EZE ŞA 14 Kânunuevvel 1938 Artırma ve yerli mallar haftası münasebetile Ziraat Vekili B. Kurdoğlunun şayanı dikkat bir konferansı “Büyük davası için milli ve tabii bütün şartlara malik olan Türkiye mutlaka dünyanın en refahlı, en ileri örnek memleketi olacaktır,, Ankara 13 — Ziraat Vekili Manisa mebusu B. Faik Kurdoğlu yerli mal- | Jar ve artırma haftası münasebetile bu | akşam radyoda bir konferans vermiş» b tir. Ziraat Vekili bu şayanı dikkat konferansa ayni kelimelerin muhte. | 5 M£ dillerde aldıkları muhtelif mana- ları anlatmakla başladıktan şonra demiştir ki: İçinde bulunduğumuz hafta dola. yısile bu kelimelerin teknik anlamla. Tını iyice tesbit etmekliğ'mizin bu hâ- reketin kudreti, manası, inkişafı ba kımından favdası vardır. «Tasarruf» kalimesinin hizde kön- vansiyonel manasi «economuser» keli. mesinin tamamen yaukalili olarak sarfı mümkün bir şeyin sarfedilme- mesidir. «Arttırma; süphesiz «Tasar. Tuf» kelimesinden “ol daha “yildir. Çünkü bu kelimede, & ne olduğu gibi, ihtiyacı tazyik manası yoktur. Fransızların «epargne», Almanların «sparen» İngilizlerin “e Amerikalıla- rın «Saving» kelimelerile ifade ettik- leri hareket bugünkü manası İse, yal- nız arttırmak değil, ayni zamanda, ve derhal müsmir memleket işlerine ve ya bu işler için bir bankaya yatırmak. tar. Ben, fikirlerimi daha kolay ifade edebilmek için, tasarruf kelimesini büsbütün atarak, artırma kelimesini, bu haftanın hedefi olan hareketin İlk adımını, işletme kelimesini ise, gaye- #ini ifade için kullanacağım. Ziraat Vekili bundan sonra 19 un. cu asırdanberi kaydedilen artırma ve işletme hareketlerini etraflı bir suret te tetkik ederek demiştir ki: Bugün, artırma ve işletme, milletle- rin ileri ve rasyonel hayatlarının z0- Türi bir icabı ve nâzımı olarak tarif ve tavsif edilmektedir. Devletlerin, kendi garantileri altın. da posta şubelbrince idare edilmek Üzere tesis ettikleri artırma ve işletme sandıkları, artırmayı teşvik için vü. cuda getirdikleri artırma vesikası sis- temi, senede muayyen had dahilinde hesaba malik olacaklara bahşedilen bazı vergilerden tenzilât usulü, Ame. rikada tatbik edilmede olan İ, O, M. yani (Kendi kendime borçluyum) baş- Yağı ile açtırılmış banka hesapları ve ya yine Amerikada tatbik edilmekte olan ve kendi tabirlerile «bir paket şeker alma gibi» biriktirilmek istenen miktarda bir meblâğı bir bankada hesabına kaydettirerek muntazam taksitlerle ödeyip hak etmek Şekille. ri... Hep bu mülühazanın neticeleri- dir. Zirrat Vekili B. Faik Kurdoğlu Osmanlı imparatorluğunda | Şimdi 19 uncu asırda, uyanık mem. leketlerde bu hareketlerin yürüdüğü | devrede Osmanlı imparatorluğu ne yapıyordu? sualine cevap verelim: Muhterem muhataplarım içinde el. | betle, benim gibi, kapitülâsyon devre- sine yetişmiş olanlar da vardır. Ben, bir radyo konuşmasının tahammülün- den fazla uzatmış olmaktan korkuyo- | rum. Bunlar ecnebileri Türkiyede ver- &i vermekten ve Türklerin tabi olduğu kanunlara tabi olmaktan kurtaran, bir devletin hâkimiyet ve istiklâli mefhumu ile kabili telif olmayan şey- lerdi, Çiftçi ve köylü arazisine sahip değildi. Can