Sahife 8 Kahveye ve Tiryakilere dair altı nasıl delinmişti ? Kahve içmek eskiden en büyük ayıp sayılırdı, ali kahveyi gizli içerdi Nevyork sergisinde bir Türk kah- vesi açılacak. Bu mesele benim de da- hil olduğum sergiye ait bir komisyon- Ga konuşulurken şöyle bir münakaşa oldu: — Amerikalılar bizim tarzda kah- veyi pek beğenmezler... — Bilâkis... Bu kahve onlar için çok yeni bir şeydir, Merakla içerler ve seveceklerine de eminim... O zaman aklıma Amerikada bulun- duğum sıralarda bazı gördüklerim geldi, Yeryüzünde en büyük kahve tirya- kilerinden biri de meşhur eski dünya boks şampiyonu Jak Dempsey'dir. Jak Dempsey'in lokantasında bir Ermeni garson vardı. Bu adam, Türk kahve- sini fevkalâde sanatkârane bir tarzda pişiriyordu. Ben Jak Dempsey'le gö- rTüşürken, bu adam: — Size bir Türk kahvesi yapayım mı? dedi, Dempsey de: — Aman yap. Cevabını verdi. On dakika sonra köpüklü köpüklü Kahvelerimiz önümüze gelmişti Dempsey, kahvesinden bir yudum içtikten sonra: Aman... dedi, güzel amma, koyu, çok fazla topraklı, .. Bunlar garibime gitmişti. «Çok faz- la topraklıs da ne demekti? Jak Dempsey muhakkak çok teiveli demek istiyord! Jak Dempsey'in kahveyi beğenme- mesine rağmen bir gün Nevyorktakl anımızda İki Amerikalı gaze- 'Türk kahvesi yaptık. Daha ilk . Bende içerim... . Çok Aman... dediler, harikulâde... Nefis, nef Türk kahvesi bizim için o kadar mü-| himdir 35 sene kalmış Türklere i Amerikada, Kanadada 30 - rasgeldim. 30 - 35 senedenberi âdetlerini hiç de- | giştirmemişler, gretsiyel denilen sek- sen, doksan katlı asri apartımanla- rmda mütemadiyen okkalı, Türk kahveleri pişirtiyorlardı. Bunlardan biri: — 35 senedenberi Amerikalıların birçok âdetlerine alışlım. Fakat. şu Türk kahvesinden vazgeçemedim. Şimdi bunları düşünürken bizde bur kahve tiryakileri aklıma ge- Bizde meşhur kahve tiryakileri ara- | sında gayet münevverler mevcuddur. tanınmış Bunlar, sarı p cezveler içinde kendi eblerile kal Pişirmeğe bayılır- lar, Sarı pirinç cezvederi kahveyi kal- lâvi fincanlara boşaltırlar, köpüklü köpüklü içerlerdi. Meşhur kahve merükliları arasın- Abdülhak Hâmid, Cenapta Bizde kahvenin bu kadar rağbet görmesine rağmen İstanbullular bu siyahı ve tatlı içkiyi çok geç zamanda tatmışlardır. İstanbula ilk defa kah- ve Kanuni Süleyman zamanında gel- miştir 950 senesi içinde bir gün İstanbul limanına birkaç gemi geliyor... Herkes merak içinde: — Acaba bu geminin yükü nedir? Şimdiye kadar İstanbula bu gemi- lerin getirdiği maldan hiç gelmemi: Halk arâsında rivayetler dolaşıyor: — Gemide «kahve> denilen bir mad- de varmış... Bu madde ateş üzerinde kavrulur, sonra değirmenlerde çeki- lir, toz haline getirilirmiş. Bundan sonra da bu siyah toz şekerle birlikte kaynatılır ve içilirmiş... — Allah Allah, garip şey... Fakat halk bu gerip içkinin İstan- bula çıkarılmasını katiyyen arzu et- miyor. Sedire uzanarak kahve içen bir kadın Kahve tiryakisi bir ihtiyar kadar gidiyor. Şeyhislâm şöyle bir fetva veriyor: «Bu kara içkinin içil- mesi katiyyen caiz değildir.» Bunun üzerine bir gece rihtından hareket eden sandallar kahve yüklü gemilere yanaşmışlardı. “Sandallardan çıkan insanlar, gece yarısı kahve yüklü gemileri altların- dan delip kaçmışlardı. Gece yansı kahve yüklü gemiler kendi kendine battılar. Fakat halk arasında dehşetli bir merak uyanmış» | ti. Acaba bu «kahve» denilen şey na- sıl bir içki id1?... Gizilden