RENAN .r istanbul kazan ben kepçe . Tün el meydanından Taksime.. ' Eski halinde kalan binalar, mağazalar Tramvay yolları, işliyen elektrikli tramvaylar, bir,de Tünelin giriş çıkış yerindeki sondurmanın üstüne yük- selmiş olan (Metro hanı) hariç, mey- dan bundan 40 sene evvelki ayvaz ka sap, hep bir hesap halindedir. Karşıki pasajın damındaki yüksek baca gene beyaz dumanlar savurmü- da; aşağıya kırağı gibi su habbetikleri yağdırmada. 'Tekke sırasında, sucunun yanında» ki kitapçı, Hristdulosun 80 yıllık dük- kânıydı, Buradan karşı köşeye atlıyan tezgâhtar Dimitri, 30 bu kadar yil &v- vel ne İse gene 0... Meydanın sol köşesindeki gözlükçü Verdu'nun halefleri de mağazanın es- ki ananatından kıl kadar ayrılmıyor- Jar. Toz topraklı vitrinlerinin üstüne parmakla yazı yaz. Foto Süreyyanın yerinde hazır el- biseci Tiringin Beyoğlu şubesi vardı, Nur içinde yatsın Ahmed Kasim mer- hum (Şehir mektupları) nda bu Ti- ringi ve atbaşi bereberi İştayn'la Ma- yer'i diline dolamıştı: Bir bayram arifesi, kaynana, gelin, oğul, bunlardan birinin. Galatadaki merkezinde sıbyanları giydirip kuşa tıp caddeye çıkıyorlar. Hanımnine: (Yavrucuklara, arife çiçeği, leş böceği diyecekler) diye n&- fes tüketip dururken, birden çığlığı koparıyor: — Yumurcaklar kenara çekilin bâ- kayım, tramvay beygirleri hartadak omuzunuzdan kapacak; ota saldırır. lar elbet!..; Sol canibimize tesadüf eden gümü- şi badanalı (Narmanlı yurdu) sonra» nın yapısıdır. Babacan boğaz hekimi- miz Day Haydar İbrahimin oradaki bakla sofanohut oda muayenehane- sine geçenlerde girerkeri heyheyler ge- girdim. Meğerse kazın ayağı başkayrmş. İçi ferahfeza mı ferahfeza. Duvarlar ta- vanlara kadar öyle enfeş tablolarla be- zenmiş ki... Bir tarafta Cennet huri- leri, bir tarafta yer melâikeleri, bir ta» rafta güller, gülistanlar, kırlar, de- r... Bak bak için açısın; feleğe kelek deme... Sofra takımcdı Degüjis elyevm baki, karşısındaki daraş, yüksek bina Hün- kârın serfotoğrafçisı Abdullah bira- derlerin atölyesiydi. Mahud Arap hikâyesindeki akil re minare üstü) hesabı çık çık, bitip tükenmez. O vakitler bütün fotoğraf- haneler, (Sebah), (Febüs), (Apolon), (Nikolâki Andriomeno), (Parmas), (Eg)) de öyleydi ya... Bir; zamanlar Abdülhamidden bir irade savurulmuştu. Askerleden mü- şirden binbaşıya ve sivillerden vezir- “den mülemayize kadar bütün pâşa- Jürın ve beylerin hepsi üniformalarile ye elpençe divan vaziyetinde resimle- Tini çıkartıp saraya takdim edecek- İer... Fotoğrfçıların parmaklarında gileri eksik. Setreleri eteklere kadar nişan dolu, Yomatizmalı, nikrisli, idrar zorlu, pros- tatlı birçok adamcağızın merdiven basamaklarına oturu oturup, başağa- Jarma: — Aman bacaklarımı, mafsallarımı ov Şabancığım! — Bana bir memşa bulamaz mısın Haçopulo çarşısını denilen pasajın içi eşek herifin damadı?... — Evrak çantamdaki ördeğimi çı- karsak mı Arapgirli?.,. diye diye yü- karı tırmandıklarına raslamışlarda- Asmalimesçidin odörtyolağzından sonraki şekerlemeci Löbon dedemden kalma olsa gerektir. Eski Dimitrako- pulo'nun bitişiğindeki çukur dükkân da Istrazburg birahanesiydi, Tanın- miş kimselerden birçok akşamcıların mihman olageldikleri mahaldi. Yuka- rıdan kuşbakışı seyir var da, aşağıdan kurbağa bakışlısı neye olmasın? Sıradaki karşıdan karşıya el veri- lecek, güneş girmez, gün görmez iki sokak, yani Derviş ve Timoni gene oldükları