i — Abdülhamidin devletler arasındaki rekabetten Sadrazam Kâmil z — Zatı şahanenliğ misafirperverliği hakikaten birâderanedir. Bana müved- desin son haddini iyorlar. Padi- şahınız hükümdar! biribirleri hak- kında kullandıkları «biraderim» hita- bina asıl hakiki mânasını vermekte- dir! demiş. Sözü Türk askerine haklederek: Bu askerlerle herşey yapılabilir! 'Takdirini sarfeylemişti. Teşrinisaninin altıncı günü İstan- buldan ayrılacağı and prens Bismârs ka çektiği bir telgrafta: (Zatı şahane tieher mezhepten halkın her sınıfı bana “sempatilerini izhar eylemekte huğu$l bir itina sar. #eylemişlerdir.) Dediği gibi Çanakkaleden yazdığı diğer bir telgrafla da: (Hakkımda misafirperverliğin en âlicenabane derecesini gösteren padi. şah İstanbulda band rüyada, cennette yaşar gibi vakıt geğirtii). Diyerek Osmanlı payıtahtından ne derece memnuniyet hislerile ayrıldı. ğını bildirdi. ğ Ancak Radoviç Ümiğlerinde Yıldız- dak! vehham hükümdarın hal ve mize ciri hesaba katmaytıştı. İmparator ikinci Vilhelm ikinci Ab- dülhkamide ettiği ittifak teklifinde na zikâne bir redde uğramıştı! Amma za- rar yoktu İmparator Wilhelm Abdülhamid ile tahriri bir ittifakın temin edebilece- ği evaidi, kendi hesabına hiç bir bağ- lantasız, fillen elde etmeğe, Yakın Şarkta şahsi bir siyaset takip eyleme- ğe karar vermişti. O bu siyaseti bizzat sevk ve idare edecekti. Memleketi dahilinde o kadar kudret sahibi olan ve son derece nazik davranmağı bilen Osmanlı hükümda- rının ber halükârde dostu olacaktı ol Radoviç bu siyasette imparatorun istediği gibi körü körüne muti bir âle- ti olamadığı için yerine'inhina kabili yeti daha ziyade olan prens Râdolin gönderildi, fakat Radolin dahi impa- ratorun aradığı evsafı haiz di. Onu da Baron dö Saurma istihlâf etti. (1894) ii Baurma büyük bir servete malik de- gildi; debdebesi, dârâtı yoktu; Ber- inden aldığı emirleri harfi harfine ic- Taya koymak suretile imparatorun şahsi siyasetinin tam bir mümessili oldu. v O kadar ki elçilerin dkdettikleri iç- timalarda kendisinin otoritesi kuvvet- li olmadığını ve Berlinden sormadık- ça bir karar veremiyeceğini müsirren söylemekten çekinmezdi; mesul-edil- mekten korkardı. Berlin onun bu hat- tı hareketinden memnundu. Saurma zamanında sefaret baş ter- cümanı Baron dö Testa büyük ehem- miyet kazandı. Testa aslen Şarklı idi; Şarkı çok iyi tanır, adam kullanma. sını bilirdi, Hususi vasıtaları vardı. Bu vasılalar her zaman en çabuk ve doğrudan doğruya işlöyen kısımdan değillerdi; fakat en eminlerdendi. Testa kendine göre bir siyeset sis- temi bulmuştu. Berlin Kabinesinin hangi meselede nereye varmak istedi- giri, bu hususta günü gününe neler düşündüğünü mükemmelen bilir ve bu bilgisinden istifade yolunda her cüre- ti gösterirdi. Mensup. olduğu hükü. | met tarafından tekzip edilen bir ter. cüman bir elçi gibi kaybolmuş, hattâ haysiyeti zail olmuş bir memur sayı- Jamazdı ki! O da gayrimesul bir elçi gibi hareket ederdi! Baron dö Saurma yazmaktan hoşla- nırdı; Baron dö Testa ise çok ve iyi Söylerdi, Sözleri Babıâlide ve sarayda bir elçi sözü gibi tesir ederdi. Abdülhamid saltanatının siyaseten en parlak devri 1885 ten 1894 senesine kadar sürer, Almanya imparatorunun dostluğu bu devrin ikinci yarısında en kıymetli bir ziynettir! Bu senelerde Alman ciçilerinin mü. SARAY ve BABIÂLİNİN İç YÜZÜ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur diyeler, nişanlar devridir! Bu esnada İstanbulu ziyaret eden ecnebilerden pek çoğu Yıldızın, hünkârdan gör- dükleri iltifat ve ikramın medh ve se- nasında bulunuyorlardı. Abdülhamid de her yaldızlı cümleye altınlar, nişan- Tarla mukabele ediyordu. Bir taraftan da bu hal onun istib- dad kuvvetini arttırıyordu. Halkta kal. mış hürriyet zerreleri ortadan kalkı- yordu! Babıâli Yıldız sarayının hiz- metkârı haline giriyordu; hele Kâmil paşanın sedaretinden sonra! Artık Abdülhamid yeryüzünde Al- lahın gölgesi sne gölge!- tebaasının en bayırhah bir baba gibi hükümdarı sa- yılıyordu! Gazeteler onun nam ve şa- nını alabildiğine tebell ediyorlardı! Bu parlak devir Ermeni vokayii ile kapandı. 1895.96 vakaları Alman diplomasi. sinin hesaplarını biraz şaşırttı. oMüs- lihane fütuhatas sekte ârız olacak gi- bi göründü. Almanya bu meselede ikinci plânda ve İngiltere ile Rusyanın çarpışması- na seyirci vaziyetinde kalmağı tercih etli. Ermeni meselelerinde seri bir mü- dahaleye taraftar olan İngiltereye kar. şı Rusya hiç aceleye lüzum görmüyor, devletleri Abdülhamidin ıslahat vaid- lerine yardıma davet ediyordu. (1898) | Fakat Rusyanın bu tarz bir siyaseti takip etmesi vakti gelince kendi he- sâbına harekete geçmek için bir ma- nevra addediliyordu. Abdülhamid bütün garp âleminde mahküm olmuştu, Girid işi de ortalığı karıştırıyordu. Kızıl sultanın iskatı sözleri deveran eyliyor, hattâ Osmanlı devletinin 2e- vali pek uzak görülmüyordu. Fakat böyle olmadı; Abdülhamid bu girive. den kurtuldu. Avrupa konserinde bozuk nokta bü- Yunduğunu sezmiş, ve bu konserin an- küm edeceğini anlamıştı. Konserin hissettiği zaafından istifade etmeği umuyordu. 4 Almanya imparatoru kendisinin | | Jones - Geşo operetinden potpuri, & - 1639 m. o 183 Ken 120 Ew. T.A.G. 1974 m. 15155 Kes 20 Kw. T.A. P, 3170m. 9463 Kes 20 Kw. TÜRKİYE SAATİLE 1230: Program, 1235: Türk müziği -Pl, 19: Memleket sant ayarı, ajans, eteoro- loji haberleri, 19,15 - 14: Müzik (Karışık program - PL), 1830: Program, 1835: Müzik - (Şen oda müziği: İbrahim Özgür ve Aleş Böcek- ieri), 19: Konuşma, 1915: Türk müziği (Fasıl heyeti) Celâi Tokses ve arkadaş- ları, 20: Ajans, meteoroloji baberleri, 7i- rast borsası (flat), 20,15: Türk müziği: Çulanlar: Vevihe, Fahire Versin, Refik | Persan, Kemal Niyszi Seyhun. Okuyan- lar: Müzeyyen Senar, Mabmud Karın- daş. 1 Kürdili hicazkr peşrev, 2 - Bup- hi Ziyanın - Kürdili hicazkür şarkı - Bah- genizde bülbül olsam, 3 - Osman Niha- dın - Kürdili hicazkâr şarkı - Akşam gü- neşi kalkmalı, 4 - Boğosun - Kürdili hi- cazkâr şarkı - Güller açmış, 5 - Arif be- yin - Kürdili hieaakâr şarkı - Bir hâlet ile süzdü yine, 6 - Akşam olur güneş gi- der, 7 - Refik Porsanın - Hüseyni şar- kısı - Sabah güneş doğarken, 8 - Refik Fersanın - Hüseyni şarkı - Gözlerimden gitmiyor yanaklarının lı, 9 - Refik Fer #anın - Hüseyni şarkı - Ay doğar sini sini sevmişim birisini, 10 - Türkü - Sarardım ben sarardım, 11 - Saz semaisi, 21: Mem- leket saat ayarı, 21: Konuşma, 21,15: Es- ham, tahviât, kambiyo - nukud borsası (fiat), 2125: Neşeli pliklar, 2120: Mü- zik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın) i » Wulter - Dans eden kuklalar (Foks- trot), 2 - Niemann - Zenei dansı, 3 - Chopin - Nokturne, 5 - Leopold - Yeni dünyanın eski şarkıları, 6 - Lineke - Eğlenceli marş, 7 - Pachernegg - Viyana- nin cazibesi, 2230: Müzik Soli ve lis- der - Pİ), 23: Müzik (Casband - Pl), 2045 - 24: Son ajans haberleri ve yarın- ki program. 1950 - 20,0: Bethoven kenteti — Bar «hassülhas dostuz değil miydi? Bu dost Orkestra Konserine elbette ona bu sıkıntılı günlerinde bir vefa eseri göslerecekti! Bu sırada Al. man diplomasisi fevkalâde ihtiyat ile hareket ediyordu; ümidlerinin bağlı bulunduğu Yıldız tepesinden gözlerini ayırmıyordu. Avrupa konseri her devletin Boğaz- içinde ikinci birer istasyoner bulun- durması hakkını cebir ve tazyik ile is- tihsal eylediği zaman Almanya bu mü- saadeden istifade etmek istemedi; Ab- dülhamidin sarayına karşı fazla birkaç top bulundurmak tehdidinden ictinap etti. 1896 da İstanbul kıtalinden son- rs Rusya siyasetinde Osmanlı devle- ti aleyhine bir tebeddül müşahede edil. di. Fakat Abdülhamid artık kendisini Vilhelm Yıldızdaki dostuna fotoğrafi- sini göndermişti! Vakıâ İstanbuldaki elçilerin kıtale nihayet verilmesi için kıtalin üçüncü günü (Yıldız köşkünde ikinci Abdül. hamid han hazretlerine hitabile Bü- yükdereden çektikleri açık telgrafa AL manya elçisi Baron dö Saurma dahi Imzasını koymuş ve kıtalin nasıl ce- TURA > TARİHİ Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ “ KINA ROMAN Tefrika No. 77 Samo yolda giderken, Cengizin ölümünü hatırladı... Ölüm, onur, demirleri eriten bileklerini nasıl yenmişti? Dedi, sofranın başından kalktı. Henüz yemeğini bile tamamlamamış- tı. Hem yemek yiyorlar, hem konuşu- yorlardı. Çutsay, Samoyu zorla alıkoymak istemedi, — Samonun dediği doğrudur... Gitsin. Dedi. Samo salondan çıktı, Fakat, zabitler hep birden bağrıştılar: — Bizim gizli bir sözümüz yok. Onun aleyhinde hiç birimiz söz söy- lemiş değiliz. Söyliyenler, yabancı- lardır. Aramızda ise bir tek yabancı yoktur. Hepimiz, Cengizin yasasına boyun eğmiş erleriz. Çin isyanını bastıracak ordunun başında mutla- ka kahraman Samo bulunmalıdır. Yüzüne karşı söylediğimiz gibi, arka- sından da ayni şeyleri söylemeğe mecburuz. Samonun Çine ayak bas- tığı gün, Çinliler, toprak altında ya- şayan haşerat gibi, derhal kılıçları- nı kınlarna sokup sineceklerdir. Çinliler, Samodan korktukları kadar hiç kimseden yılmazlar. Turâkina bu neticeden memnundu. Fatma hâlâ: — İmparatoriçem, bu zabitler ya- lan söylüyorlar. Sizi de, veziri de al- datıyorlar. Diye söyleniyordu. K Çutsay, bu neticeyi aldıktan sonra: — O halde, Çine gidecek ordu bir haftaya kadar, Samonun komutanlı- ği altında yola çıkacaktır. Dedi. Ziyalele nihayet verildi. Zabitler dağılırken: — Yaşumanın -Samodan ayrılışına sevindik, diyorlardı, şimdi Şi - Tingin güzel kızı bakalım hangimize nasib olacak? Yaşumanın Karakurumdaki âşık- ları birer vesile ile Rusyaya gitmek istiyorlardı. » Samo, Çin yolunda... Fatma, Samonun Çine gitmemesi için çok çalıştı, muvaffak olamadı. Fatma, Samoyu sevdiğini kimseye söylemiyordu. Nasıl söyliyebilirdi ki, Fatmanın yaşı Samodan geçkindi. Güzel de değildi. Gençliğinde epeyce canlar yakmış, fakat yaşı ilerleyince yüzü- nü çil basmış, çirkinleşmişti. Fat- manın bir meziyeti vardı; Güzel ko- nuşurdu. Sesi de sözü kadar dinle nirdi. Samo güzel ses âşıkıydı. Fat- ma bunu bildiği için: — Onu'elime geçirsem, ne yapıp yapar avucumun içine alırım, Diyordu. Ordu o gün yola çıkıyordu. Karakurumda müthiş bir heyecan ve kalabalık vardı. Herkes beyaz at üstünde giden Samoyu görmek isti- yordu. Hiç bir kahraman, ordusunun başında bu kadar gösterişli, bu ka- dar yakışıklı değildi. Samo yeni elbise yaptırmış, beline imparatoriçenin hediye ettiği kılıcı ve püsküllü Kemerini takmıştı. Yol lar iki taraflı insan kümelerile çev- Genç kadınlar, eğer Samo Tüyorlardı. Kahramanların bastığı toprağı - uğurlu diye - avuç avuç alıp evlerine götürürler, mukaddes bir şey gibi yıllarca saklarlardı. zünü görmek ve onun sesinden bü- tün imparatorluk halkının sesini ve heyecanını duymak mümkündü. Samo, Cengizin yasasını dünyanın dört köşesine yaymak istiyen mili bir kahramandı. Turakina onu » Çin- den sonra - garbe gönderecek ve Ay- Tupalıların birbirlerile sık sık birleş- melerine sebeb olan haçlarını onun elile yere vurup parçalatacaktı. Moğol imparatoriçesi: «— Prens Batu'nun yanında So- butay gibi bir kahraman akıncı var- ken, Samoya el uzatmak istemez. Far kat, o, Samoyu benim kadar tani saydı, şimdiye kadar Avrupada ne Macaristan kalırdı, ne Polonya, haf- tâ ne de Almanya. Samo, Cengizin yasasını ve bütün Moğol türelerini oralara çoktan yaymış, onların taht- larını çoktan yere vurup devirmiş- tils diyordu. Sama şehirden çıkarken, atının bastığı yere. bir tutam kesik saç düş- tü. Samo atının dizginlerini çekerek durdu. Bir evin taraçasından genç bir kadın bağırıyordu: — Kocam, senin maiyetinde, bu büyük ve şerefli ordu ile Çine gidi- yor. Saçlarım çıkıncaya kadar, Çin- den muzaffer olarak döneceğinizi umuyorum, şanlı kahramanlar! Yo- Tunuz açık olsun... Samo, yanındaki askerin kargısını aldı. Yere uzatarak, kesik saç deme- tini aldı. Üç tuğlu bir sancağın üs- tüne taktı ve taraçadan haykıran kadına döndü: — Çinden, muzaffer olarak döne- ceğime şimdi inandım. Bu erleri dp ğuran analar ve onların fedakâr kız- ları, geçtiğimiz yolları gözyaşlarile sularken, Ulu Tanrının bizi düşmana ezdirmiyeceğine bizim -gibi siz de inanımız! Samo bu en imansız insanları bile harekete getiren heyecanlı sahne karşısında söyliyecek başka söz bular madı, Atırı sürdü. Yanındaki aske- rine dönd: — Bu kadının kocasını tanıyor musun? — Evet... Arkamızdan gelen üçün- cü bölüktedir. — İlk konak yerinde o adamı be- nim yanıma getir... Bir kere göre yim. — Çok temiz yürekli bir adamdır. Fakat, karısı kadar cesur değildir. Ordu lierledi. Karakurum dağla- rının eteklerinde gözden kayboldu. * “ Saçlarını Samonun önüne atan kadın kimdir? (Karataşlık) yerinde konakladı lar. Sekiz saat yol yürümüşlerdi. O geceyi (Karataşlık) ta geçire ceklerdi. Samonun çadırını çarçabuk kur dular. Burada Cengiz hanın bir çok hatıraları vardı. Samo o zaman çok genç bir askerdi... Cengizin malye- tinde cesâret ve atılganlıklarile göze girmişti, Burası, büyük orman ağzında, gö- niş bir yaylanın iki çevresi yüksek kara taşlarla çevrilmiş en güzel bir konak yeri idi. Cengiz han burada bir gece orman haydudlarının bâskir nına uğramıştı. Cengizin çadırınm önündeki nöbetçiler arasında o zâ- man Samo da vardı. Bu haydudlar, vaktile Cengizin ordusundan dağla- ra çıkan Tatar, Tacigot, Uygur ka- çaklarıydı. Yılan gibi yerlerde sürünerek her yere girebilen bu adamlar vurucu. Tukta da tanınmışlardı, Gece karan- ağında, yaylada konaklıyan on bin kişilik bir ordunun içine bir kasırga gibi dalmışlar, önüne geleni kılıçtan geçirmeğe başlamışlardı. Haydudların maksadı Cengiz hanı öldürmek ve orduyu bozup Karaku- ruma yürümekti. (Arkası var) , ği