gizliye İs- tanbula kahve sokuluyor ve kaçamak bir tarzda içiliyordu, Bir daha gemilerle ancak 12 sene sonra İstanbula kahve getirtilebildi. Şehrin ötesinde berisinde gizli gizli kahve dükkânları açılmağa başlanıl- mıştı. Eski kitapların yazdıklarına göre, bu kahvehaneler hiç te şimdiki- | lerine benzemiyordu. Eski kahvehaneler taştan inşa edi- Jiyordu. Bunların gayet güzel bahçe- leri vardı. Kahvelerin zemini mer- merden yapılmıştı. Ortalarında ekse- riya büyük bir havuz vardı. Havuzdan sular fışkırırdı. Kahvele- rin içinde bir sürü güvercin beslenir. di. Bu güğercinler etrafa uçuşurlardı. Kahvelerde o zaman peykelerin bu- kunduğuna şüphe yok, Fakat bu pey- keler âdetâ birer divan şeklinde idi. Kahve tiryakileri bu divan yeerinde yan gelip yatârlardr. Fakat herkes kahveyi ayıp bir şey yapıyormuş gibi gizli gizli içiyordu. Bir adamın fenalığından bahsedi- lirken: — Bırak şunu.. gizli kahve içer... Muhakkak ki bizde eski kahve tr. yakileri kalmamıştır. Eskiden evlerde likörler, çay muhabbetleri böyle ta- ammüm etmemişti; Bunun için kahveye rağbet pek fa7- la idi. Misafire yapilan en büyük ik- ram kahve idi. Hattâ halk arasında kahveye dair darbı meseller bile çik- mıştı, Bir dostün vefasızlığından bahsedi- lirken: — Yahu.. içmedin? «Bir acı kahvenin ırk yıl hatırı vardır» derlerdi, Bugünkü kahve tiryakilerinden bi. ride Dr. general Besim Ömer Akalın- dır. Besim Ömer Akalın, Tariline 4 son . diyorlardı, gizli , Acı bir kahvemi de mi Meşhur doktor, kabvesini geceden kendi elile hazırlar, buza koyar, Sa- bahleyin kalkınca Bu buzlu kahveyi soğuk soğuk içer... Hikmet Feridun Es Kasımpaşa Çocuk Esirgeme Kurumunun faaliyeti Çocuk Esirgeme Kurumu, Kasım- İ paşada yeni teşekkül ettiği halde, az zamanda çevresine faydaları dokuna- cak faaliyette bulunmaktadır. Fakir ve kimsesiz çocuklara bir çok yertunlania bulundukları gibi, bu afta içinde Kasımpaşanın (140) fas — çocuğunu sünnet ettirmişlerdir. Bu vesile ile büyük bir sünnet düğü. nü tertip edilmiş, çocukların bütün elbiseleri ve- eğlenceleri için yapılan masraflarını Kurum temin etmiştir. Fakir çocukların sünnet düğünü Çanakkale (Akşam) — Ezine ve Kilit, bahirde öksüz ve fakir çocuklar Bayra- miç Kızılay cemiyeti tarafından sünnet ettirilmişlerdir. Sünnet düğünü, Bayra O vakit meşhur Ebüssuud efendi de | mıçın Çamlı mevkiinde yapılmış, ve Şeyhislâm... süslü karyolalar kurulmuştu. Çocuk» Nihayet mesele Ebüssuud efendiye .| Jar, sünnetten evwel otomobillerle ka» saba İçinde gezdirilmişler, akşamda kasaba halkı tarafından 3iyaret edi- lerek hediyeler ile taltif edilmişlerdir. Düğünde Trakya umumi müfettişi General Kâzım Dirik te hazır bulun- muştur. Yukarıki klişe sünnet olan | | | i | | İ »e meraklıdır. Yalnız üstad kah» reyi, herkesin aksine olarak, sicak de- Bil büz gibi soğutulmuş olarak içer. çocuklardan bir grupu gösteriyor. Tatar Osman paşa Meşrutiyetin ilânı sıralarında ge | çen Yak'aları bilenler çoktur ve ya- | zanlar da çok oldu. Bunlar zaten dam- Jaya damlaya göl olmuş bulunuyor. | Benim şu birkaç damlam by gölü de- niz yapamazsa bile ona birşeyler ilâ- ve etmiş ve o zamana ait yazılacak ta- rihi biraz daha tamamlamış * olacağı İçin yazmayı ve okutmayı faydasız bul- miyorum, Hele Manastır arkadaşları- mun bu yazıları okurken duyacakları zevki tahmin etmekle büsbütün cesa- retleniyorum. «Bir damla daha» başlıklı yazımda