vr , Atların sırtında şehre doğru ilerli- yorlardı. İki kişi idiler. Evlilikten bah- sediyorlardı. Mehmed bir aralık atını arkadaşı Macidin hayvanına yaklaş- tırdı: — Macid.. dedi, gel artık seni ev- lendirelim... Bekâr kalmak için gös- terdiğin bu inadcılıktan vâzgeç... Bak yaşın kırk... Evlenmek zamanın geldi Tenmek için hiç niyetim yok... Baksa- na arkadaşlarım bile ismimi: «Meşhur bekâr; koymuşlar... Mehmed daima bekâr arkadaşlarına evlenmeği tavsiye eder, hattâ onlara evlenmek için kız bulurdu. Arkadaş- ları arasında adı «Çöpçatan» çıkmıştı. Mehmed böylece kaç arkadaşını evlen- dirmişti. Halbuki senelerdenberi Ma- cidi bekâr kalmak için gösterdiği şu İnaddan vazgeçiremiyordu. Ona dal ma nasihat ederdi: — Öyle bir yaşa geleceksin ki her erkek gibi senin de sıcak bir yuvan, etrafını saracak sevimli çocukların ol- masını istiyeceksin,.. Fakat yaşın ilerliyecek. Evlenmek zamanın geç» miş olacak... Çok pişman olacaksın ama fayda vermiyecek. Lâkin Macid bu nasihatleri dinle- mezdi bile... İşte Mehmed o kış günü da atla köyden şehire giderlerken lâfı evlenmek bahsine dökmüş, Macide — Artık evlen, zamanın geçiyor... Diye nasihate başlamıştı. İki arkadaş böylece münakaşa eder» lerken birdenbire hava bozdu. Keskin bir rüzgâr esmeğe başladı. Macid: — Eyvahlar olsun kar başlıyacak galiba... Dedi. Mehmed cevab verdi; — Aksi gibi şehrede daha epeyce yol var... Hava gittikçe kararıyordu. İki ar- kadaş şehre yetişmek için atlarını mümkün olduğu kadar hızlı koşturu- İkisi de mühendisti, Bir in- şaat meselesi için iki gün evvel şehir- den epeyce uzaklara gitmişlerdi, Şim- di tekrar şehne dönüyorlardı. Biraz sonra bardaklardan boşanır. casına bir yağınur başladı. İki üç da- kika sonra ikisi de sucuk gibi ıslan. mışlardı. Macid sordu: — Ne yapacağız şimdi? — Bilmem ki... Biraz sonra Mehmed bir altın ma- deni keşfetmiş bir adam tavrile bağır- dı: — Buldum... Buldum... Biraz ileri- de bir çiflik vardır. Sahibini tanırım. İstanbullu, iyi bir adamdır. Yağmur geçinciye kadar oraya sığınırız. Ol maz mi?.. Atlarını yağmurun altında sürüyor- lardı. Mehmedin söylediği çifliğin önüne geldikleri zaman iç çamaşırları- na kadar ıslanmışlardı. Çifliğin kâh. yası hemen içeriye koşarak efendisi- ne iki misafirin geldiğini haber verdi. Çifliğin sahibi Şemsi hemen onları içeri aldı. Kendilerini güler yüzle kar. şıladı. Macide: — Zaten dedi, arkadaşınızı çok iyi tanırım... Bu vesile ile sizinle de ta- nıştığımıza memnunum. Biz İstanbul. dan ayrılıp bu münzevi hayata çekil. dikten sonra âdeta heyecanla misafir bekliyoruz. Bizim için en büyük hedi- ye bir misafirin kapımızı çalmasıdır. Aman geldiğinize çok memnun ol dum. Çiflik sahibi böyle söyliyerek: — Zevcemi de çağırayım... Dedi, O da sizin geldiğinize çok memnun ola- caktır. Fakat siz fena halde ıslanmış. sınız. Size benim hiç kullanmadığım çamaşırlardan birer tâkim buldürayım. Birer de eski elbise getireyim. Elbise. leriniz kuruyuncıya kadar bunları gi- yersiniz. Böyle söyliyerek Şemsi odada misa- firlerini yalnız bırakarak dışarı çıktı. Macid gözlerini etrafa gezdirirken du. varda bir genç kadın resmi gördü. Tu- haf şey... Bu