— Karşıki karı koca birbirlerini çok seviyorlar; adam ' her sabah gi- derken kadını öpüyor, sen neye öp- müyorsun?... — O kadını tanımıyorum ki... Haplar Beşer bir sürüdür, bu sürüyü adam güder; insan bu sürüye çobanlık de. gil öğretmenlik edendir. Adam ne zaman insan olur bilir mi- « siniz? Yarın ne olacağını kestirdiği za» man. Göz nasıl ayna olmadıkça kendini göremezse, ağız da söylediklerini kar- şısında dinliyen olmadıkça kulağına duyuramaz. rşısındakine göre söz söylemesini bilmiyenlere: Ağzından çıkanı kulağın duysun demişler Namus telâkkiye bağlıdır sözünü, yaşadıkları sosyal çevrinin dışımda ka- lanlar söylemiş olsa gerek... Tanrı buyurmuş, her buyruğu ok muş... Her buyruğunun olmasını is- leyenler mekânsız bir tanrı olsunlar! Kaş yapayım derken göz çıkaranlar | kimlerdir bilir misiniz”... Kaşlarını alıp rinin ifadesini çirkinleştiren ba- Fransız fıkrası İki köylü birbirlerine rasladı — Oo nerelerdesiniz... Öküzler na- Ya senin ta. Biri doğurdu... il kuluçkaya yattı... Senin 11? i kırptık... 8 keçi» ler?... İkisi sütten kesildi birader... Ya senin at.. Sarhoş yliyebiliyordu, ne resini, Nihayet polis dedi ki; Öyleyse yürü merkeze... Durunuz. Ay sokağına kadar gi- diniz, 4 numaralı apartımanın kapıcı sına sorunuz bakalım bay Ali gelmiş mi. Eğer gelmemişse o benim; yok gelmişse, ahi adırnın ne olduğu- nu hatırlıyamıyörum! — Cam gibi gözlerin var sevgilim, nüfuz etmek kabil değil... — Elmasla tecrübe ediniz... Karın nasıl birader karın? ! | | | | papas peyda oldu: Başı altın taçlı, E saman. içinde, kalbur saman içinde, Unkapanında köprü verken, Kiliselere cemaat yar iken ve tıpkı bu- günkü gibi çocuklar ana baba beşiği sallarken İstanbulda kel felli bir | kır saçları kıvırcık iüleli, gayten bi- yıklı, yelpaze sakallı bir papas... Elinde âsast, omuzunda sırmalı ka- dije pelerinile dolaşan bu papaza herkes hayran oldu. Onu el üstünde Haşıyorlardı... Günlerden bir gün - ne oldu, bunu ne bilen var ne gören - altın taçlı, kır lüle saçlı papas sakat kaldı. Lokman hekimin çırakları evvelâ bir ayağını, sonra da muvazene ha- sil olsun diye öbür ayağını kestiler, Olmadı, güdük kaldı dediler, evvelâ Dir kalçasını, sonra d& muvaz€ne bo- zulmasın diye öbür kalçasını kesti- ler. Beğenmediler, güzel olur diye | gövdesini budadılar... Papazın altın tacına, tüle saçlarıma, gaytan bıyık- ilarile yelpaze sakalına halel gelme- di, elinden âsası, omuzundan peleri- ni düşmedi... Gelgelelim yürüyemi- yordu. Ancak konağının halıları üze rinde sürünüyor, etrafını bendelerile gözdeleri kuşatıp, karşısında elpençe divan duruyorlardı. Bir cumartesi akşamı, mahzun mahzun yerde sürünürken, omuzuna bir pençenin yapıştığını hissetti... Ha- | vaya kaldırıldı, sonra sırtüstü yere serildi. Anladınız mı bu papazın kim ol duğunu?.. İskambil papazı. Namuslu Her zaman yemek yediği lokantaya girdi. Bir masaya oturdu. Her vakit kendisine servis yapan garson yanına yaklaştı. Garson çok müteessirdi. Müş | terinin kulağına eğildi: — Sormayınız, dedi, patron bu lo- kantadan bana yol veriyor. Başka bir yere gitmek istiyorum .Lâkin bu sefer de patron bonservis kâğıdı vermiyor. Siz patronu tanırsınız. Kendisine bir kâğıd yazın da benim pamuslu bir adam olduğumu bildiriniz. Sizin be- nim hakkımdaki şehadetinizi gördük. | ten sonra muhakkak bana bir bonser. vis verir. Müşteri: — Peki... Peki, dedi, kâğıd kalem getir, yazayım. Garson kâğıd kalemi getirdi. Müşteri patrona yazdığı kâğıd da garsonun fevkalâde namuslu bir adam olduğunu bildirdi. Garson teşekkürlerle bu tezkereyi aldıktan sonra müşterinin kulağına eğildi: — Babalık, dedi, yarın benim burâ- da son günüm.. Öğleyin gel de sana anafordan bir yemek yedireyim... Sen- den para almış gibi yaparım, halbuki cabadan yer gidersin.. — Sürat şampiyonusun amma bir türlü yemeğe vaktinde gelemezsin!... : Gitmek İnsan sevgilisinden ayrılır gider. Varsın gitsin, keder etme, bu gidiş iyi gidiştir: Amasyanın bardağı biri olmaz- sa biri daha... İnsan işinden ayrılır gider. Varsın gitsin, keder etme, eğer bir işin ehli ise başak bir iş daha bulur. İnsan sıkıbr sokağa gider, varsın gitsin, keder etme, gezer, dolaşır hava alıp gelir. Gitmek masdarı uzayıp gider, çün- kü insan her yere ve her şeye gider. Yola gider, dosta gider, düşmana gi- | der, ziyafete gider, çaya gider, bara gider, bankaya gider, şehre, kasaba- ya, köye gider... Varsın gitsin keder etme, döner dolaşır gene gelir. Şairin biri gitmek ölmektir demiş. | Gitmek çok acıklıdır diyenler de pek çoktur... Amma neden ve kimden uzaklaşıp gitmek?.. Bir de bunu gide- ne sormak lâzım değil mi?.. Gittim ve kurtuldum diyenler az mı?... Size tavsiye ederim, kulağınızda kü. pe olsun, sevgilinizden ayrılıp gidiniz, işinizden ayrılıp gidiniz, sokuğu gidi. niz, yola, bankaya, dosta, düşmana, ziyafete, çaya, şehre, kasabaya, köye, canınınzım İstediği yere, cennete, ce- henneme gidiniz fakat sakın güme git- meyiniz... Güme gidenler bir daha ge- lemez!... Tutan Muharrir tedkikat yapıyordu. Yol. da meşhur bir hırsıza rasladı. Yanına yaklaştı, hırsıza: Aman, dedi, sizin hayatınız pek fırtınalı geçiyor... Bir hatıra defteri tutuyor musunuz? Hırsız: /i som — Hatıra defter mi? dedi, ne gibi şeyler yazmak için... — Yani neler yaptığımza dair... — Onu ben tutmuyorum... Polis ikinci şube müdürlüğü tutuyor!... — Zengin, fakat budala bir adama varır mısınız?... — Servetine göre, kaç paranız Almanyada okuyan Türk talebeler Atatürkün eserine sadık kalacak- larına and içtiler ul Berlindeki toplantıdan Berlin o (Akşam) Henüz gün ağarmsk üzere iken, sefarethane | kapısından içeriye girmiştim. Sefaret- hanenin, muhteşem salonu, daha pek erken olmasına rağmen, ekseriyeti teşkil eyliyen, genç, dinç, azimkâr, fedakâr ve vatansever evlâdlarile dö- lu... Mahzun fakat pek vakur çehre- leri, bir noktaya, karşılarında, salon nihayetinde ihzar edilen hususi dai- redeki kürsüye vazedilmiş, taflanlar, kırmızı ve beyaz ortancalarla bir hâle gibi sarılmış, veönüdebirçok kadirşinas vatandaşlar tarafından | gönderilen muazzam çelenklerle süs- lenerek âdeta hakiki bir bahçeye çevrilmiş olan ve her iki tarafındaki gümüş şamdanlardan sızan zıyalaria parıl panl parlıyan Ulu Ebedi Şefin bütsüne matuf... Kimse 5öz söylemiyu: Başını ye- re eğiyor... Yalnız düşünüyor ve bu felâket hakikatini bir türlü içine sığ- dıramıyor... Her zaman, her hususta #lham aldığı Atasına yaşlı gözlerle bakıyor... Ve yeniden akmak İçin hazırlanan nemli gözlerini silerek için için ağlıyor... Saat dokuza doğru, cenaze mera- vE bir görünüş #iminin başladığını haber veren rad yonun sesi, bu müellim süküta fasıla verdi, Herkes kulak “kesilmşiti... Ev- velâ almanca, sonra da ingiliz ve fransız lisanlarile tafsilât veriliyor, bazan da, kuyruklu yıldız nevinden, özlediğimiz bir Türk spikerinin tit- rek, matemli sesi duyuluyorsa da, bir saniye geçmeden, yine yerini fransiz- ca, inglizce ve almancaye terkedi- veriyordu Cenaze merasimi hitamını müte- âkib, muhterem serifimiz B. Hamdi Arpağ, fevkalâde müteessir bir sada ile, Atamızın, kelimelerin tarifine muktedir olamıyacağı, mezayasın- dan, icraatından, insan yaptığı hizmetlerden, her sahada pek geniş olan vukuf ve malümatlarından uzun uzadıya bahsetti. Ve gençliği, onun eserine devam etmeğe ve ceğine dair de and içmeğe davet etti Bu davete kemali tehalükle iştirak eden gençlik ve ihtiyar! hemen ayağa kalktı. Andı, hep? tekrarlamak suretile yaptı. dikten sonra talebeden biri ga yecanlı bir nutuk söyledi ve merasi- me nihayet verildi. m ede Giresun, Tokat, Diyarbakır, Bandırma ve Ipsalada yapılan hazin toplantılar kinle 2110 Büyük Şek Atatürke Ankarada ya- pılan cenaze töreni günü yurdun her tarafında vilâyetler halkının ve köy- lülerin iştirakile Cümhuriyet mey- danlarında, Atatürk büstleri etrafın- da büyük toplantılar yapılmış söy- | lenen nutuklaria Ebedi Şefin ! halırası yad edilerek hürmet vazife- ara si ifa edilmiştir. Yukarıdaki resi den 1,2, 3, 4 Tokatta, kırda, 7 Bandırmada, 8 yaplan mstem törenlerinden bazı intibaları göstermektedir.