ve malından emin değil- di. Adalet makinesi bozuktü. Yol yok- tu. Vergiler hemen hemen hasren köylü ve çiftçinin sırtında idi. Âşar başlı başına bir belâ idi. Angarya, pa- râ tağşişi günlük işlerdendi. İltizam usulünün sayısız kötülüklerinden biri olarak, vaktile yeniden ilhak edilmiş ve bir nevi prenslik halinde yine eski sahiplerince idare edilmelerine müsü- ade olunmuş mahaller için tatbik edi- len kara gümrüğü usulü bütün vild- yetlere teşmil edilmiş ve bir mahsul her vilâyet hududunu geçtikçe yeni- den kıymet üzerinden yüzde 12 res. me tabi tutulmuştu. Bu şerait dahi- linde hiçbir mahsulün vilâyet aşırı bir yere gönderilebilmesine imkân yoktu. Bu vaziyet, railli ekonomi ba- kımından sarih tehlikeleri haricinde, KISA TEFRİKAMIZ: 1 KLEOPATRANIN BİR GECESİ Nakleden: Şu satırları yazdığımız andan aşa- | fi yukan yirmi asır evvel hari- külâde şatafatlı ve yaldızlarla süs- ' lenmiş bir sandal Nil'in suları üs- tünde elli küreğin verdiği hızla akıp gidiyordu. İki ucu hilâl şeklinde kıv- rılmıştı; ince, uzun, zarif ve ça buk yol almağa müsald bir biçimi yardı. Tepesinde altın top taşıyan bir koç başı, burun tarafında görünü- yordu ki, bu, hanedana mahsus bir işaretti, Sandalın ortasında yaldızlı ve renk renk boyalı minimini bir oda yükse- Yyordu. Dört tane murabba pencere- İ $i vardı. Öğle güneşinin kızgın harareti kurşun oklar gibi yağıyordu. Nilin suları, renksiz ve mat, uyuyor gibiy- di. Sahiller bomboştu. Arzın bu kıs- mında sanki büyük bir hüzün hü- küm sürüyordu. Issız, kurak bir hü- zün... Sükün ne derindi... Bütün âlem « birden dilsiz olmuş gibi... Yalnız ara sıra yegâne işitilen ses kıyının yosun- | ları üzerine yayıhp sıcakta keyiflenen | tümsahların boğuk kahkahaları... İ (VâNü) Arkasından çabucak kapanan gü- müş bir iz birakan, sandal hizla ge- çiyordu. Manzara, her adımda değişiyor; kâh cins cins kuşlar, hayvanlar, sa- hillerde görünüyor; kâh insanı yeise düşürecek bir ıssızlık ortalığı kaplı- yordu. Sandalın minimini odasında yere ga- yet ince örülmüş bir hasır yapılıydı dipte, duvara dayalı dört kartal pen- çesi üzerine oturtulmuş bir küçük yatak duruyordu. Bu âdet şimdiki kozöyler tarzında bir (O kanepeydi. Baş tarafında, istirahat eden İnsa- nın boynunu rahat ettirecek şekilde oyulmuş sedrden bir yastık vardı. Bu garib yastıkta gayet zarif, sevim- li, bir bakışla dünyanın yarısını ken- disine hediye ettiren, ilâhı, tapınılan bir kadın, ve bütün yaratılmış insan- lar içindeki en emsalsiz kadın yatı- yordu, Şairler onu tavsif için kâfl söz bulamamıştır, En mükemmel ka- dın! En meşhur kraliçe!... Eleopatra olduğunu söylemeğe hacet yok... Baş ucunda pek sevdiği cariyesi uzak bir mıntakada kuraklık veya kıtlık olursa, diğer bir vilâyetten yi- yecek sevkini bile imkânsız hale geti- riyor. O sahra halkına sâdece ölmek kalıyordu. Yer yer inkişaf etmiş ve mahulli ih- tiyaçları teminle tutunmakta olan yerli sanayi, kapitülüsyonlardan isti- fade ederek kolayca istilâ eden büyük sanayi mamulâtının düşük fiatları al tında boğulmağa başlamıştı. Bahil vilâyetlerimizde toprak mah. sullerimizin, yabancı