halde. ;, İkisi'de boydan bo- ya umumhaneydi. Kapı önüne iskem- Je atıp kelle kaşıyan beyaz palaskalı Belediye çavuşu, muayeneci doktorun içeride bulunduğuna alâmetti. Bugünkü (Pazar dö Levan) ın selefi (Pazar Alman) dı. Binanın serasker Riza paşanın olduğu söylenirdi. Yeni- sinin alt katı yana doğru genişlemiş olmakla beraber her İki pazar muhte- viyat, itibarile biribirlerinin ikiz gibi öreği. N Kaçın kur'ası olan (Baker) mağa- zas1 eskisine nisbetle hayli gelişmiş, anaçlanmış sayılır. Mabeyn başkâtibi müteveffa Süreyya paşanın sıradaki kebir mağazasına yerleşen Karlman Blumberg, Galatadaki Büyük Milet hanımdan oraya kavançedir. Baba kasada, ana paket gişesinde otururken küçük oğul köşede bucak- ta pinekler, büyük oğul Ferdinand da aynagöz aynagöz ortada dolaşırdı. Beyoğlu ticarethaneleri içinde ka- tar katar vandöz bulundurmak âdeti- ni ilk tatbik eden ve rekoru muhafa- za eyliyen mumaileyhtir, Şimdiki Karlman geçidi bir vaklin adlı sanlı (Bonmarşe) siydi. O taraf halkının dört mevsimlik, İstanbul ki- barlarının.da yalnız karakışlık piyasa mabajli, Kapısından girip çıkmanın. bile usulü, erkânı vardı, Faraza guguruk- Tu başlı, tiril tiril çarşatlı, dirseğe kâ- dar beyaz eldivenli bir küçük hamlfen- di mi buyurmak üzere?... Hemen se girtilip kapı ardına kadar açılacak; bir reverans yapılıp durulacak, İşve- kârın elinde (Lezansl), (Lektür pur tus), (Jöse tu) gibi mecmuslar var- sa, veya yanındaki enstitütrisile İran- Sizca konuşuyorsa, ve yahut etrafına (Viviç), (Azürea), (Flörami) kokuları yayılıyorsa derhal son derecede na- zikâne: — Antre sli vu pile ma şer!... cek. Şivekârda alafrangalık göze çarp- miyosa, ikidebir arkasına dönüp (an- nel... Hanımteyzet,.. Komşanım-...) diyorsa, ortalığı da haciyğına andıran bir lâvanta buram buram bürüyorsa: — Kerem buyurün, teşrif edin gü- zelim!... yollu bir ifade kâfi... Onlar mütebessim bir vaziyetle, ya; — Mersi mon bey!... Yahut: Teşekkür ederim efem!... deyip hafifçe bir baş kırdıktan, yahut te- mennaha varacakken kendini topla- yıp Kırıttıktan sonra içer! daldılar ve- ya dışarı çıktılar mı, kapıyraçan ihya oldu gitti. - i ER dene- Eski ismi (Oliyon) olan, sonraları baştaki (0) sunu-yutmuş : bulunan dükkân, İstanbulun ilk -harcâlem asansörünü kurmuş olan mağazadır. İçine üç kişi dardarına sığan höc- recik, su tazyikile'yalniz bir kat çi- kardı, Zeminden yükselirken « binen hanımlarda ve madamalarda ciyak ci- yak feryadlar; ikinci kata ayak basar basmaz hafakan arasında su istiyenler, okuyup üfliyenler, istaroz çıkaranlar. Karşıki meşhuru ilem (Konkordi- ya) tiyatrosunun yerine Sent Antu- an kilisesi kondu. Eynessera vessürey- ya”... Vaktinde neler yoktu orada? Kışlık tarafı ayrı, yazlık bahçe ayrı. Sahne- lerinden Fransız, İtalyan, Rum trup- Jarı; şantözler, dansözler, cambazlar... Kamaval mevsiminde K. Hasanın tu- Jüat kumpanyası ve ardından maskeli balolar... Buranın karşısında da Gristal) de- nilen bir kafeşantan. Kapısından gi- rince sağda-solda, bakanı ya leylek, ya da bodur yapan aynalar; yukarıki salonunda Romanyalı ve Macar kız- lardan orkestra; sahnesinde şanlar, danslar; fuayesinde boğuntu... Maden kuyusuna iner gibi bayır aşa- ğı, dar, kühi, berbad, kokulu Çiçekçi dokağı, Beyoğlu yan sokaklarının en işleği, curcunalı ve şamatalı- sıydı, Gündüz gece latama ile zilli tef, zurna ile çifte nâra, seyyar saz