6 Kasım 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

6 Kasım 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TET Tefrika SARAY ve BABIÂLİNİN İÇ YÜZÜ Yazan: SÜLEYMAN İKÂNİ İRTEM —Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur No. 233 Sultan Mahmudun hekimbaşısı Mesud Bunlar aylardanberi #fKÂrda hüküm süren heyecanı, salik ittikçe şid- detlenen galeyanı tabi” : hal imiş gibi cereyanına bıraktılar, 'Meşrutiyet- ten sonra hükümetin hariçten darbe üstüne darbeye uğrıyafâk düştüğü va- ziyetin, hâl ve zamanın icaplarına gö- re hareket etmediler. Buna biraz da bazi kalblerde eki #fmeni aleyh- tarlığı karışmış görünür, Vakıa piskö- pos Muşig gibi komitecilik emelleri besliyenlere karşı bu aleyhtarlık yer- siz sayılamaz ise de Adananın adedi az olmadığını zannettiğim zehirlen- memiş Ermenilerinin bu gibilerin fe- sadlarına kapılmamalarını temine ça- lişmak devletin menafiİine daha çok uygun olurdu. Bu Ermeni-aleyhtarlı- fanın izahları ise idare ve siyasctçe mahzurlu olmak pek tabii idi. İş başında bulunanlar Adana vilâ- yetinin şark vilâyetlerine ve meşruti- yetin Abdülhamid devrine kıyas edile. miyeceğini de düşünemediler. Türklerin meşrutiyetle garb efkârı umumiyesinde kazandıkları teveccüh ve itibarın kırılmasında onların .bu pek büyük hata ve gafletleri ayrı bir âmil oldu. Siyasette şefkat ve şerhamete yer olmadığı malüm! Ancak fesada ve aC- 26 verilen bu kadar kurbana insanlık bissile acrmamak kabil olabilir mi? Fırsat bulmasınlar! Meşrutiyetin ilânından sonra Ma- raşa mutasarrı! olan Hayri bey çeltik zeriyatının şehre on dakika yakın tarlalara kadar teşmilsedilmiş oldu- Bunu, bunun şehir havasına pek fena tesir ettiğini, yazın fukaranın sıtma- ya tutulduklarını anlar; çeltik hak- kındaki nizamı tatbik İle pirinç eki- mini makul ve muvafık bir hale getir. meği düşünür. Meseleyi meclisi ida- revce bir karara bağlamak ister. Mecisteki müntehap, azanın birka- çı çeltik zürrâl, böyle haklı ve kanuni bir-teşebbilse açıktan açığa muhalefet edemezler; tedbirin başka yoldan önü- ne geçmek için vesile araştırırlar. Cuma günleri hutbelerden sonra Allahın kâfirleri kahrelmesi duası irad edilirdi, Mütasarrıf bey Ulu caminin hatibine: — Şimdi hürriyet var. Hıristiyanları böyle dualarla kuşkulandırmıya lü- zum yok, Bin senedenberi kahırlarına dua ettiğimiz halde kaç gâvur öldü? Elinden gelirse müslümanların hıris. tiyanlar derecesinde yükselmesine ça» ış! ihtarında bulunur. Hatip cuma günü mutad duayı oku« maz; amma mutasarrıfın yasağını da tanıştığı adamlara anlatmaktan geri kalmaz. Mutasarrıf âleyhinde vesile arıyan eşraf ve arazi sahipleri bunu dillerine dolarlar; tam bu sırada İstanbulda Volkancı derviş vahdeti din namına ateş püskürüyordu. Maraşta da mesele büyütülür. Halk müftiye baş vururlar: — Hutbede gâvurler aleyhine dua Caiz mi? değil mi? Bize birfetva ver! derler. Müfti lâ ve niam bit cetâp vermez. Ahali başka hocalara giderler; bunlar da: —— Müftiniz var; ona Sorun! Cevabını vererek işi “ savsaklarlar. Çeltikçiler körüklemede devam eder. © der. Söz ayağnrdüşer. Mesele (camide dua kaldırılıyormuş!) şekline dökü- Jür. Beş on serseri camiya hücüm ile minberdeki sancağı çıkarırlar. © — Şeriat isteriz! ar. Nâralarile sokakları * doldururlar. Bütün halk arkalarınd” takılır! Mu- tasarm! beyin