1 Aralık 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

1 Aralık 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“AŞK VE MACERA NUVELI Bir > Jicolonun cazibesi dostum anlattı, yorsun ki, tahsilim Paristeğir. Geçen sene gene gittim, Fakat büyük bir inkisara uğradım ... Gene eskisi gibi bekârdım, Bu se- fer, üstelik param da boldu. Lâkin nerede o talebelik muhitim?... Bütün tanıdıklar dağılmış... Koskoca şehrin ortasında bir başıma gibiydim; sokak- larda, bulvarlarda, kahvelerde dolaşı- yordum... Herkesin aşırı bir şekilde eğlenmesi ahvali ruhiyemle tezad teş- kil ediyor, hüznümü arttırıyordu. Tek başına kalmak!... Ne fena şey!... Hayırsız bir adanın ortasında da, koskoca Parisin göbeğinde de yal- nızlık ayni fecaat!... Arasıra, boyalı, zarif kadınlar bana gülümsemiyor değildi. Fakat şehrin Itiyadlarını ötedenberi bilmem dolar yısile, bunların, meslekten oldukları- nı bir bakışta anlıyordum. Tabiat bu ya: Bu kabil aşklardan hoşlanmam... Esasen, aradığım, maşukadan ziyade ahbap, bildik, tanıdıktı, Vaktile Yakup Kadrinin «Yalnız kalmak korkusuz diye bir hikâyesini okumuştum. O da, yabancı bir şehir- de insanın duyduğu ayni tehassüsü anlatır... O akşam Kartie Lâten civa- rındaki bir büyük ve müzikli kahve- haneye girdiğim vakit zihnime takılıp kaldı: «Yalnız kalmak korkusu...» Bu düşünceyi dimağımda işleyip dururken biraz fazlaca kaçırmışım gür liba... Fransada garip bir âdet vardır: Ismarladığınız konsomasyonun figti önünüze getirileri tabakta matbu ola- rak yazılıdır. Tabaklar üst üste biri- kir, birikir; sonra hesap istediğiniz zaman ona göre netice anlaşılır. Baktım: Benimkiler hayli kabar- mış; âdetâ bir solra kuracak miktarı Zihnimde ise; kusu... İçki insanın di Yalnız kalmak kor- şüncelerini nasıl da büyütür, devleşt .. Benimde bu fikri sabitim, önümdeki tabaklarla mütenasip olarak irileşti, yükseldi, yükseldi, yükseldi... Ve bunların üzerinde, bulutlar için- de gibi, iki göz gördüm: Bana bakı- yorlardı... Oan, bütün bu Kalabalık içinde yal- nız bulunmadığımı anlıyarak kendi- mi topladım ve bir irade zorlamasile dlmağımdaki bulutları sıyırdım ve das ha yvazih görmeğe başladım. Bu par- lak, canlı gözler, yüzü sevimlice, hali iyi bir kadına aitti. «— Berikilerden olsa gerek... Alüma zarar yok... Yalnız kalmaktan İyi ya...» diye düşünerek elimle bir işaret yaptım; nazik olmağa gayret eden bir el hareketi ve tebessümle yanıma da- vet ettim. Meğer iki kişi imişler... arkadaş... Onlar bana: «— İsterseniz siz bizim masamıza gelini; tavrını takındılar... Kendi kendime düşündüm: «— Ha... Sahi... Benimki de hem kabalık, hem dalgınlık... Öyle yal Zavallılar, hesaplarını da ödetmek is- tiyecekler...