<< nusani 1959 —— Leblebiciler arasında Leblebiciler kıyafetlerini asrın gidişine uyduracaklar En az kırtasiye tahsisatı leblebiciler cemiyetindedir İstanbulda ne kadar leblebici var? Harice gönderilen leblebiler- khiebicdkie staj devresi - Ne Mae ? Sağda leblebi kavrulurken, solda leblebici muharririmize leblebicilik hakkında izahat veriyor Dünyanın en küçük teşekkülü mu- | İstanbulda 400 leblebici var hâakkak ki, Leblebiciler cemiyetidir.! 203 âzası, 280 Iira varldatı vardır. Çi- rakliar senede 100 kuruş aldat, 75 ku- ruş harç, ustalar da 250 kuruş aidat, 75 kuruş harç verirler. Bu 203 âzanın yarısı şehirde ve işi- nin başındadır, Diğer yarısı köylerde- dir. Onlar İstanbula gelirler, İstanbul. dakiler köylerine giderler. Böylece her sene nöbet tutmak sayesinde memle- ket hasreti çekmezler. Zaten bu has- rete dayanamıyan İnsanların başın- da her halde leblebiciler gelir, Bu küçücük teşekkül, pek cüzi ge lirinden esnafa yardım da yapar. 280 liralık varidatın 10 Jira 40 kuruşu es- rafa yardıma, 36 lirası Esnaf hasta- nesine ayrılmıştır. Mütebaki pranın da 10 lirası kırtasiye, 5 lirası muhabere, | 5 lirası müteferrik masraf, 180 lirası memur, 360 Tirası milli bayramlar > n ciler cemiyetinin kasasın da 28 lira da ihtiyat akçesi bulunur. İ 203 âzadan yarısı köylerde bulun- duğuna göre, İstanbulda daimi suret- te 100 kadar leblebici olduğu anlaşılı- yor. Filhakika cemiyet kayıdlarıma gö- re vaziyet böyle ise de kaçak olarak, cüzdansız çalışan 120 kadar leblebici esnafı vardır, Bunların hemen hepsi, sokaklarda arasıra rasladığımız, hey- belerile leblebi satan seyyar esnaflır. Ustaları tarafından sıkıştırılmalarına rağmen, bunlar henüz cemiyetlerin- den uzak kalmakta israr ediyorlar. Bu kaçak esnafla İstanbuldaki leble- bici adedi 400 kadardır. Bunların ya- ısı seyyar esnaf, diğer yarısı da dü- kânlarda çalışanlardır, İstanbulda topu topu 45 İeblebici | dükkânı vardır. Bunların ekserisi Be- | yazıt ve Tophanededir, Diğerleri de Ci- bali, Balat, Vefa, Eyüp, Şehremini, | Aksaray ve Karagümrük gibi şehrin ! muhtelif semtlerine birer ikişer dük- kân olark dağılmışlardır. Leblebicilerin yüzde dosan dokuzu | Çankırılıdır. Böylece hep hemşeri olan leblebiciler biribirlerini çok sever ve sayar; düşkünlerine yardımdan kat- iyen çekinmezler. Leblebiciler neler anlatıyor? Son iki sne zarfında esnaf işlerinde birçok yenilikler meydana getirerek esnaf arasında «Boba> ünvanını ka- zanan Esnaf müdürü B. Kâzım Yorul- mazdan eski bir leblebici adresi iste- dim ve onun delâleti, Cemiyetin tav- syesile Vefada Jeblebiri Ali Avdan ustanın dükkânına gittim. Ali usta dükkânda yoktu, Ocak bâ- şında memleketinin havalarından bi- rini mırıldanarak leblebi kavuran genç çırağa, beni duyabilmesi için, seslen- dim: Ali usta ne zaman gelir? — Yakındır, Nerede var, nerede yok, gelir, Dükkânın bir köşesinde leblebi şe- kerlerini istif eden kalfanın yanına sokuldum. Konuşmağa başladık: (Devamı 11 nci sahifede) Amerikada casusluk Hollivudda bir artist tevkif