Resneli Niyazi, Ohrili Eyüp Sabri bey- lerin milli kuvvetlerini vurmak, gizli cemiyeti meydana çıkararak ortadan kaldırmak için Abdülhamidin Manas- tıra yolladığı Tatar Osman paşadan bah- setmiştim. Paşanın hazırladığı «39» kişilik idam listesi üzerine «Nüzheti- ye» bahçesinde cemiyet azaları bir toplantı ve gösteriş yapmıştı. Abdülhamid ve Tatar Osman paşa için duracak zaman yoktu. Ne yapma- lıydı? İşte Şemsi paşa Manastıra ge- lir gelmez vurulmuş, yanındaki silân- lı Arnavudiar kaçıp gitmişlerdi, İste Şükrü paşa iradeyi tam olarak zabit- lere tebliğ edemeden sıvışmıştı ve işte cemiyet azaları korkusuz toplanıyor ve paşanın gözleri önünde geçid resmi yapıyorlardı, Fakat paşa ne yapıyordu? Hâlâ ce- miyet bir haber alamamıştı. Nihayet bir gün Selânik merkezinden bir ha- ber: «Burdur ve Tefenni» redif tabur- Yarı tam mevcudlu ve ilâhlanmış olarak Selâniğe çıktılar; İzmir mın- takasından İki tabur da hareket et- mek üzere haarlanmıştır, Bunlar Ni- yazi ve Eyüp Sabri kuvvetlerini vur- mak üzere Manastırda Tatar Osman paşa emrine gireceklerdir» Tatar Os- manın ne yapmak İstediği anlaşılıyor- du. Kan dökülmek tehlikesi kuvvetlen- mişti, Çünkü Anadoluda sİttihad ve Terakki; cemiyeti henüz teşkilât ya- Anadoludaki cemiyet adam: ları bir muhit ve zemin hazırlamamış- Jardı. Hiç bir şeyden haberi olmıyan redif taburları halifeye isyan eden- leri din ve padişah namına vurmağı bir iş ve sevap sayacaklardı, Manastır merkezi cevap verdi: «Kan dökülmesi ve cemiyetin sarsılması teh- likesi vardır. Her ne bahasına olursa olsun gelen taburların ya cemiyete &0- kulması ve yahud Manastıra gelmele- rine meydan verilmemesi lâzımdır.» Buna Selânik merkezi şu cevabı ver- di: «Taburlar Selânik limanı haricin- de karaya çıkarılıyor» Selânikten geş- miyen bu kuvveti Cemiyete - sokmak mümkün olmadığı gibi ohareketleri- ne mâni olmak da imkânsızdır. İcab eden tedbirin orada alınması zaruri- dir.» Manastır merkezi bu cevap karşı- sında müşkül bir vaziyete düşmüştü. Bir aralık Selânikle Manastır arasın- daki tünel ve köprüleri dinamitle ata- rak Anadoludan gelecek küvvetin ge- cikmesini ve o müddetten istifâde edil mesini düşündü. Fakat bü da zama» na ve hazırlığa mutavakkılftı ki, vazi- yet buna müsait değildi. Taburlar ar- tık yola çıkmıştı, Tren «Vodinas İstâs- yonunda durduğu zaman Vodina müi- tüsünün askerlere hitaben söylediği sözler insanlarda cesaret ve fedakâr- lığın nerelere varabileceğini gösteren en parlak bir örnektir. Bu Sözleri ay- nen yazamazsam da aşağı yukarı şöyle demişti, zannediyorum: (1) «Ey, askerler! Nereye - gittiğinizi, niçin gittiğinizi biliyor musunuz? Biz- leri ve vatanımızı kurtarmak için si- Jâhlanmış din kardeşlerinizi vurma- ğa yolluyorlar sizi... Gitmeyiniz! Din kardeşlerinizin kanını dökmeyiniz!» Müftü sözünü bitirmeden trenler hareket ettirilmişti. Hiç bir tedbir alınamadan tabürlar Manastıra indiler. Resneye hareketle ri için Tatar Osman paşadan emir al- dıklarmı öğrendik, Bunları hemen O gün cemiyete sokmaktan başka çare kalmamıştı. 