mahsuller kar- şısında vaziyeti de süratle ayni ol- muştu. Köylü ve çiftçinin mahsulü- nü istediği adama satması memnu idi. Bunu ancak fermanlı tüccarlara satabilirlerdi. Alicenap Türk köylüsü Bütün dünyanın mühim bir dönüm noktasında bulunduğu bir devrede, bu hain ve cahil idare bir taraftan da çekirgelere hitaben Hilâfet toprakla- rından gidin diye fetva yazdırarak ha- vaya üiletiyor, resmi salnamelerinde âkrebin kirk gün gübre içinde bırakı- lacak patlıcanın tohumlarından, maydanosun bilmem kaç sinek pisle- miş bir sicimin gömülmesile elde edi. leceğinden, «hlmarı nkuyruğuna bir taş bağlanır, kulakları bir hayt ile Taptolunursa ağrılarının sükün bula- cağından» bahsederek, köylü ve çift- çinin hafasını da kendi kafasının içi i gibi gübre ile doldurmak istiyordu. Ey Türk köylüsü, Sen ne asil, ne muazzam kudretsin. Ne yiğit, ne alicenap varlıksın. Bu kadar zülme, bu kadar şenaate, bu kadar ahmakçe idareye katlanıp ta ayakta durabilmek hiçbir ırkın kâ- ni değildir. Sen, kudret ve asaletinden bir zer- re kayi betmeksizin bütün vekarınla dimdik durdun ve nihayet bütün bu mel'anet idaresini kökünden söküp gene sen attın. Sen insanlık tarihinin, önünde her zaman hürmetle eğileceği en asil kud- retsin. Türk inkılâbının, senin gücünle ya- Tattığı bugüne gelince, bunda man- zara bambaşkadır. Büyük idealist, büyük kahraman, büyük başarıcı, İnönünün öz sözle- rinden istiare ederek, onun kelimele- rile sana diyorum Xi: «<Âtiye kemali emniyetle bakıyoruz. Bizim, nüfusumuz hayatımızı en yük- ek seviyeli medeniyeyo çıkarmak için her türlü menabi ve vesaitimiz var- dır.» «Türkiye Cümburiyeti, iktisadi 15- germlan ibis kuşunun tüylerinden geniş bir yelpaze sallıyordu. Başka bir genç kız sazdan örülmüş olan pencere kefeslerine, rüzgâr çarptık- ça içeriye İyi koku girsin diye, çiçek rayihalı sular serpiyordu, Yatağın yakınında, siyah mermer vazonun içinde, bir demet lotüs çiçe- Şi vardı, Kimi sema kadar mavi, kimi gayet tatlı penpe. O gün Kleopatra, ya siyaseti dola- yısile, yahud Kapris için, her zaman- ki gibi Yunan kıyafetinde giyinme- mişti. Bir müsamereden yazlık sara- yına sandalile dünyordu. Ziyafette giydiği Mısırlı kiyafetindeydi. Başında gayet hafif, altından bir miğfer vardı ki, yanları atmaca ka nadı şeklinde yelpaze gibi açılmış, şakaklarından ensesine kadar iniyor, ve topuz yerinde nihayetleniyordu. Ufak iki aralıktan minimini penbe kulakları görünüyordu. Keten bir elbise harikulâde endamlı vücudünü sarıyordu. Bu esvabın kolları katla- nıp omuza doğru atılıyor, bütün bi- lek, bileziklerle süslenmiş olarak, ta- mamile görünüyordu. Bu bol elbiseyi belden bağlanmış bir kemer siki- yordu, Ayağında bilekten bağlı ince- cik sandallar vardı. Kraliçe Kleopatranın, o gün, gü- zelliğinden emin, içi rahat bir hali yattığı yerde dönüyor: — Aman, boğuluyorum... Çek si- Okmeydanı cinayeti henüz esrarını muhafaza ediyor Şüphe üzerine Lütfi adında bir bahçıvan İsticvab Okmeydanında Kalaycıbahçe dere- si denilen yerde bulunan hüviyeti meç- hul cesed etrafında zabıta ve adliye dün de tahkikata devam etmiştir. Fakat dün akşama kadar