Genç ve güzel artisi edildi son sistem Amerikan tayyarelerindeki esrarı Moni çalışmış Nevyorktan yazılıyor: Genç sinema artistlerinden biri Amerika aleyhine casusluk yapmak töhmetile tevkif edil. miştir. Bu haber Holliyutta ve bütün Amerikada derin bir alâka uyandır- miştir, Casusluk töhmetile tevkif edilen ar- tist, güzelliği ve şuhluğu ile nazarı dikati celbeden Cin Roymer'dir. Ame- rika zabıtasının tahkikatına göre, Cin Roymer Birleşik Amerikanın bil- hassa Kaliforniya sahillerindeki kuvvet- leri ve müdafaa tertibatı hakkında is- tediği malâmatı toplıyabilmek için güzelliğinden ve cazibesinden istifade etmiştir. Cin Röymer'in ecnebi bir casus şe- bekesi tarafından öğrenmeğe memur edildiği şeyler, son sistem Amerikan tayyarelerindeki esrar idi, Artist, bu malümatı toplıyabilmek için Amerika tayyare fabrikatörlerin- | den birinin oğluna metres olmuştur. Artiste çıldırasıya âşık olan fabrika- törün oğlu, metresinin tayyareciliğe gösterdiği alâka ve merakın gayesini bilmiyerek, babasının fabrikasında Amerika hükümetinin emrile inşa edilmekte olan son sistem bombardı- man tayyarelerinin esrarım, en İnce teterrüatına kadar ona göstermiştir. Cin Roymer, âşığının bu halinden çok istifade etmiş, Amerika harp tay- yarelerindeki bütün esrarı öğrenmiş te hesabına çalıştığı ecnebi devlete satmıştır. Casus kadın, dostundan öğ- rendiği askeri esrarı, ecnebi casus şe- bekesine teslim etmeğe vakit bulama- dığını iddia etmiş ise de, Amerika za- bıtası güzel casusun bu sözlerine ina” namamakta ve mesuliyetini hafiflet- meğe matuf uydurma bir söz olarak telâkki etmektedir. Güzel çcasusun tevkifi, çok dramatik bir şekilde olmuştur. Casusları takibe memur olan G. M. N. teşkilâtına men- sup polisler, sabaha kadar Cin Roy- mer'i adım adım takip etmişler ve ye- bi dostu yüksek devlet memurların- dan Cakson'un evine girdiğini gör- müşlerdir. Polisler, bir müddet dışarı- da bekledikten sonra Caksonun evi- nin kapısını çalmışlar ve kapı açılır açılmaz derhal içeriye girince, yıldızı yatakta yarı çıplak bir halde bulmuş- lardır. Cin, polislerin geldiğini görün- ce, yatağından fırlıyarak kendisini | pencereden atınak istemiş, fakat dos- tu Cakson kendisini belinden yaka- lıyarak pencereden aşağıya düşmesi- ne mani olmuştur. Amerika polisleri derhal artistin güzel ellerine kelepçe- leri takmışlar ve kendisini polis müdiş riyetine götürmüşlerdir. pen OR Cin Roymer Yapılan tahkikatta, Cakson'un bu casuslukta medhali olmadığı anlaşıl- | mıştır. Amerika zabıtası güzel yıldı: i zın suç ortaklarını aramaktadır, Bu rezalet, Hollivut sinemacılık mabafi- Binde büyük dedikodulara sebep ol- maktadır. Aydında bir bataklık kurutuluyor İzmir (Akşam) — Aydın civarında Azmak bataklığı denilen büyük bir bataklık vardır. Kış mevsiminde 12000 hektarlık arazi sular altında kalır, bü- yük bir bataklık halinde etrafındaki köylere büyük zararlar verir. Bu bataklığın inharı sagire kanununa tevfikan mükellefiyet usulile kurvtul. ması için teşebbüslerde bulunulmuş- sa