'Taburların alaylı zabit- lerine sokulmak ve onları yola getir- mek güçtü. Fakat içlerinde tanıdığı. mız, sınıf arkadaşlarımız mektebli za- bitler vardı. Onları bulduk. Birer, iki- () Bu sözler bazı hatıralarda galiba aynen yazılmıştır; Istanbula gelen kahve gemilerinin Resneye nasıl götürüldü? şer yemeğe davet ettik, Benim sınıf ar kadaşlarımdan biri de Kafkasyalı Ce- lâldi. (Şimdi Çanakkale muhafaza müdürü) Yemekte kendisine açıldım. Vaziyeti anlattım. Padişahın memle- keti sürüklemekte olduğu uçurumu gösterdim. Cemiyet kuvvetlerinden ve silâh patladığı takdirde redif taburla- rının düşeceği akibetten © bahsettim. Celâl iyi düşünen, çabuk kavrıyan bir arkadaştır. Derhal Lekliflerimi kabul etti. Tabur ve bölük kumandanları da hemen tereddüd elmeden cemiy emir ve maksadına güre hareket ede- ceklerini vadettiler, Ertesi günü taburlar hep birden has ta haberi vermiş, gidemiyeceklerini bildirmişlerdi. «2000 kişi birden hasta olur mu?» sunli cevapsız kalmış ve bu cevapsızlık Tatar Osmana en mânalı bir cevap olmuştu. ... Arlık duracak, kararlaştırılmış olan hazırlıkları tamamlıyacak, Tatar Os- man üzerinde fazla Işliyecek yaman yoktu. Resne ve Ohri kuvvetleri Ma- nastira çağrıldı. Bu kuvvetler gece «Hanlarönüş ne geldiler. Gece yarısı olmuştu. Tatar Osman ve onun getiri- tiği «200; silâhlı Drahor boyundaki evde rahat bir uykuya dalmışlardı. Tatar Osmannın karargâhına ba; bütün teller kesilmiş ve binanın etraf! milli kuvvetler tarafından sarılmıştı. Tatar Osman muhafızlarından yalnız bir kişi elde edilebilmişti. Bunun ka pıda nöbet beklediği saatte Resheli Ni* yazi yanındaki silâhlılarla binaya gir- di, Evvelâ alt katta muhalızların uyu- duğu koğuşa girilerek silâhlar toplan- dı ve uyanan mubafızlara süngülü gö- nüllüler «Kıpırdamayın, ses çıkarma- yın; emrini verdiler, Sonra yukarıya, Tatar Osmanın kapısına çıkıldı. Niya- zi kapıyı vurdu. Uykusundan uyanan Tatar Osman, yatağının içinden, «Kimdir 0?; deyince Niyazi «Ben Res- neli Niyazi! diye cevap verdi. Tatar Osman kapıyı açınca süvari mülâzimi Agâh içeri girerek askerce selâm ver- di, Ne var, ne istiyorsun? Kimsin sen? suallerine Agâh: — Paşa hazretleri, cemiyet sizin Ma- nastırda kalmanızı muvafik bulmu- yor. Sizi başka yere götüreceğiz. Diye cevap verdi. Tatar Osman ted- birli olduğu kadar da soğukkanlı ve ce sur bir adamdı. Hiç bir heyecan ve şaş» kınlık göstermeksizin. — Vaziyet ahmız! diye emretti. Mülâzim Agâh derhal ayaklarını bir leştirdi ve hazıvol vaziyeti aldı. Paşam, dedi, telgraf telleri kesi)- miş ve muhafızlarınız esir edilmiştir. Hiç bir teşebbüste bulunmayınız ve ce miyetin emrine itaat ediniz. Gecelik entarisile yatağının baş ucun» da duran Tatar Osman Agâhın yüzü- ne bakarak: — Hakkin var, dedi, silâhsız bir ada» ma karşı cemiyetiniz bir paşaya bir müs lâzimle de emir verdirebilir. Bu sırada Agâhin gözü yastığın al- tından Ucu görünen rTovelvere Dişmiş- ti. Eğilip rovelveri aldı ve paşaya vere- rek: — Silâhsız değilsiniz, buyurunuz, des di. Paşa bir rovelvere, bir de Agâha bak- tıktan sonra gülümsiyerek: — Ha, yan! kendini öldür demek mi istiyorsun? dedi, Agâh cevap verdi; — Kimi isterseniz, paşam, — Açık konuş, mülâzim, ne İstiyor« sunuz? Giyininiz, sizl başka yere götüre- ceğiz. — O halde dışarda bekleyiniz. Agâh odadan çıktı, Paşa giyindi, ve: — Giriniz, hazırım diye seslendi. Agâh içeri girince paşa sordu: — Kitablarımı alabilir miyim? — Evet. — Yanıma adam alabilecek miyim? — Yalnız yaverinizi, 'Tatar Osman rovelverini, kitapların ve yaverini aldı. Kapıda bekliyen arâ- baya bindi ve milli nuvvetlerden ay?” lan muhafızlarla o gece Resneye gü” türüldü. Ertesi günü de meşrutiyet Hâh edildi. Bunu da başka bir yazımda an” latmak istiyorum. ğ Aziz H, Akdemif