>» Derhal kalktım, fransızca bir şey- ler söyledim, İngilizce cevap verdiler, Almancada karar kıldık. Meğer İngilizmişler... Ne garip te- sadüf ki, onlar da, henüz bugün Pa- rise gelmişler... Benim evvelâ farket- tiğim kadın lâf arasında: — Bir ay tatilim var! - diyordu. -— Bürolardan birinde çalışıyorsu- nuz galibs?... — Hayır... O mânada tatil değil... Bizim İngilterede, aile hayatına yeni bir neşe gelsin, karı ve koca biribirini özlesin diye; evimizden mezuniyet alı- nz... Pek çoklarımızın âdetidir... Ko- cam, av meraklısıdır, Lehistana git- ti... Ben de buraya geldim... Böylece ahbap olduk. Kahkahalarla gülüyorlardı: — Niyetimiz, burada birer Fransız ahbap bulup pratik yapmaktı... Ba- kın şansa!... Karşımıza siz çıktınız... Almancayı da bizden kat kat fena bi- liyorsunuz. — Ayrılmam için ihler mı? — Yok, yok!,.. »diye samimiyet gös- terdiler. - Yarın sergiye gideceğiz... Babahleyin buluşalım isterseniz... iki kadn — Hay hay... Ve böylece tecessüs eden âybaplığı- mız, haftalarca sürdü, Bir seferinde «Kupol» isimli büyük | kahvehaneye gittik, Bilmem, burası | hakkında malümatınız var mıdır? | Kat kat ve her katında başka mahiyet- | te şubeleri olan muazzam bir mües- | sese... Parisin en büyük, en kalabalık kahvehsnesi, lokantası, barı... Gaze- telerin her dildesi de bulunur. Türk- çelerini okumak üzere evvelce de gi- Alt kata, bara indik... Ziya oyunla- rı, konfeti, serpanten, müzik, alçak tavan, içki ve lâvanta kokusunun ha- Htası,.. Tam bir balo - bar havasına girdik. Güçlükle bulduğumuz boş bir Bermutad almanca konuşuyorduk. Yammızdaki masalardan birinde, bi- zim: «Vatandaş, türkçe konuşiş un alafrangası yükseldi. Kim bilir, sabık muhariplerden midir? Yoksa sağ fır- ka mensupları mı? Almanları tezyif için kullanılan «goş» kelimesile bize haykırdılar. Sesimizi alçalttık. Neşe miz kaçlı, Yanımdaki kadının gözleri dalmıştı: — Müteessir olmayın, Lilyan!... - dedim. . — Müteessir mi?... Ben mi?... çin?... » diye slikindi... Niçin? — Deminki hâdise üzerine gözleri- niz daldı da... Nİ NAKLEDEN: (Vâ-Nü) diğimizi halimizden anlıyarak yakla- Şırlar.., Bir reverans... Ve heyecanlandı: — İşte geliyor... Şarklı paşalığınız futmıyacak değil mi? — Efendim?... - diye anlıyamadım, — Yani, romanlarda okuruz ds... Sizler kıskançmışsınız... «— Nikâhımız kıyılmadı ya...» des” medim; fakat sadece: — Bütün hareketlerinizde serbes- siniz!... - diyerek en müsamahakâr tebessümü takındım; bahusus ente- resan bir lâvha da seyredeceğim için meraktaydım, Moda gazetelerinden, sinema afişle- rinden fırlamış gibi bir şabıemred, ya kasında bir sarı krizantem, masami- gın önünde eğildi. Benden de müsaa- de istedikten sonra, Lilyanla dansa başladı. Gayet rabıtalı bir hali vardı. Bakan, jigolo değil de baron yavrusu derdi... Masamiza bütün usul ve Adabile teslim edildikten sonra, damına $Or- dum: — Jigolo mu imiş sahiden? — Tabii, Gayet terbiyeli bir şekilde dansediyor, en ufak bir sarkıntılıktan çekiniyordu. Bu da mesleği icabı imiş, teklifin kadından gelmesini beklermiş.... — Yok, yok!... » diye güldü, - Mü- teessir filân değilim... Şuradaki