da muvaffakıyet temin edilememiş, Nafıa Vekâletinin emrile kurutma pro- jesi, Aydın sular idaresi tarafından İ hazırlanmış ve 35,000 lira müteahhide verilmiştir. Müteahhid tarafından bü- yük ekskovatör makinelerile bugün. lerde kurutma ameliyesine başhyacak- tır. Açılacak büyük bir kanalla hatak- hk suları Büyük Menderese akıtılnca 12000 hektarlık pamuk ekim sahası meydana çıkacak ve bu arazi, toprak- siz köylüye dağıtılacaktır. i İzmir Halkevi köycüler İ kolunun seyahati İzmir (Aksam) — İzmir Halkevi Köycüler kolu, sık sık köylere seya- hatler tertip etmekte, köylünün muh- telif ihtiyaç ve derdlerile yakından alâkadar olmakta, onların hastaları- nı tedavi etmektedir. Yukarıdaki re- simde Halkevi diştabibinin bir köylü kızm çürük dişini çıkanşı görülüyor. (CAkşam)ın edebi romanı YAPRAK AŞISI BURHAN CAHID İstasyona gelirken hazin hazin et- rafına bakınıyor. — Parise daha doymadın mı, de. dim. İçinden geçenleri hissedişim onu daima sersemletiyor. Maksadımı anla- mıştı. - Ben Parisi senin içini istemiştim, dedi. İnzivadan, sükünetten usanmış lar için Paris en hareketli bir yerdi. Memnun kalmadığını bana daha ev- velden söyleseydin. Güldüm: — Memnun olmadığımı sen daha evvel hissetmiş olsaydın. — Arzularını reddettiğimi hatırla- miyorum. Pariste bir kadını alâkadar edecek şeyler olduğunu zannediyor. dum. Parise geldiğimiz gibi gene akşamın geç saatinde, ortalık kararmış, Paris- ten ayrılıyoruz. İçim o kadar sevinç dolu ki artık her tarafı neşeli, renkli görüyorum ve bu hisler içinde onu da affediyorum. Paris, Paris mesud çiftleri aldatan Paris... Seni bir daha görmek istemi- 'Tefrika No. 30 yorum. Başdöndürücü kokuların, iç gıcıklayıcı eğlencelerinle oavlıyacak, zehirliyecek ve tüketecek çok biçare- ler bulacağın da şüphem yok. Ben sa- na bir daha görüşmemek üzere veda ediyorum. * Bir gece Montreux'de kaldıktan sonra sabah trenile Coux'ya çıktık. Doktorlar ancak bin metre yüksekte- ki otellerde oturabileceğimizi söyle- mişti, Burası 900 ile 1000 arası. Brikaç güzel otel var. Manzarası hepsinden daha hoşumuza giden Re- gina'ya yerleştik. Yemyeşil çam Or- manları ve daha yükseklerde sivri te. peleri bembeyaz görünen Alplar. Aşa- ğıda Leman gölü. Gök bizim Boğaziçinin mayıs ayın- daki berrak maviliğini hatırlatıyor. Dağ başındayız. Fakat hayat içinde- yiz. Otel daha ziyade Amerikalı ve İn- giliz seyyahlarla dolu... Dağ havası al mak ihtiyacı duyanların Arz üzerin. de buradan daha rahat bir yer bula- caklarımı zannetmiyorum. Necmi beye bir sükünet geldi. Az konuşuyor, Çok düşünüyor. Pa- risin Monmartr âlemlerinden birden- bire İsviçre dağlarına çıkmanın ver- diği sersemlik ve yahud şaşkınlık ola- cak. Parisin kendisini de hırpaladığı- nın farkında değil, Gözlerinin o siyah kadife parlaklığı kalmadı. Yüzünde gözümden kaçmıyan çizgiler belirdi, Hayata eski istekli bağlanışı kalma- miş gibi, Otel çok konförlü. Dağ başı olması- nâ rağmen birinci sınıf bir Paris ote- linden daha lüks. İki gün içinde değişiverdim. Asabi- ma sükünet