takım. lari; sarhoş sayhaları, cam çerçeve şangırtıları; teyzelerin, yosmaların yaygarası; belâ Hünkâr yaverleri- nin, saray tüfekçilerinin havaya altı- patlar gürletişleri.., O Kolda, cadde üstündeki pürocu An- gelidis kirmanço halinde ve hâlâ sağ... Haçopulo çarşısı sırasındaki şapkacı Yervant Mesçiyan: (Babam Sahak elendi rahmetlidenberi 60-65 senedir bu civarlardayız; tam 35 yıldır da bu dükkândayım) diyor, Meşhur (Kafe Komers), Aznâvur pasajında, şimdiki (İmre) nin yerin- deydi. Yeniçarşıya sapan karşı köşe- deki kümes gibi turşucu dükkânı, cebi yufkalara çifte meteliğe ma& meze tezgüh başı yaptırırdı. (Devamı ikinci sahifede) Sermed Muhtar Alus Tuttuğun altın olsun! Yazan: NECDET RÜŞTÜ iii Dün akşam «Yoksul genç: odama geldi, Geceyi dinlerken yalnız başıma. Paradan söz açtı... mevzu güzeldi, Bir masal anlattım arkadaşıma: — Ojğrenç adamın vardı bir zevki, Bu zevke canını verirdi belki!... — Acaba o zevk ne? — Bilinmez kolay, — Kadın mı?... — Onunla ederdi alay, Derdi ki; «Bir kadısı. hasreti bence «Erkeğin çektiği en boş işkence!... «Buseler verecek dudaklardan kağ, «Bir başka vücude değilim muhtaç!...» — Tuhaf Şey? —Bir düşün... — Yoksa kumar mi?... — Hayır; hiç oyundan fayda umar mi; Bir masa başında yorulmadansa, Ticaret oynunda hükmeder şansa: Kurnazdır; her sabah bir hile yapar, Her akşam kasayı bin kârla kapar!.. Haydi, bil... -—<Bir türlü gelmiyor akla, Korkarım zevk duyar morfin almakla? — Yok, deli değildir!... — Öyleyse nedir?... — Bu zevkle yaşadı o kaç senedir, Kendinde bir derin iptilâ duydu, Gönülden ve candan bu hırsa uydu! — Zevklerin sayısı bölli değildir, Bir değil, on değil, elli değildir! Seyahat, avcılık, pul meraki mı? — Hiç biri... — Muamma!,. Bildim: Rakı mı?.. Olur ya; her akşam bir parça içer, | İçkiden zevk alır, kendinden geçer?... — İçki mi; sağlığın kadrini bilir, Hem sonra cebinden para eksilir! — Demek ki hasisti? — Yaklaştın biraz, Bu kadar merakta bırakmak olmaz, Söyliyeyim: Her akşam eve gelince, El ayak çekilip basınca gece, Duvara gömülü kasayı açar, Yışınla altını önüne saçar, Kamaşan gözlerle seyre dalardı. Dünyada sevdiği bir nesne vardı: Ne vatan, ne tanrı, ne kadın... Para, Her gece bakarken bu altınlara Gözleri süzülür, sarhoş olurdu, En derin zevkini bunda bulurdu, Hasisti., >— Ne iğrenç bir adam!... — Evet; “ Haramdan yapmıştı büyük bir servet; Düşküne borç vermiş, çok faiz almış, Gözgöre herkesin malını çalmış, Hiç akla gelmedik hile kurmuştu, Sağından, solundan para vurmuştu. Kışın kar örtünce dağı, osayı, Ormanda soğuktan uyuşan ayp Büzülüp kalırsa nasıl bir inde, Yapyalnız titrerdi o da evinde. Beklerdi dünyayı ısıtsın güneş, Bütün kış yakmazdı bir parça ateş! — Bu neden?... -— Paraylâ alınır kömür, Bir Eskimo gibi sürerdi ömür! Aslında kadından hoşlanır gerçi, Bir güzel kız görse yanardı içi, Fakat bu hissini inkâr ederdi: «Evlenmem, kadınlar muzırdır;.» derdi, — Sebep ne?... — Erlense olacak masraf, Bu onun indinde en büyük israf... —)— Bu basis bir gece kasayı açmış, Binlerce altını ortaya saçmış. Onlara bakarken gülümser yüzü, Zenginlik hırsile parlarmış gözü. İnlermiş: — Ömrümün varı altınları, Gözümün ışığı sari altınlar!... Paralar avuçta, kulak kirişte, Zevkini yaparken bu hasis işte; Omzuna yavaşça bir el sürünmüş, Korkudan titremiş: Şeytan görünmüş. Olur ya, masal bu... Demiş ki şeytan: — İsmimdir herkesin gözüne batan; Dünyada ne kadar kötülük varsa, Cinayet olursa, kavga çıkarsa İnsanlar hepsini benden biliyor!.. Kabahat işliyen bir adama sor, Der sana: «İşime karıştı şeytan!» 