sima ona hiç te yabancı gelmiyordu. Muhakkak ki bu kadını tanıyacaktı. Fakat nereden?. Biraz sonra çiflik sahibi Şemsi İle karısı Neclâ içeri girdiler. Duvardaki resim Neclânın fotografı idi. Macid genç kadına biraz daha dikkatli ba- kınca başının içinde eski bir hatira canlandı. Neclâyı tanımıştı. Bundan on on İki sene evvel Neclâ Evlenmek arzusu | ile ayni mahallede oturuyorlardı. Fa» kat Macidle Neclâ aralarında sıkı fıkı bir arkadaşlık yoktu. Yalnız Mecidin annesi Neclâyı çok beğenir, onu oğlu- na almak isterdi. İhtiyar kadın daima Macide: — Oğlum... Nur topu gibi kız... Ga yet güzel... Kadın kadıncık. Kendi ha- linde... Gel şu kızı sana alalım... Derdi Macid her zaman bu sözlere omuz kaldırır? — Aman anne... Derdi, işin mi yok kuzum?... Hattâ Macidin annesi oğlundan ha- bersiz faaliyete bile geçmişti. Bu işe Neclânın annesi de pek taraftardı. Lâ- kin Macidin başında o zamanlar ka- vak yelleri esiyordu, evlenmeğe ya- naşmamıştı, Bunun için Macid, Neclâyı evli bir kadın olarak karşısında görünce bu eski hatıra aklına gelmişti. Neclâ misafirlerin yanına büyük bir nezaketle çıktı. Genç kadın iki arka» daşa: — A... Dedi ıslanmışsınız... Hem de fena halde... Size Şemsinin pijamalas rından ikisini getireyim de, elbiseleri. nizi kurutalım... Karı, koca ikisi de misafirperver insanlardı. Fakat Macid henüz yeni tanıştığı Şemsinin evinde elbiselerini, velevki kurutmak için olsun, çıkarma» ğa utanıyordu. Lâkin sırılsıklam elbiselerini çıkar- masa mutlaka hasta olacaktı. Daha şimdiden titremeğe başlamıştı. Bir aralık karı koca dışarıya çıktı- lar. Macid: — Size, dedi, uzun zamandanberi giymediğim birer pantalonla birer gömlek bulduk. Elbiseler kuruyuncı- ya kadar bunları giyersiniz. Neclâ elbiselerini sobanın kenarın da büyük bir dikkatle kuruttu. Ütü- Jedi. Bir yandan da sobada kestaneler Pişiyordu. Genç kadın radyoyuda açtı, — Çiflik büyükçe... Diyordu, Şemsi bir küçük motör koydurttu, elektriği. mizi kendimiz istihsal ediyoruz. Rad- yo da çalıyoruz. Bu sessiz çiflikte her” şeyim tamam. Gayet rahatız. Neclâ bunları söylerken kocasına şefkat dolu gözlerle bakiyordu. Macid bu sıcak, sevimli odaya şöy- le bir göz gezdirdi, Dışarıda şimdi su- lu kar yağıyordu. Sobanın üstündeki kestanelerin patlamaları bile Macide tatlı bir musiki gibi geliyordu. Radyo- da güzel bir hava çalıyordu. Neclâ onlara birer sıcak çay pişirdi. Bu si cak oda, bu mişfik kadın, hattâ soba- nın üstündeki kestaneler âdeta bir saadet tablosu gibiydi. Biraz sonra Şemsi ile Neclânın ço- cukları öğle uykusundan uyandılar. Lüle lüle kıvırcık saçlı iki küçük ço- cuk odaya girdiler. boynuna sarılırken öteki babasını Ku- caklıyordu. Macld biran kendisini çiflik sahibi- nin, Şemsinin yerine koydu. Eğer bundan ölem a is- temi k âlâ Şemsi ye- rinde salunabilirdi. Bu karlı günde, bu sıcak çiflik odası, ellerindeki > bu şefkatli kadın ve cıvl cıvı ann yanında bekârlığın bütün eğlenceleri Macide mânasız ve sönük geliyordu. p kuruyan elbiseleri kendi elile sini Yağan sulu kar da dinmişti. kalmadılar. Yalnız birer sıcak çay da- ha içtiler. Atlarına atlıyarak yola çık- tılar, Çiflikten epey uzaklaşmışlardı. Macid arkadaşı Mehmede döndü: — Kuzum Mehmed... Dedi, beni ev- lendirsene... Mehmed şaşkın şaşkın arkadaşına bakıyor, ondaki bu değişikliğin nere- den çıktığını keşfetmeğe çalışıyordu. Hikmet Feridun Es Yer değiştirecek kiracılara tavsiye ! Akşamın KÜÇÜK İLÂNLA- RP'nı dikkatle okursanız kendi- nize en elverişli yurdu yorulma- dan bulabilirsiniz, * Biri annesinin | 1939 Briç Olimpiyatları BK Ne. 14 Şimal “ve cenub: «Dört pikas dedi ve yaptı, Kiğıdı veren: Şimal, Her iki taraf zonda, ARTSA 4Dvı0 v 103 YRD90753 *Dv1072 *85 5 8 4RDI0843 9 Cenub 24 .4 Garb 14 34 34 Pas Pas Bu eli çıkarmak biraz müşkül ise de parlak bir oyun oynandığı takdirde ya- pılabilir. Şark kupanın ruasmı çıkacaktır. Bu çıkışın neticeye hiç bir tesiri yoktur. Yer bu kupayı asla alır. Şimal pikarın ası ve Tuasını çeker, üç kozun da şarka düşmüş olduğu görülür. Pikadan sonra şimal iki büyük karocunu ve sinek asini ahır, bir kupa ie eli şarka verir. Şark pikasını alabilir, fakat arkasın» dan mecburi kupa gelecektir. Kozcu bu | kupayı ne elinden ve ne de yerden kes- memeli, bir elden karo diğerinden sinek kaçmalıdır. Şark tablatile ikinci bir kupa gelecektir, Şimdi kozcu bir elden kesmek ve diğerinden kâğıd kaçmak imkânını bulur, bu suretle oyununu çıkarır. Çünkü biraz evvel Karo kaçtığı el kupayı keser, diğer elden de son sineği kaçar. Eğer şark isterse şimalin oynadığı ku- payı almıyabilir. Fakat buda kozcu için bir endişe teşkili etmez. Zira kozcu kendisine Yâzım olan iki leveden birini bu kupa İle temin etmiş olur. Küçük bir kozla eli gene şarka verebilir. Şark tabii kupa ge- Jecektir. Binaenaleyh geriye kalan bir leveyi de bir elden kesmek diğerinden kâğıd kaçmakla elde eder. BI No. 14 Doğru kâğıdı çıkmak Şimal ve cenub: Muhasım tarah «üç sanzatus da içeri atkı, Kâğıdı veren: Şark. Her iki taraf birinci manşta, 43 3 09 Dklârasyon Şark © Cenub 1 Pas 2BA. Pas Pas Pas Garb 2 3 BA, Cenubun çıkacağı en iyi kâğıd pika da- mudır, Kozcu bu pikayı ya yerden veya kendi elinden almalıdır. Bundan sonra karonun asını çeker. Kozcunun pikadan iki, kupadan dört levesi var, yalnız oğu- nunu çıkarabilmek için karodan üç leve yapmalıdır. Cenob elden sinek çıkması şarkın işine gelmez, binaenaleyh cenüb- da ruanın tek bulunması ihtimaline bi- naen ihtiyatlı hareketle karonun asini oynamak icab eder. Karo pasını yapma- makis büyük kaybedilmiş olmaz. Esasen istediği karo ruasının şimalde bulunması ve bü suretle el tutmasıdır. Karo ruası düşmeyince şark arkadan damı oynar. Cenub run ile aldıktan sonra dikkatli bir tahlili yapmalıdır. Oyunu kurtaracak yegâne Ümid sinektedir. Şi- malde as damdan başlıyan dörlü si- neğin bulunması ihtimal dahilindedir. Bununla beraber cenubun en doğru Bıdı oynaması icab eder. Zira şimalde böyle dörtlü sinek olas bile yanlış bir ha- reket aleyhde netice verir. Eğer cenub bir sinek boşu oynarsa kotcu da yerden baş verir. Her ne kadar bu leveyi şimal tutarsa da sineklerin hepsini alamaz. Çünkü yerdeki rua rengi tevkif eder. Binaenaleyh cenub sinek valesini çıkma- lıdır. Kozcu bu vaziyette ümidsizliğe dü- şer. Şimai ve cenub sinekten dört leve kırar. Karo russile