geldi, midem düzeldi. Ar. tık yemek için salona inebileceğim. Otelden çok memnun kaldım. Ge niş yemek salonunda yeşil yapraklar arasında bir masamız var. Küvvetli bir müzik en sevdiğim parçaları çalı- yor. Bu musikiye ne kadar hasret çe- kiyordum. Paris barlarının hoppa ha- vaniyenlerinden o kadar usanmıştım hd! Otel misafirleri de ağır başlı ecne- biler. Burası bana biraz Menton'u hatırlattı, Orası daha sade, daha mü- tevazı idi. Orada âsha serbes yaşamak! kabildi. Burada insan etrafına baka- rak daha derli toplu olmak mecbu- riyetini hissediyor. Buranın havasında bir İngiliz ko- Kusu var, Daha doğrusu temiz İsviç- reliletin hayatile ağır başlı İngilizle- rin süküneti ve asaleti biribirine ka- rışmış. Lâübalilik yok. Parisin civık kahkahaları, Nisin bol tebessümleri yok. Düz, berrak ve sükünet içinde bir hayat... “e Artık sıhhatim düzeldi. Kendimi çok iyi hissediyorum. Bir- kaç gündür otel etrafındaki çamlık- larda gezinliler yapıyoruz. Burada günün her saatinde man. zara değişiyor. Dokuzyüz metre aşa- fnda göl bir havuz gibi, ve karşı dağ- ların beyaz karlı tepelerin güneşin hel devrinde başka renkler, akisler ve göl- geler içinde bazen billür gibi parlıyor, Bazen Ehram gibi yükseliyor. Havada insana ferahlık ve rahatlık veren bir ardıç kokusu var. Dağlar arasındaki ince yollar insana mev'ud bir cennete bağlanmış sevgi ve emni- yet izleri gibi görünüyor. Hiç değişmi- ye bir hava, mavi gök ve yeşil çam- olim arasında haftanın muayyen günlerinde eğlenceler yapılıyor. Fakat bu eğlenceler Parisin çılgınlıkları de- ği. Buraya gelen yabancılar dünya- nın belki en temiz yürekli mahlükla. rı... Kadınları birer melâike... “.. Pariste kaybettiğim sıhhatimi der. hal kazandım. Hayatım intizama gir- di, Neşemi tekrar buldum. Necmi bey biraz durgun. Bu sükü- net onun Pariste altüst olan sinirle. rini yatıştıramadı. Akşamları yemeğe indiğimiz zaman onun yeni ve ente. resan misafirler arar gibi salonu ted- kik eden gözlerinde gârip bir hoşnut- suzluk seziyorum. İştihası yok. Emi- nim ki tekrar Parise dönmeyi teklif et- sem tehalükle kabul edecek, Ben onun arzularına Pariste bir dereceye kadar mükavemet ettim. Bakalım o ne 22- man isyan edecek? #s. Bir değişiklik olsun diye iki gün için Montreux'ye indik. Burası İsviç- renin belki en kibar yeri. Pek çok er- nebi var, Aydınlık gecelere tesadüf eden bu inişimizde göl bir şiir gibiy- di. Her akşam ve her gece sandalla dolaştık. Akşamları dağiara çarparak göle akseden güneş parçaları öyle renkler ve gölgeler yaratıyor ki tabia- tın bu nefis tablolarını seyrederken insan ruhu bir ibadetin vecdine dalı- yor. Kurşuni dağlarla yeşil suları kay- naştıran bu tablolara hayran olma- mak kabil değil. Hangi Kopenhag işi süs tabaklarında görülen ve şimal ta- biatının renklerini ifade eden resimler vardır. Onları hatırlıyorum, Necmi bey de memnun. Montreux palasta güzel bir müzik war. Terasta tabiatın eserlerini seyre. derken pek sevdiğim Şopenin noclurn- lerini dinliyoruz. (Arkası var) —— aza