yapılan tahkikat neticesinde de cesedin hüvi- yetini tesbite imkân bulunamamış- tır. Zabıla tarafından yapılan tahki- katta Okmeydanı civarında bahçi- vanlık yapan Lütfi adında biri şüp- he üzerine yakalanmıştır. Lütfi mak- tulü tanımadığını ve bu cinayetle alâ- kası olmadığını iddin etmişse de za- bıta bazı şüpheli noktalara istinaden kendisini sorgu altına almıştır. Cesedin başında iki yara izi görül. İ müş ve bunların kurşun yarası oldu- gu söylenmişse de bu elbet de henüz tamamile anlaşılamamıştır. On gün | kadar dere içinde kalan cesedin vücu- du çürümüş, yüzü tanınmayacak ha- le gelmiş olduğundan bu izlerin ora- da böcekler tarafından yenilmek su- retile hasıl olması da muhtemel gö- rülmektedir. Cesed dün öğleye kadar morgda! teşhir edilmiş ve akşam Üzeri otopsi yapılmıştır. Bugün rapor adliyeye ve- rilecek ve baştaki izlerin mahiyeti, bu gencin ne suretle öldüğü anlaşılan din ...an, tiklâli gaye bilen bir nizam tesis et- miştir. Cümhuriyetin şıarı, yüksek ga- yemizi teşkil eyliyen, iktisadi devlet | idealini süratle tahakkuk ettirmek- tir.» Tevessül edilmiş işler, bu memle- kette yüzlerce senelerdenberi tevessül olunan ıslâhat işleri gibi, «gösteriş yapmak ve yahut ahara kendimizi beğendirmek için değil» bu memleke- ti lâyık olduğu en yüksek medeniyet ve refah seviyesine ulaştırmak için- dir. «Yürt gayri kabili tehir milli ihti. yaçlar içindedir ve bir milletin gayri kabili tehir olan milli ihtiyacatının temin vasıfları, her şeyden evvel © milletin kendisinde aranmak» zaru- retidir, Yapılacak işlerimiz çoktur ve çok çetindir. «İktisadi ihtiyacatına göre idare edilmemiş bir memlekette ikti- sadi politika takib etmek güç bir iş- tir. Fakat ne kadar çetin olursa ol sun. hiçbir milli meselenin halli, mili şuurumuzun haricine çıkacak kadar muğlak ve milletin tırmanıp ta tepesine erişemiyeceği kadar sarp de- ğildir.» Arkadaşlar; cak... İnsan cehennemde olsa bu ka- dar yanmaz... - diyordu. Dilini dudaklarının kenarında gez- diriyor ve mevcud olmıyan bir bar- dağı arıyan bir hasta gibi, elini uza- tıyordu. Her arzusunu keşfe alışmış olan Şarmion hemen avuçlarını biribirine vurdu. Zenci bir köle elinde bir tep- siyle belirdi. İçinde dilim dilim ke- silmiş karpuzlar ve bir çaydan biçi- minde bir ibrik vardı. Cariye, büyük bir maharetle, İçkiyi gayet yüksekten bardağa akıttı ve hükümdar kadına uzattı. Kleopatra, dudaklamın uciyle tattı, Fincanı ya- İ nındeki masaya koydu ve güzel göz- İ Jerini Şarmion'a doğru çevirerek: — Ah, içim sıkılıyor! - dedi, —. Cariye, Kraliçenin kendisine bir sır söyliyeceğini hissedip hazin bir yüz takındı ve hanımına yaklaştı, — Çok sıkılıyorum... Kleopatra bu sözleri söylerken, 26- bun bir vaziyetle, yatağından dışarı kolunu sarkıtmıştı. .. Bu Mısır beni eziyor, boğu- yor... Ebedi maviliğiyle bu sema, cehennemin karanlıkları kadar ha- zin... Bulut görmek nasib değil... Hiç Dalma bu kızgın, bir gölge yok... yoktu. İki dakikada bir, asabiyetle, | kanlı güneş. Spağke gibi in- edildi Bahçıvan cinayetle ilişiği olmadığını söylüyor den başka vücudunda hiçbir yara ve- saire bulunamamıştır. Polis