alınan Jeve de ilâve edilince kazcu bir içeri girmiş olur. bir şey ve mülhakatı için AKŞAM gaze tesinin tevzi yeri münhasıran İz- mirde İkinci Beyler sokak 52 nu- marada Hamdi Bekir Gürsoylar mağazasıdır. * DİŞİ KORSAN Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tetrika No. 118 >... Korsanlar bahçede yatan bir cesed gördüler : — Hamdanı öldürmüşler..! “diye bağırdılar Meyhaneci, 'Hamdanın cesedini çoktan ortadan kaldırmıştı. Anton- yo ayılınca, meyhaneci; — Sinyor, dedi, Seyld sizden önce gemiye döndü. Sizin için (uyanınca hemen gelsin.) dedi , Antonyo: — Beni bu zamana kadar neden uyandırmadınız? Diye söylenerek meyhaneden çıktı.. koşarak sahile indi, Gemiye dönecekti, Deniz kenarında bir ses duydu: — Dur! Antonyo O birdenbire , şaşırmıştı, Kendisine tehdid edici bir sesle bağır ran bu adam kimdi? Başını”çevirdi.. uzun boylu, balık- çı kılıklı bir Rum delikanlısile kar- şaştı. — Ne istiyorsun? Delikanlı şiddetle Antonyonun ya- kasına yapıştı: — Benim nişanlımı sen mi öldür- dün? Antonyo birdenbire o kadar sersem. lemişti ki.. gece meyhanede olup biten vakaları hatırlamağa imkân bulama- mıştı, — Nişanlın kim senin? Diye sordu. Delikanlının gözleri dönmüştü. — Pendi - Misi sen öldürmedin mi? , — Hayır.. onu yere vuran Arab kor- — Ya sen kimsin? — Ben amiral gemisinde işçiyim Delikanlıya: «Nişanlım bir Vene- diklinin kolları arasındadır!» demiş- lerdi. Rum balıkçısı, nişanlısının öl- düğünü haber alınca, pek haklı ola- Tak Antonyonun yakasına sarılmıştı. — Sana genç bir kadını öldürme- nin ne demek olduğunu anlatacağım, kahbe! Diyerek bıçağını çekti. tam Anton- i yonun karnına saplıyacağı sırada, kuvvetli bir cl delikanlının bileğin- den yakaladı: — Ne yapıyorsun, Yorgo? O ada- mın suçu yok. Pendi - Misiyi öldü- ren Hamdandır... Delikanlı meyhaneciye itimad et- meseydi, Antonyoyu bir vuruşta yere serecekti, Venediklinin ömrü bit; şti. uykuda bir kâbus geçirmiş gibi tit- redi.. gözlerini uğuşturarak sersem sersem etrafına bakındı.. meyhaneci- nin omuzunu okşadı: — Tam vaktinde yetiştin, Hiristol Sen de biliyorsun ki, ben Pendi - Mi- siyi çok himaye ettim. Fakat o arap- larla konuşmasını bilmedi. sarhoş- lukla Hamdana hakaret etti, Meyhaneci, Antonyoyu hemen bir kayığa bindirdi.. Hamdanın akibeti hakkında ne delikanlıya, ne de Vene- dikliye hiç birşey söylemedi, Antonyo gemiye dönmüştü, Hamdanın Rumlar tarafından! öldürüldüğü anlaşılınca. Necib Hayyatın yarası gün geçtik- çe iyileşiyordu. Korsan reisin yara- sını her gün Kiveli kendi elile açıp sarıyordu. Antönyo gemiye dönünce Necib Hayyatla karşılaştı. 1 — Hamdan meyhanede mi kaldı? — Hayır, emir! O benden önce ge miye dönmüş. beni zorla sarhoş et- mişti. Sızıp kalmışım. Kulunuzu af- fediniz! — Sen bu eğlenceyi haketmişin Antonyol Bize torbalarla altın ka- yandırdın. Nasıl, rum dilberlerile eğlendiniz mi? — Şarap başıma vurdu, ya emir! Gözüm bireşy görmedi, Derhal sızıp kalmışım, Necib Hayyat güldü: — Uzun etme, Antonyo! Hiristonun (Bülbül yuvası) na gittinizse, orada konuşan bülbülleri dinlemeden uyun- maz. Nasıl, güzel bülbüller var miydi? Anteonyo çekingen bir tavırla; — Vardı amma, dinlemek için ba- na sira gelmedi. emir! deği, Necib Hayayt, Hamdanın huyunu bildiği için, başını salıyarak mınl- dandı: — Ofbiraz aç gözlüdür amma. etrafındakileri de düşünür. Demek bu gevö seni düşünmedi. / Bu sırada bir gemici geldi: — Ya emir, Hamdanı gemide ara- dık, bulamadık. Onun karşıyakadan döndüğünü gören yok. Emirülbahir tekrar gemiyi arattı. Hamdanı bulamadılar, v Necib Hayyat etrafındaki yelken- lilere adamlar gönderdi. Biraz sonra dönen gemiciler Hamdanı öteki ge- anilerde “bulamadıklarını söyleyince * Necib Hayyat telâşa düştü. Antonyos © nun da benzi kül gibi oldu # 'Hamdanı sahildeki meyhanelerde aramağa karar vermişlerdi. Elliye ya- kın korsan, palalarını bellerine taka. rak kayıklarla karşıyakaya indiler. Doğruca «Bülbülyuvası> na koştu- lar. Hiristo, meylnnede cinayetten | ufak bir iz bile bırakmamıştı. Korsanlar Hamdanı şehir içine ya yılarak aramağa koyuldular. Bizanslı meyhaneci, Hamdanın ce. sedini bahçede bir köşeye götürmüş, üstüne bir kaç hasir örterek sakla» miştı. 3 Korsanlar gemiye dönecekleri &si- rada, tekrar Hiristonun meyhanesine uğramayı ve bir kaç kadeh şarap iç» meyi ihmal etmediler.. bahçeye yayık dılar.. işte o zaman Hiristo korkudan tltremeğe başlamıştı. Hamdanın €e- sedi meydana çıkarsa ne yapacaktı? Kendisi inkâr eise ve yakasını kur- tarsa bile, araplar bunun öcünü kim bilir ne ağır şekilde alacaklar. belki de bütün şehri ateşliyeceklerdi. ğ Hiristonun korktuğu başma geldi, 3 Bir aralık bahçenin bir köşesinden iki arab korsanının boğuk bir sesle bağırıştıkları işitildi, — Hamdanı bulduk... Onu öldür. müşler!11 a Korsanlar birdenbire ellerindeki donmuş iri vücudiyle boylu boyuna yerde yatıyordu. Korsanlar Hamdanı ölmüş görün- ce, hepsi birden Hiristoyu yakalayıp yerden yere vürmağa başladılar. Meyhanenin etrafını sardılar, Pala- Jar kınlarından çekildi. Korsanların gözleri dönmüştü. Hiristo sorulan suallere: — Ben görmedim, birşeyden habe- rim yok... Diyor, ağzından başka bir söz çık- mıyordu, ; Korsanların bir kısmı cesedini hasırlara sarıp sahile gö- türmeğe çalışıyor, bir kısmıda ateş püskürerek bu cinayetin faillerini meydana çıkarmağa uğraşıyorlardı. Hiristo yreden yere vurulmaktan pestile dönmüştü. Hiristo gerçekten Hamdanın katilini bilmiyordu. Sofi bu işi kimseye sezdirmeden yapmış ve bir dostunun evine gidip saklan- işti. Korsanlar Hamdanın cesedini ami- ral gemisine getirdikleri zaman, Ne- cib Hayyat güvertede oturuyordu. Emirülbahir, Hamdanm yerliler. tarafından öldürüldüğünü duyunca, © kadar kızmıştı ki.. derahla donan- madaki kundakçılara:; — Karşıyakayı baştan başa ateşle. yin! Mmrini vermekten kendini ala- madı, Lâtinler Bizanstan kaçarken bu sahili nasıl : yaktılarsa, dokuz yıl sonra araplar da bütün sahili kun- daklıyarak yaktılar. O gün âkşam üstü başlıyan yan- gın, gece bütün sahili baştan başa sarmış - ve gökyüzünü kızıl alevler kaplamıştı, Ateş o kadar büyümüş ve gitikçe serlleşen poyraz rüzgüri o kadar kuv- vetli esmeğe başlamıştı ki.. Arap do- nanması bile bu ateşten müteessir olarak, Kızkulesi açıklarından Mar- maraya doğru çekilmeğe mecbur ol- muşta, © (arkası var) t NER, Hamdanın . " 7