evini sararlar; pencere- sini, kapısını taşa tutarlar; buradan Askeri ve hükümet dairelerine gider. « ler; İstanbula telgraflar yağdırırlar. O gece Antepe kaçan mutasarrıf bey uğradığı müthiş korku yüzünden bir hafta sonra vefat edor, (1) Mesele yatışır. Çeltik zeriyatı da halile ka- ır! ... Küçük bir izah İki defa meşrutiyet tecrübesinden sonra Abdülhamidin halj'i ile Osmanlı saltanatında mutlak hükümdarlar sil. silesi kapanmıştır. Yüz senelik bir devrenin en mühlm > rem pm kr alabilir. es ri O . efendi hâdiselerini, bu hâdiselerde ro? oyni- yan şahsiyetleri, sarayda ve Babiâlide dönen siyasi entrikaları ve menfaat dolaplarını, tarihi fıkra ve menkibe- leri, saray ve harem hayatını kısa, kı- sa tefrikalar halinde ve ayrı, ayrı baş- lıklar altında neşretmek, böylece şek- len bir tönevvü göstermek - gündelik gazete neşriyatında ihtiyar olunabile- cek bir sistem olduğunu bilmez deği- lim. Ancak ben esası değiştirmiyecek olan bu”şekli münasip görmedim. Se- nelerce uğraşa, uğraşa, dolaşa dolaşa, didine, didine topliyabildiğim malü- matı okuyucularıma bir kül halinde, ayni ünvan altında arzetmeği tercih ettim ve bu neşriyatımda takip etti. ğgim maksada uygun bulduğum (Sa- ray ve Babıâlinin içyüzü) ünvanını de- ğiştirmeğe lüzum hissetmedim. Bu seriye daha başlarken bildirdi- ğim veçhile sonuncu Osmanlı padişahi Vahdeddin devrile kapanacak olan ya- mlarım burdan sonra da bu umumi başlığı muhafaza edecektir. Tefrikama ikinci Mahmud saltana- tının ikinci yarısında geçen hâl ve hâdiselerle başlamıştım. Neşriyatımda eski vakanüvisler gibi sene tertibine riayet etmiyor ve en zi- yade bahsettiğim hâdiselerin safhala- rını takibe ehemmiyet veriyorum; an- cak her padişah saltanatının sonunu bu hâdiseler için birer hudud taşı gibi sayarak ilerliyorum. Böyle ilerlerken geçmiş sene ve hâ- diselere, bu hâdiseler içinde yuvarla- nan şahıslara dair mütemmim bazı mâ- Jümat elde ediyor, yeni notlar almağı ihmal etmiyordum. Bunlârı da neşretmemek takip etti- dim programda eksiklik bırakmaklı, Bunu bildiğim halde neşriyatımın sey» rinde intizamı bozmamak düşüncesile bunları tehir eylemeği muvafık bulu» yordum. Şimdi Abdülhamid devri sona erdi. ğine göre mutlakıyet senelerine aid olan bu eksikliği telâfi sırası geldiği- ne hükmettim. Bu sebeple birâz geri- ye rücu ederek bu tetümmeyi evvelki neşriyatıma ilâve edeceğim. Nakşidil valide sultanın ölü- mü, hekimbaşı Mesud ve Behcet efendiler Sultan Mahmudun validesi Nakşidil sultan «merak ve bayılma» illetine müptelâ olmuştu. Bir ara tebdilihava için Beşiktaştan Gümrükçü Osman ağanın Çamlıcadaki köşküne çıkanl- dı; fakat bir faide görülemeyince gene Beşiktaş sarayına nakledildi. Valide sultanı hekimbaşı Mesud efendinin getirdiği bir Rum tabib te- davi eyliyordu. Halbuki illet sükün bu- lacağına şiddetlenmekte idi. Relsületibba Mesud efendinin baba- si hekimbaşı Numan efendi oğlunun ilim tahsil eylemesine çok itina göster- miş idise de himmeti hiç müsmir ola- mamıştı. Çünkü zevk ve keyfine düş- kün oğlu zamanın şöhretli bir afeti ile İ eNüshai mestü aşkı mütalâa» (2) ey- İ lemeği tercih ediyordu. Nihayet babasının tazyiklerinden, tekdirlerinden kurtulmak ve güya he- kimlik, cerrahlık tahsil eylemek üzere Viyanaya gitmişti. Mesud efendi Vi- yanada üç sene kalmış, gençlik heves- lerile