ikinci şube müdüriyeli me- murları dün akşama kadar vaka mü- hallinde tahkikat ve isticvaplarla meşgul olmuşlardır. Şimdiye kadar elde edilen delillerle bunun bir cinayet esteri ve faillerinin birkaç kişi olduğu tahakkuk etmiştir. Cesedin hüviyeti tesbit edilemediği cihetle izler üzerinde yürümek ve fa» illeri aramak çok müşkül oluyor. Bu gün bu feci vaka üzerindeki esrar per- desinin kaldırılması kuvvetle o ümid olunuyor. Belediye bütçesinde bir kısım tahsisat tamamn sarfedildi 938 mali yılının yarısı yokken Be- lediye bütçesindeki tahsisatın bir kıs- mı tamamile sarfedilmiş, bir kısmı da bitmek üzere bulunmuştur. Bu vazi- yet karşısında Belediye, şubelere bir tamim göndermiş, büyük bir zaruret mevcud olmadıkça, bütçede münaka- le yapılacak bir teşebbüste bulunul- mamasını bildirmiştir. Bu tamimde bütçelerinde münakale istiyen vilâ- yetlerin Dahiliye Vekâletince iyi not almadıkları da isaret edilmektedir. A EEEAEAEENEERASENAANAEEEEAEEEA SAAAAASAASSI Önümüzdeki başarılması lâzını ge- len büyük işler, şimdiye kadar ta hâkkuk ettirdiklerimizden daha az ehemmiyetli değildir. En ileri, en refahlı, en üstün millet olmak milli davamızdır. Memleketimizde esaslı bir köy ve ziraat kalkınması bu davanın seri ve sağlam tahakkuku için lüzumlu ana şartlardan biridir. Bunun tahakkuku | ise mesud ve şuurlu inkişafını gör- düğümüz milli artırma ve işletme bareketlerimizin bugünün teknik nosyonlarına uygun, memleket ölçü- sünde.bir bünyeye ermesile, çok ya kından alâkalıdır. Büyük davası için milli ve tabil bütün şartlara malik olan Türkiye, mutlaka dünyanm en refahı, en ileri örnek memleketi olacaktır. Türk köylüsü, Türk çifçisi; Şu dakikada senin isteklerini, 8s nin ağzından dinlemek için aranda dolaşan, askeri, siyasi, içtimai, idti- sadi zafere olduğu gibi, seni en yüksek refaha ve zirsi zafere de eriş- tirecek olan büyük milli kahraman önünde, senin adına da hürmetle eği- lerek sözlerimi bitiriyorum. sana bakıyor... Bir damla yağmur için vallahi incilerimden bir tanesini verirdim. Bu tunç gibi simanın alevli göz kapaklarından daha bir damla yaş sızmadı... Bu sema, ağır bir man- to gibi omuzlarıma çöküyor... Ayağa kâlkarsam alnımla ona çarpacakmı- şım sanıyorum... Yaşadığımız mem- leket cidden korkunç... Her şey mu- amma... Misir, benim gibi neşeli, ka- çık bir insanın ölkesi değil... Mum- yaların kraliçesi olmak hoşuma git- miyor... Bari sevebilseydim, yahut ta sevilseydim... Fakat ne o var, nede öteki... İşte bunun için sıkılıyorum, Şarmlon eğer sevişseydim bu suratsız Mısır bana Yunanistan kadar hoş gö- rünürdü, Cariye, inanmıyan bir tebessümle? — Bu, sizin üzülmenize sebep teş» kil edemez. Zira her bakışınız, ok gis bi kalbleri deliyor. Kleopatra: — Bir kraliçe, gönüllerin, alnında” ki taca mı, yoksa şahsına mı tapındı- ğını bilemez. - dedi, - 'Tacın cazibesi, gözleri kamaştırır ve kalbleri teshir eder. Acaba tahttan inecek olsam Ati“ nanın, yahut Milenin fahişeleri kadar şöhret bulabilir miyim? Bir hüküm» dar kadın erkeklerin nazarında o ka” dar uzak, o kadar yüksek, o kadar eri# şilmez bir şey ki, kendisine yanar