jigo- lolara bakıyordum, — Nasıl? — Belli etmeden dönüp bir göz atı- | nız İsterseniz... Baktım... Ve yakışıklı gençler olma- larından başka hiçbir harikülâdelik- lerini sezemedim. — Nereden anladınız jigololukla- rım?... — Anlaşılmaz mi7... Zannederim, birçok erkekler, gittikleri şehirlerin barlarındaki, gazinolarındaki, kaldı- | rımlarındaki hafifmeşreb kadınları ötekilerden ayırd etmekte güçlük çek- mezler... Siz, bu salona bakınca, mu- kabi! cinsteki hafifleri anlamıyor mu- sunuz?,.. Biz de, birçok seyahatler eden ortadan yüksekçe servet seviyeli ve beynelmilel kozmopolitiğe dahil kadınlar da, sizin gibi meleke sahibi- yiz... Bü gibi yerlere lie te etrafımı- za bir nk atınca sezeriz.. Belki de yanlış söyledim, Onlar Zira koku almaları daha fazladı: Giyimlerimizden, ha- lmizden, konuşmamızdan, ecnebi, İngiliz, Amerikalı ve zengin sınıftan olduğumuzu anlarlar... Bakmağa lâ- yık daha genç ve güzeller varken na- zarlarını üzerimize çevirir, ısrar eğer- ler... Dansa kalkmak isteyip isteme- — Nereden anladınız? — Kim olduğunu sordum. «Dans muallimiyim, Geceleri burada bulu- İ nurum!; dedi, Pek terbiyeli davran- mak zaten bunların âdetleridir. Her hangi bir teklifin karşı taraftan gel- mesini beklerler,.. Şımarıklık etmez- ler... Aksi takdirde sanatlarını ber- bad etmiş olurlar,,. Onların da kendi. lerine göre üsüileri, erkânları var... « Siz ne yaptınız? Dans bitince ve elimi öperken psr- maklarının ucuna evvelce hazırladı- Bım 50 frangı sıkıştırdım. — Ne yaptı? — Bir daha elimi öptü... Şarklı değildim; fakat ne yalan söy- Niyeyim, kalben içerlemiştim... Yiğit- liğe - her türlü mânada toz kondur- mamak için - siyaseti çevirdim: Li)- yanla arayı bozmamakla beraber, ar- kadaşı Elizabete kur yapmağa başla- dım. Yavaş yavaş, hayır, hizli hizli, yani saatlen saate, farkedilecek bir süratle, bir taraftan bir tarafa mey- lettim. Lilyan pişkinliğe vuruyordu, Geniş mezheplilik göstererek: — Siz eski paşalar kadar sert olma- dığınızı demin esbat ettiniz. Fakat ben harem kadınları kadar yumuşak başlıyım... Ortaklarımı kıskanmam... İ Demek şimdi gözdeniz değişti. Ben, başkadınlar tarzında, kemali ihtiram- la ıskarta edildim... Bana mukabele etmekle beraber, Elizabetin gözü arkadaşındaydı. Lilyanın bakışlarını jigolodan ayır- madığına, benim gibi, dikkat ediyor- du. Hattâ, başka şeyi de farketmiş; ertesi gün dedikodusunu yaptı: — Size telefonla söylediği şekilde hasta değil... Nezlesi bile yok... Emi- nim ki bizimle birlikte çıkmamasının sebebi başka... Dün gece başlıyan ma» ceranın devami... — Ah siz kadınlar!... Hangi millet- ten olursanız olunuz, derdiniz günü- nüz, hep en candan arkadaşınızı çe- kememek, çekiştirmektir!... — Göreceksiniz... Zaman göstere- cek... — Zaman dediğiniz nedir, canım... Heyhat, bir hafta sonra gidiyorsu- nuz... — «Siz» demeyin, »0> deyin... O gi- diyor... Ben kocamdan mektup &i- dım: İskandinavyadaki seyahatini bir ay daha uzatacakmış... Ben de bunun üzerine Lilyanla birlikte dönmiyece- ceğim... — Ne âlâ... - diye İngilizlere mah- sus gri renkteki güzlerinin içine bak- tım ve parmaklarını sıktım... - De- mek, hep beraber... Evet, artık hep Elizabetle başbaşay- dık... Lilyan ise kaybolup duruyor- | du... Kendisini nadiren görüyorduk... Yeni sevgilim eskisinden nefret eder gibi dudak büküyordu: — Pi... Ne iğrenç... Jigololar! Fakat birlikte olduğumuz seyrek | zamanlarda, bu istihfafını belli etmi- yordu. Hattâ teşyi ettiğimiz gün, İs- tasyonda ilgolonun, mahud baron eda- sile belirdiğini görünce sarardı, sen- | deledi. Biraz sonra arkaya çekildi, Gözlü- ğümün gölgesinden göz ucile baktım. Minimini defterinden bir kâğıt kopa- rıp gözle kaş arasında birkaç satır yazdı, eldiveninin avuç arlığına gizle- | di. Derken, hep birlikte muhavereye | daldık. "Trenin kalkması yaklaşlığı zaman, Lilyan evvelâ benimle dostça vedalaş- tıktan sonra jigoloya p:ncereden mu- habbetle elini uzattı. Öptürdü. O ara- lık, başka müphem bir hareket yaptı. | Oğlan müteşekkir bir bakıştan sonra | terakki eylemiştir. Her sene on bin- tekrar el öptü: «— İşle!... - diye düşündüm. - ce 50 frangı sıkıştırması gibi bu sefer, elbette daha fazlad: 'Tren kalkt. Oğlan bizi de, büyük bir centilmenlikle selâmladı. Ben soğuk- ça mukabele ettim, Lâkin, Elizabet, elini öptürecek şekilde uzattı, Jigoloya dikkat ediyordum: Bir sa- niye, hayır bir salise şaşırdı. Fakat derhal kendini topladı. Benim görme- me mani olur şekilde başını çevirerek, bir daha el öptü... *.. Arkası anlaşılıyor, değil mi?,. O ge- zabetle de görüşmelerimizi tavsattık... Fakat «dostluğumuz» devam etti, Bir ay sonra istasyona Leşyi için gittiğim vakit, oğlanla gene karşılaştım. ENİ gene iki kere öptüğünü de tekrar- lamıyayım, değil mi?,.. (Vâ - Nü) , Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Kurtuluş caddesinde Nerdet Ekrem, Taksim: Nizameddin, Beyoğ- lu: Kansuk, Yenişehirde Barunakyan, Bostankaşında İtlmad, Galata: İsmet, Kasımpaşa: Müeyyed, Hasköy: Sadık Akduman, Rminönü: Hümü Onar, Falih: Seraçhanede İbrahim Halil, Karagümrük: Ali Kemal, Bakırköy: Merkez, Sariyer: an, Aksaray: Beşiktaş: Vidin, yi Asadoryan, Küçükpazar: Bensason, (o Samaiya: rustafapaşadı. Rıdvan, Alem- Sağaloğlunda o Abdülkadir, Şeh- i: Topkapıda Nâzm, Kadıköy: Söğütlüşeşmede Hulüsi Osman, Üskü- oyunda Ömer Kenan, Hey- omas, Büyükada Hali. Her çece açik eczaneler: Yeniköy, Emirgin, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhisarındaki e0- g#anejer ber açıktır. Mardin iktisaden çok İleri gitti Son senelerde endüstri hare- ketleri canlandı, yeni fabri- kalar kuruldu Mardin (Ak. şam), — Fevzipa paşa » Diyarba- kır hattının işle- ” meye açılmasın- dan sonra iktisa- di müvazenesi sarsılan hükümetimizin aldığı himaye tedbirleri ve ti- caret odasınca it- tihaz ve tatbik o- Yunan isabetli ka- rarlar sayesinde buhranlı günler Mardin ticaret ve den kurtulmuş. sanayi odası reisi tur, B. Rıfat Güven Cümhuriyet idaresi cenup vilâyet- lerimizin Iktisadi bünyelerini sağlam- laşlırmak üzere her şeyden evvel ka- çakçılıkla mücadeleye girişti. 932 den- beri devam eden faaliyet bunu yüzde yetmiş beş ortadan kaldırdı. Kafile kaçakçılığına kalmamış nazarile ba- kılabilir. Arta kalan bir kısım arkacıs ığında yakın bir âtide maziye karışa- cağında şüphe yoktur. Kaçakçılık, Mardin iktisadiyatını kemiren müthiş bir mikroplu, Umu- mi ticaret ve sanayiin bundan gördü- gü zarar ehemmiyetle kaydedilecek nisbette idi. Alınan tedbirlerle yüzde yi beş azaltılmış olması sanat ve erbabınin yüzünü güldürmüş isaddi hareketler canlılık arzet- meğe başlamıştır. Fevzipaşa - Diyarbakır hattının İn- şasından evvel Mardin bütün Şark vi- lâyetlerinin yegâne transit merke- ziydi. Transit merkezliğinin Diyarba. kıra geçmesi üzerine hayli mutazarrır olmuşsa da ticaret ve sanayiin inkişa- fı yolunda başvurulan çareler ve itti- haz kılınan tedbirler bu zararı kisa zamanda telâfi eylemiştir. Bu terakki ve İnkişafta, B. Rifat Güven gibi de- gerli bir başkanın idaresi altında ça- lişan ticaret ve sanayi odasının oyna» dığı rol çok mühimdir. Oda, ihracatı arttırmak, tabii servetleri işletmek, | esnaf ve tüccar arasındaki tesanüdü | temin eylemek ve her hangi bir ihti- kâra meydan vermemek yolunda tak- dire şayan gayretler sarletmiştir. Davarcılık bütün vilâyet dahilinde lerce canlı hayvan, yüz binlerce kilo yün, kıl, yapağı ve bin tondan fazla sadeyağ ihraç edilmektedir, Hububat ve tütün istihsalâtı yükselmiş, badem- ciliğe ehemmiyet verilmiş, senelik üzüm rekoltesi elli milyon Kiloyu bul- muştur. Endüstri hareketleri gittikçe can- lanmaktadır, Mevcud dokuma tezgâh- ları sayısı dört yüzü bulmuştur. Mo- dem un fabrikaları kurulmuş, sabun- culuk İlerlemiş, kuyumculuk yüksek tekâmülünü yapmıştır. Ayakbastı parası alan üç zorba mahküm oldu Çatalcada Selim adında biri o ci- varda Tarfa köyünden aldığı gelini kasabaya götürürken, yolda Sald, Eh- riman ve Mehmed Ali adlarında üç kişi önüne çıkarak, ayakbastı parası istemişler ve Selimin cebinden zorla an lirasını almışlardır. Dün ağırceza mahkemesinde yapı- Jan muhakeme neticesinde bu üç ki- şinin suçları sabit olmuş ve üçü de sekizer ay ağır hapse ve 17 lira mah- keme masrafı ödemeğe mahküm ol- muşlardır. Üzerine kaynar su dökülen çocuk öldü İki gün evvel Beyoğlunda Viktorya Femandi adında bir çocuk Üzerine kaynar su tenceresi dökülerek vücu- dünün muhtelif yerleri yanmak su- relile ağırca yaralanmıştı. Viktorya tedavi altına alındığı Be, u hasta- nesinde dün ölmüştür. Vaka müddei- umumiliğe bildirilmiş, Adliye doktoru B. Salih Haşim tarafınd yapilan mesine izin verilmiştir. Çocuğun ölü- mile neticelenen kaza etrafında müd- dekumumilik tahkikata devam edi- yor.

Bu sayıdan diğer sayfalar: