımıyan yolculardan biri, Samoya şöyle bir haber vermiştiz — Turakina, şehir içinde Samoyu | aralıyor, Samo merakla sordu: — Ne yapacakmış onu? — Hapsettirecekmiş... — Sebebini anlamadın mı? — Herkesin ağzında dolaşan lâfla- ra bakılırsa, Samo, «Karakurum bül- bülü Aysu yu öldürmüş. İmparato- riçe, Samoyu cezalandıracakmış. Samo bunu duyunca, yolcunun yakasını bırakmadı; — Ne diyorsun, Aysu ölmüş mü? — Evet. Samo başmı koparmış onun. — Yanlışlık olmasın?... Ğ — Bayır. Aysunun kesik başını sarayın kapısında üç gün teşhir etti. | ler. Ben de gördüm gözümle, i Samonun tüyleri ürperdi. İ — Zavallı Aysu. Onu dolapla Sa. modan ayırdılar demek! ğ Yolcu yoluna gittikten sonra, Sa- | mo düşünmeğe başladı. Karakurum» | da neler dönüyordu? Turakinaya, Samo hakkında kim- bilir neler söylemişlerdi. Acaba bu dolapları Karakurumda | kim çeviriyordu? ! (Arkası var)