'Halbuki kendidir fitne çıkartan. Fenaya çıkmıştır mâdem 'ki adım, İyilik yapmaktır şimdi maksadım, Söyle ne istersin?.. Şaşırmış adam, Ağzından şu tatlı sözler dökülmüş: — Zavallı!... Dileğin pek kolay iştir, Fırsat var, fikrini çabuk değiştir!... Bu nasip olur mu değme insana; Meselâ: Bir kadın vereyim sana... Bir öyle kadın Ki eşli olmasın, Daima genç kalsın, rengi solmasın, Karşında dalma güzel, taze bul!.. Bin âşık olurken ona köle, kul, Hep senin aşkınla titresin kalbi, Yanından gitmesin esirin gibi! Adamın buruşmuş sevimsiz yüzü, Düşünmüş, pek kârsız bulmuş bu sözü, Demiş ki: — Kadını çapkınlar sever, Sen odn dolusu bana altın ver!., Bu cevap şeylanı kızdırmış biraz, Atılmış: —Teklife ettin itiraz, Kadrini bilmedin sen bu fırsatın, Bu fırsat milyona alınmaz satın!,. Paran var, yetişir.. gözetme çok kâr, Gel, seni yapayım ben bir san'atkâr; Bir ressam, bir şair, bir heykeltraş. San'atin önünde dünya eğer baş, «Mikelanj» meydanda... Adam düşünmüş, Demiş: — Yok; ver bana altın ve gümüş!.. Şeytanı çıldırtmış verdiği cevap, Bağırmış: — İşlemek istedim sövap, Korkarım girmiyeyim gene günahal.. Gel, teklif edeyim sana bir daha, Düşün ki, bulunur para her zaman; Ben seni yapayım milli kahraman, İşte bu koşmağa lâyık hedeftir, Tarihe geçersin... Büyük şereftir; Razisin değil mi?... Adam somurtmuş, Son cevap şeytanı artık kudurtmuş; — Hepsinin iyisi, para ver bana!... Şeytanın hakkı var girse de kana, Bü hasis adamdan o da iğrenmiş, Öfkesi bir anda sabrını yenmiş, Bağırmış: — Tuttuğun hep altın olsun! Ortadan kaybolmuş, arıyan bulsun. —— Bir duman içinde şeytan gidince, O gece kapılmış adâm sevince, Neşeyle bağırmış: — Tanrım; bu ne iş? Çünkü her tuttuğu altın kesilmiş. Milyarder olacak, şu talihe bak: Sum altın büfede bir sürü tabak, İskemle, sürahi, tencere altın, Karyola, duvar, pencere altın. Her taraf sapsarı... Göz kamaşıyor, Havuzdan su değil, para taşıyor. Adamın çıkası gözleri doymuş, 'Tonlarla altını mahzene koymuş. Ömrünce düşer mi artık tasaya, Neşesi yerinde... Geçmiş masaya: Bu gece zevkinden içecek şarap. Vız gelir yeryüzü olsa da harap: Bir kuvvet yoluna çekemez duvar, Herkese hükmeder, çünkü: Para van; Sevinçle kadehi eline almış, Bu nedir?!,. Bir anda şaşırıp kalmış: Hep altın kesilmiş şarap ve bardak, Düşünmüş bir parça pişman olarak, İstemiş yemeği önüne çekmek: Fakat altın olmuş yemekle ekmek, Sokağa fırlamış bir deli gibi; Adamın altınla doluymuş cebi, Yıgınla para var, fakat karnı aç, Milyoner bir lokma ekmeğe muhtaç, İnlemiş: — Ah; keşki fakir olaydım, Yeterdi bir sıcak çorba bulaydım!... Mesuddum ben bunu bilseydim eğer, Parayla sandet olmazmış meğer!,.. Ne doğru bir sözmüş; «Azicık aşım, «Lekesiz vicdanım, kaygusuz başım.# Herkes bu paracan adama gülmüş, Günlerce aç, susuz kalarak ölmüş. Yunan hükümetinin yaptır- diği iki muavin gemi geldi Atina 5 — Yunan hükümetinin donanma için İngilterede yaptırdığı iki muavin gemi, Pire limanına gel- milştir. Bunlara Ustruma, Vardaf mler verilmiştir. ..nsanses na BESE EEENAEE Aaa gm İZMİR ve mülhakatı için AKŞAM gâze- tesinin tevzi yeri münhüsiran İz mirde İkinci Beyler sokak 52 nu- marada Hamdi Eekir Gürsoylar » *