sefahal ve eğlence yollarında dönüp dolaşmıştı. Tıbbiye mektebinin ve Leşrihhane- nin semtine bile uğramıyor, doktor. lara ancak tiyatro ve balolarda tesâ- düf ediyordu! Nihayet sfrülyed olarak İstanbula dönmüştü. Gösterdiği mârifet herke- se kendisini hekim taslağı olarak sat- Baş, Diş, Nezle, (istanbul kazan ben kepçe (Baş tarafı 8 inci sahifemizde) Lisenin kapı kârşısınde, 68 sehe ev- vel Hota-Naumun meşhur tiyatrosu varmış; Beyoğlu yangınında Silip sü- pürülmüş. Bariker Hristakinin bu ar- saya çıktığı şeddadi akaret sorira Kü- çük Said paşanın mülkleri arasına kâ- Burası da eski halinden farksız. Ni- hayelindeki Horozlu lokantada bir aded çeyreğe dört tabak yemekle bir #işe şarap göğdeye atılır, fesler de yı- Galatasaray hamamına sapan yo- lun köşesinde (Kafe Ruayal) dan evvel serkuyumculardan Babayanla- rm dükkânı vardı. Hünkârın cülüs, ve. lâdet donanmaları oldu mu vitrinini görme, Arşın boyundaki kadife üstü- ne fındık kadar pırlantalarla (Padi- şahım çok yaşa) yı konduruverirdi. Mığırdıç ağanm Kapamacılar için- den aktarma ettiği, oldum olasıya lord harcı Tokatlıyan lokanta ve gazinosu Sonra sokağa kadar genişlemiş, üstü- ne de bir otel çıkılmiştir. Oranın bu- günkü pasta dairesi eskiden (Kafe Kurun) du. Anadolu hanının geçidinde anafora ve ayaza mani olan yaylı kapılardan başka bir değişiklik yok. Birahane (Ealavani). zamanındakinin eşi. O kadarına ki üç adım ötesinde karides ve lâkerda satan bile gene yerinde. Halep çarşısı dükkânları ve nihaye- tindeki tiyatrosile ilk gördüğüm hali- nin ayni,.. İşte caddenin bundan ile- Mn hayli farklar göze çarpmada- en sıra ili , pastacılar, ma- hallebiciler, mezecilör, yeni binalar ve $ipşirinleşen Ağaraml'si... Ol ağa haz- retleri her kim ise kabrinden kalksın da Türkiye Gümhüriyetine teşekkür etsin. (Ekler ymidir, daha yeni ismi nedir pek farkında değilim amma o sinema nın yeri önce (Verdi), sonra da (Ode on) tiyatrosuydu. Apukurya zamanla- rında öyle maskeli bâlolar verilir, bil- hassa.( İstridye panayırı) ında öyle pe ki 72 e yale ağnm say.. Rumeli KEİ Dn rini bici dükkânı hiç şüphesiz olârak bu- radakilerden hepsinin ağababası sâ- yıhabilir. Beyoğlunun başkabadayısı, Hünkâr yaveri Gani Toptani'nin, Ha- fızpaşa adlı bir hemşehrisi tarafından vurulduğu köşe hâlâ duruyor. Sağdan giderek Taksime varınca nihayetteki meşhur Eftalopos'un ol- duğu yer, yani taraçalı fevkani gazi- no iyi kötü hâlâ yaşamada.., Fransız hastanesinin eski halinden farkı ya- ya kaldınmına taşan parmaklığile içindeki çimenzarın eksikliği... Sermed Muhlar Alus maktan ibaret kalıyordu. Bu cakasile tababet ne demek olduğ'unu bilmiyen bazı mütenetfizlere çatmıştı. O zaman seretibbr olan Mustafa. Behcet efendi Mesud efendinin kazan- makta olduğu şöhreti görüyor, devlet ricali arasında tıbbın kadir ve ehem- miyetini anlıyan . kimse olmadığını düşünerek yeni tabibin (!) şahsında kendi makamınca bir tehlike hissey- liyordu. Bundan dolayı Mesud efendi. yi «Makamı saltanat civarından heki. mane bir tedbir. ile uzaklaştırmak muvafık olacaktı! Tam bu sirada Rus seferi çıkmıştı, Behcet efendi liyaka- tanı (!) beyan ile Mesud efendiyi ordu sertebabetine tayin ettirmişti. Mesud efendi orduda reisülküttâp Galib efendi ile ülfetini gece, gündüz biribirlerinden ayrılmıyacak derecede arttırmış, böylece bir eşefii galibe da- ha elde etmişti, (Arkası var) (1) Maraş tarihi, (2) Şanizade tarih, Grip Komatizma Nevralji, kırıklık ve bütünağrılarınızı derhal keser. Tarihr DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tefrika No. 167 Korsanlar, ormanın ağzında yatan hasta bir adam gördüler. Prens Vasilyos bu ormanda gizlenmiştil — Karovalmın elbette bildiği bir şey var, Endişesi boş olmasa gerek. Şimdi bu mesele beni de düşündür- meğe başladı. Selim Karvan, kadın düşkünü bir erkektir. Bilhassa böyle güzel kadınlarla karşılaşınca, çar- çabuk, güneş karşısında eriyen bir avuç kar gibi eriyip yumuşayıverir. 'Eğer Vasliyos mukavemet etmez de bizi tatlııkla karşılarsa, tehlike © zaman başgösterecek. Güzel prenses Selimi nasıl olsa elde edebilir, Bu ara- da biz de Vasilyosu kaybederiz, .. Sarantos ormanı önünde... Çoban, sürüsünü, dağın yamaçla- rındaki otlağa yaymış ve korsanlara ormanın girişini göstermişti, Selim Karvan elini belindeki han- çerden ayırmıyordu. Reisin belinde «Tılsımlı hançer; in bulunduğundan hiç kimse haberdar değildi. Selim, ormanın ağzindâ durdu. Korsanları ellişer ellişer sağa sola yaydı. Örmanda ufak bir hareket bile gö- rTülmüyordu. Acaba - çoban, korsanları mış mıydı? Fakat, buna imkân yoktu. Zira ço- banın şikâyteleri ve sözleri çok ciddi ve samimi idi, Selim, mücahidler arasından on fedai seçti, Bunlar ölümden yılmaz Arab akıncılarıydı. Fedailer palalarını çekerek ve yay- larını omuzlarına takarak ormana Caldılar. Ağaçların arasına yayık | dılra. Biraz ileride iri gövdeli bir kara ağacın dibinde yatan bir adam gör- düler, Fedailer bu adamın yanına sokul- dukları zaman, ağacın dibinden ha- gin inliltiler duyuluyordu. Fedailerden biri, yerde yatan ada- ma sordu; İnliyen sen misin? — Ever, benim. — Neyin var? Yarali mısın yok- sa)... Otuz beş yaşlarında uzun boylu bir adamdı bu. Başını ağaca daya. mıştı. Benzi sapsarıydı. — Hastayım, dedi, beni burada bi- rakıp kaçtılar. — Kimdir kaçanlar? — Bilmiyor musunuz? Prens Va. silyos ve âdamları... — Bizim geldiğimizi gördü de mi kaçtı? Evet. Sizi uzaktan gelirken gör- düler. «Arablar geliyor!» diyerek adamlarını toplayıp kaçtı. — Prenses te yanında mıydı? — Şüphesiz. Zaten bizi Vasiiyosun başına toplıyan prensestir, — Seni neden bıraktılar burada? —. Birdenbire haslalandım. Dizle- rim tutmuyor. .Beni nasıl götürebi- lirlerdi? -— Seninle karşdaşücağımızı * dü- şünmediler mi? — Benim dilim de tutulmuştu. Va- silyos: «Bunu öldürelim. Düşmana, nereye gittiğimizi söyler. demişti. Fa- kat, prenses acıdı bana: «Onun gili tutuktur, Bir şey söyliyemez.» dedi. — Nasil açıldı şimdi dilin? — Korkudan tutulmuştu. Gene korku ile açıldı. Korsanlar birbirlerine bakıştılar, Eğer bu adamın rengi ve sıhhati yerinde olsaydı ondan şüphelenceek- lerdi. İnlediğini ve mecalsiz bir hal- de yattığını görünce, sorgularına de- vam ettiler: — Vasilyosun şimdi nereye gittiği- ni söyle bakalım bize: Hângi İstika- mete doğru kaçtılar? Bizanslının gözleri büzüldü.. ni arkaya doğru uzattı; — Ormanın içine daldılar, — Bu ormanın öte yanında ne var? — Ufak bir yayla, Ve prensin bü- yük ordusu orada karargâh kurmuş- tur. — Hangi büyük ordudan bahsedi- yorsun? Biz, prensin yanındaki ser- serilerin sayısını senden İyi biliyoruz. Haydi, bize hakikati giyin 5“ kişi aldat- | eli- Se ie Yar şimdi prensin yanında? — Üç bin askerden fazla... Korsanlar gülüştüler. İçlerinden ikisi geri döndü: — Biz gidelim, reise vaziyeti bildi- relim. Diğerleri, hastanın başı ucunda kalmışlardı. Selimiri bulunduğu nok- fa ile bunların arasından ancak üç yüz metrelik bir mesafe vardı. Korsanlar hastadan bu izahatı al- dıktan sonra, onun hastalığına da inanmadılar, — Vasilyos bunu buraya gözcü olarak bırakmış, dediler, bu adam hakikati söylemiyor ve bizi aldatıyor. Fakat, şimdi Selim gelirse, onu Söy- letmenin yolunu bilir. Hele biraz bekliyelim. Gözcülerden sekizi dönmüş, ikisi hastanın başında - kalmıştı. Ağaçla- rm arasında birdenbire bir hışırtı duyuldu. Hastanın yarında bekliyen korsanlar etrafa bakınmak fırsatını bulamadılar. Arkadan bir kaç Bİ- zanslının âni hücumuna uğrıyarak yere devrildiler. Yerde yatan hasta da birdenbire canlanıp korsanlardan birinin üzerine atılmıştı. Burada baş- yan kısa bir boğuşma, korsanların ölümile neticelendi. İki Arabın başi- nı kesip dallara astılar ve kaçtılar, * Selim Karvan, orman içindeki şüp- heli hastayı söyletmek üzere, atını sürerek mücahidlerle birlikte orma- na dalmıştı. Gözcüler, hastadan din- lediklerini brler birer Selime anlat mışlardı. Korsanlar ormana dağıldıkları za- man otralık çok aydınlıktı. Fakat, ormanın içi loş olduğundan her ta- rafı uzaktan iyice görmek mümkün değildi. Selim biraz ileride - gözcü- lerin yürüdüğü noktada - iki kesik baş gördü. Korsanların tuzağa dü- şürüldüğünü anladı. Artık, Vasilyo. sun adamlarının buralarda diklerine inanmışlardı. Bir aralık yerdeki çalıların üzerinden geçen ye- di sekiz mücahidin birden bir hen- değe yuvarlandığını gördüler. İşte bir tuzak daha... Vasilyos hendekle- rin hepsini çalılarla örtmüştü. Hen- değe yuvarlananlardan ikisi öldü, di- ğerlerini güçlükle çıkardılar. Selim bunları gördükçe hiddetinden ateş püskürüyordu. Yavaş yavaş ve itinalı bir yürüyüşle ormana yayıldılar. Uzaktan bir gürültü duyuldu. «— Arblar geliyor!...» Vasilyosun adamları obağrışıyor- Jardı. Selim bü işi çabuk bitirmek ve düşmanı kati bir hezimete uğratmak için bir çare düşündü: — Ormani yakalım... Diye bağırdı. Korsanlar derhal ağaçları tutuşturmağa başladılar. Korsanlardan birinin anlattığına güre, vaktile Bizansa yapılan ilk Arab hücumlarında da sahile yakın or- manları yakmışlardı. Düşman askeri ormanda barınır, Arablara sık sik baskınlar yapardı. Arablar orman- ları yakınca düşmanın barınacak ye ri kalmamıştı. Selim ormanı tutuş- turunca, çığlıklar, gürültüler art mışti, Biraz İleriden Arablara atılan oklar ağaç dalları Arasından yılan gibi kayıp mücahldlerin göğsüne sap- lanıyordu. Bizanslılar ok atmakta Arablardan daha mahirdiler. Arablar da iyi kılıç ve cenbiye kullanırlardı. Göğüs gö- ğüse yapılan harblerde Bizanslılar Arabların önünde dâyanamazlar, derhal yerlere serilirlerdi. Selim, Vasilyosu diri olarak ele ge- çirmeğe çalışıyor ve daima ileri atılı- yordu. O etilsımlı hançer»: belinde bulundukça ölümü hatırlamıyor, ölümden korkmuyordu. Selim zalen cesaret ve-atılganlığile çölde de, Akdeniz korsanları arasında da tanınmış bir adamdı. O güne ka- dar hiç bir döğüşte mağlüb olmamış Ye sırtı yere gelmemişti. Mücahidlere -şiddelli emirler ve- riyor; (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: